Noroc Romanya: Bucovina Bölgesi-Boyalı Manastırlar (Painted Monasteries)-2

P6150123.jpg

Bucovina Boyalı Manastırlarından ikinci olarak Sucevita Manastırı’nı ziyaret ettik. Bizim ziyaret ettiğimiz zamanlarda burası tadilattaydı. Dolayısıyla beklediğimiz gibi etkileyici genel bir görüntü elde edemedik. Manastırın dört kulesi ve dört tarafı surlarla çevrili bir yapısı var.

IMG_6540.jpg

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bucovina’nın Boyalı Kiliseleri, İncil’den kutsal metinlerin kilise içlerine olduğu gibi, kilise dış duvarlarına da resmedilmesi ile önemli ve benzersiz. Kilise içine girmeyenler için dini metinlerin çizim yoluyla anlatılması hedeflenmiş. Renklerin canlılığı öyle güzel ve kalıcı olacak şekilde kullanılmış ki çizimlerdeki ışıltı günümüzde bile hissediliyor.

IMG_6534.jpg

Her boyalı kilisenin kendine has hakim renklerinden daha önceki yazımda bahsetmiştim. Sucevita Kilisesi’nin dış duvarlarındaki çizimlerde hakim olan özellik ise renklerin çok canlı ve diğer kiliselere göre en parlak olması. Bu parlaklık çizimleri yapan zamanın ustalarının boya hazırlarken uyguladıkları yöntemlerde saklı. Kurutulmuş mineraller, yarı değerli taşlar ve nadir bulunan kil karışımı ile boyalar öyle güzel hazırlanmışlar ki hala parlak ve canlı görünüyorlar. 

IMG_6530.JPG

Kiliseler, manastırlar hep o dönemin kral ya da prenslerince yapılmış ama Sucevita Manastırı dönemin zengin bir ailesinin 3 kardeşi tarafından yaptırılmış. Yapım tarihi 1583 ama freskoların boyanması 1595 yılında başlamış. Bu iş neredeyse 50 yıl sürmüş. Manastır çevresinin kule ve surlarla çevrilme işi de daha sonra yapılmış. Bu boyalı manastırın bir özelliği de bölgede bu türden dışarıdan boyama yapılan dini yapıların son örneği olması.  

IMG_6526.jpg

Her boyalı kilisenin bir baş yapıtı var ve Sucevita Boyalı Kilisesinin baş yapıtı da  cennete uzanan merdiven  (The Ladder of Divine Ascent – John’s Ladder) freskosu. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu freskoda cennete çıkan merdivenlerde yol alanlardan bazılarına melekler yol gösterirken, bazılarını ise iblisler cehennemin ateşine çekiyorlar. Her şey o kadar canlı ve çizimler o kadar etkileyici ki, sanki ortaçağdan kalma resimlerin olduğu bir galeriyi geziyor hissine kapılıyorsunuz.

Kilisenin dış bölüm resimlerinin konuları arasında Adem ve Havva’nın cennetten kovulma sahneleri ve bir bölümde de Hazreti Musa’ya indirilen 10 emir konu edilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kilisenin içi üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde Hristiyanlığın ilk yıllarında inananlara karşı uygulanan eziyetler resmedilmiş.  İkinci bölümde kiliseyi yaptıran zengin 3 kardeşten 2 tanesinin mezarı mevcut. Üçüncü bölüm ise kilisenin altar bölümü. Kilise içinin freskolarının renkleri ise hava şartlarından daha az etkilendiğinden, daha da canlı. 

P6150112.JPG

İki boyalı manastır ziyareti sonrasında öğle yemeği için Gura Humorului Kasabasına geri döndük. Bu kasaba konaklama için iyi bir tercih ama iyi örneklerle yemek yiyebileceğiniz mekan bakımından zayıf bir yer. George burada Hilde’s Restaurant adlı bir mekanı yemek yiyeceğimiz olarak belirlemiş. Yemekleri gerçekten çok güzeldi.

IMG_6554

Voronet Manastırı fotoğraflarından görüp de sabırsızlıkla ziyaret etmeyi beklediğim bir boyalı kiliseydi. Burası da rahibelerin yönettiği bir manastır. Bu kilisenin dış duvar freskolarında hakim olan renk ise mavi-gri tonda bir renk. Bu mavi ton öyle benzersiz bulunmuş ki mavinin bu tonuna Voronet Mavisi denmiş.

IMG_6585.JPG

Bu manastır örneklerinin ilklerinden ve bunu Büyük Stephen yaptırmış. Efsaneye göre Büyük Stephen her zaferden sonra yayına bir ok koyar ve gidebildiği kadar uzağa fırlatırmış. Düştüğü yerde ise bir kilise yaptırırmış. Bu işin inanmakta zorlandığım efsane kısmı ama adamın çok kilise yaptırdığı kesin.

IMG_20190615_144430.jpg

Ancak Voronet Manastırının yapımı ile ilgili başka bir efsane daha var ki bu bana olabilecekmiş gibi geldi. Buna göre Osmanlı ile savaşında zor zamanlar yaşayan Büyük Stephen, Voronet yakınlarında bir mağarada yaşayan Daniel adlı bir keşişten tavsiye almaya gelir. Savaşı bu tavsiye ile kazandığına inanan Stephen, zafer sonrası Aziz George‘a adanmış bir kilise yapılmasını emreder. 1488 yılında, sadece 4 ay gibi kısa bir süre içerisinde Gotik tarzda bir Bizans kilisesi inşa ettirir. Tabii ki diğer boyalı kiliselerde olduğu gibi iç ve dış freskoların tamamlanması daha sonraki tarihlerde olmuş.

Voronet Manastırı’nı gezerken bir rahibenin, omuzunda taşıdığı uzun bir tahtaya, elinde bulunan bir tahta çekiçle vurarak manastır çevresinde tur attığını gördük. O zaman için bu hareketin anlamını bilmiyordum. Ama bugün bu yazı için araştırma yaparken öğrendim ki bu Osmanlının dolaylı yoldan yarattığı, buraya özgü bir gelenekmiş. Osmanlı, yönetimini yöre ileri gelenlerine (Voyvoda) bıraktığı ama hakimiyetini kabul ettirip yıllık haraca bağladığı bu toprakların manastırlarında, kiliselerinde çan sesi çalınmasını, duyulmasını yasaklamış. Çanlar da savaşlarda kurşun yapımı için kullanılmış. İşte bu dönemde rahipler/rahibeler halkı dua zamanı kiliseye toplamak için omuzlarına aldıkları bir kalasa veya metal çubuğa (buna toaca deniyor), bir çekiçle vurarak ses çıkartıp, dua zamanının geldiğini haber vermişler. İşte bizim bu manastırda şahit olduğumuz o zamandan günümüze devam eden bir gelenekmiş. 

 Voronet Manastırı’nın şüphesiz ki en değerli freskoları batı cephesi duvarında yer alan “Son Hüküm” ve John’s Ladder adlı boyamaları. Sanki kocaman bir duvara asılı, kocaman bir tablo gibi duruyorlar. Renkler harika! Bu duvarda yüzlerce figür yer alıyor. Etkilenmemek elde değil. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Voronet Kilisesi’nin bu kısmı için Doğunun Sistine Şapeli tanımlaması kullanılıyor ki bence bu çok yerinde bir tanımlama. Eğer sadece ve sadece bir boyalı manastır gezilebilecekse, bu manastır kesinlikle Voronet Manastırı olmalı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

P6150181.JPG

Bucovina’da dar zamanımızda ziyaret ettiğimiz son boyalı manastır ise Humor Manastırı oldu. Aslında 1415 yılında burada var olan bir kilise yerine 1530 yılında Petru Rareş’in yardımı ile yörenin o zamanki yöneticisi inşa ettirmiş. Voronet ile birlikte freskoları en iyi korunmuş olan boyalı kiliselerden. Burası da rahibeler tarafından yönetilen ibadet yeri. Bu boyalı manastırın hakim rengi ise terra-cotta kırmızısı denen, kırmızıya benzer kahverengi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada da, o dönemde adet olduğu üzere, Anti-Osmanlıcılığı gösteren bir Kostantinopolis Kuşatması resmedilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evet sevgili Sanal Gezginler… Bucovina sonrası İasi üzerinden uçakla Bükreş’e döndük. Bükreş’te, İstanbul’a uçuş zamanımıza kadar kalan yerleri gezip, son yemeğimizi yedik. Sonrası ise eve dönüş. Dönüp dolaşıp, son durak yuvalarımıza geliyoruz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu son yazı ile birlikte Romanya gezi yazımızı tamamlamış olduk. Romanya turumuzu ben çok sevdim. “Ne ararsanız vardı” diyeceğim gezilerden oldu. Bu geziyi birlikte planladığımız ama organizasyonu tamamen kendisine ve firmasına ait olan sevgili George Trandafir ve Touring Romania Private Tours firmasına bir kez daha teşekkür ederim.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

03.08.2019 saat 12:53

 

 

 

Noroc Romanya: Bucovina Bölgesi-Boyalı Manastırlar (Painted Monasteries)-1

IMG_6506

Romanya’nın bir bölgesi, bir başka bölgesine asla benzemiyor. Bu özellik, aralarında Türkiye’nin de olduğu, pek az ülkede  vardır. Romanya’nın kuzeyi, güneyinden, doğusu, batısından coğrafik açıdan farklı ve bir bölgesinin gelenekleri, diğer tarafa pek uymayabiliyor. Maramureş Bölgesi ile Bucovina Bölgesi arasında saman balyalarını kurutma yöntemleri bile farklı.

Ben çok renkli ve kendi içinde farklılıklar içeren ülkeleri severim. Romanya’yı en çok bu özelliği ile sevdim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Romanya’nın Kuzeydoğusu, Bucovina Bölgesi olarak adlandırılıyor. “Bucovina”, kelime olarak “Kayın Ağaçları Diyarı” anlamında. Tarihsel olarak Bucovina Bölgesinin yarısı Romanya, yarısı da Ukranya’da kalmış. Adında da anlaşılacağı gibi bol ağaçlıklı, verimli ovaları ve Karpat Dağlarının eşsiz manzaraları ile zaten doğası müthiş bir bölge. George’un Bucovina Bölgesinde, Gura Humorului Kasabasında, konaklama için seçtiği yer olan La Roata, inanılmaz güzellikte bir yer çıktı. Konakladığımız yerler içinde burası en sevdiğimiz yer unvanını haklı olarak kazandı. 

Gezimize ilk olarak Paskalya Yumurtası boyaması yaparak geçimine katkı sağlayan bayan Elena Coca’nın evini ziyaret ederek başladık.

Yumurtanın doğal boyalarla ya da balmumu ile boyanması Bucovina Bölgesinin geleneksel  sanatları arasında yer alıyor. Paskalya Yumurtası aslında Hristiyanlık öncesinden gelen bir gelenek. Bizde de nevruz kutlamaları sırasında boyalı yumurta hediye etme adeti var. Yani bu gelenek kadim kültürlerde dünyanın yeniden canlanmasının, baharın gelişinin  sembolü olarak kullanılırmış. Hristiyanlığı kabul eden bazı pagan toplulukları sahip oldukları kültürel adetlerini Hristiyanlık ile bütünleştirmişler ve bu adet isa’nın hayata geri geldiği gün olan Paskalya ile özdeşleştirilmiş.

Ev sahibesi Bayan Elena yumurtaları boyamak için renkli balmumlarını kullanıyor. Çok sabır ve dikkat gerektiren bu işte bir tavuk yumurtasını onun tekniği ile boyaması için 1, kaz yumurtası için 3 ve en büyük yumurta  olan tavus kuşu yumurtası için 1 ay uğraşması gerekiyormuş.

Bize ikram ettiği kimyon likörü ise nefis bir tada sahipti. Hepimiz yumurtalardan satın aldık, gerçekten her birisi sanat eserleriydi.

IMG_1417

IMG_6460

Tarihin çok eski zamanlarından beri yerleşimin olduğu Bucovina Bölgesini meşhur eden, ona önem kazandıran bölüm Boyalı Kiliseler (Painted Churches).  

vedumoldovita

Aslında bu manastır ve kiliselerde de sistem değişmemiş; Transilvanya’daki müstahkem kiliseler gibi, bunlarda da düşman istilalarından korunmak için 15-16. yüzyıl kiliseleri çevresine kule ve duvarlar yapılmış. Düşman ise özellikle kuzeyden, Rusya üzerinden gelen Tatarlar ile güneyden gelen Osmanlılar. Transilvanya Müstahkem Kiliselerinden fark ise Bucovina’da kiliseler dışına çizilen freskolar. Avrupa’nın tek örneği olan boyalı kiliselerin bu özelliği, onları UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içine sokuyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kiliseler dışına İncil’den sahneler, Hz İsa’nın hayatından kesitler, Azizler, melekler, cennet ve cehenneme ait dini motifler çizilmesi Voyvada Petru Mutaş, Büyük Stephan ve Voyvoda Petru Rareş dönemlerinde başlamış. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Manastır ve kiliseler içinden en iyi korunmuş durumda olanlarından yedi tanesi  (Humor, Moldovita, Patrauti, Probota, Suceava, Voronet,  Arbore)  UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içindeler. Sucevita ise bu listeye girmek için onay bekliyor. 

Tam ekran yakalama 01.08.2019 154213.jpg

IMG_6505

Moldovita Manastırı Kilisesi bizim ziyaret ettiğimiz ilk boyalı kiliseydi. Burası rahibelerin bulunduğu bir manastır. Dıştan boyamaları en iyi durumda olan kiliseler arasında sayılıyor. Humor Kilisesi ile birlikte açık verandalı kiliselerin son örneklerinden. Yapımının tamamlanması 1532 yılına tarihleniyor. Bu manastırın yerinde bir zamanlar basit bir ahşap kilise varmış. Büyük Stephen’ın gayrimeşru oğlu olan ve sonradan bölgenin Voyvodalığını yapan Petru Rareş’in yaptırdığı bir manastır. Petru Rareş aynı zamanda Humor ve Probota Kiliselerinin de yapılmasını sağlayan kişi. Zaten manastır içindeki avluda bulunan ve manastır hazinelerinin saklandığı binanın önünde bu adamın bir büstü mevcut. 

Büyük Stephen, Osmanlı ile irili ufaklı tam 36 savaşı yönetmiş ve 34 tanesini Osmanlı’ya karşı zaferle bitirmiş. Çok da dindar bir adammış ve zaferleri sonrasında ya kilise yaptırmış ya da yeniletmiş. Gayrimeşru oğlu olan Prens Petru Rareş ise karşısında Kanuni Sultan Süleyman olunca Osmanlı’ya boyun eğmiş. 

Moldovita Manastırının kilisesinin yapımı 1532 yılı olsa da içi ve dışının freskolarla boyanması 5 yıl  sonra olmuş. Boyalı kiliselerin her birinde hakim olan boya farklı ve Moldovita Boyalı Kilisesinde hakim olan boya renkleri sarı ve mavi. Kilisenin dış duvar boyalı resimlerinin en güzel olduğu bölümler doğu ve güney kısımları. Güney cephede var olan bir fresko bizi fazlaca ilgilendirdi. Bu fresko İstanbul’un kuşatılması ile ilgiliydi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bir kaynaktan okuduğuma göre bu fresko, Avarların yardımını alan Sasanilerin 626 yılındaki İstanbul’u (o zaman ki Kostantinopolis’i) kuşatmalarını resmediyormuş. Ama freskoda kuşatmada kullanılan toplar gözüküyor. Bu nedenle bu fresko, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u kuşatıp alması ile ilgili olmalı.

IMG_6472.JPG

Doğu cephesinde, kiliseye giriş kapısının üstünde yer alan Meryem Ana’ya bebek Hazreti İsa’nın sunulması törenini resmeden fresko da çok dikkat çekici olanlardan.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bunun dışında Hristiyan aleminin tüm kutsal kişilerini gösteren Jesse Ağacı (Trees of Jesse) freskosu da bu kilisenin güney cephesinde resmedilmiş. Kilisenin içi ise Hazreti İsa’nın hayatına ait İncil’den sahnelerle dolu. Kilise içindekileri Transilvanya’nın gezdiğimiz tüm kiliselerinde bol bol fotoğraflayınca, bu kilisenin iç freskolarını fotoğraflamak için ekstra para vermek istemedim. Zaten Moldovita Kilisesi özellikle dış freskoları ile ünlü.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Moldovita Kilisesi, Bucovina Bölgesi Boyalı Kiliseleri için çok iyi bir başlangıç oldu. Diğerlerini anlatmayı sonraya bırakalım derim.. Biraz yoruldum da …

IMG_6457

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

02.08.2019 Saat 00:55

Noroc Romanya: Karpat Ormanlarına Buharlı Trenle Yolculuk

P6140013-001.JPG

Trenle yolculuk etmeyi severim. Ziyaret ettiğim ülkede, bölgeyi tanıtan ve bölge için özel tren turları varsa kaçırmamaya çalışırım. Trenin raylarda giderken çıkarttığı ve insanı rahatlatan o sesi duyarken, hele de manzara güzel, özel ve doğanın da içindeysem değmeyin keyfime!

Mocăniță aslında “dar hatlı demiryolu” anlamına geliyor. Kelime anlamı olarak Romence “çoban-dağda yaşayan insan” anlamına gelen Mocăn‘dan türeyen bir deyim. Bu deyimi, özellikle Romanya’nın Transilvanya, Maramureş ve Bucovina’nın dağlık, ormanlık bölgelerinde dar ray hatlı ve buharlı lokomotiflerin çektiği trenlerden bahsederken duyacaksınız.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu trenler özellikle ormanlık alandan elde edilen keresteleri taşımak amacıyla kullanılmış.  1930’lu yıllardan önce Maramureş Bölgesinde bu kereste taşımacılığı nehirler vasıtasıyla yapılırmış. Kesilen ağaçlar kütükler halinde nehirlere bırakılır ve suyun akışı boyunca bu kütükler hedef alana yollanırmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu olay suyun debisi, yağmurların az ya da çok yağması, su yataklarının donması gibi tamamen doğanın kontrolünde olduğundan bundan kurtulmak istenmiş. 1935 yılından itibaren ormanlık-dağlık alana döşenen ray hatları ve buharlı lokomotiflerin çektiği tren aracılı  kereste taşımacılığına geçilmiş. Tabii ki zamanla buharlı lokomotiflerin yerini, güçlü dizel lokomotifler almış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İşte Vișeu de Sus şehrinden,  Comanu‘ya kadar olan tren hattı, Ukranya sınırına yakın Karpat Dağları Ormanlarından kereste taşımak için kurulmuş bir tren yolu. Toplam uzunluğu 43 km. Bir zamanlar sadece Romanya’da değil ama tüm Avrupa’da yol geçmez ormanlık alanlardan keresteyi taşımak için dar ray aralıklı hatlarda çalışan buharlı lokomotifli trenler kullanılırmış. Ama günümüzde bu hatlar ve buharlı trenler birer birer kapanmışlar. İşte Avrupa’daki bu hatlardan halen açık olarak kalan tek hat, Romanya’daki bu hat. Halen kereste naklinde kullanılıyor ve yolcu taşıma kısmı sadece ilkbahardan sonbahara ve turistik amaçla yapılıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu yolun 22 km kadarlık bölümü günümüzde belirli zamanlarda turistik amaçla kullanılıyor. Turist sayısına göre tren seferlerinin sayısı artıyor ama genelde 2 sefer mutlaka yapılıyor. Bunun dışında halen kereste taşımacılığı da bu yolla yapılıyor. Turist trenlerini mutlaka buharlı lokomotifler çekiyor. Sizin anlayacağınız Romanya’da Vișeu de Sus’dan kalkan dar ray hatlı, buharlı lokomotifin çektiği tren seferleri size yaklaşık 100 yıllık bir nostaljiyi, Karpat Dağları Ormanları ve hemen yanınızdan akan nehir manzarası eşliğinde yaşamanızı sağlıyor.

IMG_1375-001

Tren Vaser Vadisi  boyunca ilerliyor. Bir ya da iki kez, 15-30 dakika kadar durup, yolculuğun yaklaşık 22. km’lerinde, Paltin denen bir mevkide, 2 saate yakın yemek molası veriyor. İsteyen yemeğini kendi getiriyor, isteyen orada bulunan tesisten satın alabiliyor. Sıra uzun olabiliyor, size tavsiyem kendi yemeğinizi yanınızda getirin.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Buharlı Lokomotifin çektiği bu trenlerin son iki vagonu açık vagonlar. Yani sadece üst taraftan kapalı, diğer taraflar ise açık. Diğer vagonların ise sadece camları açılıyor. Bilet alıyorsunuz ama yer filan belli değil.

Bu nedenle bu trende “erken gelen oturur” prensibi geçerli. Eğer buharlı lokomotifin bacasından çıkan dumana bağlı isi dert etmeyecekseniz ve “açık havada bol bol manzara göreyim, fotoğraf çekeyim” derseniz, açık vagonlardan yer kapmaya bakın. Bu vagonların da sol tarafına oturmaya çalışın. En arka vagonun, soldaki en arka tekli sırası tren görevlisinin yeri. Buraya erken gidip oturursanız, kalkmak zorunda kalacaksınız. Buna dikkat edin derim.

Saatte yaklaşık 10 km kadar hızla kıvrıla kıvrıla, tünel ve köprülerden geçerek doyumsuz bir orman ve yanı başımızdan akan Vişeu Nehrini takip ederek güzel bir gezi yaptık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Normalde başka bir araçla ulaşamayacağınız Karpat Dağları Ormanlarının eşsiz manzarası içinde, nostaljik buharlı trenle seyahat etmenin keyfini ve güzelliğini hepinize tavsiye ederim.

Gezekalın sevgili dostlar…

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

P6140516-001.JPG

Dr Ümit Kuru

27.07.2019 Saat 11:30

Noroc Romanya: Geleneksel Maramureş

Romanya’nın Maramureş Bölgesine yaptığımız gezinin her anı çok güzel ve özeldi. Bundan önceki Maramureş’e ait iki bölümü, Ahşap Kiliselere ve Sapanta Neşeli Mezarlığa ayırmıştım. Son Maramureş bölümünü ise doğası, kültürü ve şahit olduğum gelenekleri ile Maramureş olarak yazmayı uygun gördüm.

P6120018.JPG

Maramureş’in bende en çok iz bırakan sahnelerinden birisi de Maramureş’de yol boyu gördüğüm saman balyaları oldu. Ortada, temel olarak kullanılan bir sopa ve ona bağlanan ve çadır haline getirilen diğer sopalarla yapılan bir çatı üstüne saman balyalarını diziyorlar. Yumurta şekline getirilip, kurumaya bırakılan bu saman balyalarının boyu 3-3.5 metreye kadar ulaşabiliyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saman yığınlarının bu hale getirilmesi çok ama çok zahmetli bir iş, öyle göründüğü gibi kolay değil! Saman yığınlarına o şekli vermek ve yıkılmadan bir arada tutmak için, düzenli olarak çatı çevresinde döne döne samanları üst üste yığmak gerekiyor. Bunun için de mutlaka iki kişi çalışıyorlar. Çatının üstünde bulunan kişi, alttan samanları ileten kişinin verdiklerini düzenli olarak yerleştirmek zorunda. Bu iş güneş altında saatlerce sürüyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Üç saman yığını ile bir koyunun, beş saman yığını ile de bir ineğin yıllık  saman ihtiyacının karşılanabildiğini söylüyorlar.

P6130476-001.jpg

Beni saman yığınlarının düzenlenmesindeki estetik ve görsellik en çok etkiledi ama aslında Maramureş’in en önemli özelliği evlerin anıtsal diyebileceğim kadar güzel olan giriş kapıları. Dışarıdan bahçeye girişte, zengin evlerinde çift giriş, orta hallilerin evlerinde ise tek girişe sahip  büyük ahşap kapılar tam bir sanat eseri. Ortadaki iki yana açılır büyük kapı ise hayvanlar ve yük arabaları geçeceği zaman açılıyor. Kapılar büyüklüğüne göre 3-6 sütunlu oluyormuş. Sütunların üstüne ahşap kiremitli bir dam konuyor.

Kapılar, sadece bu işlerle uğraşan ahşap oymacıların eserleri. Bazıları yüzlerce yıllık ama yeni yapılan bazı evlerde de ev sahipleri geleneğe uyarak kapıları eski tarzda yaptırıyorlar.

Ahşap kapı geleneği Maramureş’de Hristiyanlık dönemi öncesinden beri var. Zaten kapılara işlenen bazı motifler de bunun göstergesi. Bu kapılar her zaman sadece soyluluğun ve zenginliğin göstergesi olmuş. Kapı ne kadar büyük ve gösterişli, oymaları ne kadar fazla ise o kadar zenginlik gösterirmiş. Fakirlerin evleri ise sadece çitle çevrili olurmuş. Bugün de bu ahşap ve oymalı kapı geleneği yaşatılıyor. Yine eski zamanlardaki gibi sadece zenginler büyük olanlarından yaptırabiliyor. İyi bir kapının bugün maliyeti 15-20000 EUR’lara kadar çıkabiliyormuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Meşe ağacı kullanılan ahşap kapılarda değişmez motiflerden halat ve güneşi temsil eden rozet motiflerinin anlamlarını, ahşap kiliseleri anlatırken açıklamıştım. Bunun dışında değişik motifler de kapılara işlenmiş.

IMG_5975Yaşam ağacı motifi yaşamı, yılan motifi evin korunmasını, kurt dişi  gücü ve evin kötülüklere karşı korunmasını sembolize ediyormuş. Bunun dışında bazı kapılarda horoz ve yanda olduğu gibi Aziz kabartmaları da gördüm.

Maramureş’de konaklamamızı Breb Köyü’nde bir pansiyonda yaptık. Evin kendisi zaten Maramureş’in klasik ahşap evlerine iyi bir örnekti. Bu ortamda 2 gece de olsa yaşamak çok güzel bir deneyimdi. Ev sahiplerinin konukseverliliği ve yemeklerin güzelliği ise işin bonusu oldu.

Breb Köyü bu ahşap kapılar bakımından zengin. Barsana ve Oncesti Köylerinde daha güzel örneklerin var olduğu kaynaklarda geçiyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Oncesti’yi görmedim ama Barsana’yı ziyaret ettim. Evet, gerçekten daha fazla tipik ev var ama Breb Köyündeki yeşillik sanki Barsana’da yok. Barsana’dakileri görmeli ama Breb Köyünde konaklamalı diye düşünüyorum. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evlerin dış kapısı kadar, evlerin kendilerinde de gelenekler devam ettirilmeye çalışılıyor. Örneğin evlerin kapılarına asılan emaye tencere kaplar, evde gelinlik çağında genç kız var demekmiş. Bizim kaldığımız pansiyonda da bolca emaye asılıydı.

IMG_6066.JPG

Odalarda el işi örtüler bolca kullanılıyor. Bir zamanlar bizde de olan dokuma tezgahları burada da zamanında kullanılmış. Halen bazı tezgahlar dokuma işini devam ettiriyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_6092

Aşağı yukarı her ev kendi içkisini yapıyor.  Erik, armut, elma gibi meyvelerden eski usul damıtma cihazları kullanarak yaptıkları ve alkol oranı hayli yüksek olan içkileri yemek öncesi aperitif olarak küçük kadehlerle içiyorlar. En çok Țuică (tzuikh diye okunuyor) adını verdikleri ve erikten yaptıkları içkiyi tüketiyorlar. Bunu iki defa distile ettikleri zaman adına  Horinca deniyor

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu ev yapımı içkilerin özel bir de şişesi oluyor galiba. Ev yapımı kanyakların hep aynı türden şişelerde getirildiğini gördüm. Hem kaldığımız evde ve hem de Barsana Köyü ziyaretimizde gittiğimiz evde bize hem içki damıtma aletlerini gezdirdiler ve hem de içkilerinden tattırdılar. Tahmin edeceğiniz gibi bir hayli keskin tatları var.  Kaldığımız pansiyonda her akşam yemek öncesi Țuică ikram ettiler. Ama Romanya’da içtiğim en güzel ev yapımı içki Bucovina Bölgesinde içtiğim, Bayan Elena Coca’nın yaptığı kimyon likörüydü. Yeri gelince bahsederim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bazı evlerde ağaç kütüklerinden yapılmış ve çamaşır makinesi niyetine kullanılan tezgahlar bulunuyor. Aslında çamaşır makinesinin atası olan bu ahşap düzeneği, güç kaynağının akan su, merdanesinin ise ahşap olduğu bir düzenek olarak düşünebilirsiniz. Yüzyıllar öncesinden gelen bir çamaşır makinesi yani. Akan bir su yardımı ile döndürülen bir değirmen, kütüklerden yapılma merdane gibi bir sistemi çeviriyor ve bunun arasına konmuş halı gibi büyük hacimli eşyalar su yardımı ile döve döve yıkanıyor, Sistemin dışarıya yapılmış başka bir düzeneği içinde de küçük çamaşırlar yıkanıyor. Bu kocaman düzenek haliyle her evde bulunmuyor. Bu çamaşır makinesi bulunan evler, geçmişte ücreti karşılığı bu hizmeti köyün diğer sakinleri için de vermişler. Bu düzenekte hem halı, post, keçe gibi büyük hacimli eşyalar ve hem de diğer çamaşırlar yıkanabilmekte. Hala da iş görebiliyor.

Gelelim Romen halkına…Aslında ne hikmetse bizde Roman, Romen kelimeleri denince çoğunlukla aklımıza çingeneler geliyor. Bu akla gelme sadece bizde değil, tüm Avrupa ülkeleri halklarında da var. Ancak Rumenlerin, çingenelerle hiç alakası yok. Rumenler, kendilerinin çingenelerle karıştırılmasına bozuluyorlar.

IMG_20190613_183014

Avrupa’da her ülkede olduğu gibi çingeneler de bir halk grubu olarak varlar. Ama Romanya halkının küçük bir azınlığını çingeneler oluşturuyor ve esas büyük halk grubu, ataları Daçyalılarla karışmış Romalılar yani Romanlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Benim tanıştığım tüm Romanya insanları harikaydı. Çabucak kaynaşabiliyorsunuz. Maramureş Bölgesi insanları ise daha bir sıcak ve samimilerdi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kadınların giysileri bol renkli, güllü dallı bol etekler, baskı desenli kabarık kollu bluzlar ve illa ki eşarp şeklinde oluyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Erkekler “clopuri” denen hasırdan huni gibi garip şekilli şapkaları giyiyorlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yemekler ise çok lezzetli. Lahana dolmasına “sarma” diyorlar. Pansiyon sahibinin eşinin sarmaları, annemin sarması kadar lezzetliydi. Osmanlının bu topraklara hediyesi midir? Bilemiyorum. Gulaş ise nefis bir yemekti. Yani Maramureş yemekleri tam damak tadımıza uygun.

IMG_5695.JPG

Maramureş doğasına gelince, bu bölge tam bir cennet. Dağlar ve derin vadiler size her zaman huzur verecektir. Gittiğimiz dönemin özelliği olarak da her yer yemyeşil ve kır çiçekleri doluydu. Yol kenarlarında bol bol mola verip, yeşile daldık ve fotoğrafladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evet Sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım bu yazı Maramureş hakkında son yazım oldu.  Bundan sonra Bucovina Bölgesi‘ni hikaye edeceğim. Romanya’da gezinin feda edebileceğim hiç bir günü yoktu. Ama Maramureş günleri hepsinden daha güzeldi diyebilirim. Benim için doğa, saman balyaları, farklı bir kültür, farklı bir mimari ve güzel insanlarla dolu, yani içinde ne ararsan var diyebileceğim bir bölümdü.

P6130065.JPG

Ve rehberimiz, şoförümüz, bu güzel ve zor gezi programımızı aksatmadan gerçekleştiren sevgili dostumuz George… Amatör ruhlu, profesyonel insanları hep sevmiş ve takdir etmişimdir. Romen insanlarına bu kadar dokunmamız ve tanımamız onun sayesindedir. Sabırla her isteğimizi yerine getirdiği ve çok sevdiği ülkesini bize en doğru ve güzel şekilde tanıttığı, onu bizle paylaştığı için ne kadar teşekkür etsek azdır.  Bir kez daha teşekkür ederiz ona ve şirketine.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

25.07.2019 Saat 21:53

 

Noroc Romanya: Dünyanın En Neşeli Mezarlığı: Săpânța Merry Cemetery

IMG_62731.jpg

Mezarlıkta hiç güldüğünüz oldu mu? Ya da bir mezarlığın tüm mezar taşlarına bakmaya çalıştığınız ?

IMG_6274.jpg

Allah affetsin ki , Romanya’da Maramureş Bölgesinde Săpânța adlı bir kasabanın mezarlığını ben neşe içinde gezdim. Ama kusur bende değil ki, mezarlığın adı bile sıra dışı ve neredeyse neşelenmezsen bu mezarlıkta gömülü olanların ruhları üzülecek. Bu sıra dışı mezarlığın adı Săpânța Neşeli Mezarlık

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Ne demek istediğimi yukarıdaki meşe ağacından yapılma, Spanta Mavisi denen özel bir renkte boyalı ahşap bir haç üzerine yazılı bir hikayenin Türkçesini aktararak anlatmaya çalışayım. Unutmayın ki bu kitabe 1969 yılında ölmüş ve buraya gömülmüş yaşlı bir kadının mezarının başına dikilmiş. Bu mezar başı kitabede diyor ki;

P6130557-002.JPGBu ağır haçın altında
Benim zavallı kaynanam yatıyor
Eğer üç gün daha yaşasaydı
Burada ben yatacaktım ve bu haçı o okuyacaktı
Siz, buradan geçenler
Lütfen onu uyandırma çabalarında bulunmayın.
Çünkü eğer o eve geri dönerse
Beni daha çok eleştirecektir.
Ancak ben tabii ki terbiyemi takınacağım
Böylece o mezardan geri dönmeyecektir.
Yerinde kal benim sevgili kaynanacığım.

Stan-Ioan-PatrasSpanta Neşeli Mezarlığı, başlangıç hikayesini ve bu mezarlığın bu kadar popüler hale gelmesini Stan Ioan Patras adlı bir ahşap heykeltıraşına borçlu. Aslında Stan, Maramureş Bölgesinde geleneksel olan bir işe devam etmek istemiş. Maramureş Bölgesinin ahşap kiliselerinden bir önceki yazımda ayrıntıları ile bahsederken, bu kiliselerin bahçelerindeki mezarların başlarında bulunan ahşap haçlardan kitabelere dikkat çekmiştim. (https://gezekalin.com/2019/07/23/noroc-romanya-maramures-ahsap-kiliseler/). Patras 14 yaşından başlayarak meşe ağacından, oyma mezar başı haçlar yapıyordu. Zaman içinde bunları Săpânța Mavisi denen özel mavi bir renkte boyamaya, bunlara ölen ile ilgili hikayeler oymaya, şiirler eklemeye başladı. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İlk mezar kitabesini yaptığı 1934 yılından, 1977 yılında ölene kadar tam 700 adet mezar kitabesi oymuş. Patras öldükten sonra onun işini, çırağı  Dumitru Pop devam ettiriyor. Bu mezarlığı gezen bir Fransız turistin ağzından çıkan “Burası ne kadar neşeli bir mezarlık” sözü mezarlığın adını ortaya çıkartmış; Săpânța Neşeli Mezarlığı. Bu mezarlık artık hem tüm dünyaca meşhur ve Romanya gezi programlarına mutlaka eklenen bir ziyaret yeri ve hem de istendiği gibi neşe içinde her gün binlerce insanın ziyaret ettiği bir yer olmuş. Yöre insanı için bir gelir kaynağı olması ise işin diğer yanı.

IMG_6248.JPG

Stan Ioan Patras’ın hikayeleri ölen insanın nasıl öldüğü, nasıl yaşadığı, ne iş yaptığı gibi mezar sahibine ait gerçeklikle ilgili olan hikayeler. Örneğin yukarıdaki kitabeye bakarak mezar sahibinin trafik kazasında ölen bir çocuğa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. İşin ilginci mezarlıkta kaza ile ilgili çok sayıda hikaye çizilmiş ya da oyulmuş. Bundan anladığım Romanya’da trafik kazasında ölen çok oluyor. Aşağıdaki örneklerden soldakinin yaşamında bir doktor olduğunu, sağdakinin ise suda boğularak öldüğünü anlıyoruz.

Yazılan metinler ise kimi zaman trajik bir metin, kimi zaman da kaynana mezarında olduğu gibi hiciv içeren şiirler oluyor. Örneğin yaşamı boyunca çok içmiş ve bu yüzden eşi tarafından terk edilmiş birisinin kitabesinde şunlar yazabiliyor;

Burada istirahat eden ben, 
Stefandır benim adım. 
Yaşadığım sürece içki içmeyi sevdim
Karım beni terk ettiğinde
Üzgün olduğum için içtim. 
Sonra mutlu olmak için  
Daha çok içtim
Karımın beni terk ettiğinden
Daha kötü değildi.
Çünkü arkadaşlarımla içiyordum  
Çok fazla içtim
Ve şimdi hala çok susuyorum
İşte bunun için beni ziyarete gelen  
                                                                         Buraya bir şişe şarap bıraksın…

Aslında bu mezarlığın Maramureş Bölgesinden kaynaklanan bir felsefesi var. Buna göre ölüm önemli değildir ve ölen sadece bedendir. Bu nedenle örneğin mezar taşlarında “1945 yılında öldü” yazmıyor. Bunun yerine “1945 yılına kadar yaşadı” yazıyorlar. Beden kaybolsa ve o yılda ölse bile, ruhun yaşamı devam ediyor. Ne yaşamışsanız, osunuzdur.  Bu felsefe, bu topraklarda Daçyalılardan beri olan bir felsefe.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Mavi rengin seçilmesinin de bir anlamı var. Săpânța Mavisi cenneti, gök yüzünü temsil ediyor; “Asıl mezar taşımız gökyüzüdür, ruhlarımız yaşamaya gökyüzü altında devam ediyor.” Sivri ve uzun kitabelerin seçilmesi ise Tanrıya daha yakın olma isteğinden kaynaklanıyor. 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

George’un rehberliğinde ve anlatımında bu neşeli mezarlığı gezdim. Sonrasında bu renk cümbüşü ardına gizli felsefeyi hissederek kendime ait gezi zamanını daha da uzattım ve iki saate yakın bu mezarlıkta gezdim. Çoğunlukla güldüm, çocuk mezarları gibi bazı mezarların başında ise hüzünlendim. Geziyi, mezarlığın fikir babası ve yaratıcısı Stan Ioan Patras’ın mezarı başında bitirdim.

Patras’ın mezar kitabesi ise şöyleydi;

Küçük bir çocuk olduğum zaman bile, 
Stan Ion Patras diye çağrıldım
Yolunda giderken beni bir dinle
Sana söyleyeceklerim de yalan yoktur
Yaşadığım tüm günler boyunca
İsteğimle kimseye zarar vermedim
Tanıdığım hiç bir insana
İyilikten başka bir şey yapmadım
Dağınık dünyam için hüzünlen
Onun içinde yaşamak çok zordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Săpânța Neşeli Mezarlığı ile ilgili bu yazıyı yazarken Bitlis’in Ahlat ilçesinde o muhteşem Selçuklu mezar taşlarını gezdiğim günler aklıma geldi. Belki burası kadar neşesi yoktu ama o bakımsız, ilgisiz  ve doğanın insafına bırakılmış haline rağmen ne muazzam ne asil eserlerdi onlar!

Evet sevgili Sanal Gezgin dostlarım; “Sadece mezarlık” demeyin neşelisi de olabiliyor. Sadece “neşe“, sadece “renk” demeyin, bir felsefesi, bir geleneğin devamı da olabiliyor.. “Bu ne delilik” demeyin, delilik bazen bir bölgenin gelir kapısı oluyor..

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

24.07.2019 saat 01:11

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.