Brezilya-Iguazu soslu Arjantin-Şili-Patagonya gezisi-Tierra del Fuego-Ushuaia Gezileri-1

Macellan'ın gemilerinden Victoria

Bugün artık Ateş Topraklarına (Tierra del Fuego) gitme zamanı. Şili’den tekrar Arjantin’e geçeceğiz. Bunun için de önce Punta Arenas’dan Kuzeye doğru çıkıp Punta Delgada’ya gececeğiz. Buradan da feribota binip, Arjantin sınırını geçerek Ushuaia’ya doğru yol alacağız. Nereden baksanız 10-12 saatlik bir yolculuk demek bu. Yani bugün yollardayız.

Punta Arenas'tan Ushuaia'yaPunta Arenas’tan sabah saat 07:30 gibi yola çıktık. Dün vakit bulamadığımız iki aktivite vardı; Punta Arenas’ın şehir mezarlığı ve Magellan’ın kendi adını taşıyan boğazı geçtiği 5 gemiden birisi olan Victoria’nın birebir boyutlardaki maketinin, dışarıdan da olsa, görülmesi.

Punta Arenas’ın şehir mezarlığı da en az Buenos Aires’teki mezarlık kadar güzeldi doğrusu. Sabahın erken saatinde de açıktı. Siz Sanal Gezginlere tavsiyem bu mezarlığı daha geniş bir vakitte bir güzel gezmenizdir. “Mezarlıkta gezilir mi?” demeyin, bu mezarlık gezilir.

Daha sonra ise şehrin dışında bulunan ve özel bir açık hava müzesinde sergilenen  Magellan’ın gemi maketini gezmeye gittik. Bu arada yağmur yaptı yine yapacağını ve yağmaya da başladı. Müzenin kapısı açık ama civarda sabahın bu saatinde herhangi bir görevli de yoktu. Biz de 10 dakika fotoğraf çekeceğiz nasılsa deyip daldık içeri. Tellerin dışından da olsa fotoğraf çektik. Sonrasında “Fin del Mundo” tabelalarını takip edip Magellan Boğazını geçeceğimiz limana kadar yol almaya başladık. Konu Magellan Boğazı olunca, ilginç kişilikli bu kaptandan, Magellan’dan, biraz bahsetmek gerekir.

Ferdinand Magellan Portekizli denizci, gezgin ve kâşif. İlk denize çıkışları Portekiz Kralının sponsorluğunda Hindistan taraflarına olmuş. Ama okuduğum kadarı ile seferlerinde kendini biraz fazla kollamış ve Portekiz Kralının gözünden  bu yüzden düşünce, sonraki seferlerini İspanya Krallığı’nın desteğiyle yapmış.  Magellan 1519 yılında olaylı bir şekilde 5 gemi (Trinidad, San Antonio, Concepción, Victoria ve Santiago) ve 237 gemici ile Atlas Okyanusuna açılıyor. İşte bizim burada gördüğümüz de bu beş gemiden Victoria adlı geminin birebir maketiydi. Bu geminin birebir olduğu söylenen maketini görünce ve Magellan’ın geçtiği kendi ismini taşıyan kanalı düşününce Magellan’a “helal olsun size” demekten başka bir şey düşmüyor bize.

Magellan 1520’lerde Brezilya sahillerine ulaşıyor. Bundan sonraAtlantik Okyanusu tarafından meşhur kanala giren Magellan, yolculuğuna devam ediyor. Bu kanalda bir gemisi batan Magellan, kanalı 1 Kasım da, Tüm Azizler Gününde aştıkları için kanala önce  Estreito de Todos los Santos (Bütün Azizler Kanalı) ismini veriyor. 373 Mil uzunluğundaki bu kanal bugün Magellan Boğazı ismini taşıyor.

http://philippinesblogger.com/who-discovered-the-philippines-part-3/lapu-lapu/Magellan son yolculuğunu tamamlayamadan Filipinler’deki Mactan Savaşı‘nda öldürüldü. Dünyayı dolaşmak üzere denize açılan 237 (diğer bir kaynağa göre 270) denizcinin sadece 18’i İspanya’ya dönerek seyahatini tamamlamayı başardı. Tesadüfe bakın ki daha önceki Filipinler ziyaretim sırasında Cebu Adasını ziyaret etmiş ve Magellan’ı öldüren yerli kral Lapu Lapu‘nun kocaman büstünü görmüştüm. Magellan, daha önce ziyaret ettiği Baharat Adaları’nın ötesine giderek tüm meridyenlerden geçen ilk insanlardan olmayı başardı. Büyük Okyanus’a seferi esnasında okyanusu çok sakin gördüğü için “Pasifik” (sakin) ismini veren, ayrıca Güney Amerika’da keşfettiği boğaza kendi ismi verilen Portekizli denizci Magellan, Büyük Okyanus’u aşan bir araştırma gezisi yapmış ilk insan kabul ediliyor.

Punta Delgada isimli kasabaya vardığınızda, Magellan Boğazını geçmek için bineceğiniz feribota da ulaşmış oluyorsunuz. Adı, Primera Angostura (“İlk darlık” demek) olan  limanda hatırlayacağım en önemli yer deniz feneri.

IMG_0574

Normalde buraları kalabalık olur ve gemi sırası beklenirmiş. Ancak biz gelen ilk gemiye bindik. İnsanın iliklerine kadar işleyen bir soğuk olsa da, Magellan Boğazını geçtiğimiz bu yolculuk boyu geminin açık kısmında kaldım.   Geçişimiz sadece 30 dakika kadar sürdü ve bizim gemiyi sert esen  rüzgardan korunmak amacı ile kullanan yaban ördekleri de boğaz geçişi sırasında bize eşlik etti.
Karşı yakadaki limanın ismi ise Primavera. Gemi kıyıya yaklaşırken biz tekrar minibüsümüze bindik.
Feribottan sonra Şili topraklarında 150 km kadar bozuk sayılacak bir yoldan devam ettik. Sonrasında ise sırasıyla önce Şili ve arkasından da Arjantin sınırlarını geçtik. Arjantin’e San Sebastian sınır kapısından giriş yaptık. Buradan, gece konaklayacağımız Ushuaia’ya kadar 300 km daha var.
Güney Amerika kıtasının en sonunda yani en güneyinde yer alan ve bir kısmı Şili bir kısmı ise Arjantin topraklarında bulunan takımadalara Tierra del Fuego (Ateş Toprakları) isminin verilmesinin nedeni Magellan’ın boğazı geçerken kıyıdaki yerlilerin yaktığı ateşleri görmesi imiş. Kimi yazar yerlilerinin bu ateşleri ısınmak amacıyla, kimisi de Magellan’ı korkutmak veya yanıltmak amacı ile yaktığını ileri sürüyor.
Ushuaia’ya 100 km kala Tolhuin isimli bir kasabaya vardık. Burada Panaderia La Union adlı ünlü bir fırın-pastane karışımı bir yer varmış. Burada biraz dinlenmemiz gerekti. Ancak tam da o gün Galatasaray-Schalke 04 maçı vardı ve bizim grupta maçın Arjantin televizyonunda naklen verildiğini keşfedince neredeyse tüm maçı seyredecek kadar bu fırın-pastane karışımı yerde kaldık. Bu arada biraz pastane içini ve biraz da Tolhuin sokaklarını keşfetmeye çıktık. Bir Tukanzamanlar Meksika’da fotoğrafını çekmek için peşinden az koşturmadığım Tukan adlı kuşu burada büyükçe bir kafesin içinde görmek beni biraz hüzünlendirdi doğrusu. Bu pastanenin bir köşesinde balmumundan bir doktor heykeli var. Oradayken kimdir nedir anlamadık ama sonradan Dr Rene Favalaro olduğunu öğrendik. Bu meslektaşım meğerse çok önemli bir Kalp Damar Cerrahı imiş. (Sevgili Çağlar arkadaşım konuyu ayrıntısı ile yazmış. Meraklısına http://www.erozgen.blogspot.com/search?updated-max=2013-04-16T07:51:00-07:00&max-results=7 )

Tolhuin’den yola çıktığımız da Galatasarayın 3-2’lik galibiyeti ile neşemiz tavan yapmıştı. Ushuaia varmaya yakın Paso Garibaldi diye bir yerden Panoramik fotoğraflar çekmek için durduk. Ancak ışık artık iyi fotoğraf verecek kadar aydınlık değildi. Sonunda saat 19:00 gibi Ushuaia’ya vardık. Los Narajos adlı bir otelde kalıyoruz. Hemen bavulları atıp yemek için bir yer aramaya başladık. Hemen otelin yakınlarında bulunan El Turco denen bir yere pizza yemek için girdik. Yemek bu kadar yolun üstüne çok da keyifli gelmedi ama pizzaların hakkını vermek lazım, güzeldiler. Sonrasında otele döndük ve rahat yataklarımıza gömüldük.
Yarın çok keyifli bir gezi olacak; Beagle Kanalında tekne gezimiz var…
Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
10.05.2013 Saat 23:42

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Brezilya-Iguazu soslu Arjantin-Şili-Patagonya gezisi-Punta Arenas

IMG_0338-001

Sabah Puerto Natales’den Punta Arenas’a gitmek üzere yola çıktık. Arada 190 km kadar bir yol var. Buraya gitmemizin nedeni Ateş Toprakları’nı (Tierra del Fuego) ziyaret etmek için geçiş noktası yapmak.  Tierra del Fuego hem Şili ve hem de Arjantin tarafında toprakları olan bir bölge. Dolayısı ile Ateş Toprakları’nın (Tierra del Fuego) karşı kıyısında yer alan Şili-Punto Arenas’da bir gece konaklayıp, ertesi gün de Macellan Boğazını vapur ile geçeceğiz ve Arjantin Tierra del Fuego’sunu gezeceğiz. Şili Tierra del Fuego topraklarında gezimizi yapmak çok zor. Çünkü yol yok. Bu arada Macellan Penguenlerini görebileceğimiz Seno Otway Körfezini de bugün ziyaret edeceğiz. Punta Arenas şehir gezisi ile Seno Otway Körfezinde Macellan Penguenlerini gezmek bugünün aktiviteleri olacak.

Magellan PenguenleriYaklaşık 3.5 saatlik bir yolculuk sonrasında Seno Otway Penguen Kolonisi Gezi Parkına vardık. Burada yaklaşık 2 km’lik bir yürüyüş parkuru var ve Penguenleri gözetleme bölgeleri kurulmuş. Macellan Penguenleri (Sphenisus magellanicus) adını, Portekiz’li denizci onuruna Ferdinand Macellan’dan alıyor. Ağırlıkları yaklaşık 4,5 kg ve boyları da 76 cm’ye kadar ulaşabiliyor. Ana dağılım bölgeleri Şili, Arjantin ve Falkland Adaları’nın kayalık sahilleri. Hepimiz penguenleri denizde aradık ama onların yuvaları kıyıdan birkaç yüz metre kadar içerilerde oluyormuş. Arjantin’in Atlas Okyanusu sahillerindeki Punta Tombo ‘da, Antartika dışındaki, dünya çapında en büyük penguen kolonisini oluşturuyorlarmış. Macellan penguenleri koloniler halinde yaşıyorlar ve kuluçkaya yatıyorlar. Eşler birbirlerine sadıklar. Bir çiftleşme döneminde eşlerden birisi ölürse, kalan eş o dönemde çiftleşmek için yeni bir eş aramazmış.

Alana girdiğimiz andan itibaren heyecanla penguen aradık ama bir tane bile göremedik. Sonunda bir alanda yuvaların dışında güneşlenen 3-4 tanesini gördük. Sonra denize yakın olan gözlem evinde denizden çıkan bir tane penguene rast geldim. Bastım deklanşöre.. Şükürler olsun dedim içimden. Daha sonra kıyıdan epey içerde bol IMG_0408-002miktarda yuva olan bir alanda, yeni yeni tüyleri dökülen 10’ a yakın penguen daha gördük. Hele bir penguen ailesi ile 1 metre mesafede cilveleştik. Sevimli hayvanlar. Diğer penguen cinsleri ile karşılaştırıldığında Macellan penguenleri daha ince tüy kalınlığına ve yine daha ince yağ katmanlarına sahipmiş. Bu yüzden kışın, örneğin Brezilya sahilleri gibi, daha sıcak olan kuzey bölgelerine çekiliyorlarmış. Yani  Penguenler Mart ayı başı gibi sıcak olan alanlara doğru kulaç atıyorlar.  Bu nedenle de biz burada yüzlerce penguen beklerken, 20-30 tane penguene ancak rastladık. Kalan penguenler ise yavruları henüz bu göç için yeteri kadar büyümemiş olanlardı. Neyse yine de şanslı sayılırız. Çünkü hiç göremeyebilirdik de…

Daha sonra Punta Arenas’a doğru yol aldık.

Punta Arenas, Şili’nin XII. Bölgesi Magallanes y la Antártica Chilena‘nın başkenti ve Magellan Boğazı’nın kıyısında bir liman kenti. Dünyanın en güneyindeki şehir olduklarını iddia eden bir kaç tane şehir varmış. Punto Arenas, belki  Ushuaia ve Puerto Williams’dan daha kuzeyde bir şehir ve en güneydeki yerleşim yeri değil ama yaklaşık 120.000 nüfusu ile (2005) bu şehirlerden daha büyük ve dünyanın en güneyindeki anakent unvanı konusunda tartışmasız.

IMG_0535Nisbeten genç şehirlerden sayılıyor ve 1848 tarihinde kurulmuş. Sonradan İngilizler buranın koyun yetiştiriciliği için uygun bir yer olduğunu anlayınca önemi de artmış. Bir zamanlar Macellan Boğazına bakması nedeni ile tüccarlar için çok önemli iken,  Panama Kanalı’nın açılmasıyla liman olarak anlamını yitirmiş. İşte tam da bu zamanda, şehir yün ticaretinin Şili’deki merkezi olarak ikinci çıkışını yapmış.

Punta Arenas’a varınca hemen yemeğe götürüldük. Yemek yediğimiz yer Cento Hijos Chiloe adlı yerel halkın tercih ettiği anlaşılan bir restorandı. Burada da kuşkonmaz çorbası içtim.

Daha sonra hemen otelimize gittik. Güzel otellerden bir tanesi de burası çıktı; Carpa Manzano Hotel. Şehir merkezine yakın. Çok az bir dinlenme sonrası şehri tanımak için yollara düştük. Şehir merkezi  Plaza des Armas. Buradan devamla şehri kuşbakışı göreceğimiz Cerro de la Cruz” yani La Cruz Tepesine çıktık. Kocaman bir hacın altında, şehre bir kuş bakışı yaptık. Yolu biraz daha uzatarak ve eskiden kalma evlerin önünden geçerek yeniden şehir merkezine döndük. Hernando de Magallanes anıtının bulunduğu parkta hediyelik eşya tezgâhları arasında dolaştık. Küçük ama şirin bir park. Hediyelik eşyalar satan küçük tezgahlar var ama kayda değer bir şey bulamıyorsunuz. Bu parkı gezdikten sonra Kanukinka adlı bir kafeteryada oturup bir şeyler içtik. Sonrasında ise otele döndük ve istirahate çekildik.

La Marmita adlı çok şık bir restoranda akşam yemeğimizi yedik. Punto Arenas’a kadar gelmişseniz burada mutlaka bir yemek yemenizi tavsiye ederim. Nargezi ve sevgili Cem çok güzel bir restoran daha seçmişler bizim için. Restorandaki sürprizlerden bir tanesi ise  Türk kahvesinin sunulması oldu. Bayağı bayağı cezvede pişirilen Türk kahvesi içmek çok hoş oldu bizim için. Yemek sonrası kısa bir yürüyüş sonrasında otelimize vardık. Yarın uzun bir yolculuğumuz var ve yaklaşık olarak 10 saat sürecek. Önce Macellan Boğazını gemi ile geçeceğiz. Sonra da Şili sınırını geçip, Arjantin’e Tierra del Fuego yani “Ateş Toprakları”na devam edeceğiz. Gezimizin yavaş yavaş sonuna geliyoruz. “Fin del Mundo” ya  (Dünyanın Sonuna) doğru yolumuz var. Ushuaia ve Tierra de Mundo Milli Parkını gezene kadar gezinin en güzelini geride bıraktık diyordum. Ama! Aması yarına!

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

02.05.2013 Saat 20:00

Brezilya-Iguazu soslu Arjantin-Şili-Patagonya gezisi-Torres del Paine Milli Parkı-2

IMG_0229-002Bizim grup kaldığımız çiftliğin tadına doyamadı ve burada biraz daha kalmak istedi. Aralarından seçtikleri bir sözcü, en tatlı hali ile sordu;  ” Grup olarak düşündük de; Acaba yarın biraz geç kalkıp, geç kahvaltı yapsak da buranın biraz daha tadını çıkarsak, nasıl olur du? . Benim güzel, sevgili gezgin arkadaşlarım bilmiyorlardı ki; “Körün aradığı bir göz, Allah verdi iki göz”.  Ben dünden razıyım. “Tamam, ama bir daha olmasın” tavrımla hemen kabul ettim. Benim niyetim biraz daha farklı; Hemen karşımızdaki Torres Del Paine’nin daha güzel bir görüntüsünü sabahın erken saatlerinde alabilmeyi umuyorum. Geç hareket etmek hepimize iyi gelecek.

Akşamdan kararını verdiğim üzere erkenden kalktım. Sabahın soğuğunda giyinip kendimi dışarıya attım. Kaldığımız yerde 7 tane oda var ve hepsini de biz doldurduk. Restoran kısmı ise 50 metre kadar ileri de kalıyor. Torres del Paine Dağı restoranın arkasındaki açıklıktan en güzel görünüyor. Teoride böyle de, pratikte işler farklı oldu. Çünkü bugün de IMG_9916-001hava kapalı ve bulutlar değil dağların tepesini, neredeyse eteklerini görünmez hale getirmişti. Sadece tanımadığım bir ağacın üstündeki kırmızı meyveleri bir güzel atıştıran bir kuşu fotoğraflayabildim. Bu arada bir de ahmak ıslatan yağmura çattık. “Daha fazla ahmaklığın lüzumu da yok “ diyerek, sıcak yatağa geri döndüm. Eh Patagonya! Ne diyeyim ben sana.. Güneşli yüzünü ne az gösterdin bana.. Herhalde 1-2 ay daha erkenden buralarda olmak lazımdı.

Bazı arkadaşlar bir gün öncesinde yaşadıkları at gezisini bir daha yaşamak isteseler de (ki ben de istiyordum) yola düşmek gerekiyor. Çünkü bu parktaki gerçek gezi bugün yapılacak ve daha sonra da Puerto Arenas’a döneceğiz.

Aracımızla tekrar parkın içinde yolculuğa başladık. Dün bir kısmını uzaktan gördüğümüz göllere doğru yol almaya başladık. Etraf guanaco kaynıyor. Caracaralar ve nanduları bolca gördük. En sonunda  kanat boyu 2 metreyi bulabilen CondorlarıNandu da bu yolda gördük.

Laguna Amarga ve Laguna Sarmiento’yu çabucak geçtik ancak Laguna Cisnes (Kuğu Gölü) de  durduk. Bu gölde adı gibi siyah boyunlu kuğular salına salına yüzüyorlardı. Uzaktan da olsa fotoğraflarını çektim. Bundan sonra ise Salto Grande (Büyük Şelale) ye yol aldık. Salto Grande, Paine Nehri üzerinde ve Nordenskjöld Gölünden sonra olan bir şelale ve buradan akan sular hemen sonraki Pehoe Nehrine boşalıyor. Şelaleleri oldum olası sevmişimdir. Burada epey bir zaman harcadık. Daha sonra ise buradan başlayan ve yaklaşık olarak bir saat süren bir yürüyüş yaparak uzun bir daire çizip aracımıza döndük. Burada yakın bir zamanda dikkatsiz bir turistin sebep olduğu yangından arta kalan yanmış ağaçlara çok üzüldük.

Kuğu Gölü/Torres del Paine

Aracımızla sonraki durağımız ise Pehoe Gölü oldu. Burada göl kenarındaki banklara oturup öğle yemeklerimizi yedik.

Sonunda bu parkta yapacağımız son aktivite olan Grey Gölü ve dolayısı ile de Grey Buzulu ziyaretlerimize sıra geldi. Grey Buzulu 240 km2’lik bir alana sahip. Bu buzuldan kopan büyük buzul parçaları, Grey Gölü sularına karışıyor. Güzel bir köprüden geçip, yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş sonrasında Grey Gölüne tepeden bakan bir alana geldik. Manzara inanılmaz güzeldi. Bulutlar da bize bugün kıyak çekmiş ve hava alabildiğine berraktı. Tepe de bir güneşi var ama bir de rüzgar vardı ki göl kenarında uçmamak için çaba sarf ettik desem yalan olmaz. Sahil boyunca yürüyüp, karşıda gözüken Grey Buzulunu seyrettik. Göl üstünde irili ufaklı buz parçaları yüzüyorlardı. Patagonya gezisi yapacaksanız, alın size bir olmazsa olmaz daha…

Grey Gölü ve Grey Buzulu

Torres del Paine Ulusal Parkından çıktıktan sonra yeniden Puerto Natalis’e, bir önceki akşam konakladığımız Aqua Terra Hotel’e geri döndük. Puerto Natalis’de küçük bir yürüyüş daha yaptık.
 Akşam yemeğimizi Aldea isimli güzel bir restoranda yedik. Tüm gezi boyunca rastladığımız en nemrut garson kızın servisinde en güzel yemeklerimizden bir tanesini yedik.
Bu satırları yazdıkça Torres del Paine Milli Parkında ne kadar büyülü anlar yaşadığımızı bir kez daha anımsadım. Benim için “bundan daha güzeli de olamaz” dedirtecek kadar güzel bir bölümdü, Torres del Paine Milli Parkı gezisi. Ama daha bitmedi ki! Bunun bir de “Fin del Mundo” kısmı var…..
Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
30.04.2013 Saat 21:46

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Brezilya-Iguazu soslu Arjantin-Şili-Patagonya gezisi/Iguazu Gezisi-Arjantin bölümü

Iguazu Milli Parkı/Arjantin Hanımla sabah erkenden kalkıp, otelin bahçesini şöyle bir gezdik. Etrafta fotoğraflayacak kuş aradım ama fotoğraf karelerime hapsedecek bir tanesine rastlamadım. Böyle bir bahçede olmaması mümkün değil ama bana o gün denk gelmedi. Hava yine biraz kapalı.

Iguazu/Arjantin Milli Park GirişiKahvaltı sonrası bizi bekleyen minibüsle bu sefer Iguazu Milli Parkına doğru yola çıktık. Milli Parka girdikten sonra tanıtım panosu önünde grupça park hakkında bilgilendirildik. Burada çok sayıda aktivite var; Jungle Train, Tekne turu, Ormanda Safari, Alt ve Üst Şelalelere yürüyüş bunların en önemlileri. Bunlardan başka San Martin Adasına çıkış ve Şelalelere Dolunay gezisi, ara nehirlerde tekne ile sakin bir gezi gibi başka gezilerde var. Biz bu sonuncuları zaman nedeni ile yapamadık. Yani demem o ki isterseniz hiç sıkılmadan Arjantin Iguazu’sunda bir gün daha geçirebilirsiniz…

Parka girdik ama bu sefer kara bulutlar yükünü üstümüze ufaktan ufaktan boşaltmaya başladı. Kısa bir yürüyüş sonrasında tren istasyonuna ulaştık. Sıraya geçip bizi  Şeytan Boğazı’ndaki gözlem noktasına götürecek olan turist trenini beklemeye başladık. Bu sıranın tek canlıları bizler değiliz.

Coati Dün Brezilya Iguaçu Milli parkında tek tük gördüğümüz kedi desem değil, köpek desem değil ama belki rakun diyebileceğim hayvanlar dolu etrafta. Saydığım hayvanların hepsinden bir şeyler bulabileceğiniz bu hayvanın adı “coati” imiş. Etçil bir hayvanmış. Bu uyanık arkadaşlar, insanların civarında “yiyecek bir şey bize de düşer mi?” havasında aranıyorlarmış. Oyuncu, şaklaban hayvanlar. Bu parktaki tüm hayvanları olduğu gibi onları da beslemek yasak ve hatta bu yazıyı hazırlarken öğrendim ki onları beslemekle federal bir suç işlemiş oluyorsunuz. Yiyeceğin kokusunu aldıklarında saldırgan olabiliyorlarmış. O nedenle aman dikkat!

Buradaki tren İngiltere’den sadece  bu gezi amacı ile getirilmiş olan bir tren.Tren hareket ettiği  zaman artık iyice hızlanan yağmurdan korkmak için bir sebep kalmamıştı. Trenle Garganta del Diablo (Şeytan Boğazı) istasyonuna kadar 14 km’lik bir yol var ve toplamda 30 dakika kadar sürüyor. İstasyondan sonra ise bir kısmı orman ve bir kısmı da nehir üzerinden geçen yürüyüş yolları ile yaklaşık 2 km’lik bir yolu yürümek gerekiyor. Sabahın erken saatinde geldiğimizden, rehberlerimizin uyarısı ile bu yolu Şeytan Boğazına kadar, arkadan gelen insanlar gözlem yerini kalabalıklaştırmadan en iyi yerleri kapmak için hızlıca yürümeye başladık. Amaca kilitlenince de 2 km yolu kısa zamanda aştık ve gözlem yerine geldik. Burada su o kadar hızlı bir debi ile akıyor ve su buharı bulutu çıkartıyor ki ıslanmamak mümkün değil.  Yağmur da azalmakla birlikte yağmaya devam edince, şöyle sindire sindire fotoğraf çekmek hayal oldu. Buradan Şeytan Boğazı manzarası, Brezilya tarafına göre daha sönük kaldı ama suyun gücünü buradan hissetmek, o korkunç sesi bu kadar yakından duymak da çok güzel bir his. Garganta del Diablo (Şeytan Boğazı)

Burası ile ilgili çok güzel bir efsane var; Efsane bu bölgenin yerli insanları Guarani’lere aitmiş. Buna göre yıllar yıllar önce Iguazu Nehrinde yaşayan Boi adlı korkunç bir iblis varmış. Guarani insanlarının bu iblisin şerrinden korunmaları için güzel bir bakireyi onun için kurban edip nehre atmaları gerekirmiş. Bir gün Tarobi isimli bir genç kabilenin lideri olmuş. Bu genç lider Naipi adlı güzel bir kadına çılgınca aşık olmuş. Ancak gelgelelim ki bu kadının Boi’ye kurban edilmesine karar verilmiş. Hiç aşık adam, sevdiği kadını iblise bırakır mı? Kapmış sevdiği kızı, atmış kanosuna ve kaçmaya başlamışlar. Efsane bu ya! Boi kızmış bu kaçmaya çalışan sevgililere…Hiddeti de az buz değilmiş. Nehiri ikiye ayırmış ve derin bir girdap oluşturmuş. Taroba’yı palmiye ağacına çevirmiş, güzel ve uzun saçlı Naipi’yi ise bir şelaleye dönüştürmüş. Şeytanın Boğazı denen Şelale bölümünde gözden kaybolmuş ve hala oradan birbirlerinden ayrı düşürdüğü iki sevgili Taroba ve Naipi’yi seyreder dururmuş. Bununla birlikte güneşli günlerde iki sevgili Boi’nin gücünü alt edip ortaya çıkan gökkuşağı ile birleşirlermiş. Dedim ya! Efsane bu..

Boi’nin iki aşığı izlediği Şeytanın Boğazı denen yerde epey bir süre geçirdik. İlerleyen zamanda gözlem platformu iyice kalabalık oldu. Koreli kalabalık bir grup da gelince biz de  aynı platformdan yavaş yavaş geri dönüşe başladık. Dönüş yolunda 2 km’lik yolun hakkını vere vere gezdik. Ortalıkta rengarenk kuşlar, yağmurdan kaçıp kanatlarını kurutmaya çalışan kelebekler ve bir gün önce ilk defa yediğimiz surubi (kedi) balığının nehirde salına salına yüzen örnekleri vardı. Her birini fotoğraf karelerimize hapsedip avlamaya çalışdık. Burada yaklaşık olarak 2 saat kadar oyalandık ve aynı tren istasyonuna varıp, trenle parkın merkezine dönüş yaptık.

Daha sonra ekip halinde arazi araçlarına binmek, ormanda bir kısa safari yapmak ve sonrasında da şelalelerin altına girip ıslanacağımız bir tekne turu almak üzere yola çıktık. Iguazu'da tekne turu

orman safarisini Unimok arazi araçları ile yapıyorsunuz. Yol boyunca da size ağaçlar, rastladığınız hayvanlar hakkında bilgi veriliyor. Yaklaşık 30-45 dakika süren bir yolculuk sonrasında teknelere bineceğimiz limana inen yola ulaştık. Onbeş dakika kadar süren ve aşağıya doğru eğimli bir yoldan inip teknelerin bağlı olduğu limana vardık.  Bu turda teknede ıslanmadık yerinizin kalmaması garanti. Bu nedenle bu turu alacaksanız yanınızda mutlaka yedek giysileriniz veya ayakkabılarınız olacak. Burada fotoğraf makineleriniz sadece bir yere kadar çalışabiliyor. Sonrasında tekneye binerken size verilen plastik torbalara onları koymak zorundasınız. Siz en iyisi buraya giderken altınıza mayonuzu giyip gidin.

Tekne ile önce Şeytan Boğazını gören bir noktaya kadar gidiyorlar. Orada fotoğraflar çekiyorsunuz ve sonrasında fotoğraf makinelerini kaldırmanız gerekiyor. Tekne önce San Martin Şelalelerine gidip orada akan su altına girip sizi bir güzel ıslatıyor. Öyle yağmurluk filan giyerek kurutulacağınızı sanmayın. Bırakın kendinizi su değmedik yeriniz kalmasın ve keyfini çıkartın. Bu teknedeki tüm aktivite videoya kayıt ediliyor. Sonrasında isterseniz bu videoyu satın alabiliyorsunuz. Bu video kasetin fiyatı 25 USD ve otelinize bırakıyorlar. Bu videoda sadece sizin tekne aktiviteniz yok ama aynı zamanda da Iguazu Milli Parkı hakkında görsel bilgi veren bir kayıt da mevcut. Yani almanıza değer derim. Yaklaşık yarım saat süren bu turun fiyatı da yanlış hatırlamıyorsam 25 USD.

Tekne turu sonrası bizi kıyıya bıraktıkları noktadan itibaren şelalelere alt yürüyüş yolunu kat etmeye başladık. Şiddetle yüzünüze çarpan suyun ve manzaranın sersemletici etkisi geçmeden biraz zor gelse de, fotoğraf çeke çeke 1400 metrelik parkuru yaptık. Chico ve Dos Hermanos Şelalerinin neredeyse dokunacak kadar yakınlarından geçtik. Sonunda dön dolaş merkezdeki kafeye geldik. Artık dinlenme ve beslenme zamanı diyerek öğle yemek kutumuzu açıp ve civardaki coatilerden de sakınarak yedik.

Bundan sonra ise bu sefer şelaleleri üstten gören bir yürüyüş için yola çıktık. Bu tur 650 metrelik bir tur ve sırasıyla Ramirez, Bosseti, Eva, Adan ve en son da Gpque Bernabe Mendez Şelalerini görmeniz için. Bu turların ikisini de mutlaka yapmalısınız.  Iguazu Şelaleleri

Üst Şelale Turu sonrasında çıkışa doğru yürümeye başladık. Yolda maymunlar ve oyuncu coatiler bize eşlik ediyorlar. Varmışız-yokmuşuz umurlarında bile değil…

Günü son olarak  Iguazu nehrinin Paraguay, Brezilya ve Arjantin topraklarını birbirinden ayırdığı ve bir noktadan her üç ülkenin de görüldüğü bir alana  gidip, biraz önceki hırçınlığından eser kalmamış suyun dingin halini seyre daldık.Her ülkede toprağında, kendi bayrakları ile boyanmış birer sütun dikili. Brezilya ve Arjantin sütunları piramit şeklinde Paraguay tarafındaki ise köşeli. Paraguay tarafında serbest ticaret yapılan bir yerleşim yeri varmış ve oraya tekne ile elektronik eşya almak için geçenler oluyormuş. Burada yapılmayacak tek aktivite de bence odur…

Evet sevgili Sanal Gezginler…Gezimizin “sos” kısmı olan Iguazu gezisini hakkı ile yaptık galiba… Siz ne dersiniz?

Gezekalın…

Dr Ümit Kuru

20.04.2013 Saat 01:47

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Brezilya-Iguazu soslu Arjantin-Şili-Patagonya gezisi/ Buenos Aires-1

Teatro Colon-Buenos Aires2013 Yılı, 27  Şubat günü tura katılan biz 13 kişi,  Nar Geziden Aykut bey ve tur liderimiz Mutlu bey,  Atatürk Havaalanında  toplaştık.

Hedefi, gezimizin ilk durağı Arjantin’in başkenti Buenos Aires olan uçak, saat 09:20 de İstanbul’dan kalktı.  Brezilya’nın  Sao Paulo şehrine zorunlu olarak iniş yaptık ve uçak bakımı için yaklaşık olarak 1,5 saat durduk. Tamamı 12000 km civarlarında olan İstanbul-Buenos Aires uçuşunu gece saat 24:00 gibi Buenos Aires’te, Ezeiza Ministro Pistarini havaalanında tamamladık. Uçuşumuz 16.5 saat sürdü.

 Türk Hava Yolları, İstanbul’dan Buenos Aires’e salı, çarşamba, cuma ve pazar günleri karşılıklı seferler düzenliyor.

 Grup orada yaşayan ve bizi havaalanında karşılayan sevgili Cem’i de bize rehberlik edecekler arasına katarak, kalacağımız otele doğru hareket etti. Havaalanı şehirden epey uzakta bulunuyor. Yaklaşık 40 dakika süren yolculuk sonrası Bristol Hotel’e vardık. Havaalanından, kalacağımız otele kadar ki yolculukta gerek benim yol yorgunluğum ve gerekse de havanın karanlık olması nedeni ile şehir hakkında hiç fikir sahibi olamadım.  Otelimiz şehrin ana bulvarlarından birisi olan 9 Temmuz Bulvarı üzerinde bulunuyor ve tam göbekte sayılırız.  İstanbul ile Buenos Aires arasında beş saat fark  olunca, bir de üzerine 16.5 saat süren uçuş eklenince pusulam şaştı. Başımı yatağa koyar koymaz uyumuşum.

Ertesi sabah “yağsam mı, yağmasam mı” diye düşünen kara bulutlarla kaplı bir güne uyandık. Burada kaldığımız sürece, gittiğimiz bu zaman diliminde, havanın ne yapacağının kolay kolay belli olmayacağını öğrendik. Günün kalan kısmında o kara bulutlar nereye ve nasıl bu kadar hızlı gittiler anlamadım.

Kahvaltı sonrası Sonya adlı görmüş, geçirmiş olduğu her halinden belli Arjantinli bir rehber bize yarım günlük bir şehir turu yaptırdı. Yaklaşık olarak 4 saat süren tur boyunca şehir hakkında kabaca bir fikir sahibi olmaya çalıştık. Güzelliğine hayran olduğumuz bu şehrin tanıtımını Sonya Hanım, bence daha iyi yapmalıydı. Turu bir de çoğunlukla minibüsün içinde geçirince, fotoğrafta çekemedik. Artık bu gezdiğimiz yerleri öğle sonrasında serbest zamanda tekrar gezeceğiz..

Buenos Aires, İspanyolca da “Güzel Havalar” anlamına geliyor. Buenos Aires, Arjantin’in en büyük, Brezilyadaki São Paulo’dan sonra Güney Amerika’nın ikinci büyük kentiymiş. Merkezde yaşayan insan sayısı 3 milyona yaklaşırken, bu sayı çevresindeki varoşlar da hesaba katıldığında 12 milyonu geçiyormuş. Kentte yaşayanların çoğunluğu İspanyol ve İtalyan kökenli olmakla birlikte, bir kısmını da Osmanlıdan göç eden ya da ettirilen Arap, Musevi, Gürcü, Ermeni kökenli yurttaşlar oluşturuyor. Çin ve Kore kökenlileri de hesaba katınca Buenos Aires’de farklı milletlerin karışımı ile bir mozaik topluluk yaşıyor. Yerlilerin sayısı ise çok az.  En yaygın din Katolik Hıristiyanlık, resmi dili ise İspanyolca. Buenos Aires şehri Atlantik Okyanusu kıyısında, Río Paraná ve Río Uruguay Nehirlerinin oluşturduğu huni biçimindeki Río de la Plata adı verilen ağızda kurulmuş.

Şehre ilk Batılı istilacılar 1500’lü yıllarında başlarında geldiklerinde, yarın ziyaret edeceğimiz Tigre bölgesinde yerleşik olan yerlilerle karşılaşmışlar ve yerliler bu istilacılara da pek yüz vermemişler.

Bir söylenceye göre Buenos Aires isminin kaynağı, 1536 tarihinde Pedro de Mendoza’nın bu yerleşim alanına  Puerto de Nuestra Señora Santa María del Buen Ayre (Sevgili Anamız Güzel Hava Bakiresi Meryem’in Limanı) adını vermesiymiş. Başka birine göre ise isim Río de la Plata’daki havanın güzel oluşundan dolayı seçilmiş. Mendoza’nın şehri kurduğu yer bugünkü San Telmo Semtinin bulunduğu yermiş.

Sonunda Batılılar 1500’lü yılların ortalarına doğru şehri kurmuşlar ama şehir Peru’nun Lima şehrine bağlanmış. Bu bağlanma 18. Yüzyıla kadar devam etmiş. Tarihte Buenos Aires’in kısa bir dönem İngiliz hakimiyetine girmişliği var. Sonrasında uyanan milliyetçilik sonucunda İspanyollardan ayrılış ve bağımsızlık kazanılmış.

Gelelim bizim günlük şehir turuna…Sabah erken uyanınca, kahvaltı da erken yaptık. Şehir turuna saat 10:00’da çıkılacağından biraz serbest zamanımız doğdu. Bu nedenle biz de bunu değerlendirip “önce biz bir keşif yapalım” dedik.  Sabahın o ilk saatlerinde nispeten sakin olan sokakları arşınlamaya başladık. Dükkanlar henüz açılmamıştı. Eğer Arjantin’de iseniz dükkanların büyük bir kısmının saat 10:00’dan önce açılmayacağını ve saat 14:00 civarında da kapanıp, saat 16-17:00 gibi tekrar açılacağını unutmayın. Akşam ise restoranların çoğu saat 20:00 civarı açılıyor. Arjantinlilerin çoğunun saat 22:00 civarı yemeğe oturduklarına şahit olduk.  Teatro Colon’un arkasındaki ve Adalet Sarayının bulunduğu Plaza Lavalle’ye kadar yürümüşüz. Daha sonra ise günlük tur için otele döndük.

  Sonya’nın rehberliğinde tura başladık. Önce kaldığımız otelin hemen önünden hareketle Teatro Colon (Columbus Tiyatrosu da deniyor) önünden geçtik. Dünyanın akustik olarak en iyi 5 tiyatrosundan birisi olarak gösterilen bu tiyatronun orijinali Charles Henri Pellegrini tarafından 1857 de yapılmış. Bugünkü hali ise 1908 tarihli. Bu tiyatronun içini gezmeyi günlük tur sonrası gözümüze kestirmiştik. Düşündüğümüzü de yapıp, gezi sonrası bu tiyatronun içini görmeye çalıştık. Ama o gün ziyarete açık değildi. Ertesi gün ise vakit yaratamadık ancak şimdiki bilgilerimle ne yapar eder içini mutlaka gezerdim. Siz oralara gidecek olan gezginlere mutlaka bu tiyatronun içini görün derim.

Hakkını teslim edelim ki rehber Sonya, El Ateneo Grand Splendid adlı bir kitap dükkanının içini mutlaka görmemiz gerektiğinden ve bu bina içinin de Teatro Colon’un ufak bir kopyası olduğundan bahsetti. Buraya ise öğle yemeği sonrasında gittik. Gerçektten müthiş bir yerdi. Peró ve Torres Armengol adlı mimarlarca yapılıp  Teatro Gran Splendid  adı ile mayıs 1919 da açılan, zamanında opera binası iken, günümüzde kitapçı olarak hizmet veren bu binayı çok seveceksiniz.Tiyatronun, zamanında sahnesi olan yerde şimdi bir kafeterya var.  Burada bir şeyler yiyip içme şansınız var.

devam edecek…

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.