MEKSİKA GEZİSİ-Giriş ve Mexico City

IMG_6910

Sevgili Sanal Gezginler,

15-31 Ekim 2010 tarihleri arasında Meksika-Guatemala gezisi yapmış ve çok güzel anılarla dönmüştük. O zamanlar Koptur firması ile yaptığımız bu geziyi, o dönemde yazılarımı yazdığım, www.gezekalinblogcu.com adresinde yayınlamıştım. Tüm gezi yazılarımı, kendime ait olan bu web sayfası  altında toplama isteğim nedeni ile bu gezi yazısını gözden geçirilmiş hali ile yeniden yazmak ve sizlerle paylaşmayı arzu etmiş ve bu ilk yazıyı da yollamıştım. Ama sonrası gelmedi. Meksika gibi güzel bir ülkeyi bu sayfalarımda sizlerle paylaşmamak olmaz. Bu nedenle eskileri güncelleştirmeye devam ediyoruz.

Neyse!  Lafı uzatmadan, masası başında gezmek isteyen sanal Gezginler:

Haydi bakalım, Vamos a Mexico (Meksika’ya)

Map_of_Mexico

Gezi Tarihi 16.10.2010

MEKSİKA GEZİSİ-MEXİCO CİTY

Meksika ve Guatemala bizim “Görmeden bu dünyadan gitmek olmaz” diyeceğimiz ülkeler arasındaydı. Bağımsızlıkları için yıllarca savaşmayı göze alacak kadar cesur ancak doğru zamanda, doğru yerde bulunan kızıl saçlı, parıl parıl parlayan çelik zırhları içinde, at sırtında bir İspanyol’a teslim olacak kadar da kaderci insanların var olduğu bu bölgeyi gezmek bizim için bir ayrıcalıktı. Epey zamandır yaptığımız araştırmayı pratiğe dökmenin zamanı gelmişti. Bu arada Meksika ile ilgili olarak yararlandığım kaynaklar arasında Meksika’ya gitmeyi düşünenlere hararetle tavsiye edeceğim en önemli kaynak Bülent Demirdurak’ın Meksika adlı kitabıdır. Yakın zamanlarda bir ülke hakkında yazılmış olan ve okuduğum en kapsamlı Türkçe gezi kitabı oldu. Bu gezi yazımda bazı genel bilgileri onun kitabından aldığımı söylemeliyim.

Meksika-Guatemala gezimiz için önce Madrid’e ardından da Mexico City’e uçmamız gerekti. 2010 Yılında THY’nın Mexico City’e doğrudan uçuşları başlayacak diye bir söylenti vardı ama yıl 2016 ve hala o noktaya THY uçuşu yok.

Uzun ve sıkıntılı bir yolculuk sonrası Mexico City havaalanına indik.

IMG_7038Çok da eziyetli olmayan bir bekleme sonrası gümrükten geçip havaalanı dışına çıktık. Bizi yerel acente rehberi Bayan Violetta karşıladı. Hakkındaki ilk izlenimimiz bilgili ve güven verici olduğu yönünde.

İlk gün doğruca otele gittik. Zaten rahatsız ve uzun bir yolculuktan sonra vardığımız şehrin gece hayatını yaşayacak halimiz yoktu. Hatta Türkiye ile 8 saatlik zaman farkı olunca iyice dağıldık diyebilirim. Otelimiz Alameda Parkı denen bir büyük parkın yakınında ve şehrin merkezine yakın. Ancak yeni geldiğimiz bu şehirde lokalizasyona hakim olmayınca ve bulunduğumuz şehrin adı da Mexico City olunca dışarı çıkmaktan korktum.

Meksika’nın başkenti olan Mexico City çok eski yıllardan beri yerleşim yeri olmuş. İki bin metre yükseklikte ve volkanik bir göl olan Texcoco Gölü üzerinde kurulmuş bir şehir. Tabii bu gün artık gölün üzerinde olduğunuzu pek anlamıyorsunuz. Çevresi ile birlikte yaklaşık 21.2 milyon nüfusu ile Mexico City koca bir metropol.

Bu bölgenin ilk halklarından olan Toltekler, Kolomb öncesi uygarlıklardan birini oluşturuyorlar ve Meksika’daki Aztek-öncesi üç kültürden (Mayalar, Toltekler, Olmekler) biri olarak kabul ediliyorlar. Meksika topraklarında ilk insan topluluklarına ait izler, tarihçilere göre, yaklaşık 20.000 yıl öncesine gidiyormuş

“Toltek” sözcüğü Nahuatl dilinde “İnşaatçı üstat” anlamına geliyormuş. Hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan kadim Amerika uygarlıklarından biri olan Toltekler’in kökeni ve yaşadıkları dönem hakkında çeşitli varsayımlar bulunmakta. Şimdilik en kabul gören varsayım, nereden geldikleri bilinmeyen bu halkın günümüzden 3300 yıl önce mevcut olduğudur. İleri bir uygarlık oluşturdukları sanılıyor. Arkeologlara göre başkentleri , Mexico City’den yaklaşık 80 km. uzaklıkta bulunan, Teotihuacan yakınlarındaki, Tula adlı bir kent.

http://www.history.com/topics/aztecs

Daha sonra sahneye çıkan ve Meksika’nın kuzeyinden gelen bir halk olan Aztekler, terk edilmiş mükemmel Toltek yapıları ya da kalıntılarıyla karşılaşmışlar. Meksikalılar kendilerini, bu topraklara 1325 yıllarında gelen Azteklerin torunları sayıyorlar. Daha önceki kavimlerin olsun, Azteklerin olsun yani tüm Mezo-Amerikan halklarının kökenleri konusunda efsaneler var. Kimisi kayıp kıta Mu, kimisi Atlantis ve kimisi de Bering Boğazı’nı o zamanlar yürüyerek geçen Asya insanlarından bahsediyor.

Kaynak : http://www.mexicanisimo.com.mx/moctezuma-el-cobarde/#articulo
Kaynak : http://www.mexicanisimo.com.mx/moctezuma-el-cobarde/#articulo

Biz tekrar konumuz olan Mexico City’e dönersek; Burası zamanında büyük göl ile kaplı olan bir vadiymiş ve Aztekler de buraya gelip yerleşmişler. Bugünkü Mexico City Şehrinin çekirdek hali işte bu gölün üstünde var olan ada ve çekirdek halkı da bu adaya yerleşebilmiş olan Aztek halkı. Aztekler o zamanlar buraya, kahinleri olan Tenoch’un “kartalla yılanın birleştiği yere gitmeniz gerek” emrini aldığı rüyası üzerine gelmişler. Hikaye bu ya, Aztekler, bu adada ağzında yılan tutan bir kartalı görünce “Hah! İşte bizim yer burası” deyip yerleşmişler. Şehre de bu kahinin ismine izafen Tenochtitlan demişler. Bu berbat yeri de zamanla Venedik benzeri bir şehir haline getirmişler. Bugünkü Meksika bayrağının ortasında bulunan ağzında yılan tutan kartal ise o efsaneden kalma.

Biz işte ilk ve sonraki günde tarihi kalıntılar üstüne inşa edilmiş Mexico City’i gezeceğiz. Burası da, İstanbul’umuz gibi, tarihi şehrin tüm kalıntıları üstüne kurulmuş ve kazmayı vurdun mu tarih fışkıran bir şehir. 2200 metre rakımlı bu şehirde, 110 milyonluk Meksika nüfusunun 21.2 milyonu yaşıyor. Siz varın şehrin kalabalığını, trafiğini düşünün!

Rafael isimli bir Meksikalı şoförün kullandığı rahat bir otobüsle ilk gittiğimiz yer Zocalo olarak da bilinen Devrim (Reforma) Meydanı. Burası şehrin tam merkezi ve dünyanın en büyük üçüncü meydanıymış.

IMG_6833İlk olarak Palacio Nacional’i yani Hükümet Sarayını gezeceğiz. Sabah erkenden gidince kuyruğun başlarında olduk. İlerleyen saatlerdeki kuyruğu görünce, yerel rehberin bizi neden ilk olarak oraya götürdüğünü anladım. Binanın bulunduğu yerde Azteklerin aşırı dindar kralı olan, İspanyolları tükürükle boğup yok edecekleri yerde, “kaderimiz bu” deyip teslim olan 2. Moctezuma’nın Sarayı varmış. İspanyol General Cortez, Moctezuma’nın Sarayının yerine kendisine önceleri bir kale, sonra saray yaptırıyor (1521-1530). Sonradan bu bina 1562’de Cortez ailesinden İspanyol Kraliyetince satın alınıyor ve 1820’lerde Meksikalıların bağımsızlıkların kazanmasına kadar da İspanyol Kraliyetinin atadığı valilere hizmet ediyor.

Binanın ön cephesinin uzunluğu 200 metrelerde, düşünün büyüklüğünü. Ön cephede Hidalgo adlı papazın, İspanyollara karşı başlattığı isyanın, başlama işaretini verdiği orijinal çan gözüküyor.

IMG_6692Binaya girişte merdivenleri çıkınca sizi ilk karşılayan, Frida Kahlo ile çalkantılı yaşamları ile de bilinen, ressam Diego Rivera tarafından yapılan duvar resimleri oluyor. Duvar resimlerinde 1521’den 1930’lara kadar Azteklerden, İspanyollara, Fransızlara ve sonradan onlara başkaldırıya kadar tüm Meksika tarihi resmedilmiş. Hatta Meksika’nın geleceği bile resmedilmiş diyebilirim. Meksika tarihinin önemli şahsiyetleri olan kral Moctezuma, Zapatista, Hidalgo, Juares Benito gibiler yanında Meksika’yı sömürgeleştiren İspanyol Cortez, Karl Marx, Lev Troçki gibi dünya şahsiyetlerinin çoğu duvarlara resmedilmiş. Aztek efsanesi olan ağzında yılanla kartal da var bu resimlerde, Hidalgo’nun isyan başlatmak için çaldığı çan da. Gerçekten çok etkileyici resimler. Diego bu resimleri 1929-1935 yılları arasında yapmış. Uzun süre kendimizi bu resimleri seyretmekten alamadık. İşin ilginci, Diego Rivera bu resimlerde hiç beklemediğiniz bir yere sevgili karısı Frida’yı çizmiş. Bir bakıyorsunuz gelecek ile ilgili çizdiği resimlerde kalın kaşları, topuz saçları ile Frida gözükürken, bir başka duvarda bir Aztek Generali, Frida’ya kesilmiş bir kol sunabiliyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra yakın zamanda ziyarete açılmış olan sarayın diğer odalarını da gezdik. En ilginç olan oda ise bağımsızlık ilanın yapıldığı balkonun bulunduğu oda. Orta avlu da bir fıskiye var. Burayı fotoğraflamaya çalışırken, bir anda elinde kamçısı ile kendine bir at muamelesi yaparak içeri koşarak giren bir adam ve arkasından koşturan çocuk ordusu avluda belirdi. “Sarayın delisi de herhalde bu adamdır” diye düşündüm. “Ama çocuklar neyin nesi” diye düşünürken olay anlaşıldı; Meğerse bir okul, öğrencileri olan çocukları saray ziyaretine getirmiş ve olayı çocukların ilgisini çekecek hale getirmek için de eski zamanların süvarisi mizanseni yaratılmış. Bu adamcağız çocukların tüm ilgisini üzerine çekerek, saray ve tarihleri hakkında bilgi veriyordu. Hayran oldum. Millet, geleceği olan çocuklara tarih bilincini böyle verebiliyor, biz de ise ”haydin çocuklar, toplu halde namaza”!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_6763Saraydan sonraki ziyaret yerimiz şehrin Katedrali oldu.  Mexico City’deki Katedral, Amerika Kıtası’nın en büyük ve en eski olanı. Tahmin edebileceğiniz gibi bu Katedral, eski bir Aztek tapınağı yerine inşa edilmiş. Eskiden burada (Templo Major) piramit şeklinde Aztek tapınağı varmış ve bu tapınağa ait olan taban kısım, Katedralin hemen arkasında yapılan bir kazıda tesadüfen bulunmuş. Mexico City içindeki tek Aztek kalıntısı da bu kalıntılar. Yani sizin anlayacağınız İspanyollar bölgeye geldikten sonra, tüm Aztek yapılarını yıkıp yerine kendi yapılarını yapmışlar. Hoş, adamların neyini eleştirebiliriz ki? Bizde de Osmanlı dışı ne varsa, ya toprak ya da suyla örtmüyor muyuz?

IMG_6754Neyse! Dönelim Katedral’e; Burası 1524-1532 yılları arasında, Aztek tapınak taşlarının kullanılarak yapıldığı kilise yerine, 1573 yılında yapımına başlanmış bir Katedral. Yapımı 1813 yılına kadar sürmüş. 1962 yılında çıkan yangında Katedralin içi harap olmuş. Gotik tarzda yapılmış Roma Katolik Katedrali. Hem dışı ve hem de içi heybetli gözüküyor. İki adet çan kulesi var ve hemen sağ tarafta daha yeni gözüken yer ise vaftizhane bölümü. Tesadüfen o gün içeride vaftiz töreni varmış. Ben dışarıyı fotoğraflamaya çalışırken, içerideki töreni kaçırdım. Ben gittiğimde bizim grubun diğer fotoğrafçıları işi bitirmiş, çektikleri karelerin zevkini çıkartıyorlardı. Bu kadar çok ve cicili bicili giydirilmiş çocuğu görünce uyanmalıydım ama ne yapalım!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_6798Katedralin tavan kısımları çok güzel işlemelerle dolu. Burada da, Orta ve Güney Amerika’da inançlarından uzaklaştırılıp, Hıristiyanlaştırılmak istenen yerli halkın işçi olarak kullanıldığı kiliselerde olduğu gibi, sağa sola sokuşturulan (zenci İsa, Meryem Ana’nın yarım ay içinde gösterilmesi gibi) kendi inanışlarından motifler veya Hıristiyanlığı kendince hicvetme yollarından bir tanesine rastladım. Kasvetli Katedralin tavanında dil çıkartan bir figür, aşağıda ibadet edenlere alaycı gözlerle bakıyor gibiydi. Belki de ben yanlış değerlendiriyordum ama yerel rehbere sorduğumda beni destekler şeyler söyleyince haklı olduğumu anladım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Katedral gezisi sonrasında otobüse binip hem öğle yemeğini yiyeceğimiz ve hem de tekne ile gezeceğimiz Xochimilco Kanallarına gittik. Burası merkezden 30 km dışarıda bulunuyor. Aztekler üzerinde yaşam inşa ettikleri gölde yaşanır alanları artırmak için, göle bıraktıkları bitkileri büyütmüşler ve yerleşim yerleri (hatta tapınaklar) yapmışlar. Bu bitkilere Chinampa deniyor. Buradaki yerleşim yerleri işte bu bitkilerin üzerine inşa edilmiş ve Aztek kenti Tenochtitlan’dan elde kalan son şey bu kanallar.

IMG_6872

IMG_6889Tekneler kıyı boyu dizilmişler. Biraz Venedik, biraz Tayland karışımı bir gezi olacak gibi. Venedik desem daha uygun kaçar herhalde. Arkada bir görevli, uzunca bir sopa ile hem tekneye yön veriyor ve hem de ilerletiyor. Ancak hem teknelerin yapısı ve hem de yanımıza gelen ve yüzen orkestralar gibi teknelerde ki sanatçılar, Venedik’in hem şarkı söyleyen ve hem de kürek çeken gondolcularına pek uymuyorlar. Doğrusu ben buradaki biçimi daha çok sevdim. Sağdan soldan geçen ve teknelerinde oyuncaktan, giysiye satış yapan, tekne içi mangallarda pişirdikleri yiyecekleri satan insanların varlığı ise Tayland’daki yüzer marketleri (Floating Market) andırıyor; Yani doğu ve batı sentezi mevcut burada. Çok renkli ve çok güzeldi. Kıyıda sapsarı çiçek tarlaları ise harika bir görüntü veriyordu. Burada geçirdiğimiz saatler, tüm gezinin en iyi anları oldu. Hele tipik bir Mariachi (düğün çalgıcısı demek) görünümde bir sanatçının söylediği şarkılara bayıldım. Meksika’ya, Mexico City’e yolunuz düşerse bu kanallardaki deneyimi mutlaka yaşamalısınız.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kanal gezisi sonrası ise gittiğimiz diğer bir yer ise Frida Kahlo’nun müze evi oldu. Frida Kahlo’nun evi şehrin dışında ama kanallara göre daha yakın sayılır. Coyoacan denen bir yer burası. Coyoacan, “Coyota denen bir hayvanın yaşadığı yer” anlamına gelen yerli dilinde bir kelime. Bu hayvan hindi ile köpek arası ve bol yağlı bir hayvanmış. Aztekler bu hayvanın etini yerlermiş. Bu kıtaya koyun, keçi ve at İspanyollarla gelmiş.

IMG_7017

IMG_7035Gelelim Frida’ya; bu bayan tam bir melez. Anne, Meksikalı yerlilerle karışmış İspanyol bir aileden ve baba ise bir Alman. Babası fotoğraf sanatçısı olarak zamanında oraya davet edilmiş, sonra da Meksika ya yerleşmiş birisi. Frida ise 1907-1954 yılları arasında yaşamış ve geçirdiği kaza sonrası ağır yaralanıp, ömür boyu da bu izleri taşımış. Yaşamının son yıllarında iyice yatağa mahkum olmuş. Bu uzun yatış günlerinde onu oyalayan aktivite ise resim yapmak olmuş. Frida’nın şöhreti daha çok çapkın eşi ve daha ünlü bir ressam olan Diego Rivera ile ve Troçki dahil, başka erkeklerle olan çalkantılı ilişkilerinden geliyor. Evi müze haline getiren kardeşinin çocukları burada iyi bir müzecilik anlayışı sergilemişler. Frida’nın aynalı özel yatağı dahil her şey aslı gibi duruyor. İçeride fotoğraf çekmek yasak, bu nedenle sadece yatağını, o da dışarıdan ve kısmen çekebildim. Önceleri “burası olmasaydı da Kanallarda biraz daha fazla vakit geçirseydik” demiştim ama çivit mavi boyalı evi daha dışarıdan görünce burasının özel bir yer olduğuna karar verdim. İçeride her köşede bir hüzün var. Yatağın ayak ucunda duran takma bacağı, koltuk değneği ve kırık omurgasına destek için giydiği korseyi görünce içiniz burkuluyor. Ama Frida’nın yaptığı resimlere ve fotoğraflarında gözüken yüz ifadesine bakınca bu kadının hayata sarılmasına hayranlık duyuyorsunuz. Yaşamla matrak geçmiş gibi gözükse de, yaşama asılmış birisi aslında Bayan Frida. Filmini seyretmediyseniz mutlaka seyredin derim.

IMG_7031

Sonraki durağımız ise Mariachi’lerin yeri olan Garibaldi Meydanı. Burası Mexico City’nin bir diğer ilginç ve özgün yeri. Yol kenarında müşteri bekleyen kadın görmüştüm ama müşteri bekleyen müzisyene hiç rastlamamıştım. Çok ama çok hoşuma gitti. Mariachiler, Fransızların Meksika’yı yönettikleri dönemde ortaya çıkan, düğünlerde, davetlerde çalan orkestralar. Büyük şapkaları (Sombrero), giysileri, uzun sivri burun ve topuklu ayakkabıları ile özgün bir görünüşleri var. Orkestranın büyüklüğü size bağlı. Bastırırsınız Peso’ları (Meksika para birimi 1 USD= 18.5 Meksika Peso su-2016 döviz oranıdır), çok kişili ve çalgılı bir orkestra kiralarsınız. Bir şefin bulunduğu orkestrada 2-3 gitar, 2-3 viyolonsel, flüt ve 2-3 kişilik bir trompet ekibi bulunuyor. Biz de bir orkestranın karşısına geçtik ve 3 şarkılık küçük konserimizi dinledik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_7115Gruptan bazı gezginler Mexico City şehir turuna başlar başlamaz “bu şehirdeki Osmanlı saat kulesini de görecek miyiz?” diye sorup durdular. Doğrusu benim o ana kadar bu şehirde, böyle bir saatin varlığından haberim yoktu. Öyle ya! O zamanlar Meksika nere, Türkiye nere? 1810 yılında bağımsızlığını kazanmış olan Meksika, 1910 yılında bağımsızlığının 100. Yılını kutlayacakmış. Osmanlı Sultanı, Sultan Reşat (Beşinci Mehmed), bir jest yaparak, sarayın atıl durumdaki bir saatini tamir ettiriyor ve İznik Çinileri ile de kaplattırıyor. Bu hazırlıklara 1909 yılında başlanmış ve 1910 kutlamalarına yetiştirilip, bugün bulunduğu Bolivar Bulvarındaki yerine o zamandan yerleştirilmiş. Hala tıkır tıkır çalışıyor.

Bu saatin bulunduğu yerden yürüyerek Alameda Parkı ve Benito Juares Anıtı önünden geçtik. Her köşede bir aktivite ve bir ayrı renk var. Bir parkta Latin dansı yapan çiftler, bir başka köşede ellerindeki davullara olanca güçle vurup inanılmaz güzellikte bir ritim yakalayan gençler, Benito Juares anıtı önünden geçerken de ellerinde gitarları ile müzik yapan insanlara şahit oluyorduk.

Artık günün sonu yaklaştı. Tempo yüksekti ve epey gezdik ve daha da önemlisi bu şehirden büyük bir keyif aldık.

Yarına Mexico City’den ayrılacağız ve uzun otobüs yolculuğumuz başlayacak. Ama sabah erkenden bu şehirdeki son aktivitemizi gerçekleştireceğiz; Ulusal Antropoloji Müzesi’ni gezeceğiz.

Şimdilik Gezekalın..

Ümit Kuru

İlk yayın tarihi 06.11.2010;  Saat 01:00

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 20.10.2016 Saat 01:26

GUATEMALA: ATİTLAN GÖLÜ-ANTİGUA GEZİLERİ

 Gezi Tarihi: 29.10.2010

IMG_2062.JPG

San Pedro, Toliman ve Santa Clara (Atitlan) Yanardağlarının aktif oldukları dönemde oluşan Atitlan Gölü, verdiği manzaralar ve kıyılarındaki köylerinde yaşayan yerli halkla, turistler için tam bir cennet köşesi. Orta Amerika’nın bu en derin gölünün dibi tam olarak araştırılmamıştır. Maksimum derinliğinin 340 metreleri bulduğu düşünülüyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sabahın ilk ışıkları ile kalkıp, Atitlan Gölü kıyısında bulunan otelimizde kaldığımız odanın balkonundan göle baktık. Yakın bir zaman da yağan şiddetli yağmurlar nedeni ile göl suları yükselmiş ve otelin kıyısında bulunan kamelya sular altında kalmış. Ancak sabah manzarası muhteşem. Atitlan Gölü, İtalya’daki Como Gölü ile karşılaştırılıyor. Ama bence burası belki oradan daha güzel çünkü bu gölün her bir köyünde ayrı bir güzellik ve özellik mevcut. Gezimizin en güzel destinasyonlarından bir tanesi burası oldu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kahvaltı sonrası tekneye bineceğimiz limana geldik ve teknemizi beklemeye başladık. İskeleden manzara daha da büyüleyici hale geldi. Daha sonra hem iç kabinleri ve hem de dışarıda oturmaya müsait olan yerleri ile teknemiz geldi. Tekneye binerek geziye başladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Masmavi renkteki suları ile Atitlan Gölü, bizi daha başlangıçta güzelliği ile esir aldı. Gecelediğimiz Panajachel Köyü dışında, San Pedro, Santiago, San Antonio, Palopo köylerine günlük turlar yapılıyor. Burada iki köyü iyice gezdik; Santiago ve San Antonio köyleri. Bu köylerin her ikisinde de farklı bir Maya halkı alt topluluğu var. Köylerden bir tanesinde hemen herkes mavi çizgili bir bluz giyerken bir diğerinde başka bir renkte giysi giyiliyordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu şekilde giyinme İspanyollar zamanından beri geliyormuş. Bir köyün halkı İspanyollara yardımcı olduğundan, İspanyollarca bir örnek giydirilirken, bir diğer köyün insanları İspanyol esaretine karşı çıktıkları için farklı bir tek tip elbise içine sokulmuş. Bu giyinme şekli o zamanlardan beri devam ediyormuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yaklaşık bir saat süren bir tekne seyahati sonrası İlk köy olan San Antonio’ya vardık. İskeleden iner inmez bizi satış yapmaya çalışan yerli halk karşıladı. Bu Maya halkı alt grubu Tzutujil’ler olarak adlandırılıyor Ellerinde rengârenk kumaşlar ve tek tip giysileri, güler yüzleri ile çok güzellerdi. Burada da insanlar fotoğraf çektirmek istemiyorlar. İzin isteyip fotoğraf aldık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada ilk önce bir dokuma tezgahını ziyaret ettik. Bir bayan bize dokuma tezgahının başında nasıl dokuma yapıldığını gösterdi. Tabii ki arkasından satışlar geldi. Bu köylere has doğal boyalardan tekstil ürünleri mevcut ve ucuz sayılırlar. Ayrıca pazarlığa da açıklar.

IMG_0457.JPG

Daha sonra ise yokuş yukarıya çıkarak Katolik kilisesinin önüne geldik. Burası San Thomas Kilisesi ve kilise içi balonlarla süslenmiş. Yani o mistik hava buraların kiliselerinde pek yok.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Buradan karşıdaki göl ve volkan manzaraları çok güzel gözüküyor. En erkeni bundan 150.000 yıl önce patlamış olan volkanların tepeleri sanki kesilmiş gibi gözüküyor.  Kilise gezisi sonrası, bu sefer yokuş aşağıya doğru inerek ve yol boyu fotoğraf çekerek teknemize bindik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonraki köy olan Santiago’ya gelince ilk karşılaştığımız manzara, yağan yağmurlarla yükselmiş suların, bu köyün parkını ve iskele kenarında bulunan dükkanları gölün içine katmasıydı. Bir zamanlar park olan yerde şimdi çocuklar yüzüyorlardı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Çocuklara oyun olsun da, ister su da ister toprak da fark etmiyor. Biri ağacın tepesinde oturmuş yüzenleri seyrediyor, diğeri ise arkadaşına su sıçratma peşinde.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu köy civarındaki yerleşim yerlerinde 2005 yılında patlak veren kasırga sonucu olan toprak kayması sonrasında yüzlerce insan yaşamını ve daha fazlası da evlerini yitirmiş. Burada yaşanan bir diğer insanlık dramı da 1960-1996 yılları arasında yaşanan Guatemala iç savaşında burasının da kötü şekilde etkilenmesiydi. Bu köyü, solcu gerillalara destek verdiği için cezalandıran hükumet askerleri çok sayıda insanın ölümüne neden olmuşlar.

IMG_0531.JPG

Köye girişte peşimize takılan yaşlı bir satıcı teyzeden, kafasında sarılı olan başlığın, nasıl sarıldığını öğrendik. Uzunluğu metrelerce olan bu ince kuşağın, bir şapka haline getirilmesi çok ilginçti. Bu köy halkının giysisi, diğer gezdiğimiz köy halkının giydiğinden farklı. Kadınların bluzları hapishane parmaklıkları gibi yukarıdan aşağıya çizgili ve mavi renkte. Bu köyün isyankarlığı İspanyollar  zamanından beri varmış ve İspanyollarda onlara bu hapishane kıyafetini uygun görmüşler.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu köyde ilk gittiğimiz yer “Sigara içen tanrı” nın tahtadan heykelinin bulunduğu evdi; Onu İspanyollar San Simon, İspanyollarla karışmış yerli halk (Ladino’lar, melez Mayalar), Maximon ve Maya halkı ise Rilaj Maam (Reel ah Mam) olarak adlandırıyor. Ağzında sigara veya puro ile gördüğümde çok şaşırdığım bu varlığın adına kim ne derse desin, “sigara içen tanrı” Guatemala’nın dağlık bölgelerinde çok saygı duyulan, tapılan ve kendisine hediyeler getirilen bir ilahi kişilik. Maya tanrılarının, Guatemalayı fetheden İspanyol komutan Pedro de Alvarado’nun ve İncilden Yahudaların bir karışımı olduğuna inanılan bir ilah. Bu tanrı bazen bir resim içinde, bazen de tahta bir heykel içinde sembolize edilmiş. Guatemala’nın hemen her dağlık alanında bu figürü bulmak mümkünmüş. Bu heykel veya resim her yıl bir evden diğerine taşınırmış ve yeni sahipleri de bu tanrıya bakmakla yükümlüymüş. Tabii ki bu arada gelen tüm hediyelerde bu yeni eve getirilirmiş. Hediyelerin en makbulleri sigara, alkol, puro ve meyveler olurmuş. Aşağıda internetten bulduğum bir fotoyu yazıya ekledim.

Santiago’da Sigara içen Tanrı, tahta bir heykelle sembolize edilmiş. Bu heykelin bulunduğu evi küçük bir ücret karşılığı geziyorsunuz. Yerden yaklaşık 1 metre boyunda olan bu tahta heykele ağzında kocaman bir puro ile tanrı benzetmesi yapmak biraz hayal gücünü zorlamak olacak ama zaten aklımızı bu konularda zorlamıyor muyuz? Bu heykelin yanında Hazreti İsa resmi ile ona eşlik ediyor ve sanırsınız ki Hazreti İsa’dan önce “sigara içen tanrı” geliyor. İçeride heykelle fotoğraf çektirmek “giriş ücretinden pahalı ve ortamın ışığı da yeteri kadar uygun değil” düşüncemle fotoğraf çekmedim. Ama şimdi düşününce ışığı da, parasını da zorlamalıydım diyorum. Bazen gezilerde bu konularda dumura uğruyorum.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Lokal bir Pazar içinden geçerek, Iglesia Parroquial Santiago Apostol Kilisesine gittik. Burada avluda genişçe bir alan var içinde pek bir özellik yok ama içeride giydirilmiş haldeki kutsal din büyükleri çok ilginçti. Her bir heykel grubu ayrı giysiler içinde ve bu farklı grupların giydirilmesi ve temiz tutulması ile bazı varlıklı aileler ilgilenirmiş.  İçerisi yine bir panayır gibi; Balonlar ve tüllerle dolu. Kilisenin Altarı 3 volkanı temsil eden, 3 parça oyma tahtadan yapılmış. Bu altarın 1976-1981 yılında yapılmış olan restorasyonu sırasında, restorasyonu yapan sanatçılarca Kolonyal dönemin klasik dini motifleri yerine, Maya inancına ait figürler konmuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra tekneye doğru dönüşe geçtik ama yol boyu küçük küçük galeriler var. Bunlardan bazılarında yerel sanatçıların yaptığı çok güzel yağlı boya tablolar var. Bir diğer dumura uğradığım yerde burası oldu. Çok beğendiğimiz bir resmi pazarlık edeceğiz diye almadım.  Oralara kadar gidecek olan arkadaşlar siz siz olun eğer beğendiğiniz bir yağlı boya olursa, benim gibi kaçırmadan alın derim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonraki hedef ise karşı kıyıda bulunan ve çok güzel olan bir lokantada yemek yemek oldu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Atitlan tekne gezimiz sonrası bu sefer tepeden Atitlan Gölüne ve volkanlar ait panoramik fotoğraflar alıp 104 km ötede bulunan Antigua’ya doğru hareket ettik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Antigua’ya vardığımızda artık akşam olmuştu. Bu şehirde kolonyal dönemden kalma hemen hemen tüm yapılar otele çevrilmiş. Biz de bu otellerden bir tanesine yerleşip, gece yemek yiyeceğimiz restorana doğru yola çıktık. Bu gece bizim artık son gecemiz ve bir gezgin büyüğümüzün sipariş verdiği şaraplarla kadeh kaldırıp geziyi kazasız belasız bitirmenin mutluluğunu hep beraber paylaştık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Antigua sokaklarını kısaca gezdik ve otelimize döndük.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yarın artık tüm gezimizin son günü olacak. Çok güzel olan ve tadının damağımızda kaldığı konusunda herkesin hemfikir olduğu Antigua’yı gezeceğiz.

IMG_0675.JPG

Gezekalın ve aydınlık kalın…

Dr Ümit Kuru

İlk yayın tarihi: 11.12.2010 Saat 01:49

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi: 24.11.2016 Saat :12:21

GUATEMALA GEZİSİ:BELİZE-FLORES

Gezi Tarihi: 25.10.2010

Cancun sahili

Guatemala gezisi, Meksika gezisini takip eden bir bölümdü. Ancak başlamadan önce hemen söyleyeyim ki tek başına bile bu ülke 10 gün gezilebilirmiş. Doğası muhteşem, tarih doğa ile iç içe. Severim böyle yerleri. Güzel insanlarını da tanımak işin bonusu.

Guatemala Orta Amerika’nın bir ülkesi. 110.000 km karelik bir alanı ve 13 milyon civarı da nüfusu var.

where-is-Belize.png

Bir söylentiye göre Guatemala kelime anlamı olarak, Maya-Toltek dillerinde “Yüksek Ağaçlar Ülkesi” anlamına geliyor. Gerçekten özellikle Ceiba ağaçlarının boyları görülmeye değer. Tikal antik kenti ormanın içinde ve hala keşfedilmeyi bekliyor. Burada ormanın gerçek sahipleri ile birlikte olabiliyorsunuz. Howler Maymunları daldan dala atlarken, arı kuşunu çiçeklerin tadına bakarken ya da benim gibi daha da şanslıysanız Guatemala’nın sembol kuşu olan Toucan’ları fotoğraflama şansını yakalayabilirsiniz. Hele o güzelim Atitlan gölü ve Antiqua şehrinden çok zor ayrıldık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sabah Cancun’da, kumsalda hanımla yürüyüşümüzü yaptık. Daha sonra da uçuş için havaalanına gittik.

The World Countries Flags

Belize bayrağı

Cancun’dan uçakla Belize şehrine uçtuk. 1973 yılına kadar İngiliz Honduras’ı olarak bilinen Belize, 1981 yılında bağımsızlığını ilan etmiş. O zaman fark etmediğim, sonradan bu yazıyı hazırlarken öğrendiğim bir ayrıntı, dünyada bayrağında insan resmi olan tek ülke Belize imiş.

Uçakla Belize şehrine indik. Bu küçük ve yemyeşil olan ülkenin başında bir bela var. Genellikle Kasım aylarında meydana gelen fırtınalar ve kasırgalar, ülkede büyük hasarlar meydana getiriyorlarmış. Bu fırtınaların meydana getirdiği hasar sebebiyle daha önceleri Belize City’de olan başşehir unvanı, 1961 senesinden sonra iç kısımlardaki Belmopán’a nakledilmiş. Yani Belize City, sandığımız gibi, şu anda başkent değil.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Belize Havaalanının gümrüğünde, gezdiğim diğer iki ülkeye göre en fazla aramaya maruz kaldık. Gruptaki diğer arkadaşlarla ortak fikrimiz, bu insanların can sıkıntısı nedeni ile herkesi didik didik aradıkları oldu. Havaalanı çıkışında bizi, sadece Guatemala sınırına kadar eşlik edecek olan rehber karşıladı. Sıcak insanlar. Otobüse doluşup, Guatemala sınırına ulaşmak üzere yola düştük. Havaalanından itibaren, Guatemala’da konaklayacağımız Flores’e kadar 225 km yolumuz var. Bir taraftan turun programında neden bu kadar çok otobüs yolculuğu olduğunu düşünüp kızıyorum, bir taraftan da Belize’yi otobüs içinde iken de olsa tanıyacağım diye gezgin avuntusu yaşıyorum.

Tam ekran yakalama 18.11.2016 235640.jpg

Yol almaya başlar başlamaz, yol boyunca hemen hemen her elektrik direğinin yerlere devrilmiş olduğunu fark ettim. Bazı ağaçlar köklerinden sökülmüş bir şekilde yere yatmış. Meğerse biz Cancun’da gök gürültüsü ve şimşekler eşliğinde beleş tekila tokuştururken, burada fırtına yapacağını yapmış, insanları yerlerinden etmiş, ne ev ne de ağaç bırakmış. Yolu açabilmişler ama evlerde elektrik hala yokmuş. Bir gün önce yola çıksak, bu talihsizliği bizde yaşayacaktık.

Belize yolda5.JPG

Belize’ye Amerika’nın keşfinden sonra 1500’lerde ilk yerleşenler İspanyollar olsa da, 1600’lü yılların ortasında adaya gelen İngilizler, adanın tabii kaynaklarını Avrupa’ya taşıdıkları gibi Afrika’dan insanları getirerek köle olarak kullanmışlar. Bu nedenle burada yaşayan Maya kökenli yerli halk ve İspanyol-yerli halk karışımından ortaya çıkan melez halk (Mestizolar) yanında, Afrika kökenli çok sayıda siyah derili insana rastlıyorsunuz. Evlerin hemen hepsi tek katlı ve ahşap evler, ortalık yemyeşil, her yerden bir su çıkıyor. Bir de dün gece yağan şiddetli yağmur nedeni ortalıkta küçük küçük gölcükler oluşmuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda sınıra vardık. 20-30 metrelik bir alanı yürüyerek geçmemiz gerekiyor. Ellerde bavullarla bir başka ülkeye adım atıyoruz. Hava karardı artık. Sınırı burada kolay geçiyoruz. Zaten buraya sınır demeye de bin şahit gerekiyor ama bu ortamında bir güzelliği var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu sefer Guatemala’lı rehber bizi devir aldı. Yeni otobüse atlayıp, konaklama yapacağımız Peten Itza Gölüne bağlı olan Petenchel Lagünü kenarında kurulu olan Villa Maya adlı otele doğru hareket ettik. Bugünün sonu gelmeyecek gibi hissetmeye başladım.

Yaklaşık 1,5 saat kadar sonra ise otele geldik. Otele girer girmez hepimizin yol yorgunluğu bir anda kayboldu sanki. Gecenin bu karanlığında etraftaki güzelliğin kokusunu alıyordum. Ayın tam yuvarlak zamanı ve ayın ışığı göle çok güzel bir yansıma yapmış. Otel odaları altlı-üstlü bungalov odalar, içerisi çok güzel döşenmiş. Odalar, doğa ile uyumlu. Burası zaten ekolojik turizm otellerinden bir tanesiymiş.

Akşam yemeği çok zevkli geçti. Yemek sonrasında göl kenarında kısa bir muhabbet sonrasında gözler kapanmaya başlayınca yatağı arar olduk.

Yarın büyük gün; gezinin en önemli ayaklarından olan Tikal Antik Kenti gezilecek. Yani bir sürü güzelliklere gebe bir gün bekliyorum.

Gezekalın ve Aydınlık kalın…

Dr Ümit Kuru

İlk basım tarihi: 29.11.2010 St 18:05

Gözden geçirilmiş son basım tarihi: 18.11.2016 Saat 23:20

MEKSİKA GEZİSİ:PALENQUE- CAMPECHE GEZİLERİ

 Gezi Tarihi 22.10.2010

IMG_8615.jpg

Meksika’da Palenque şehrinde kaldığım gece, ne zamandır sayıkladığım hayalim gerçek oldu. Uzun zamandır şahit olmadığım ve ateş böceklerinin gecenin karanlığında yaptıkları dansı tekrar görebilme dileğim, dünyanın bir ucunda, Palenque’de, kaldığımız otelin bahçesinde, yemek sonrası şezlongda uzanmışken gerçekleşti. Etrafta onlarca ateş böceğini, gecenin kör karanlığında, çimenler üzerinde danslarını yaparken izlemekten duyduğum mutluluğu tahmin edemezsiniz.

IMG_8589.JPG

Dün geceden çok hoş bir yer olduğunu tahmin ettiğimiz otelimizde sabah yaptığımız küçük gezi, ön yargımızın ne kadar da doğru olduğunu gösterdi. Yeşillikler içerisinde bungalov tarzı evlerde kaldık. Bahçede yer yer Maya tanrılarına ait olduğunu düşündüğümüz heykeller mevcut.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kahvaltı sonrası valizler otobüse yerleştirildi ve biz UNESCO tarafından dünya kültür mirası listesi içinde yer alan Palenque’e doğru harekete geçtik.

güneş piramidi ve arkada yazıtlı piramit ve büyük saray sağda.jpg

2300 yıllık tarihleri olduğu sanılan Mayaların en kudretli oldukları 300-900 yılları arasında Meksika’nın Yucatan bölgesi, Honduras, Nikaragua, Guatemala gibi ülkelerde ağırlıklı olarak yaşadıklarını biliyoruz. Bu bölgelerde kurdukları en güzel şehirler ise Palenque, Tikal, Copan, Chichen Itza gibi şehirlermiş. İşte biz bu şehirlerden Palenque’i gezeceğiz. Palenque en şatafatlı günlerini 325-625 yılları arasında yaşamış. Sonrasında nedendir bilinmez, terk edilip ormanın insafına bırakılmış. Orman da onu tamamen yeşilliklerle örtmüş ve 1785 yılına gelene kadar da Palenque unutulmuş gitmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Orta Amerika yerlilerine ait alanları gezerken bu aniden terk edilen şehir hikayelerini çokça dinledik.  Mayalar Venüs, Güneş ve Ay gibi gezegenlerin hareketlerini izleyebilecek kadar ileri Astronomi bilgisine, Piramitleri yapabilecek kadar ileri mimari bilgisine, takvimleri ve tuvaleti kullanacak, su kanalları yapacak kadar medeniyete sahip olmasına ve sıfır sayısını bulmalarına karşın tekerleğin tarımda kullanılmasını ve toprağın nadasa bırakılmasını bilmiyorlardı. Gerçi çocuklarının oyuncak arabalarında tekerleği kullanmaları onun hakkında bilgi sahibi oldukları anlamına gelebilir. Belki de tekerlekli arabaya koşacak at, öküz gibi büyük baş hayvanlara sahip olmamalarından tarımda tekerlekli arabaları ve sabanı kullanmamış olabilirler. Mayalar yaşadıkları bölgelerdeki toprak verimsizleştikçe ve açlık başlamaya yüz tutunca, o şehri bir anda terk edebiliyorlardı. İşte bugün gezeceğimiz Palenque şehrinin de, verimsizleşen tarım toprakları nedeni ile terk edildiği düşünülüyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ben bu şehri ve daha sonra ziyaret edeceğimiz Chichen Itza, Tikal adlı şehirleri çok sevdim. Doğanın bir şehri yutması ve yemyeşil bir örtü ile kaplaması sonrasında insanların doğanın istila ettiği bu yerleri açığa çıkartma çalışmalarına bayılıyorum. Kamboçya’da da bu tür yerler vardı ve çok sevmiştim. Kesinlikle çok mistik bir havası oluyor.

IMG_8619.jpg

16 kilometre karelik bir alana yayılmış olan bu kentin daha çok az bir kısmı açığa çıkartılmış. Kentin Maya dilindeki adı olan Lakam Ha, “Büyük Sular” ya da “Yüce Sular” anlamına geliyormuş. Burası 16.yy.’daki İspanyol işgalinden çok daha önce terk edilmiş durumdaydı. Palenque’de bulunan ilk Avrupalı ise rahip Pedro Lorenzo de la Nada olmuş (1567). O dönemde “güçlü evler toprağı” anlamına gelen Otolum adını taşıyan bölgede Chol adındaki kavim yerleşmiş. De la Nada bu adı İspanyolcadaki “palenque” (fortification-Tahkim edilme) sözcüğüyle karşılamayı tercih etmiş. Palenque zamanla bölgedeki antik kentin adı haline gelmiş. Bir başka varsayıma göreyse, Palenque sözcüğünün kökeni Maya dilinde “jaguar güneş” anlamına gelen “Bahlam kin” adıydı. Bu ad, Güneşin bir başka aleme daldığı yeri ifade etmek üzere kullanılıyordu. Kentin klasik dönemden önceki çağda (İ.Ö.2500-İ.S.300) kurulduğu sanılmakta. Kentin keşfedilmemiş kısmı ormanla kaplı ve bu sık ağaçlı orman yüzünden kentin 1000’i aşkın yapısına ulaşılamamaktaymış. Palenque kenti Unesco tarafından 1987’de Dünya Miras Listesi’ne alınmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Meksika ve Guatemala arasında sınırı belirten Usumacinta Nehri yakınında kurulmuş bu antik şehre girince yeşillikler arasında kısa bir yürüyüş yapıyorsunuz. Ceiba Pentandra (Kapok) ağacı Mayalar için kutsal bir ağaçmış. Şehrin merkezi olan ve Saray ile yazılı Piramidin bulunduğu alanda ortada bulunan bu ağacın altında rehberlerimiz Violetta ve Teoman’ın verdiği bilgileri dinledik ama sabahın erken saatlerinde orada olduğumuzdan ne kalabalık vardı ve ışıkta tam olması gereken yoğunlukta olunca ben ufak ufak ayrılmaya başladım. Tam da fotoğraf zamanıydı.

IMG_8643.jpg

Yazıtlar Piramidi ya da Tapınağı adını doğu yönünde bulunan bir tapınaktan ve bu tapınağın içindeki hiyeroglif yazıtlar içeren üç kayadan almış. Tapınakta piramidin içine inen bir merdiven bulunuyormuş. Merdiven piramidin kalbinde bulunan lahit odasına açılıyor. Dokuz yaşında tahta çıkan ve 80 yaşına kadar da tahtta kalmayı beceren Kral Pacal’ın lahit odasına eskiden giriliyormuş ama artık girilemiyor. Bu arada bu lahdin birebir örneğini Mexico City de Ulusal Antropoloji Müzesinde görmüştük. Saray ise bir terasa kondurulmuş ve birbirleri ile ilişkili odalardan meydana geliyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burayı ziyaret ettikten sonra arkada bulunan Haç Tapınakları grubunu ziyaret ettik. Burası, üzerinde tapınaklar bulunan basamaklı piramitlerden oluşan bir kompleks. Bu grup adını haça benzetilen, Maya mitolojisindeki yaşam ağacı tasvirinden alıyormuş. Asya Şamanizm’inde olduğu gibi, Maya mitolojisine göre de bu ağaç yerin göbeğinde ve kökleri ile yer altı dünyasını, dalları ile gökyüzünü birbirine bağlar. Bu gruptaki tapınaklar Haç Tapınağı, Açmış Haç Tapınağı, Güneş Tapınağı olarak adlandırılmış. Aslında bu isimlendirmeler tamamen keşfedenin adlandırmalarıymış. Bu tapınaklarda en üstte bulunan odalarda kabartmalar var. Kral Pacal’ın oğlu Chan Bahlum tarafından yaptırılmış ve babasının yerine kral olmak için uzun bir süre beklemenin vermiş olduğu kızgınlıkla olsa gerek babasından daha yüksekte betimlenmiş. Sabahın erken saatlerinde her piramidin tepesine tek tek çıkıp muhteşem manzaralara şahit olduk.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Palenque’in pelotte adı verilen ve ölümüne oynanan top sahası bu şehre yakışmayacak kadar küçüktü. Ama top sahasına en çok da benzeyen de Palenque’deki bu sahaydı .

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada toplu gezi sonrasında serbest zaman verdiler. Hepimiz sağa sola dağıldık ama ben kelebek peşine koşarken biraz fazla dağıldım galiba. Hanımı kaybettim, arayacağım derken bu sefer ben kayboldum. Ormanlar arasında biraz büyülenmiş ve biraz da buluşma saatine yetişemeyeceğim endişesi ile olmadık bir yere gezi alanının ikinci kapısına çıkmışım. Ama otobüs bizi birinci kapıdan alacak ve benden başka da gruptan kimse yok ortada. Yolda rastladığım şelalenin bile tadını çıkaramadan orman içinde patikamsı yollardan tekrar yukarıya doğru koşar adım çıkmaya başladım. Amma velakin artık delikanlı değiliz, bu kadar çok terlediğimi (bir kısmı da kurda kuşa yem olacağım korkusundan) ve yorulduğumu hatırlamıyorum.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda ana meydandaki Cebia ağacını yani kutsal hayat ağacını görünce duyduğum sevinci anlatamam. Bu arada size yazdığım bu yazının genel bilgilerini hazırlarken okuduğum bir bilgi hayıflanmama neden oldu. Sabah girişte yoktu ama Palenque müze girişinde beyaz elbiseler içinde uzun saçlı ve ellerinde ok ve yay olan insanlar vardı. Meğerse bu insanlar hiçbir başka ırkla karışmamış saf kan Mayalarmış. Bu insanlardan 500-600 civarında kalmış ve resmen koruma altında olup, çok eşliliklerine bile izin vermişler. Vay Mayalar vay!

img_86601

Bu güzel yeri gezdikten sonra otobüsle 361 km uzaktaki Campeche’ye doğru yola çıktık. Güzel bir yerde öğle yemeği yedikten sonra bir-iki mola sonrası Mexico Körfezi kıyısında bulunan Campeche şehrine ve sahildeki otelimize vardık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yarın yola devam edeceğiz.

Gezekalın, aydınlık kalın…

Dr Ümit Kuru

İlk Yayın Tarihi:  15.11.2010 Saat 20:04

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi :01.11.2016 Saat 23:19

img_8760

MEKSİKA: PUEBLA-OAXACA GEZİLERİ

Gezi Tarihi: 18.10.2010

img_7840

Sabah erkenden kalkıp şehri sakin ve gündüz haliyle tekrar gezmek kararını, bir gece öncesinden eşimle vermiştik. Bu kararımızı da  uygulayıp Puebla şehrinde sabah yürüyüşümüzü yaptık. Kendisi de bu kadar iyi bir gezgin olmasaydı işimiz zordu..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saat 06:30 olmasına rağmen şehir hala aydınlanmamıştı. Melekler Şehri Puebla’yı dün gece bıraktığımız yerden gezmeye devam ediyor gibiydik. Tek fark dün gece karanlık artarken, bu saatlerde aydınlık artıyordu. Puebla şehrindeki tarihi evlerin önemli bir özelliği, evlerin dış yüzlerinin seramiklerle kaplı olması. Gündüz gözü ile bunu daha iyi anlayabiliyorsunuz. Duvarlarında insan figürlerinin yer aldığı House of Dolls, iki yüzüncü bağımsızlık yılını kutlamış ve hala yanan ışıkları ile Belediye Binası, Hz İsa Kilisesinin bembeyaz çan kulesi ve Katedral gibi yol üstü tarihi binaları fotoğraflayıp otele geri döndük ve kahvaltıya yetiştik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu arada dün gece yazmayı unuttum; Meksika’da 1-3 Kasım tarihleri arasında Fiesta del Muerte veya Ölüler Bayramı diye önemli bir dini bayram kutlanıyor. Önce Cadılar Bayramı gibi bir şey düşünmüştük ama alakası yok. Bir tür ölülerini anma bayramı diyebiliriz. Bu bayramda çikolatadan kurukafalar ve şekerlemeler dükkanları süslüyor. Ayrıca hemen hemen her yerde alçıdan yapılmış iskeletler görülüyor. Biz bu tatlıların satıldığı bir dükkana girdik. Çeşitli meyvelerle tatlandırılmış ve lokum kıvamında ama tam da lokum denmeyecek ve patatesin ana maddesini oluşturduğu “Camotes de Puebla” adlı tatlıdan denedik. Ben çok beğendim, tavsiye ederim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehirden çıkarken gördüğümüz anıtı, 5 Mayıs 1862’de Meksikalı General İgnacio Zaragoza komutasındaki birliklerin, Fransızları bu şehirde yenmeleri anısına dikmişler.

IMG_7751.JPG

Puebla ile Oaxaca arasındaki mesafe 344 km’yi buluyor. Yol ise doğa güzellikleri ile doluymuş. Umuyorum doğrudur! Yoksa hiç çekilmez.

Meksika’daki yollar neredeyse tamamen bir gidiş, bir de geliş şeklinde ve önünüze kamyon irisi bir araç çıktı mı mahvoldunuz. Allahtan şoförümüz Rafael, usta bir şoför, bazen yüreğimizi ağzımıza getirdiyse de başka türlü bu yollar bitmezdi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehirden çıkınca şamdan şeklinde kaktüsleri görmeye başladık. Bu kaktüsler bazı yerlerde dev boyutlarda olabiliyorlar. Kaktüslerin bol olduğu bir yerde durup bol bol fotoğraf çektirdik. Yol gerçekten sıra sıra dağlar ve boy boy, çeşit çeşit kaktüslerle doluydu. Dedikleri kadar güzel bir yoldu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yaklaşık 5 saat kadar sonra Oaxaca şehrine vardık. Yeşim şehri olarak da bilinen bu şehre varır varmaz geziye başladık.

IMG_4478.JPG

Toltek, Mistek ve Aztekler gibi çok sayıda yerli halka ev sahipliği yapmış olan bu şehre, şehir adını ve bir şehrin olması gerekenlerini İspanyollar vermiş. İspanyol General Hernan Cortes’de Oaxaca Vadisi Markisi unvanını taşırmış. Bu şehirde ilk ziyaret ettiğimiz yer Zocalo Meydanı ve Katedral oldu. Gördüğümüz tüm şehir meydanları (Zocalo) içinde en renklisi ve hareketlisi burası ve doğrusu bu hareket ve renk cümbüşü bizi kendisine doğru çağırıp durunca çabucak Katedral dışına attık kendimizi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İlk olarak Katedral den meydanın aşağısına doğru yürüyünce daha çok giysilerin ve resim gibi ürünlerin satıldığı sokak pazarına geldik. Buraya daha sonra döneceğimiz söylendiğinden önce çikolata ve kakao dükkanlarına yöneldik. Burada kakao çekirdeklerinin çekilerek toz halde kakaoya dönüşümünü seyrettik ve soğuk halde servis edilen kakaoyu tattık. Çikolataları bizim yediklerimize göre daha az tatlıydı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra sebze pazarına daldık. Çeşit çeşit acı biberler ve sebzeler vardı. Sebzelerin bazıları pek tanıdık gelmedi. Bir de çuvallar içinde satılan çekirgeleri görünce orada koptuk. Gruptan bazı arkadaşlar tadına baktılar ama benden uzak dursun.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonra da Katedrale doğru yürüyüp hediyelik eşyalar satan satıcıları hem fotoğrafladık, hem de beğendiğimiz hediyelik eşyalar için sıkı bir pazarlık içine daldık. Epey bir yürüyüş sonrasında yorulunca pazarın hemen kenarında ve pazardaki hareketliliği izlemeye imkan veren bir kafeye oturduk. Meksika’da her bira istediğimde getirilen Corona marka soğuk biramı kafede keyifle yudumlarken, bir taraftan da insanları gözledik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Buradaki son aktivite ise Santa Domingo Kilisesini ziyaret oldu. 1550-1600 yılları arasına tarihlenen bu kilisenin içi her Dominiken kilisesi gibi çok şatafatlıydı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonradan otelimize doğru hareket ettik. Otel Hacienda La Noria adlı bir oteldi ve kaldığımız en güzel otellerden bir tanesiydi. Güzel bir akşam yemeği sonrası, açık havada kahvelerimizi yudumladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yarın yine yollardayız. Önce 2000 yıllık Tule Ağacını görüp sonrada Mitla antik kentini gezeceğiz. Son durak ise Tehuantepec olacak.

Gezekalın, Aydınlık kalın…

Dr Ümit kuru

İlk yayın tarihi:  08.11.2010 saat 22:30

Gözden geçirilmiş yayın tarihi: 21:10.2016