Dünya Mirası Listesi-Bosna Hersek

IMG_2885

UNESCO’nun gerek Dünya Kültür ve gerekse de Doğa Miras Listesi zaman içerisinde değişebilmektedir. Bu listeye, son kararı kriterlere uygunluğu kontrol edilmek suretiyle verilmek üzere yeni adaylar eklenmektedir. Örneğin Bosna Hersek gezimizde ziyaret ettiğimiz Počitelj ve Blagaj  adlı yerlerde bu listenin yeni adayları. Bunun gibi Bosna Hersek’de Dünya Kültür Mirası Listesi için aday gösterilen 6 yer daha bulunmaktadır. Bununla birlikte Bosna Hersek’de tescilli olan iki adet Dünya Kültür Mirası Listesi eseri vardır;

  • Visegrad’da Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü (2007)
  • Eski Mostar şehrinde, eski köprü bölgesi      (2005)

Bunlardan ilkini göremedik. Bosna Hersek’in Sırp özel bölgesi içinde kalan bir eser. İkincisini ise doya doya yaşadık.

Eski Mostar şehrinde, eski köprü bölgesi

Neretva Nehrinin derin vadisi içindeki tarihi Mostar şehri 15-16. Yüzyıllarda Osmanlı’nın ileri sınır şehri olarak doğmuş ve 19-20. Yüzyıllarda ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun hakimiyeti altında gelişmiştir. Mostar eski Türk evleri ve Köprüsü ile uzun zamandır bilinmekte olan bir yerleşim yeri. 1990 Yıllarındaki savaşta, Mimar Sinan tarafından dizayn edilen köprü yıkılmış ve eski şehir önemli ölçüde tahrip olmuştur. Son yıllarda UNESCO tarafında kurulan bilimsel bir komitenin yönetiminde köprü ve eski Osmanlı evlerinin çoğu aslına uygun olarak yeniden onarılmıştır.

Osmanlı öncesi, Osmanlı dönemi , Akdeniz ve Batı Avrupa yapı özelliklerinin tümünü içeren eski köprü bölgesi, çok kültürlü yaşamın güzel bir örneği olarak UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi İçinde yer almaktadır.

Savaştan zarar gören Mostar’ın yeniden inşası için çeşitli ulusların ve farklı kültür, din ve etnik komitelerin iş birliği de ayrı bir konudur.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

27.11.2014 Saat 23:34

HIRVATİSTAN, KARADAĞ, BOSNA-HERSEK GEZİSİ-Saraybosna

Ölüm Gülleri

Saraybosna 2007 yılı sayımlarına göre 419.030 kişilik nüfusuyla Bosna-Hersek’in başkenti ve en büyük kenti. Ayrıca Bosna-Hersek içinde, fiilî başkenti Banyaluka olan Sırp Cumhuriyeti’nin de hukukî başkentidir. Saraybosna, Bosna bölgesinin Dinar Alpleri’yle çevrili, Saraybosna Vadisi içerisinde Miljacka Nehri’nin (Neretva Nehri’nin bir kolu) çevresinde kurulmuştur. Şehir, barındırdığı dinî çeşitliliğiyle biliniyor. Müslümanlık, Katoliklik, Ortodoksluk ve Musevîlik, burada yüzyıllar boyunca barış içinde yaşamışlar ve bu yüzden de Saraybosna, Avrupa’nın Kudüs’ü olarak kabul ediliyor.

Bu bölgedeki ilk yerleşim kalıntıları tarih öncesi döneme kadar uzanmasına rağmen modern şehrin ortaya çıkışı 15. yüzyılda Osmanlıların bu bölgedeki hakimiyetiyle birlikte başlar. Osmanlılar 1463’te bölgeyi ele geçiriyorlar.  Saraybosna, Türklerin Avrupa’da kurduğu en büyük kent olmuş.

Saraybosna’ya Osmanlı Devleti’nde, Bosna-Saray denmesinin yanı sıra “Saray Ovası” olarak da adlandırılmış. Bu yüzden günümüzde pek çok dilde bu ifadenin kısa hali olarak Sarajevo’ adı kullanılmakta.

Savaş sonrasında ülke, iki yönetim bölümünden oluşmuş; Boşnak Müslümanlardan ve Hırvatlardan oluşan Bosna Hersek Federasyonu ile Bosna Hersekli Sırplardan oluşan Bosna Sırp Cumhuriyeti. Bosna Hersek’in kuzeydoğusunda yer alan Brcko, Bosna Hersek Devleti’nin egemenliğinde özerk bir yönetim ve Bosna Hersek Federasyonu’na ya da Bosna Sırp Cumhuriyeti’ne bağlı değil. Bosna Hersek’in üç üyeli (Boşnak, Hırvat ve Sırp) ve doğrudan halkoylaması ile dört yılda bir yenilenen bir cumhurbaşkanlığı sistemi var. Üçlü başkanlık sisteminin başkanlığı sekiz ayda bir değişiyor. Bu üçlünün başkanı, devletin de başı.

Ülkenin yasama gücü ise iki bölümden oluşan ve oturumlarını başkent Saraybosna’da gerçekleştiren Bosna Hersek Parlamenter Meclisi’nin elinde. Bu meclisin üyeleri iki yıllığına seçiliyor.

Dışişleri, ekonomik işler ve mali politikalardan sorumlu bir bakanlar kurulu, Ulusal Hükümeti temsil ediyormuş. Bu kurulun başkanı Başbakan oluyormuş. Bir de bütün bunların üstünde Uluslar arası gücün oluşturduğu ve geniş yetkilerle donatılmış Yüksek Temsilcilik Ofisi var. Sizin anlayacağınız Bosna-Hersek karmakarışık bir ülke. Saraybosna da bu ülkenin başkenti ve yakın tarihte savaş görmüş ülke ve şehirler içinde en uzun süre kuşatma altında kalmış olan şehir unvanını taşıyor.

SONY DSCBu sabah gezimizin son gününe uyandık. Kaldığımız Radon Plaza adlı otelin güzel kahvaltısını yedikten sonra, valizleri son kez otobüse yerleştirdik.

Saraybosna da ki son günümüzde yağmur bizi yalnız bırakmadı ama bu sefer insaflı bir yağmura yakalandık. Otobüsümüz bizi Miljacka Nehri’nin kenarında, Ulusal Kütüphane’nin yanında bıraktı. Miljacka Nehri, Neretva’nın bir kolu ancak Neretva Nehrinin güzelim yeşil renginden eser yok. Neredeyse kahverengi akıyor, belki yağmurdan dolayı, belki de kirden (ama koku filan almadık). SONY DSC

Ulusal Kütüphane, 1894 yılı yapımı ve aslında belediye binası olarak yapılmış bir bina. Kısmen Arap tarzı öğelere sahip. 1949 Yılında ise Kütüphaneye dönüştürülmüş. Bir zamanlar içinde 75000 kitabın bulunduğu bu bina, 25/26 Ağustos 1992 gecesinde isabet eden bombaların etkisi ile kısmen yıkılmış ve yanmış. Son 10 yıldır ise restore edilmeye çalışılıyormuş ama bu işin biteceği de yokmuş. Bu arada dünyanın dört bir tarafından bu kütüphaneye kitap bağışı yağıyormuş.

Saraybosna’da da Mostar gibi kurşun izlerinin bulunduğu çok sayıda bina mevcut. Burada gördüğümüz bir diğer savaş izi ise yerlerde bulunan pembe renkli izler. Bu izlere Saraybosna Pembeleri veya Gülleri ismi veriliyormuş. Bu izler düşen bombalar ve sonucunda ortaya çıkan ölümün izlerini yani kan izlerini gösteriyor.

SONY DSC

Daha sonra Eski Şehir kısmında, Başçarşıya doğru yürüdük.  Saraybosna’nın merkezinde yer alan ve 16. yüzyılda kurulmuş bulunan meşhur Osmanlı çarşısı.

Gazi Hüsrev Bey, (1480-1541) Kanuni Sultan Süleyman devrinde Bosna’da uzun süre görev yapan bir sancak beyi. Babası Boşnak, annesi Türk olup, annesi tarafından Sultan II. Bayezid’in torunudur. Gazi Hüsrev Bey Karadağ’da çıkan bir Sırp isyanını bastırırken ölmüş ve cesedi Gazi Hüsrev Bey Camii’nin avlusundaki türbeye gömülmüş. Bu büyük devlet adamı Saraybosna’da hanlar, medrese ve çok sayıda imaret ve camiler yaptırmış.

Başçarşı Meydanında, Saraybosna’nın da simgesi haline gelmiş çok güzel bir Sebil yer alıyor. Baş Çarşı’daki pek çok eser, Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın mülküymüş. Sokaklar, sabahın erken saatleri olduğundan pek dolu değil.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saraybosna Gazi Hüsrev Bey cami2Gazi Hüsrev Bey Camisi 1531 yılında, Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış olan bir cami. Caminin Mimarı, İran’dan esir alınıp İstanbul’a getirilen ve sonradan mimar olan ve Mimar Sinan’ın en parlak öğrencilerinden Mimar Hayrettin’in okulundan mezun olan,  Ajem Esir Ali. Savaşta bu cami Sırpların ana hedefi haline gelmiş ve zarar görmüş. 1996 yılında dış yardımlarla tamir edilmiş olmakla beraber, Suudi Arabistan tarafından sağlanan malî desteğin etkisiyle, aslına sadık bir şekilde Osmanlı mimarisine uygun biçimde restore edilmemiş. Gazi Hüsrev Bey, 1531 ve 1534 yılları arasında aynı camiden Suriye’nin Halep şehrinde de yaptırmış.  Saraybosna Gazi Hüsrev Bey cami16

Kare planlı olan caminin kubbesi 13 mt çapında ve yerden yüksekliği de 26 metre. Minber ve Mihrabı çok güzel. Pencerelerin üstte olanları, şehrin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hakimiyeti altında olduğu zamanda yapılmış. Bir diğer ayrıntı ise, bu caminin elektrikle aydınlatılan ilk cami olmasıymış. Avlusunda çok güzel bir sebil mevcut. Avlunun bir köşesinde ise Gazi Hüsrev Beyin türbesi var. Cami yanında zamanında fakir fukaraya çorba dağıtılan yerler varmış.

Saraybosna Gazi Hüsrev Bey cami14

Bu güzel şehri hak ettiği kadar rahat bir zaman diliminde gezemedik. Aslında çarşı da çok görülecek yer vardı. Bu çarşıda bir zamanlar 80 kadar zanaat kolunun işlediği dükkanlar varmış. Bakırcıların bir sokakta, dericilerin bir diğerinde toplandığını ve bunlar gibi 80 iş koluna göre ayrılmış sokak olduğunu düşününce, çarşının büyüklüğü hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Sonraki ziyaret yerimiz 1914 yılında Birinci Dünya savaşının başlamasına neden olan ve Arşidük Franz Ferdinand‘ın fanatik bir Sırp genci olan Gavrilo Princip tarafından öldürüldüğü yer oldu. Arşidük, Latin Köprüsü yakınlarında, karısı ile birlikte bu adam tarafından vuruldu ve bir Dünya Savaşına neden oldu. Bu köşede bir müze yapılmış. Latin Köprüsünün ismi Latin olsa da aslında 1541 yılında burada Osmanlı yapımı tahta bir köprü var. Sonradan 1565 de taş bir köprü yapılmış ancak bu köprü selde yıkılınca yerine 1789 yeni köprü yapılmış. Bugün ki hali ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminden kalma.

Saraybosna Latin Köprüsü10

Saraybosna Ferdinandın vurulduğu köşe.1Bir kısmımız Saraybosna’daki Sinagog’u ziyaret etmeye yönelirken, ben dahil bir kısım da Saraybosna’nın meşhurları olan börek ve isli et (kuru et) almak için tavsiye edilem yerlere yöneldik. 1889 yılı yapımı Saraybosna Katedrali’nin önünden geçerek önce isli etin en iyi örneklerinin bulunduğu bir kapalı pazara girdik. Aslında pek satın alacağımı düşünmüyordum ama tadınca almaya karar verdim. Gerçekten isli etleri çok güzel ve görünümü bizim pastırmaya benzese de çemensiz halini düşünün. Sonrasında böreğin tadına bakmak ve ülkeye getirmek için en iyi örneğini aramaya başladık.  Bir börekçi bulduk ve gerçekten güzeldi ancak doğrusu bizim bulduğumuz en iyisi değilmiş. Diğer grubumuzun bulduğu börekçinin daha iyi olduğu konusunda, gösterdikleri fotoğraflarla bize attıkları havadan ikna oldum doğrusu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otobüse atlayıp sadece Saraybosna’da değil, tüm gezimizdeki son ziyaret yeri olan Tüneli gezmeye gittik. Tünel havaalanı yolu üzerinde ve ona çok yakın bir yerde. Saraybosna kuşatması sırasında insanlar temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelince yardım alabilmenin yollarını araştırmışlar. O sırada havaalanı Birleşmiş Milletlerin kontrolünde ancak Sırpların da kuşatması altındaymış. Dışarıdan gelen yardımlara ulaşmak açıktan mümkün olmamış. Bu durumda insanlar Sırp keskin nişancıların hedefi olmuşlar. Çare ise hava alanına bir tünel vasıtasıyla ulaşmak olmuş.   Büyük bir gizlilikle tünel yapımına başlamışlar. Tünelin başlangıç noktaları Dobrinje ve Butmir’den seçilmiş. 28 Ocak 1993’de başlanan çalışma, 30 Temmuz 1993’de bitmiş. Bu tünel, modern tarihin en uzun kuşatmasını yaşayan Saraybosna’nın direnmesini sağlamış. Tünelin bulunduğu ev kurşun delikleri ile doluydu. Tünelin uzunluğu 800 metreyi buluyor. Tünelin kısa bir bölümü ziyarete açık ama bu kadarı bile insanların neler yaşadığı hakkında fikir veriyor. İnsanlar 1 metre genişlik ve 1,5 metre yüksekliğinde bir tünel sayesinde yaşam ve kuşatmaya direnme için gerekli malzemeleri günlerce taşımışlar. Tünel çıkışında bir yaşlı teyzem güler yüzü ile bekliyordu. Bu ev, bu teyzemin ve ailesininmiş. Yüzünde iyi bir iş yapmış insanların gururu ile güler yüzle ziyaretçileri uğurluyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda bir geziyi de tamamladık. Her gezi yazısı sonrası geziyi bütünü ile değerlendirme şansım oluyor. Bu yazıyı tamamlarken, keşke 2 günüm daha olsaydı diyorum. Özellikle Bosna Hersek kısmı eksik kaldı. Yine de çok güzel bir geziydi. Zaten önemli olan yollarda olmak değil mi?

Gezekalın.

Dr Ümit Kuru

İlk yayın tarihi 22.06.2010

Gözden geçirilmiş son basım tarihi 23.11.2014 Saat 20:24

HIRVATİSTAN, KARADAĞ, BOSNA-HERSEK GEZİSİ-Mostar, Saraybosna

IMG_2892


SONY DSCMostar’da, Tito Köprüsünün yakınında bulunan Bristol adlı otelde kalıyoruz. Sabah erken uyanıp pencereyi açtığımda dışarıda iki görüntü dikkatimi çekti. Bunlardan birisi, otelin karşısında bulunan evin kurşundan delik deşik olmuş duvarlarında ve pencerelerinde açan çiçekler. Pencerelerde, rüzgarların getirdiği tohumlar zamanı gelince gelişip, çiçeklenmişler. Savaşın kötü izleri üzerinde yeşeren yaşam, yüzümde gülücükler yarattı. Diğer görüntü ise karşı tepelerden birisi üzerine dikilmiş kocaman bir haç.  Ben bu görüntülerden nefret ediyorum. Yanlış anlaşılmasın! NSONY DSCefret ettiğim haç görüntüsü değil. Nefret ettiğim, bu şekildeki çok kültürlü ve etnik gruplu kentlerin tepesine devasa boyutlarda haç veya benzeri dini simgeler dikmeleri ve bunu 2000’li yıllarda yapmaları. Aynı olayı Üsküp’te de görmüştüm.  

Mostar, Boşnakca köprü demek. UNESCO tarafından Dünya Miras Listesinde olan eski Mostar Şehri’ne otobüsümüzle gidince, şehir turuna da tersten başlamış olduk. Otobüs bizi eski şehre en yakın yer olan Fransisken Manastırının önünde bırakıyor. Buradan yürümeye başlayarak Mostar’ın meşhur eski köprüsünü görmeye gidiyoruz. Yol boyunca gördüğümüz ve dün geceye göre, gündüz gözüyle görünce daha da etkilendiğimiz savaştan kalma binalar ve bunlar üzerinde kurşun izleri içimizi biraz hüzünlendiriyor. Ancak hemen hepsinin ya yıkık duvarı ya da penceresi üzerinde çiçekler açmış. Sanki birisi buraları çiçeklendirmiş. Bu birisinin doğa olduğuna şüphe yok.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

SONY DSCKısa ve zevkli yürüyüş yaptıktan sonra Mostar Köprüsü karşımızda gözüktü. Mostar Köprüsü, Neretva Nehri üzerinde Kanuni Sultan Süleyman zamanında,  Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayrettin tarafından 1566 yılında inşa edilmiş. Yirmi altı metre yüksekte 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde olan köprünün yapımında 456 kalıp taş kullanılmış. Taş köprünün yapımında tenelija adı verilen yöreye has hafif fakat yeterince güçlü bir oolitik kireçtaşı, beden duvarlarının inşasında breça denilen ve nehir kıyısı boyunca bol miktarda bulunan bir çeşit yuvarlak çakıllı konglemera, köprü döşemesi üzerinde ise kreçnyak denilen ve adeta mermer sertliğinde olan kireç taşı kullanılmış.

Bir zamanlar bu köprünün yerinde tahtadan bir köprü varmış. İnternetteki eski fotoğraflarını buldum. O zamanlar çevresindeki daha az bina ile çok daha güzel gözüküyor. Köprünün sağ tarafındaki kuleye Halebiya, sol tarafındaki kuleye ise Tara adı verilmiş. Bu kulelerde her zaman muhafızlar bulunmuş (köprünün yeniden yapımı ile ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti Karayollarına ait bir pdf formatlı belge buldum. Bu belge de yapım çok güzel ve ayrıntılı olarak anlatılmış.  Bu kadar emek verilen ve güzel bir eserle sonuçlanan işi yapanların Türk firması olduğuna dair hiçbir uyarı yazısı köprü civarında yoktu. Bana o zaman bunun olmayışı çok ilginç, bir o kadar da üzücü gelmişti. Hatta bizim katkımızdan şüpheye bile düşmüştüm.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Savaş sırasında Mostar Köprüsü’ne ilk saldırıyı 1992’de Bosnalı Sırplar düzenledi. 1993’te Hırvat tankları köprüye daha büyük zarar veren saldırılarını başlattı. Dokuz Kasım 1993’de saat 08:30’da köprü tamamen yıkıldı. Hırvatlar yaptıkları marifeti saniye saniye kaydedip, televizyonlara gönderdiler. Aslında Vandallıklarının göstergesi olan bu kayıtlarla da, tarihin kara sayfaları içinde yerlerini aldılar. Mostar Köprüsünün yıkılışının televizyondan gösterildiğini hatırlıyorum. Buna ait bir video görüntüsü ararken bir tanesini buldum. Adresini aşağıda verdiğim görüntüler hikayeyi çok güzel anlatıyor.

 Şehrin Müslüman ve Hırvat kesimini birbirine bağlayan Mostar Köprüsünün yıkımının tek anlamı, Mostar’ın çok uluslu mirasının reddedilmesi olsa gerek. Savaş sonrasında İngiliz güçleri yıkılan köprünün yerine geçici bir demir köprü yapmış. Mostar civarındaki diğer köprüler de tahrip edildiğinden, nehrin iki yakasını birleştiren tek yapı olarak bu köprü kalmış.

Savaş sonrasında 1996 yılında Türkiye, Dünya Bankası’na 1milyon $ tutarındaki ilk bağışı yaparak, uluslararası kampanyayı başlatmış, ardından İtalya, Hollanda, Hırvatistan gibi ülkelerin bağışlarıyla toplam 15 milyon $ tutarında bağış toplanmış.  Köprünün yeniden aslına uygun inşasına 1997’de başlandı. Köprünün inşaatını bir Türk şirketi üstlendi. Köprünün dev taşları, Neretva Nehri’nin sularından Macar dalgıçlarca çıkarıldı ancak bu taşlar köprünün yeniden yapımı için kullanılamadı. Bunun üzerine bu köprünün taşlarının çıkarıldığı taş ocağı, artık kapalı iken, yeniden açıldı ve buradan çıkan taşlarla aslına uygun bir şekilde inşa edildi.

Köprünün kemerindeki çalışma Haziran 2002’de başlanmış ve Kilit taşı Ağustos 2003’te yerine konulmuş. İnşaatı tamamlanan Mostar Köprüsü, çok sayıda devletin temsilcilerinin hazır bulunduğu bir törenle, İngiliz Prensi Charles tarafından 23 Temmuz 2004 tarihinde açılmış.  Mostar Köprüsü, eski Mostar şehriyle birlikte 2005 yılında Dünya Miras Listesi’ne eklendi.

IMG_2920Mostar Köprüsü civarında çok sayıda kafe var. Bunları geçip köprünün üstüne doğru yürüdük. Şortları ile bazı gençler köprünün korkuluklarına çıkıp atlarmış gibi yapıyorlar. Bugünlerde bu gösteri turistler için parası karşılığı yöre gençleri tarafından yapılıyor. Ancak eskiden gelen bir geleneğe göre şehrin erkekleri nişanlılarına cesaretlerini ispatlamak için düğün öncesinde köprüden atlarlarmış. Bugün bu iş Euro karşılığı yapılıyor. Atlamanın bir stili var tabii ki. Gençler 25 mt yükseklikten, çok da derin olmayan bir derinlikteki Neretva Nehrine, tehlikeli sayılabilecek bir atlayış yapıyorlar. Bunun için ayaklar karına doğru iyice çekilip, tam suya değecekleri zaman açılıyor.

Bu şehirdeki bir diğer eski köprü ise Neretva’nın diğer bir kolu olan Radobolja Deresi üzerinde bulunan ve şekil olarak Mostar Köprüsüne çok benzeyen Kriva Cuprija Köprüsü.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu köprüyü Civan Kethüda diye bir mimar yapmış ve yapım tarihi 1558. Yani aslında daha sonra yapılan Mostar Köprüsü bu ilk yapılan köprüye benzetilmiş gibi. Bu köprüde saldırılarda tamamen yıkılmış. Bu köprüyü fotoğrafladıktan sonra Mostar’ın Baş Çarşı denen eski çarşısına girdik. Taş döşeli sokaklarda, sağlı sollu dükkanlar var. Satıcılar dükkanlarını yeni açıyorlar. Buraya da bol bol Çin malları girmiş. Bazı dükkanlarda bakır üzerine işlemeler (özellikle de Mostar şehrinin simgesi olan nar meyvesi işlemeleri) alınabilecek güzel ev eşyaları olarak gözüküyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Mostar Karaözbek camisiYolumuzun sonunda Karacaözbek (Karadozbegova) Camisini ziyaret ettik. Güzel bir avlusu, caminin yanında eski mezar taşları ile dolu bir mezarlık mevcut. Burayı da Mimar Hayrettin yapmış. Bitim tarihi 1557. Camiye son savaşta çok hasar vermişler. İçeride zamanında çok güzel kalem işleri varmış.

Bir sonraki durağımız ise eski bir Türk evi. Biscevica adlı sokakta bulunduğu için Biscevica Evi olarak biliniyor. 1635 Yılında yapılmış ve Neretva Nehri’nin kenarına yapılmış. Buradan Neretva Nehri bir başka güzel görünüyor. Avlusunda küçük taburelere oturarak gelen kahveleri içiyorsunuz. Kahveler bizim Mırra cezveleri gibi cezvelerde geliyor. Ev tipik bir eski Türk evi; fıskiyeli avlusu ile 2 katlı bir ev. Şükürler olsun ki savaştan hiç zarar görmemiş ve her şey orijinal. Burada avluda biraz dinlendik ve Türk kahvelerimizi içtik. Mostar’da yapılan kahveler gerçekten çok güzel. Bizim dedelerin eski yaptıkları evler kesinlikle daha güzel evlermiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonrada Koski Mehmet Paşa Camisine gittik. Bu Camii 1618 yılında yapılmış ama bu camiden çok güzel Mostar köprüsü manzaraları yakalanıyor. Bu caminin minaresine tırmanarak çok güzel şehir manzarası alma şansım olduğunu yeni öğrendim. Bunu kaçırmışız, ne yazık oldu!

Artık öğle oldu ve yemek yiyeceğimiz lokantaya gittik. Rehberimiz Ayşe Hanım ve şoförümüz Stefan sayesinde çok güzel bir yer ayrılmış. Köprünün hemen yanında bulunuyor. Köprünün muhteşem manzarası ve üstünden atlamaya başlamış olan gençleri birkaç kez görmek de işin bonusu olacaktı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada yemekten bahsedecek olursak önce bir börek geldi (yediğim en güzel börek), meşhur köfteleri Cevapi ve arkasından da baklava (muhteşem bir ev yapımı baklavaydı).

Öğle yemeği sonrası tekrar otobüsümüze binerek gezimizin son şehri ve son konaklama yerimiz olan Saraybosna’ya doğru yola çıktık. Mostar’dan çıkarken çok sayıda mezarlık gördük. Bu güzelim şehirde, ne kadar büyük boyutlarda vahşetin yaşandığının belgesi olan mezarlıklar, bu şehre hiç yakışmıyor. Ama yaşanmış işte.

Mostar-Saraybosna arası 140 kilometre kadar ve yaklaşık 2 saat yoldayız. Yol çok güzel, yemyeşil. Yol boyunca Neretva nehri bize eşlik ediyor. Elimde video kamera otobüsün muavin koltuğunda oturduğumdan durabilecek bir yer kestirirken,  Mostar’dan 53 km sonra Jablanica adlı şehre yakın yemyeşil bir tepede bulunan Zdrava Voda adlı restoran da duralım dedik. Gördüğümüz manzara tek kelime ile harikaydı. Bir nehrin rengi bu kadar güzel olsun ve bu kadar güzel aksın! Yarım saat kadar burada oyalandık. Jablanica şehrinin zaten %70’lik kısmı ormanlıkmış. Neretva Nehrinin suları ile burada suni bir gölde oluşturmuşlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otobüsümüzle kısa bir yolculuk sonrası 2. Dünya Savaşı sırasında bombalanmış bir tren yolu köprüsünü görmeye gittik. Bu köprüden Tito ve Partizanları asker ve silah geçirirken, Alman uçaklarınca bombalanmışlar. Köprü üzerinde trenle birlikte Neretva’nın sularına gömülmüş. Hala orada o haliyle duruyor. Bir de müzesi var ama kapalıydı.

IMG_2978

Burayı da ziyaret ettikten sonra bir saate yakın bir yolculukla Saraybosna’ya vardık. Saraybosna’ya nisbeten erken vardık sayılır. Valizleri atar atmaz şehre ulaşıp, şehirle erken bir tanışma yapmak istiyoruz. Çünkü ertesi gün öğle saatlerinde uçakta olacağız. Ülkeye dönüş saati geldi.

Otobüs kalacağımız otele gittik ancak bir problem var ki bir türlü otele giriş yapamıyoruz. Sonunda öğrenildi ki otel yerimizi değiştirmişler ve bir üst otele yer ayırtmışlar. Ancak bu da olmayınca bir üstte değil, bir alt kategori de otele yerleştirmeye çalışıyorlar. Rehberimiz Ayşe Hanım diretince de lokal acente yetkilileri Saraybosna’nın en iyi otellerinden birisine yerleştirmek zorunda kaldılar. Doğrusu otobüsle beklediğimiz parkta başlangıçta bir Boşnak düğününe denk geldiğimizden fotoğraf, video kaydı filan derken vakit geçirdiğimizden başta umursamamıştım. Ama sonra vakit kaybedince Saraybosna’yı gece göremediğimiz için kızdım. Kaldığımız otelin döner lokantasında gece yemek yerken şehre yukardan bakıp, şarapları yudumlamak da ayrı bir keyif oldu. Akşam üstü ve gece de yağmur yağınca, “Her şey de bir hayır vardır” dedim içimden. Arkadaşlarla sağlığa kadeh kaldırırken aklımdan “Yarın Saraybosna’yı gezerken yağmur yağmasa bari” diye geçirdim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yarın son gün. Öğlene kadar Saraybosna gezilecek, sonra da İstanbul’a dönüş var.

Gezekalın.

Dr Ümit Kuru

İlk yayın tarihi 17.06.2010

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 22.11.2014 Saat 01:04

HIRVATİSTAN, KARADAĞ, BOSNA-HERSEK GEZİSİ-Neretva Deltası, Pocitelj, Blagaj, Mostar

IMG_2685

Her zaman ki gibi sabah erkenden kalktık ve kahvaltı sonrası otobüse doluştuk. Bu gün epey bir yolumuz var. İki yüz kilometreye yakın yol gideceğiz. Bu sefer dün olduğu gibi dağlardan zig zaglar çizerek inmek yok. Kestirmeden bir yol izleyerek Budva’dan Tivat’a gelip, buradan da Lepetani Limanından vapurla karşı kıyıya geçerek, Kamerani limanına ineceğiz. Herceg Novi üzerinden Karadağ-Hırvatistan sınırına ulaşıp, tekrar Hırvatistan topraklarına gireceğiz. Metkovic denen yerden Hırvatistan-Bosna-Hersek sınırını geçerek Bosna topraklarındaki gezimize başlayacağız.

Tam ekran yakalama 20.11.2014 231932

Yol, düne göre çok eziyetsiz ama daha az yeşil diyebilirim. Yalnız vapur gezisi iyi oldu. Böylece kısa da olsa Kotor Körfezi üzerinde, denizden yolculuk da etmiş olduk. Herceg-Novi üzerinden sınıra rahatça ulaştık. Kotor körfezi gerçekten çok güzel bir doğa harikası. Keşke Herceg-Novi  (burayı sadece uzaktan gördük) ve Kotor şehirlerini  (burası hiç mi hiç yetmedi) daha fazla gezebilseydik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Dubrovnik’e tepeden son kez bakıp, Stedrica üzerinden Hırvatistan’ı terk edip Bosna-Hersek topraklarına girdik. Ama girmemizle çıkmamız bir oldu. Çünkü burası sadece 15 kilometrelik bir sahil şeridi ve Bosna-Hersek toprakları sayılıyor. Bu kısım, 1991-1995 Yılları arasında Hırvatların ve Sırpların, Bosna-Hersek’lilere yaptıkları eziyetlere (sayısını tam olarak söyleyemeseler de 100000 civarında olduğu düşünülen ölümler, soykırım, sistemli tecavüz, sebep oldukları göç hareketleri, sakatlıkları kast ediyorum) karşılık, tüm dünyanın, Bosna-Hersek’e denize ulaşması için bıraktığı sahil şeridi.  Sınırı Hırvatlar mı, Bosnalılar mı koruyor pek anlamadık ama burasının daha çok baş ağrıtacak bir bölge olduğu kesin. Umarım bir daha bu kadar büyük acılar ve insanlık ayıpları yaşanmaz (Not: Günümüz yılı 2014. 2010 yılında bu yazıyı yazarken var olan umudum hala katlanarak yaşadığımız acılarla gittikçe azalıyor). Burada Neum denen, Bosna-Hersek yerleşim yerinde durup alışveriş ettik.  Tekrar Hırvatistan topraklarına girdik ve Neretva Nehri ile ilk tanışıklığımız da bu bölgelerde başladı.

Villa Neretva adlı bir restoranda öğle yemeğimizi yedik ve kısa bir yolculuk sonrasında tekrar Hırvatistan topraklarını terk edip, Bosna Hersek topraklarına giriş yaptık. Yani sizin anlayacağınız 30 km içinde Hırvatistan ve Bosna-Hersek topraklarını birkaç kez girip çıktık.

mbosnia

Bosna topraklarına girdiğimiz anda kendim de bir huzur hissettim. Eminim bunu tüm gezi arkadaşlarım da hissetmiştir. Her yolculuk bana ve eşime birer macera olmuş ve hepsinden ayrı bir zevk almışızdır. Ama yurda her dönüşümüzde, (nereden dönersek dönelim ve o geziden ne kadar zevk almış olursak olalım) uçağımız Atatürk Havaalanına iner inmez içimizi her zaman bir huzur kaplamıştır. Her zaman “Ne olursa olsun, dünyanın en güzel ülkesi bizimkisi” demişizdir.  Bosna-Hersek topraklarına girdiğimizde işte tam da bu duyguyu hissettim. Bu duygum gezi sonunda biraz karmaşık bir hale dönüştü ama bundan daha sonra bahsedeceğim.

Neretva  Nehri 230 km uzunluğu ile Adriyatik havzasının en büyük nehridir. kısa bir bölümü Hırvatistan toprakları içinde (22 km) ve Hırvatistan ile Bosna-Hersek’in en önemli taze su kaynağıdır. Neretva Nehri Dinar Alplerinden doğup, Adriyatik denizine dökülüyor. Neretva Nehrinin, Hırvatistan topraklarında oluşturduğu deltalar çok güzel manzaralar yaratıyor. Bu deltanın büyüklüğü 12000 hektarlık bir alanı kaplıyor.

Bosna-Hersek, Balkanlar’da 51.197 km2‘lik yüzölçümü ve yaklaşık 4.500.000 kişilik (2013 yılında 3,829,307) nüfusu olan bir ülke. Ülke bir bütünü oluşturan üç etnik gruba ev sahipliği yapıyor: Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar. Ülkenin bu etnik zenginliği aynı zamanda yaşanan tüm acıların da sebebi. Ülke, yönetim açısından iki devletçiğe bölünmüş durumda, Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti.

Ülkenin para birimi Convertible Marka (BAM) ve 1 EUR=1.95 BAM.

SONY DSC

Ben Bosna-Hersek’in bu kadar da yeşil olacağını beklemiyordum doğrusu. Bir taraftan Neretva nehrinin türkuaz rengi, bir taraftan ağaçların yeşil rengi içinde ilerliyoruz. On sekiz kilometre sonrasında karşımıza Pocitelj adlı köy çıktı. Bu köy için, rahatlıkla Anadolu’nun bakımlı herhangi bir Türk köyü diyebilirsiniz. Camisi, hamamı, medresesi taş evleri ile tipik bir Türk köyü. İçindeki eski eserler 16-17. Yüzyıl dönemine ait Osmanlı eserleri.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otobüsümüz köyde durur durmaz, ellerinde meyve sepetleri ve hediyelik eşyalarla yerel satıcıların saldırısına uğradık. Dedim ya burası artık bizim diyarlar, Hırvatistan ve Karadağ’da hiç rastlamadığımız bu manzara bizim diyarda sıradan bir olay ve her yerde karşılaştık. Doğrusu ben şakır şakır Türkçe konuşan insanlar bekliyordum. Ama konuştukları sadece birkaç Türkçe kelime oldu. Bir de “Hurra Türkler geldi, bizim akrabalar geldi” havası, yüzlerde gülücükler açmasını da bekliyordum ama o da olmadı. Aslında bu hissi Bosna-Hersek’de gezdiğimiz tüm yerlerde hissetmedim değil. SONY DSC

Yerel rehberimizle buluştuk ve bizi Neretva Nehri kıyısında kurulu ve UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesi içindeki bu güzel köyü anlatmaya başladı. Bu köyde etrafta, Mostar ve Saray-Bosna’da daha çok hissedeceğimiz, yaşanmış kötü anılar kol geziyor. Yerel Rehberimiz de hiç bahsetmedi ya da ben kaçırdım ama Hırvatlar 1993 yılında buradaki Boşnaklar üzerine ciddi bir etnik temizlik yapmışlar. Şehrin tüm Osmanlıya ait eserleri ağır bir bombardımana tutulurken, Boşnaklar ya öldürülmüşler ya da toplama kamplarına sürülmüşler. Bu köyde gördüğümüz çoğu eser aslında orijinal değil ve savaş sonrası tamir görmüşler. Ancak ya ölen Boşnaklar? Onların çektikleri acılar? Onlar pek geri gelecek gibi değiller. Şimdi gezi sonrası anılarımı yazarken ve Bosna Savaşını çeşitli kaynaklardan tekrar okurken, gezi sırasında anlam veremediğim bazı şeyleri daha iyi anlayabiliyorum. Bu savaşı en son da geniş olarak yazacağım ancak sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; Bu köyde, Mostar’da ve Saraybosna’da gördüğümüz insanlar, eğer Müslüman Boşnaklarsa, bu insanlar hepimize kızgınlar, kırgınlar. Yanlış anlaşılmasın; Türk olduğumuz, Müslüman olduğumuz için değil, insan olduğumuz ve 20. Yüzyılın sonunda bu katliamlara izin verdiğimiz, seyirci kaldığımız için kızgınlar. Bence bu insanlar için Müslüman veya Türk olduğumuz pek bir şey ifade etmiyor, yaşanan yaşandı ve onlar yaşadılar. SONY DSC

Pocitelj’de bulunan kalenin tarihi 14 yüzyıllara kadar gidiyor ve 1471’de Türklerin eline geçmiş.

SONY DSCTürklerden kalan en önemli eser Hacı Alija Camisi (yapımı 1563). Caminin Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayrettin tarafından yapıldığı biliniyor. Cami Hırvatlarca ağır bombardıman sonrası yerle bir olmuş. Şişman İbrahimpaşa Medresesi ile birlikte yeniden inşa edilmiş. Caminin içindeki Türk işi kalem oymaları da bu bombardımandan nasibini almış. Savaş sonrası caminin onarımını üstlenen Suudilerce caminin dışı aslına uygun yapılmış ama içindeki restorasyonda Türk işi kalem işleri yerine, Suudi izleri verilmiş. Makedonya’da ya da Arnavutlukta gördüğüm camilerin güzelliğini ve sıcaklığını ben bu camide pek hissedemedim. Hacı Ali Cami10-001

Saat kulesi, burada diğer önemli bir yapı ve 16-17 yüzyıllarda yapılmış. 1664’de burayı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin yazdığına göre bu kuledeki çan Girit’ten getirilmiş ve ağırca bir çanmış. Ancak bu çan, 1878’den beri bu bölgeyi ele geçirmiş olan Avusturya-Macaristan imparatorluğunca, 1917 yılında silahlara kurşun elde etmek için eritilmiş. Yani bugün saat kulesinde çan yok.

Pocitelj’in bir diğer özelliği de 1970’lerde burada artistler kolonisinin bulunduğu Gavran Kapetonovic Evi’nin varlığı. Bu ev de bombardımandan nasibini almış ve yeniden yapılmış ve 2003’de yeniden açılmış ve dünyanın dört bir yanından gelen 2000 civarı her daldan sanatçı,  bu kolonide yeniden toplanıp savaşı protesto etmişler.

IMG_2568Her zaman olduğu gibi bu bilgilenmeler ve gezi sonrasında, yarım saat kadar süren bir serbest zaman verildi. Bizim iki hedefimiz var; surlara ve saat kulesine kadar çıkabilmek ve Pocitelj’in girişinde Türkçe olarak yazan “Türk çayı bulunur” yazısı bulunan yerde demli bir çay içmek. Zaman kısa olduğundan biz hanımla surlara ama Türk evlerinin bulunduğu tepelere doğru yöneldik. Diğer bir gezgin grubun hedefi ise surların kulesi. Manzara harika. Neretva Nehri gördüğüm en güzel nehirlerden bir tanesi. Fotoğrafları çektik ve aşağıda çay içeceğimiz kafede buluştuk. Büyük beklenti ile çayları söyledik ama hey hat! Gele gele sallama çay geldi. O da bir sallamadan 4 çay çıkartmışlar gibi açık ve tatsız. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadık.

Otobüsün bu sefer ki rotası Blagaj. Burası ise benim Bosna-Hersek içindeki favori yerim. Fotoğraflarda gördüğüm kadarı ile buraya herkes bayılacak. Blagaj, Mostar’ın 20 km güneydoğusunda yer alan bir kasaba. Burasının önemi Buna Nehrinin kaynağı olması. Buna Nehri, dağın içinden geçip 200 metre yükseklikteki sarp kayalıktan dışarıya çıkan küçük bir nehir. Dokuz kilometrelik batıya doğru bir akış sonrası Neretva nehri ile birleşiyor. Bu doğa harikası yanına 1520 yılında, Mostar Müftüsü olan Ziyauddin-Ahmed ibni Mustafa döneminde bir de derviş tekkesi yapılmış.

SONY DSC

Blagaj’a kısa bir yolculuk sonrası vardık ve otobüsümüzü yeni ve eski mezarların bulunduğu bir mezarlığın karşısında park edip, bir müddet yürüdük. Suyun olduğu her yer bir başka güzel oluyor. Dar ama ağaçlarla ve eski taş evlerle dolu bir yolun sonunda Derviş tekkesine geldik. Su dağı delip, adeta fışkırırcasına çıkıyor. Tertemiz suyun tadına baktık. Sonrasında Karşı kıyıya geçip, tekke ve suyun çıkışını bol bol fotoğrafladık. Burası tam beklediğim gibi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Blagaj mezar3Sonrasında otobüsün yanına döndük. Daha evvelden dikkatimizi çeken mezarlığa bir göz atmak için girdik. Burada ataların eski mezarları yanında çok sayıda yeni mezarda mevcut. Tarihler 1990’lı yıllarda kümelenmiş gibi. Aslında sonradan Mostar’da ama en fazla da Saraybosna göreceğimiz çok sayıda mezarlığın habercisi olan bu mezarlıkta, her mezarda olan hüzünden daha fazlası vardı.

Bugünün en son ziyaret yeri, geceyi de geçireceğimiz Mostar. Mostar, Bosna-Hersek’te Hersek bölgesinin en büyük şehri ve Bosna-Hersek Federasyonu’na bağlı Hersek-Neretva Kantonu’nun idarî merkezi olan şehir. Neretva Nehri’nin kıyısında yer alan Mostar, Hersek’in başkenti. 105.000 nüfuslu şehir, Bosna-Hersek’teki iç savaş sırasında büyük zarar gördü. Şehirden ismini alan ünlü Mostar Köprüsünü ben Sırpların yıktığını sanıyordum. Ama Hırvatlar tarafından yıkılmış. Yani savaştan Sırplar nedeni ile acı çeken Hırvatlar, Sırplarla anlaşarak Boşnaklara beraberce acı vermişler. Geçen gün bir yazı da Hırvat Devlet Başkanının, Boşnaklara verdikleri acı için, Boşnaklardan özür dilediğini okumuştum. Ölenleri geri getirmez ve kalanları da ne kadar avutur bilmem ama sonradan özür dileneceğine, özre sebep olacak işler yapmamak lazım (bu satırları yazarken televizyonda geçen alt yazıda, Kırgızistan’da Özbeklere karşı yapılan saldırıları ve en az 124 kişinin öldüğünü yazıyordu. Bu insanoğlu hiç ama hiç akıllanmayacak!) Savaş sırasında şehrin etnik yapısı değişti. Müslümanlar Mostar’ın doğusunda, Hırvatlar batısında yaşamaya başladı. Sırpların çoğu ise şehirden ayrıldı.

IMG_2712Mostar’a girer girmez bizi mezarlar karşıladı. Bu şehrin mezarlığı o kadar çok ki! Her yerde hala hasar görmüş binalar var. Binaların bazıları kurşun yemekten delik deşik olmuş. Savaşın kötü yüzü her yerden, açık seçik bize bakıyor.

Mostar’daki otelimiz Bristol Otel. Eski şehre uzak ama yine de yürüme mesafesinde. Otele yerleştik ve kısa bir dinlenme sonrasında yemeğe indik. Yemek sonrası ise Mostar’ı gece keşfine çıktık.

Mostar körüsü gece8

Yirmi dakikalık bir yürüyüş sonrasında eski Mostar’a vardık. O güzelim Mostar Köprüsü karşımızda tüm güzelliği ile duruyor. Mostar Köprüsünü uzaktan gören bir noktadan fotoğraf çekerken, mermer üzerine İngilizce olarak yazılmış bir yazı fark ettim; “Don’t Forget-Unutma”. Bosnalılar acı günleri unutmak ve unutturmak niyetinde değiller.  Mostar unutma yazısı (2)Eski Mostar’ın Baş Çarşısının Arnavut kaldırımlı sokaklarında, kapalı olan dükkanları seyrederek yürüdük. Köprünün aşağısında Mostar’lı gençler toplu halde bir yandan içip, bir yandan da şarkılar söylüyorlar. Sözlerini anladığımız bir şarkı değil, belki hüzün belki de aşkı anlatıyor. Ortam güzel, ışıklandırılmış Mostar köprüsü karşımda, Neretva nehri müzik sesini bastırmak istercesine uğultulu akıyor. Daha ne isterim ki!

Yarın Mostar Şehri gezilecek, sonrasında ise son konaklayacağımız şehre Saraybosna’ya doğru hareket var.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru-

İlk yayın tarihi :14.06.2010

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi .21.11.2014 Saat 00:45

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

HIRVATİSTAN, KARADAĞ, BOSNA-HERSEK GEZİSİ-Giriş

IMG_2892

Teoride her şey güzeldi.

SONY DSCBaharın son günlerinde, iyi bir programla ve olabilecek en ucuz fiyata ne zamandır gezi programımızda olan üç ülkeyi, Hırvatistan, Karadağ ve Bosna Hersek’i turistik amaçla ziyaret edecektik. Başlangıçta 15 gezginle yola çıktık. Programları ince ince hesaplamalarla yaptık. Yaklaşık 3 ay boyunca bize butik tur hizmetini verebilecek olan Hırvatistan ağırlıklı firmalarla yazıştık. Hemen başlangıçta söylemeliyim ki eğer kendiniz bir grup arkadaşla bu ülkelere seyahat planlıyorsanız, çelik gibi sağlam sinirleriniz olmalı. Hırvatlar insanı çıldırtıyorlar, Nuh deyip, Peygamber demiyorlar. Hırvat tur şirketinin beni çıldırtan son hareketi ise çift kişilik yataklı oda için ayrı, aynı oda da iki yatak varsa farklı fiyat talep etmesi oldu. SONY DSC

Grup sayımız da 9 kişiye inince kendimizin yapacağı turun fiyatının pek de ucuza gelmediğine karar verdim. Sonunda arkadaşlarla bir Türk firması (Koptur) ile gitmeye karar verdik. Bu şekilde 1695 EU’ya 9 gece 10 gün süreli Hırvatistan-Karadağ-Bosna Hersek’i içine alan ve yemekleri, uçak biletleri içinde tura çıktık. Bizim programda fazladan 1 gece ve 2 gün vardı ve Karadağ da biraz daha fazla kalıp, Hırvatistan’da Krka Şelalesini, Hvar adasını ve Bosna Hersek’te de Saray Bosna’yı daha fazla bir zaman diliminde gezebilecektik. Ancak sayımız azalınca fiyat-performans ilişkisi uygun olmadı. Sonunda söyleyeceğimi başta söylemeliyim ki, seçtiğimiz tur şirketinin performansı çok iyi çıktı ve aslında zor bir programı bir-iki küçük aksaklık dışında başarı ile hallettiler. Çoğunlukla çok iyi otellerde kaldık. Özellikle öğle yemekleri için çok iyi yerler seçilmişti.

SONY DSC

Gezdiğimiz ülkeler ve şehirler muhteşemdiler. Eğer bu ülkelere ziyaret planlıyorsanız mutlaka Mayıs ayında planlama yapın derim. Denize girme şansınız belki azalır ama yeşilden gözlerinizin kamaşacağına, doğanın size sunduğu cömert pozlar karşısında nereyi fotoğraflayacağınızı şaşıracağınıza emin olmanızı isterim.

SONY DSC

Evet sevgili sanal gezginler, bir geziyi daha bitirdik. Her gezi sonrası yaptığım gibi gezi anılarımı dostlarımla paylaşmak için çektiğim fotoğrafları ayıkladım, bilgileri yeniden derledim ve anılarımı sizlerle paylaşmaya hazırım. Aslında kendime olan anı yazılarımı, sabrınıza sığınarak, sizlere paylaşıma açtım. Tabii ki okumak isteyene ya da bir gün gidersem lazım olur diyene..

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

İlk yayın tarihi  25 Mayıs 2010,  Saat 22:41

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 29.10.2014 Saat 00:20

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.