Lavantaya Gönül Veren Dostlar Arasında

IMG_8769.JPG

………………………………………………………

Ufuklara bakakalan bir çift göz
Ve içimden geçen bin bir söz
Hüzün yazıyor kalem, böyle anlarda
Özlemlerim dolaşıyor
Mor çiçekler soluyor nefesim
Bir güzel kadın düşümde deniz deniz
Kokusunda lavantaların…

Nevin Kalafatoğlu

IMG_8668.JPG

İnternette, içinde lavanta geçen ne kadar çok şiir olduğunu bir bilseniz şaşarsınız…Yukarıdaki şiir gibi, beğendiklerimden bir tanesini sizlerle paylaştım diğerlerini ise kaydettim bir taraflara. Kokusu, rengi, görünüşü ve yıllardır kullanım yaygınlığı ile aşklara, şiirlere konu olmuş lavanta çiçeği…

Nereden çıktı bu lavanta merakı derseniz, Fransa’nın Provence Bölgesinden çıktı. Benim gezilere başlangıcım, genelde, hayranlık uyandıran bir fotoğraf sayesinde olur. Fransa’nın Provence Bölgesinde lavanta tarlaları ile ilgili şurada burada müthiş fotoğraflar görüp duruyorum ve bu bölgeyi de mutlaka bir gün göreceğim. Ama son zamanlarda Türkiye’nin Kuyucak Köyü’nden de benzer fotoğraflar görüp duruyordum. Bu sene farklı bir program vardı ama kattım araya lavanta zamanı Kuyucak Köyünü de ve sizlerle paylaştım izlenimlerimi.

IMG_8680.JPG

Isparta’ya 47 kilometre uzaklıkta olan Kuyucak Köyü, Torosların eteğinde yüksek bir tepeye kurulmuş, etrafındaki yamaçların ve ovaların çoğu lavanta tarlalarıyla çevrili şirin bir köy. Kıraç ve susuz arazileri yüzünden yıllar önce göç vermeye başlayan Kuyucak Köyü’nün kaderi, bir adam sayesinde tersine dönmüş. Bölgeyi 1971’de lavanta tarımıyla tanıştıran kişi, dönemin Fransız firması Robertet ile Türkiye’de Gül Yağı Fabrikası ortaklığı yapan Zeki Konur. Fransızlarla ortaklığı babası başlatıyor aslında. Benim bu gezide tesadüfen tanıştığım ve bilgisine inandığım bir arkadaşın anlatmasına göre,  Zeki Konur Fransa’ya eczacılık okumaya gitmiş ve lavanta ile orada tanışmış. Fransa’dan melez lavanta olarak adlandırılan Lavandula İntermedia türüne ait Super çeşidini de ithal etmiş. Kuyucak Köyü başta, Keçiborlu’da bazı arazileri ekim için kiralayarak lavantanın bu türünü ektirmiş ve sonradan bu ürünleri onlardan satın almış. Belli bir süre bu kiralama ve ekim işi devam etmiş. Bu arada ürün zahmetsiz ve araziye uygun, parası da çok olunca diğer köylüler de lavanta ekimine geçmişler. Başlangıçta ekim yapılan Aydoğmuş ve Kuyucak Köylerini, Kuşçular, Çukurören ve Özbahçe köyleri takip etmiş. Yani sizin anlayacağınız yörede lavanta dikim alanları 40 yılda 15 dekardan 3000 dekara ulaşmış. Bugün Kuyucak köyünde tarım arazilerinin yüzde 75’i lavantayla kaplı. Türkiye’nin lavanta üretiminin % 93 lük kısmını bu yöre karşılıyor. Bugün köyde Birleşmiş Milletler destekli bir kalkındırma projesi uygulanıyor. Son zamanlardaki geniş medya yazıları sayesinde de Kuyucak Köyü iyice meşhur olmuş. Ben Kuyucak Köyü gezimde bir yerlerde bu insan anısına bir tabela ve hatırlatıcı bir anıt göremedim. Belki vardır, bilemiyorum. Ne olursa olsun, Zeki Konur’a bir vefa borcu var yöre insanının.

IMG_8677

Bizim ülkemize getirilen lavanta türü, hibrid bir tür. Verimi yüksek ama makbul olan Fransa’nın Provence Bölgesinde ekilen lavanta türü, Lavandula Angustifolia adlı bir tür. Daha az verimi var ancak kozmetikte daha çok tercih edilen türmüş. Bunların da alt türleri var ama rengi genelde bizimkinden daha koyu ve daha yoğun kokuya sahip.

lavandula-angustifolia-vicenza-blue-o9930-1.jpg

Lavandula Angustifolia

Yani demem o ki, galiba, o masmavi ya da daha mor lavanta türü değil bizim buralardaki lavanta türü. Lavanta bitkisi, 1 metreye kadar boylanabilen, yarı çalımsı, çok yıllık bir bitki. Lavanta bölgede özellikle haziran ayı içerisinde çiçeklenmeye başlıyor ve çiçeklenme kademeli olarak yaklaşık 45-50 gün sürüyor. Temmuz ortasından ağustos ortasına kadar lavanta biçiliyor. İlk hasat kuru çiçekte kullanılırken, yağ üretimi için geç biçim yapılıyor. Lavanta bitkisinin ekonomik olarak kullanılan kısmı ise çiçekleri. Bitkinin çiçek ve çiçek saplarından elde edilen uçucu yağ, dünyada ticareti en fazla yapılan 15 uçucu yağdan birisi.  Uçucu yağ kalitesi bu bileşenlerden linalil asetat oranına göre belirleniyor ve bizim ekili melez türden daha fazla yağ elde edilmesine rağmen, linalil asetat oranı düşük olduğundan kozmetikteki kıymeti düşük. Bu lavanta türü daha çok sabun ve suyundan tonik elde etme amaçlı kullanılıyor. Yani Lavandula Angustifolia türü pahalı kokularda bulunan lavanta türü. Bizimkini ise daha çok sabun, şampuan içine katmak için alıyorlarmış.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ne olursa olsun Kuyucak Köylülerinin girişimlerini ve lavantaya bu kadar sahip çıkmalarını çok önemsiyorum. İlaç sanayinden kozmetiğe, gıdadan parfümeri sektörüne kadar pek çok kullanım alanı bulunan lavantaya sahip çıkmaları ve iyi bir reklam sayesinde dışarıya olan göçü tersine çevrilmiş. Köye başka bir canlılık gelmiş. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kuyucak Köyüne Pazar günü gittim. Gördüğüm tur otobüsleri ve kalabalık anlatılacak gibi değil. Yalnız bu köyü bulmanız gerçekten zor. Keçiborlu’yu geçtikten sonra “Oto Sanayi” yazan tabelayı takip edip oraya sapmanız gerekiyor. Benim gibi, bir an “Ne işim var burada?” izlenimi yaşasanız da, bozuk bir yoldan ve köprü altından geçip, yaklaşık 5 km kadar sonra Kuyucak Köyüne ulaşıyorsunuz. Önce Kılıç Köyünü geçiyorsunuz sonra da Kuyucak köylülerinin tarlaları başlıyor zaten.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ben de kalabalığı ilk gördüğüm tarlada durup bol bol lavanta fotoğrafı çektim. Rengi beklentimin altında, “ya koku?” derseniz, koku alacağım diye zorlamak lazım. Ama görüntü güzel ve fotoğrafik.

Bu arada 1 hafta kadar önce o yörede gezmiş olan Teoman Cimit arkadaşımı arayıp önerisi var mı diye sordum. İyi ki sormuşum ve o da sağ olsun bana yöreden bir isim ve telefon numarası verdi. Günüm çok renklendi sayesinde. Bana verilen numarayı aradım ve telefona çıkan Hasan bey isimli Keçiborlulu birisinden Kuyucak lavanta tarlaları için tavsiyelerini sordum. Söylediği “Orayı gezin ama ben sizi daha güzel bir lavanta tarlasına götüreceğim” oldu. Kendisi ile 1 saat kadar sonra Kılıç Köyü’nde buluşmak üzere randevulaştık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yola devamla Kuyucak Köyüne geldim. Köyün girişinde Kadın Girişimciler Kooperatifi var. Burada köyü ziyarete gelenlere hem yemek hizmeti sunuluyor ve hem de lavanta ürünleri satışı yapılıyor. Köy, şirin bir köy. Evlerin çoğu lavantaya atfen mor renge boyanmış. Kerpiçten, avlulu evleri ile köy gibi bir köy! Her evin önünde lavanta ve ürünleri satılıyor. Lavantadan taçlar yapılıyor. lavanta yağı, sabunu, suyu, kurusu satılıyor. İş, lavanta balı üretimi, lavanta dondurması, lavanta çayına kadar ilerletilmiş. Her tezgahın önünde ise müşteri var.

IMG_8721

Hemen köyün kahvesine gidip, ziyaretçileri büyük bir memnuniyetle seyreden köy halkı arasına karıştım. Benim esas ilgilendiğim onların ne gördüklerini öğrenmek ve onlarla temasta bulunmak. Mutlaka güzel bir şeyler çıkar köyün kahvelerinden. Güzel sohbetimiz oldu, çaylarını içtim. Memnuniyetlerini dinledim. Birisi ne meslek yaptığımı sordu. “Doktorum, İstanbul’dan geldim” dedim. Bir an da kahve halkı ayaklandı ve başıma üşüştüler. Belli, herkesin sağlık sorunu var. Ne doktoru olduğumu sordular. “Çocuk Doktoruyum” dedim. Bir anda hepsi tekrar yerine oturdular. Biraz bozulsam da, tatilimde meslekle ilgili sorunlarla karşılaşma olasılığının kaybolduğuna sevinmedim değil 🙂 Belli köy halkının nüfusu yaşlı ve çocuk sayısı az… Bir tanesi bir umut sordu; “Benim dizlerim çok ağrıyor. Ne yapsam doktor bey ?” Ben de “lavanta yağı iyi geliyormuş ya! Sürmüyor musun? ” demiş bulundum. Amcamın gözlerinde bir hınzır gülüş gördüm ya! Hayra yordum 🙂

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kuyucak Köyüne gelince lavanta çayı ve dondurmasını yemeyi tavsiye ediyorlar. Ben de “Bu sıcakta çayı boş ver, dondurma ye!” dedim kendi kendime ve bir yere oturup dondurma sipariş ettim. Yediğim güzel bir dondurmaydı ama lavanta kuruları dışında lavanta tadı pek alamadım. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu yazdıklarımdan kimse olumsuz bir anlam çıkartmasın. Bu köy sadece sadece insanlarının sıcaklığı, samimiliği ve köyünün güzelliği için bile gidilesi bir köy. Lavanta tarlaları ise gerçekten güzel ve özel. Ama Fransa’nın Provence Bölgesinin lavanta tarlalarının sadece fotoğraflarını görmüş bir kişi olarak da aynen orası gibi demek olmaz benim için.

IMG_8767-001.JPG

Hasan Ali Erken beyle Kılıçlar Köyü kahvesinde buluştuk. Sanki 40 yıllık dostmuşuz gibi de arkadaş olduk. Kendisinin göstereceği lavanta tarlası için yollara düştük. Keçiborlu’yu geçtik ve ana yoldan saptık. Anam! Arabayı yeni almışım.. Daha yeni 1000 km yapmışım! Girdik mi stabilize yollara.. Bata çıka gidiyoruz. Biliyorum bunun sonunda mutlaka bir güzellik çıkacak ama Allah var, kendime de söyleniyorum arabayı soktum bu yollara, lavanta göreceğim diye!!

IMG_0081.JPG

Bu yolların arabaları bunlardır işte 🙂

Yaklaşık 15-20 dakikalık bozuk yoldan gittik (bizim arabalar için tabii.. Gözünü seveyim Renault Broadway’lerin, Tofaşların..Tam bu yolların arabaları 🙂 ). Neyse Hasan bey bir tarlada durdu. Ağzımdan kocaman bir “Vayyyy” çıktı. Aşağıda gerçekten göz alabildiğine uzanan lavanta bahçesi. Renk daha koyu! Bu sefer başladım hoplamaya, zıplamaya, Hasan beye de beni buraya getirdiği için teşekkür etmeye!

IMG_0118.JPG

IMG_0079

Gerçekten 20 dönüm alana yayılmış bu lavanta bahçesi daha güzeldi. Bu arada hava bozdu, yağmur yağdı ama bu bile keyfimi hiç mi hiç kaçırmadı..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_8796.JPG

Beni esas sürpriz, bundan sonra bekliyordu. Hasan bey eğer istersem gül yağı ve lavanta yağının geleneksel yöntemlerle elde edildiği bir yere göndereceğini söyledi. Daha Kaş’a 4 saatlik yolum var, saat oldu 17:00! Çok gecikeceğim, karanlıkta araba kullanmaktan nefret ederim. Ama yine kuralı bozmadım. “Bu insanlar bir şey diyorlarsa dinleyeceksin oğlum Ümit!” diyerek tarladan da 15 km ötede, Güneykent teki Hasan beyin ortağı İsmail Baltacı’nın gül ve lavanta yağı tesisine doğru yola düştüm.

IMG_8855.JPG

Bir yere kadar Hasan bey önde, ben arabamla arkada yol aldık. Sonra o bana yolu tarif etti ve onunla iki samimi dost gibi sarılıp ayrıldık. 15 km sonunda yol kenarında İsmail bey beni karşıladı ve aslında evi olan küçük işletmesine götürdü. Önceleri bir şeye benzetemediğim yerin sonradan aslında bir hazine olduğunu fark ettim. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Dünyanın en tatlı insanları ile karşılaştım burada. İsmail bey kayınpederinin mesleği olan geleneksel yöntemle elde ettikleri gül yağı ve suyu elde etme sistemini devam ettiriyor. Yanında bir başka tatlı insan, komşusu Veli beyle birlikte yapıyorlar bu işi. İsmail bey halen kütüphanede çalışıyor ve işini daha çok hafta sonları yapabiliyor. Kayınpederinden öğrendikten sonra, artık en azından bu köyde, kimsenin yapmadığı bir işi devam ettiriyor. Civarda ne kadar eskiden kalmış ve artık kullanılmayan damıtma ibriği varsa toplamış ve 7-8 tane havuzda gül ve lavanta yağı,  gül suyu ve lavanta suyu elde ediyor. Buradaki her alet en az 70-80 yıllık.. Fazlası var eksiği yok. Bu ibrikleri artık yapan da yok!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Olay kısaca şu; Bu ibrikler içine gül ya da lavanta artık ne elde edeceklerse atılıyor. Altta odun ateşi ısıtılıyor. Buharlaşan ürün soğuk havuz içinden borularla geçirilip yoğunlaştırılıyor. Sonra da bir damacanada toplanıyor. Bu yöntemle elde edilen ürün daha yoğun ve doğal oluyor. Gerçekten burada elde edilen yağ daha koyuydu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha bitmedi. Hasan ve İsmail bey bir şekilde bir araya gelmişler. İsmail bey işin geleneksel tarafında ama ortağı Hasan bey ise yurt dışı görmüş işin pazarlama tarafında. İsmail beyin elde ettiği gül yağını yurt dışına yollamış ve buradan talep olmuş. Ondan sonra da İbrahim bey civarda kullanılmayan ne kadar eski ibrik varsa peşine düşmüş. 5-6 tane havuz yapabilmişler. Küçük ama kaliteli ürünle, civarda aynı işi yapanlara göre 5-6 kat daha fazla kazanabiliyorlar. Bana gönderdikleri gül yağının kullanıldığı dünyaca meşhur parfümlerin örneklerini gösterdiler, inanamadım!! 

IMG_8847.JPG

Gider ayak dondurmalarından da yedim. Rengi bile farklı, kokusunda ise lavanta kokusu vardı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İsmail ve Veli dayıya bir güzel sarıldım, teşekkür ettim ve yoluma düştüm. Kuyucak Köyü diye çıktım ama tesadüfen kaybolmaya yüz tutmuş bir olaya şahit oldum. Bu iki güzel insan, Hasan ve İsmail beyler iş ortakları olarak birbirlerini öyle güzel tamamlamışlar ki, insan hayranlık duyuyor. Tanımadığı bir insanı kolundan tutup, zaman, benzin harcayıp kendi güzelliğine ortak eden kaç insan kaldı bu ülkede? Bir günaydını, bir selamı esirgeyen, gönlü ayrı, aklı ayrı insanlarla dolu çevremizde bu insanların varlığını hissetmek, onlara dokunmak ne kadar hoş geliyor insana! Aslında Hasan, ibrahim ve Veli dayıya öncelikle insan kaldıkları için teşekkür ettim ve yol boyu da düşündüm. İnsan yolda yalnızken ne kadar düşünüyor bir bilseniz!

Gezekalalım ve hep dostlarla kalalım…

18.07.2017 Saat 00:17

 

 

 

 

Hızırlar ve Bilgeler Coğrafyasında-Yazılı Kanyon’dan Kasımlar Köyü’ne

P4290097-001.JPG

Eğirdir’de kaldığımız motelde, Eğirdir gölüne karşı kahvaltımızı yaptıktan sonra Eğirdir içinde kısa bir yürüyüş yaptık. Eğirdir’in sonradan birbirine bağlanmış iki adasını araçla şöyle bir turladık. Sonra da Aksu’ya doğru yola düştük. Eğirdir, Aksu arası yaklaşık 30 km. Aksu’ya Zindan Mağarası için gidiyoruz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Aksu yolu üzerinde, Eğirdir’den 7 km kadar sonra Bağarası denen bir mevkide tam 800 yıllık bir Türkmen geleneği yaşatılıyor. Burada bulunan mesire yerine tarihi bir pazar kuruluyor; Pınar Pazarı. Bu pazarda yüzlerce yıllık hasat bayramı geleneği devam ediyor. Yöredeki dağ köylerinde yaşayan Yörükler için bir nevi buluşma yeri olan pazarda, canlı hayvan ve diğer ihtiyaçların alışverişi yapılırmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Aksu ilçesine 2 km uzaklıktaki Zindan Mağarası‘nın Toplam Uzunluğu 760 metre. Romalılardan bu yana bilinen ve kullanılan bir mağara.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

anamas32Bu mağara şu sıralar tadilat nedeni ile kapalıymış. Biz de Yusuf’un girişimleri ile girebileceğimizi düşünmemize rağmen aksilik sonucu ziyaret edemedik. Bunun yerine civarda epey bir vakit geçirdik.

Zindan Mağarasının önünde 2 metre yüksekliğe sahip Köprüçay Tanrısı Eurymedon heykeli bulunuyormuş. Şimdi bu heykel yerinde değil, müzede. Ama heykelin bulunduğu niş gözüküyor. Zindan Mağarası önünde Eurymedon Kutsal Alanı var.

Mağara önünden Aksu Çayı akıyor.

P4290024.JPG

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Aslında Eğirdir’de yaptığımız sıkı kahvaltı nedeni ile pek acıkmasak da öğle yemeği için Pınargözü Alabalık Tesislerine gittik.  Bu ne menem iştir anlamadım! Acıkmadık diyoruz ama sonuna kadar yiyoruz, daha var mı diye sağa sola bakınıyoruz.. Burada tereyağlı çok güzel bir alabalık geldi. Aksu Çayının soğuk suları içinde alabalık daha bir lezzetli oluyor. Buralardaysanız öğle yemeğini burada yemek size güzel gelecektir. Tesis sahipleri çok tatlı insanlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Öğle yemeğimiz sonrası Yazılı Kanyona doğru gitmek üzere yollara düştük.

Tam ekran yakalama 11.05.2017 211130

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yazılı Kanyon’a benim üçüncü gidişim. Buraya her gelişim, ilk gelişim gibidir. Bu mevsimde, Göksu Irmağı kaynağı olan türkuaz renkli sulara paralel yürüyüşe doyamam.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_3803.JPG

Burayı gezerken tek üzüntü kaynağım, İS 50-138 yılları arasında Hierapolis’te doğup Yunanistan’ın Epirus bölgesinde ölen ünlü filozof Epiktetos’un bir şiirinin bulunduğu ve kanyona adını veren yazıtın tahrip edilmiş görüntüsüdür.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

“Arkasında define vardır” diyerek tahrip edilen yazıtın bu halini her gördüğümde, yapan vandallara lanet okurum.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Aziz Paul’un Perge’den Pisidia Antiokheia’ya giderken geçtiği bu kanyonda yürürken doğanın verdiği huzur vazgeçilmez bir duygu olduğundan, bu bölgeye ne zaman gelsem Yazılı Kanyon’a mutlaka uğrar, 1.5 km kadar olan bu yolu yürürüm. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burası ile ilgili yazıyı daha önce uzun uzun yazdığımdan, tekrara girmemek adına, burada noktalamak istiyorum. Meraklısı (https://gezekalin.com/2014/05/27/toroslarda-baharyazili-kanyon/) linkinden ayrıntılı bilgiye ulaşabilir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yazılı Kanyon ziyareti sonrasında konaklama yapacağımız Kasımlar Köyü’ne doğru yola çıktık. Bu yol üzerinde Adada Antik Kenti, yılkı atlarının serbestçe dolaştığı Yeniköy ve Kızılova bölgesi ve Tota Dağı Orman İşletme tesisi gibi yerlerin ziyaretleri de olacak. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Esas hedefimiz Yeniköy ve Kızılova’da yılkı atlarını bolca fotoğraflamak ve Tota Dağı, Dedegöl Dağı manzaralarını, ışığın en güzel olduğu saatlerde görebilmek olduğundan Adada Antik kentinde çok oyalanmadık. Burasını da daha önce uzun uzun yazmıştım https://gezekalin.com/2014/06/01/toroslarda-baharadada-antik-kenti-tota-dagi-kasimlar-koyu/).

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kasımlar Köyü’ne doğru giderken coğrafyanın değiştiğini hissediyorsunuz. Artık etrafta hakim olan ağaç türü ardıç ağacı. Ardıç Ağacı suya dayanıklı, geç büyüyor, uzun yaşıyor. “Ardıç Ağacı ormanı geç terk eder” diye bir söz varmış. Bu ağacın dayanıklılığı ifade eden bir söz. Ben bu bölgedeki ardıç ağaçlarını seviyorum. Arada gördüğümüz Ahlat Ağaçları da çiçeğe bezenmişler.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Genç ve sağlıklı iken hizmetini aldıkları atlar yaşlanınca, onları beslemenin maddi yükünden kurtulmak üzere sahipleri tarafından doğaya salınan ve kendi kendine yetmesi istenen atların, zaman içinde birbirleri ile çiftleşerek sürüler oluşturduğu yılkı atları, Yeniköy ve Kızılova mevkinde özgürce dolaşıyorlar. Daha evvelki senelerde de bolca fotoğrafladığım yılkı atlarına, bu sene daha da yaklaşma imkanım oldu. Zayıf, çelimsiz ve yaşlı olsalar da seviyorum ben yılkı atlarını. Arada dolaşan tayların da aslında albenisi yok. Ancak doğada ve özgür dolaşmalarının bir başka güzelliği var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kızılova’da bu sene yılkı atlarını az gördük. Ama bu ovanın doğal güzelliği yılkı atları olmadan bile bir başka oluyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kasımlar Köyü’nde sevgili Abdurrahman Kökdoğan’ın işlettiği St Paul Pansiyon, bu geceki konaklama yerimiz. Oraya varmadan önceki son aktivitemiz Tota Dağı Orman İşletmeye ait alanda biraz vakit geçirmek olacak. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burası rotamız üzerindeki bir başka sevdiğim yer. Kasımlar Köyü’ne yakın, orman işletmeye ait bir tesis. Bahçesine bayılıyorum. Burada kısa bir mola verip, patika yoldan Tota Dağı tepelerine doğru yürümeniz mümkün. Benim için burası kırmızı laleler açısından önemli. Burada geçen sene gördüğüm laleleri tekrar görebilmek umuduyla hemen yürüyüşe başladım. Ama Uluborlu’da kiraz çiçekleri için geç, Tota Dağında kırmızı laleler için erken bulunmuşuz anlaşılan. Her yer çuha çiçeği dolu, ama boyu küçük, kırmızısı gördüğüm en can alıcı kırmızı olan lalelerden eser yok. Muhtemelen 15 güne her taraf bu çiçeklerle dolar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda konaklayacağımız pansiyona vardık. Sevgili Abdurrahman, eşi ve kızı bizi karşıladı. Burada daha önce iki kez kaldık. Kendinizi evinizde hissedebileceğiniz bir yer. Güzel yemekler eşliğinde günün muhasebesini yaptık. Yemek sonrası bir ufak bir yürüyüş bile yaptık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Evet sevgili sanal gezginler..Bu gezi yazısını da burada noktalamak istiyorum. Dördüncü gün Köprülü Kanyon ve Tazı Kanyonu gezileriydi. Ama doğrusu bu bölümü başka bir gezi sonrası yazmak istiyorum. Neden derseniz, hakkını veremedik. Ama bir daha ki gezimizin başlangıç yeri mutlaka Tazı Kanyonu olacaktır.

Bu gezide öğrendiğim bu yöre sözünü, bu yazı dizisinde bir yerde mutlaka kullanmak istiyordum . Bu son yazıda kullanmak en iyisi herhalde. “Keçinin meşeye ettiğini, külü derisinden çıkarır”. Bir zamanlar sumak yaprağı ve meşe külü deri tabaklamakta kullanılırmış. Yani keçi derisinin hırpalanmasıyla, canlı iken yaptıklarının cezasını görür. Daha da açıkçası doğaya verdiğin zarar bir gün mutlaka, zarar verene geri döner. 

Doğa ve tarih bizim değil. Onlar bize emanet. Gelecek kuşaklara en iyi şekilde emaneti iletmemiz lazım. Onları koruyalım…

Lütfen.

Gezekalın ve dostukla kalın..

Dr Ümit Kuru

12.05.2017 Saat 01:32

18221978_10154718054373981_6325424573058806904_n.jpg

Hızırlar ve Bilgeler Coğrafyasında-Uluborlu Sakuraları-Eğirdir Gölü

 IMG_9186.JPG

Bu gezimizin iki amacından bir tanesi de, ülkemizde en kaliteli kirazların yetiştiği yerlerden olan Isparta’nın Uluborlu ilçesinde kiraz çiçeklerini görebilmekti. Aslında aynı gün Kuyucak Köyü’nde zambak tarlalarını da görecektik. Ancak kötü giden hava şartları zambakların açmalarını geciktirince, programdan bu bölümü çıkartmak zorunda kaldık. Kuyucak Köyüne lavanta zamanı, Temmuzda, gitmemiz şart oldu. Keçiborlu’nun Kuyucak köyü, Fransa’nın Provence bölgesini aratmıyor diyorlar.

Kuyucak lavanta koyu.jpg

Al Jazeera Turk sayfasından alınmıştır

Gezimize perşembe akşamından başlayıp, konaklamayı da Afyon Sandıklı’da yaptığımızdan, gezinin bu yoğun günü rahat geçti. Ankara’dan gezgin arkadaşlar, Sevgili Yusuf Yavuz ve eşi ile Sandıklı’da buluştuk. Böylece gezi ekibimiz tamamlanmış ve gezimiz de resmen başlamış oldu. 

kalkış Sandıklı, Afyonkarahisar varış Uluborlu, 32650 UluborluIsparta - Google Haritalar - Google Chrome 09.05.2017 113340.jpg

Keçiborlu sınırında, Eldere bölgesinden kaynaklanan ve 548 km yol takip ederek Ege’de denize dökülen Menderes Nehri’nin doğuş yeri olan topraklardan geçerek Uluborlu’ya vardık. Önceleri Torosların uzantısı Kapıdağı eteklerine kurulu iken, 1950’li yıllarda Uluborlu Ovasına taşınan 7000’e yakın nüfuslu Uluborlu, bizim için sürpriz bir ilçe çıktı. Yol üstü yapıp, bugüne kadar hiç uğramadığımız bu şirin ilçeye haksızlık etmişiz. Umarım bu yazıdan sonra sizlerde güzel yurdumun bu özel köşesini ziyaret edersiniz.

IMG_3258-001.JPG

Uluborlu’ya ulaştığımızda burada bir başka dost ile tanıştık. Aslen buralı iken İstanbul ve İzmir’de yoğunlaşan iş hayatı sonrası tekrar memleketine dönen sevgili Meltem Onur, bizi Uluborlu’da karşıladı. Yusuf bey gezi planlaması sırasında kendisinden bize Uluborlu’yu gezerken rehberlik etmesini rica etmiş. O da sağ olsun bize eşlik etti ve bize Uluborlu’da bayağı iddialı bir program uyguladı. Meltem hanım Uluborlu Belediye Başkanı Sn Mehmet Ünverdi ile de görüşerek İstanbul ve Ankara’dan bir grubun ilçeye ziyarete geleceğini bildirmiş. Sn Belediye Başkanı da sonradan öğreneceğimiz bir hazırlık yapılmasını sağlamış. Bir başka sürpriz ise tarihçi akademisyen Sn Abdullah Bakır’ın da bize ilçe tarihi ile ilgili olarak rehberlik etmek üzere eşlik etmesiydi. Tüm bu ayarlamaları sevgili Meltem Onur yaptı. Kendisi sayesinde hiç beklemediğimiz güzellikte bir gezi günümüz oldu. Başta Meltem Onur’a, Sn Uluborlu Belediye Başkanına ve Sn Abdullah Bakır’a yazı başında teşekkür etmeyi borç bilirim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_3260-001

Önce Uluborlu’nun merkezinde  bir çay bahçesinde çay ve kahvelerimizi içtik ve grup ile Meltem hanım ve Abdullah beyi tanıştırdım. Konu hakkında zaten bilgisine sık sık müracaat ettiğimiz Yusuf Yavuz yanında, Yusuf’un eşi Naciye hanım da sanat tarihi üzerine eğitim alan birisi olduğunu söyleyince bir anda muhteşem bir gezi rehberleri grubumuz oldu. Bundan daha şanslı hissettiğim bir gezi ekibim olmamıştı hiç.

IMG_9196

Önce Belediye Başkanını ziyaret ettik. Belediye Başkanı ilçesi hakkında bilgi verdi. Yöresini seven ve hizmet veren bir belediye başkanı ile tanışmaktan mutlu olduk.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Uluborlu kirazı ile meşhur. Öyle ki toplanan tadı meşhur kiraz, hiç iç pazara girmeden doğrudan yurt dışına ihraç ediliyormuş. Bu kirazı bir tatmam şart oldu. Bu kirazın bir de festivali var tabii. Haziran sonları- Temmuz başı gibi yapılıyor. Aynı zamanda güreş de ilçe için önemli.

IMG_3276

Yağlı Pehlivan Güreşleri Uluborlu’da, Edirne Kırkpınar’dan çok önce başlamış. İlçede güreşin eski bir gelenek olduğunu kanıtlayan M.S.153 tarihli bir kitabe mevcut. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı uygarlıkları içinde aralıksız süren bu gelenek bölge halkının vazgeçilmez bir tutkusu olmuş. Güreşi buraya Kuman Kıpçak Türklerinin getirdiği düşünülüyor.

IMG_3305

Saat 14:00’de bitmesi planlanan gezimize, kalesi ve eski Uluborlu’dan başlamak üzere yola düştük. Önce Uluborlu Kalesine gittik. Antik Apollonia Kenti şimdiki şehrin altında. Kapıdağı eteğinde, etrafı kayalıklarla çevrili olan Uluborlu Kalesinin, Psidia’lılar döneminde yapıldığı tahmin ediliyor.

IMG_3329

Buradan itibaren Abdullah bey bize kale hakkında bilgi verdi. Hititler ile başlayan yaşanmışlık hikayesi Luwi, Frigya, Lidya, Pers, Büyük İskender, Seleukoslar, Roma, Bizans, Selçuklu, Hamitoğulları ve Osmanlıya kadar devam ediyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ben burada en çok Selçuklu eserlerini sevdim. Selçuklu eserleri bana her zaman, Osmanlı dönemi eserlerinden daha güzel gelmiştir. Selçuklu mimarisini daha sade ama o sadelik içinde daha alımlı ve özgün bulurum.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kalenin büyük kapısı da çok güzel. Kale dışında, eski yerleşim yerinde bulunan hamam ve çeşmeler görülmeye değer. Her taraf çeşme dolu. Cirimbolu Su Kemeri Kapıdağı zirvesinden çıkan kaynak sularını şehre kadar ulaştıran bir su kemeri.

IMG_3285

Hamitoğullarından günümüze kalan Salih Efendi Camisinin ise sadece minaresi ayakta kalabilmiş. Minarenin arkasında bir başka Hamitoğlu dönemi eseri Şeyh Muhittin Çeşmesi.

IMG_3291

Alaaddin Camisi Selçuklu döneminden kalma. Yapım tarihi 1231 ama günümüze kadar orijinal olarak gelen bölümleri mihrabı, minaresi ve kitabesi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ama ben en çok cami içindeki kapı kilitlerini beğendim. Ama, gel gelelim, cami içindeki mermer görünümlü sütunların aslında ağaç olduğunu öğrenince üzüldüm. Beyşehir’deki Eşrefoğlu Camisi sütunlarının güzelliğini hatırladım. Teknik bir gereklilikten yapılmadıysa o güzelim ağaçlara mermer görünümü verilmesini yadırgadım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kale kapısından girince ortada bulunan duvar Müslüman ve Müslüman olmayanların yerleşim yerlerini birbirlerinden ayırırmış. Bölgede yaşayan Kuman Kıpçak Türkleri mübadele sırasında ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kale içinden yukarı kısımlara doğru yürüyünce eşsiz görünümde Uluborlu Ovası ve ilçenin üstten çok güzel bir manzarası ile karşılaştık. Burada bir süre oturduk. Aşağımızda göz alabildiğine kiraz bahçeleri uzanıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra kaleden çıkarak bir Roma dönemi eseri olan Arslanlı Çeşme ve Selçuklu Dönemi eseri olan Büyük Çeşmeyi ziyaret ettik. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bence bu iki çeşmenin de daha iyi bir durumda korunmaları gerekiyordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Uluborlu Kale gezisi sonrası yemek için bize hazırlık yapılan mekana gittik. Böyle bir yemekle karşılaşmayı hiç ummuyorduk.

IMG_9203

Yemeğin bir kısmını belediye hazırlamış ama çok özel tatları sevgili Meltem hanım yöre kadınlarına hazırlatmıştı. Tattığımız yemekleri Uluborlu’nun herhangi bir lokantasında yemek mümkün mü bilmiyorum ama yöre insanı evlerde kendilerine mutlaka yapıyorlar. Önce nefis bir tarhana çorbası içtik. Kuyruğu Sulu bir çeşit börek, nefis bir tadı var.

IMG_3433

Kuyruğu Sulu

Masada bulunan ve yöreye özgü “Gıcı” denen bir ot ilk defa yediklerimizdendi. Çok güzel bir aroması vardı. Biz tarhana çorbası kasesinin dibini getirip de, Kuyruğu Sululardan 3-5 tane götürünce, Meltem hanım ana yemeği yiyemeyeceğimiz konusunda bizi uyardı. “Bunun üzerine ne olabilir ki ?” diye düşünürken meşhur Banak denen yemeklerini önümüze getirdiler. Gel de yeme!

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Banak

Uluborlu Belediyesinin aşağıya linkini verdiğim yazısında geçen bir cümleyi aynen yazıyorum: “Banak “bir et yemeğidir” dersek yanlış olur. Banak “etin yemeğidir.” Gerçekten de öyle arkadaşlar!”Çatladık, patladık, öldük, yiyemeyiz” diye nazlanırken bu yemeğin iliğini, kemiğini sömürdük. Uluborlu’ya sadece bu yemek için bile gidilir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Meltem hanımı durduramıyor muyuz, durdurmak mı istemiyoruz bimiyorum. Ama o getiriyor biz yiyoruz! Ayvaaşı, irmik helvası ve sonunda ceviz helvası derken, neredeyse Uluborlu’yu yemiş vaziyette sofradan kalktık. Tek kelime edebilirim: Muhteşemdi..Pardon! Bir de cümle kurmalıyım: Çok teşekkürler Meltem hanım ve sn Belediye Başkanım.

IMG_9180

Uluborlu’ya gelme nedenimiz kiraz çiçeklerini gezmekti. Ama kaleydi, yemekti derken aklımızdan çıkan kiraz çiçeklerini, yani Uluborlu Sakuralarını görmeye gittik. Aslında Isparta Merkez, Uluborlu, Senirkent, Keçiborlu, Atabey ilçeleri başta olmak üzere, Isparta genelinde Kiraz üretimi yapılıyor. Uluborlu kirazının en önemli özellikleri yola dayanımı çok iyi, meyve eti sert, uzun saplı olması, çok lezzetli ve aromatik olmasıymış. 0900 Ziraat Çeşidi ağırlıklı olmak üzere Lambert, Stella, Starks Gold, Regina, Sweetheart, Cordia, Bing ve Lapins çeşitleri üretiliyormuş. Biz bu ağaçların çiçeklerini görmeye gittik ama 1 hafta kadar geç kalmışız. Bize üzerinde yoğun sayılabilecek çiçek bulunan kiraz ağacı bahçesi aradılar. Sonunda bir tanesini bulduk. Aslında 1 hafta kadar önce tamamen beyaz olan Uluborlu’da, kiraz çiçeklerinin sonunu yakalamış olduk.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Olasılıkla rakım, iklim farkı ya da başka nedenlerle Eğirdir’e yakın daha çok çiçekli bahçe görüp fotoğraflasak da, Meltem hanım bana geçen haftadan çektikleri kiraz bahçesi fotoğrafları yolladı. Hem onlar ve hem de Eğirdir yakınlarındaki bahçeden çektiğim kiraz çiçeklerini yayınladım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Meyvesiz Japon kiraz ağaçlarının çiçeklerinin (sakura) güzelliği bir başka. Ancak tadı ile dünyaca meşhur (bizim ise henüz tadamadığımız ama bir gün mutlaka!) Uluborlu kirazlarının çiçeklerini de en beyaz hali ile görmek gerekiyor. Meltem hanım öncülüğünde, son 2-3 yıldır 15-25 Nisan arasında, Uluborlu’nun kiraz çiçekleri (bir anlamda Sakuraları) temalı fotoğraf, yürüyüş etkinlikleri düzenleniyormuş. Bu konu ile ilgilenenler olursa Uluborlu Belediyesi aracılığı ile etkinlikler hakkında bilgi sahibi olabilirler. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Uluborlu gelenek, görenekleri, söylenceleri ve türküleri ile de önemli bir merkez. Beni yakinen tanıyanlar bilirler ki, Zeybetiko ve Sirtaki başta, Ege Oyunları üzerine ders alıyorum. Meltem hanımın bana yolladığı Uluborlu hakkında bilgi veren dosya içinde bulunan Serenler Zeybeğini ilk defa gördüm ve bayıldım. Sizlerle paylaşmak istedim.

kalkış Uluborlu, 32650 UluborluIsparta varış Eğirdir, Isparta - Google Haritalar - Google Chrome 10.05.2017 140522.jpg

Uluborlu’da bizlere eşlik eden Meltem hanım ve Abdullah beye veda ederek gece konaklayacağımız Eğirdir’e doğru yola çıktık. Yukarıdaki haritada olduğu gibi Eğirdir’e iki yoldan da gidebiliyorsunuz ama siz bence mavi ile işaretli yolu takip edin. Böylece Eğirdir’i Batı yönünden de görmüş olacak ve yolda mola verip göle en yakın olabileceksiniz.

IMG_3485.JPG

Eğirdir’i daha önce 3-4 kez gittik. Ben bu şirin ilçeyi ve Eğirdir’i kıymetli yapan Eğirdir Gölü’nü seviyorum.  Eğirdir Gölü, Türkiye’nin ikinci en büyük tatlı su gölü. Alanı 482 km². Doğal içme suyu havzası olmasının yanı sıra biyolojik çeşitlilik değerleri bakımından uluslararası öneme sahip bir sulak alan. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Avrupa’da 514, Türkiye’de ise 454 farklı kuş türü bulunurken, Türkiye’de bulunan kuş türlerinin 225’i Eğirdir Gölü ve çevresinde barınıyor. Bu göl sakinken ve ışık da güzelken enfes fotoğraflar veriyor. Biz yaklaşık 1 saat kadar göl kenarında mola verip yürüyüş yaptık. Nefisti.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gün ışığı, alaca karanlığa dönerken Eğirdir’e vardık. Aslında bugün olan Yazılı Kanyon programını ertesi güne attığımızdan Eğirdir’e tepeden bakan tesislerden birisine doğru gittik. Geçen senelerde burada olan tesis, çardaklar şeklinde açık alanı daha fazla olan bir yerdi. Bu sene ise orayı da betona gömmüşler ve kapalı alanı fazla hale getirmişler. Manzaranın güzelliği olmasa gidilecek yer değil benim için. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Son durağımız ise Charly’s adlı moteldi. Göle yakın motele bavullarımızı atar atmaz yemeğe gittik. Yemek bahane, esas amaç Ankara grubumuzdan sevgili Mithat’ın kendi mahsulü olan şarapları tatmaktı. Eh! keyiflenince içtik, içtikçe acıktık, acıkınca Eğirdir’in balıklarından yedik, yedikçe de daha da keyiflendik ve konuştuk. Ana konumuz hakkında herkesin tek cümlesi vardı: “Ne güzel bir gündü, ne yemeklerdi be kardeşim! Uluborlu’ya bir daha mı gelsek ne?“.

Gezekalın, dostlukla kalın. Neşeniz ne evinizden, ne çevrenizden eksik olsun…

Dr Ümit Kuru

10.05.2017 Saat 20:56

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kaynaklar

http://www.uluborlu.gov.tr/festivalgures
http://www.isparta.gov.tr/uluborlu
http://www.uluborlu.bel.tr/banak.htm
http://www.isparta.gov.tr/isparta-kirazi
http://www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/doga_koruma/doal_alanlar/egirdir_golu/

 

 

Hızırlar ve Bilgeler Coğrafyasında-Barajlar Altında Bir Köy:Darıbükü

IMG_4650

Aslında her gezi yazımı gün ve gün olarak sırasıyla yazarım. Ama bu sefer farklı bir yol seçip, gezinin esas amacını oluşturan farkındalık yaratma kısmı ile, yani Kasımlar Barajı suları altında kalan Darıbükü Köyü ve mermer ocağı işletme izni verilen Çukurca Köyü ziyaretlerimizin yapıldığı 3. günden yazıya başlayacağım. Bu gün benim ve gezi grubu arkadaşlarımızın en çok etkilendiği, duygularımızın darmadağın olduğu gündü.

18318582_1186446081480858_207662276_o.jpg

Darıbükü Köyünde Enerji ihtiyacının karşılanması adına doğanın, doğadaki bitkisi-hayvanı ile yaşamı ve onunla yaşamayı öğrenmiş, kendini ona uydurmuş ve onun sayesinde üretimini yapmış olan yöre insanının yüzyıllardır süre giden yaşamının nasıl darmaduman edildiğini gördük. Öte yandan Çukurca Köyünde yaklaşık 100 hektarlık, jeolojik özelliği olan bir alanda mermer çıkartma için yapılan girişimleri takip ettik. Bu girişimlerin çevreye etki değerlendirme (ÇED) sürecine gelme aşamasını öğrenip umutsuzluğa kapıldık.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Gezi izlenimleri öncesinde kısaca Yukarı Köprüçay Havzası ve Kasımlar Barajı hakkında biraz bilgi vermek, konuyu anlamak için gerekli galiba. Ancak hem gezi öncesi ve hem de gezi sonrası sizlere doğru bilgi verme adına bilgilenmeye çalışsam da ne yazsam eksik kalabileceğini, belki de yanlış olabileceğini baştan kabul etmeliyim. Bu nedenle, çoğunluğu konu hakkında yıllardır yazan sevgili Yusuf Yavuz’a ait, çeşitli yazı ve belgesellerinin linkini aşağıya verdim. Bunlardan da yararlanmanızı isterim.

InkedTam ekran yakalama 4.05.2017 233250_LI.jpg

Yukarı Köprüçay Havzası

Yukarı Köprüçay Havzası, Isparta’nın Sütçüler ilçesi sınırlarında kalan ve yaklaşık 60 kilometrelik bir vadi boyunca uzanıyor. Kuzeyde Aksu, güneyde Çukurca arasındaki bölgenin genel adı. Yani Köprülü Kanyonun kuzey bölgesi. Isparta’ya bağlı Aksu İlçesinin yaklaşık 8 km kuzeyinde yer alan Anamas Dağları’nın güney yamacından doğan küçük dereler, vadiler boyu ilerleyip Ayvalı Çayı adını alıyor. Kartoz Çayı ile birleşip Köprüçay adını alan akarsu, yol boyu diğer yer üstü ve altı sularını da kendisine katarak Antalya Serik yakınlarında Akdeniz’e dökülüyor. Köprüçay adı, Antalya sınırlarındaki tarihi köprüden geliyor. Köy ve belde olarak 26 yerleşimi kapsıyor. 

Türkiye Elektrik Üretimi - Enerji Atlası - Google Chrome 5.05.2017 230317.jpgTürkiye Elektrik Üretimi, üretimdeki paylarına göre sırasıyla doğalgaz, hidroelektrik (HES), taş kömürü ve linyit, ithal kömür, rüzgar, motorin ve fuel-oil gibi sıvı yakıtlar, jeotermal, biyogaz ve güneş enerjisi ile yapılıyor. Elektrik üretiminin %70’ini özel sektör karşılıyor. Devlet alım garantili yapılan Hidro Elektrik Santralleri, Türkiye’nin ihtiyacının yaklaşık %34’lük kısmını karşılıyor.

IMG_4400.JPG

Kasımlar Barajı ve HES  hikayesi ise tam Türkiye işi. Baraj, Türkiye’nin 54. büyük Hidroelektrik Santrali. Resmi olmayan rakamlara göre Türkiye’deki HES’lerin tamamı 27000 MWe (Megawatt elektrik) sağlıyor ve Kasımlar HES’in buna katkısı %0.1 civarında. Santral ilk planlanan yere değil, daha ekonomik diye daha aşağılara kurulmuş. Barajın bölgenin jeolojik yapısından kaynaklanan şekilde yeteri kadar verimli olamayacağına dair yazılar okudum. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı planı tamamlanmamış alanda hukuka aykırı biçimde inşaatı başlayan HES projesine ÇED olumlu kararı vermiş. Özel bir şirket tarafından inşa edilen Kasımlar Barajı ve HES projesinin kapsadığı alanın yaklaşık yüzde%70’i orman arazisi. Küçük bir bölümü de hazineye ait. Isparta ve Antalya’ya bağlı toplam 6 köyde yaklaşık bin parsel araziye baraj projesi için EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu) tarafından el konulmuş. İşin ilginci kamulaştırmayı yapması gereken devlet, yöre halkı ile şirketi baş başa bırakmış ve kenardan seyretmiş. Yöre halkından, evlerini ve arazilerini ya verilen küçük bir bedele, ya da kendilerine yapılacak 50-60 metrekare yaşam alanlı TOKİ tarzı evlere razı olarak terk etmeleri istenmiş. Köylüye açıklamalar yapılmadan sadece köyün muhtarı ve ileri gelenleri ile muhatap olunarak konuşulmuş. Mülkiyeti ormana ait olan araziler ise baraj yapımı için bedelsiz olarak devredilmiş. On binlerce ağaç kesilmiş, 5000 kadar ağaç ise sular altında kalmış. Bu konuda ayrıntılı bilgilere aşağıda kaynaklar bölümündeki linklerden ulaşabilirsiniz. Yukarıdaki fotoğraflar Kasımlar Barajı öncesi ve su tutması sonrası Yusuf Yavuz’un çektiği fotoğraflar.

IMG_4317.JPG

Sabah Kasımlar Köyünde kaldığımız St Paul Yol Pansiyonunda güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra yollara düştük. Önce Kasımlar içinde küçük bir yürüyüş yaptık. Daha önce iki kez kaldığım bu köyde çok sevdiğim eski bir kahve vardı. Ogün kapalıymış. Güzelim kahvesini içemedik. Kasımlar’ı kısacık da olsa turladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra ise Darıbükü’ne doğru yola koyulduk. Kasımlar ile Darıbükü arası 11 km kadar. Yol bir yerden sonra Köprüçay’a paralel olarak devam ediyor. Yol kenarları Karaçam ve Kızılçam ağaçları ile kaplı. Köprüçay iyice cılız akıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Darıbükü’ne gelmeden önce Kasımlar Barajı Regülatörünün bulunduğu yerde mola verdik. Sevgili Yusuf bize barajın hikayesini orada anlattı. Bu hikayeyi sonradan Darıbükü’nde konuştuğumuz köylülerde doğruladılar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Baraj 2011 yılında projelendirilmiş ve 2012 yılında da inşaatına başlanmış. Kasımlar Barajı, Kasımlar I, Kasımlar II ve Değirmenözü Hidroelektrik Santralleri Projenin tamamını oluşturuyor. Bu proje özel bir şirkete verilmiş. 49 yıllığına işletim hakkına sahip şirketin ürettiği elektriğe devlet alım garantisi vermiş. Bu projeden Manavgat’a kadar az çok her yöre ve yöre insanı etkilenmiş ve etkilenecek. Ancak en çok da bir zamanlar 85 haneli olan Darıbükü Köyü etkilenmiş. Başlangıçta “80 metre yükseklikte olacak, evler sular altında kalmayacak” dense de sonradan yükseklik 105 metreye çekilince evler, bağ bostan, köy camisi, okulu ve sağlık ocağı sular altında kalmış.

IMG_4411.JPG

Köylüye ait ev ve arazi “Acele Kamulaştırma” denen bir yöntemle kamulaştırılmış. Bu yöntem yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda uygulanan bir durum aslında. Köylü ne olduğunu anlayamadan şirketin dayattığı satın alma koşullarına razı olmak zorunda kalmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bir yandan barajın dolmaya başlayan suları yüzünden yükselen su seviyesi ile yüzyıllardır devam eden bir yaşam tarzının değişmesinin yarattığı travma, bir yandan malını şirkete devretmediği zaman devletin takdir edeceği para ile zarara uğrayacağı iddialarının yarattığı korku ile bir kısım köy halkı malını şirkete satmış. Bir kısım köylü ise kamulaştırma istemeyerek eski evlerinin yerine ev yapılmasını istemiş ve kendilerine Hümmet, Arpa Düzü Mevkiinde depreme dayanıklı konut yapılmasını kabul etmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Anlatılanları Yusuf Yavuz ağzından dinledikten sonra Darıbükü’ne, yeni yapılan konutlarda oturan köylülerle buluşmaya gittik. Yoldan geçen aracımızın ve karşı yönden gelen araçların toprak yoldan çıkarttığı toz bulutu çok yoğun. Köylüler bu toz bulutunu 5 yıldır çekiyorlarmış. Bir hekim olarak bu tozun, bu köyün çoğu yaşlı olan insanlarının, zaten var olan solunum problemlerini arttırmasını beklerim. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu arada bir konteyner önünden geçtik. Bize bunun köyün camisi olduğu söylendi. Önce inanamadık. Ama eski köyün camisi sular altında kalınca köylüye geçici olarak bu konteyner, cami olarak verilmiş. Geçici dense de uzun süredir köyün camisi bu konteyner olmuş.

IMG_4501

Bizi Darıbükü tabelasının altında köyün bir zamanlar kalaycısı olan Sefer Cengiz bey karşıladı. Onu da araca alıp aşağıya yeni yapılmış konutlar arasında bulunan evine gittik. Konutlar bildiğimiz TOKİ evleri. 360 mt² alana, 50 m² tabanlı iki katlı küçük konutlar yapılmış. Tahmin edeceğiniz gibi evin ahırı yok ve dolayısıyla bir zamanlar her evde en az birkaç tane küçük-büyük baş hayvan da pek kalmamış. Zaten köylünün hayvancılık yapmasını da pek istemiyorlarmış. Hemen her evin önünde bir tamirat var. Bazı bölümlere ev sahiplerinin kendileri, imkanları seviyesinde eklenti yapıp alan kazanmaya çalışıyorlar. Etraf sanki bir şantiye alanı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sefer bey ve eşi bizleri o küçük, onlar için pek eğreti duran evlerinde ağırladı. Önce yaşanan süreci birinci ağızdan yani olayların tam içinde olan kişilerden biri olarak ondan dinledik. Daha önce Yusuf beyden dinlediklerimizi, bir kez de onun ve eşinin ağzından duyduğumuzda daha çok üzüldük. Bir zamanlar yüzlerle diye söz ettiği keçileri, tavukları kalmamış. Evlerinin önlerinde, arkasında olan küçük ama kendilerine yetecek kadar ürün aldıkları bahçeleri de yok artık. Kalay atölyesi kalmadığı için buradan gelecek bir kazancı da yok artık Sefer dayının. Olsa da kime, ne yapıp gelir elde edecek! Köyde her evde olan dokuma tezgahları kalkalı çok olmuş ama olsa da burada, bu evde çok komik dururdu doğrusu. Adına devlet deyin, şirket deyi, sistem sanki bu insanlara “bu bölgeden gidin” diyor.

IMG_4463.JPG

Bu fakir ama gönülleri zengin insanlar bizlere hemen bir yer sofrası kurdular. Allah ne verdi ise paylaştılar bizlerle. Sunulan gönül yemeğini hepimiz aynı tencerelerden kaşıkladık. O sofra hepimize en lüks lokantadaki yemekten daha güzel, en özel insanlarımızla karşılıklı yediğimiz yemek ortamından daha samimi geldi. Bu bölgeye yöre halkı geçmişten beri “Hızırlar Diyarı” demiş. Onlara göre dışarıdan gelen her misafir insan kılığına girmiş Hızır olabilir. Bu nedenle misafir en iyi şekilde ağırlanmalı ve konuk edilmeli. Biz de o fakirhanede bu konukseverliği gördük, onlara dokunduk.

IMG_9169.JPG

Bir ara dışarı çıktığımda sonradan adının Hamit olduğunu öğrendiğim ve tek yanı felçli ve bastonla yürüyen köyün diğer bir sakini yanıma geldi ve oturdu. “Amca nereden geldin?” dedi. Ben de “İstanbul’dan, dert yükünüze ortak olmaya geldik” dedim. “O zaman gel sana evimi göstereyim. Bak dertlerimizi gör” dedi. 50 metre ötedeki evini gösterdi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evin arka istinat duvarı yakın zamanda gelen sel nedeniyle çökmüş. Onu gösterdi. “Daha yapmadılar, paramda yok yaptıramıyorum” dedi. “Ne güzel yeni ev yapmışlar sana” dedim. “Yok” dedi, “Neresi güzel?” “Eski evimi gez, anlarsın farkı” dedi. Sefer dayıdan dinlediklerimi ilavelerle o da anlattı.

idam_yeni.jpg

Sıra, köyde bulunan 85 hanesinden 30 tanesinin sular altında kaldığı eski köy ziyaretine gelmişti. Yukarıdan sular altında kalmış ağaçlar ve evler ile eski Darıbükü köyünün görüntüsü, biraz evvel dinlediğimiz yaşanmışlık öyküsü ile daha da hüzün verici bir hal aldı. Yusuf bize, eski köye inmeden Türkiye’de ilk idam edilen kadın olan Fatmana’nın mezarının da sular altında kaldığı yeri gösterdi. Taylak lakaplı Ümmüşani adlı kadının kocası ile evlenebilmek uğruna, bu kadını öldüren 3 kadının öyküsü çok çarpıcı. Buna ait ayrıntılı bilgiyi aşağıdaki linkinde bulabilirsiniz. Milli mücadele sonrası savaştan Darıbükü köyüne dönen erkeklerin sayısı bir elin parmakları kadarmış. Dul kalan kadınlardan 3 tanesi planlayarak ve muhtemelen Taylak kadının kocası ile de anlaşarak kadını öldürmüşler. Cesedi de Köprüçay’ın sularına bırakmışlar. Amaç kadının kocası ile aralarından bir kadının evlenmesiymiş. Ceset kıyıya vurunca cinayet ortaya çıkmış ve suçu tek başına üstlenen Fatmana 1931 yılında idam ile cezalandırılmış. Taylak kadının mezarı ise Köprüçay kenarına yapılmış. Bu mezar, baraj su tutunca sular altında kalmış. Yani yıllar sonra Taylak kadın tekrar Köprüçay’ın suları altında. Bu köyün her yeri geçmişte de, bugün de sanki dram öyküleri ile dolu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Eski köye ulaşmak bile büyük bir çaba gerektiriyor. Sular altında kalmamış birkaç evde yaşamaya devam edenlere eziyet olsa gerek.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Köyün o eski, dokunsan yıkılacak gibi duran ama bir o kadar da sevimli, yeşillikler içindeki evleri, yukarıda gezdiğimiz evler yanında kesinlikle daha tercih edilebilir gözüküyor. Evler sanki, kendilerinden ayrılmış köylüye küskünler. Daracık sokaklarda yürüdük. Baraj sularına en yakın, ama suları altında henüz kalmamış son eve kadar gittik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bazı basamakları düşmüş merdivenlerinden eve çıktım. Evin kapısı bile sanki hayat dolu. Kapı girişi üstünde birkaç fotoğraf var. Bir tanesi aileye ait olsa gerek. Bir tanesi ise Emel Sayın’ın fotoğrafı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Baraj altında kalmış evleri ve ağaçları son kez  fotoğraflayarak Darıbükü’nden ayrılmak üzere aracımıza bindik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bizi gelişte karşılayan Sefer dayı, gidişte de el sallayarak uğurladı.

P4300249.JPG

Buradan, bu güzel yaşlı ve hüzünlü insanlardan ayrılırken duygularımız karmakarışık. Günümüz enerji ihtiyacının, geçmişin izlerini ve yaşam tarzını ortadan kaldırdığı Darıbükü Köyü’nden, yaklaşık 100 hektarlık bir alanda mermer çıkartma amacı ile verilen izinin doğayı yok etmeye aday olduğu bir başka yere, Çukurca Köyü’ne doğru yola düştük. Yolda Kasımlar Barajından bırakılan can suyu denen cılız suyu da, baraja girmeden önce kendi halinde ve özgür iken  gürül gürül akan ve Köprüçayı besleyen küçük dereleri de gördük. İnsanoğlunun doğaya hakim olmadaki bencilliği korkunç  gerçekten.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Darıbükü Köyü ile Çukurca Köyü arası yaklaşık 35 km ve 1 saate yakın sürüyor. Yol boyu doğa o kadar güzel ki. Ardıç, Ahlat, Karaçam ve Kızılçam ağaçları içinden gidiyorsunuz. Bir de baharın gözü yoran yeşili, yolu daha da zevkli hale getiriyor.

IMG_4686.jpg

Çukurca Köyü halkı da, Darıbükü örneğinden hareketle mermer çıkartılmasına, madene pek hevesli değil. Yusuf Yavuz ve ekibinin çabaları sonucunda yakın zamanda çevre ile ilgili keşfe gelinmiş. Şimdilik durmuş işler ama yarın ne olacağı belli değil tabii ki.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burası karstik yapıda taşların, zaman içinde rüzgar ve suyla şekillendiği çok özel bir yer. Bu mevsim yeşille birlikte her birini doğanın yonttuğu taşlar o kadar güzel görüntüler veriyor ki! Böyle bir alanı korumak, kollamak aslında tek amaç olmalı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Çukurca Köyünde bu özel alanda uzun süre gezdik. Aslında buradan Beydilli Köyü adlı başka bir özel köye daha gidilebilir. Arkadaşlarımın da burayı görmelerini çok arzu ederdim. Biz geçen senelerde oraya ancak traktörle çıkabilmiştik. Aklınızda olsun, buralara kadar gelen gezgin, mutlaka Beydilli Köyünü de ziyaret etmeli. Beydilli Köyü masalsı bir yer. Aşağıdaki linkten buraya daha önce yaptığımız geziyi okuyabilirsiniz (https://gezekalin.com/2014/06/04/toroslarda-baharkasimlar-koyu-beydilli-koyu/)

Evet sanal Gezgin arkadaşlarım..

Farkındayım, bu yazı epey uzun oldu. Ama bu gezinin esas konusu günümüz modern yaşamın getirdikleri yanında bizlerden, yöre halkının yaşamlarından, gelenek ve göreneklerinden ve hatta gelecek nesillerden neler götürdükleri konusunda, Darıbükü Köyünden hareketle, bir fikir edinmek ve yerinde olayı görmekti. Bu aslında doğaya nasıl hoyrat davrandığımızın, doğa ile bütünleşmiş insan, hayvan ve bitki gibi canlıların nasıl etkilendiğinin paylaşılmasıydı.

Son olarak aşağıdaki tabelanın fotoğrafını paylaşmak istiyorum. Bu tabela Darıbükü’nde HES yakınındaydı. Burada ağacın bırakabilecek en güzel miras olduğu yazıyordu. O zaman soru şu olmalı: Bu söze inanıyor mu tüm insanlarımız ve ona göre davranıyor mu gerçekten?

IMG_4664.JPG

Gezekalın, doğayla kalın ve onu gerçekten koruyun..

Lütfen duyarlı olun…

Dr Ümit Kuru

09.05.2017 Saat 01:34

Kaynaklar:

http://www.atlasdergisi.com/gundem/trajikomik-bir-baraj-hikayesi.html
http://www.enerjiatlasi.com/elektrik-uretimi/
https://www.evrensel.net/haber/104907/once-baraji-sonra-planini-yaptilar
http://odatv.com/bir-vadiyi-tarihten-silmenin-bedeli-kac-para-2704111200.html
http://odatv.com/hes-yapanlar-bu-ismi-hicbir-zaman-unutamayacak-0202121200.html
http://odatv.com/koyluler-bakanliga-dava-acti-muhtarlar-bakanlik-yaninda-yer-aldi-0701131200.html
http://odatv.com/o-proje-durmazsa-yok-olacak-1012151200.html
http://odatv.com/5-binden-fazla-agaci-bogdular-0206161200.html
http://odatv.com/once-hes-sonra-da-sel-vurdu-3006161200.html
http://odatv.com/hayalet-koyde-adalet-isyani-1907161200.html
http://odatv.com/hes-yuzunden-koyunun-sulara-gomulmesini-boyle-izledi-1810161200.html
http://odatv.com/analitik-isiktan-yoksun-iddialar-toplulugu-0701171200.html
http://odatv.com/acilan-yuzlerce-baraj-ve-hes-elektrik-krizine-neden-care-olamadi-0501171200.html
http://odatv.com/o-barajlar-calismiyor-0607151200.html
http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/daragacindaki-ilk-kadinin-82-yillik-sirri-haberi-63560

 

Hızırlar ve Bilgeler Coğrafyasında-Giriş

 
P4300196.JPG
IMG_3467Grubumuzun en küçük üyesi 10 yaşındaki Arda ile ilk kez bir geziye beraber çıktık. Tüm gezi boyunca yaşından beklenmeyecek bir olgunluk ve merakla geziyi takip etti, annesinin elinden fotoğraf makinesini kaptıkça da geziyi fotoğrafladı. Gezinin onun üstündeki etkisini merak ettiğimden, kendisine gezimizin sonundaki izlenimlerinin ne olduğunu sordum. Bana verdiği yanıt bir tokat gibiydi; “Ümit amca ben bu gezide insanların doğaya zarar verdiklerini gördüm”.
IMG_3594.JPG
Evet sevgili Gezekalın takipçileri.. Aslında bu gezimiz, doğanın en büyük düşmanı insana karşı, kendi deyimi ile iğne ile kuyu kazarak savaş veren gazeteci Yusuf Yavuz’un iki yazısını okuduktan sonra ortaya çıktı. Kendisi elbette bu konuda, bu ülkede doğa ve yöre insanını korumak için savaş veren tek insan değil.  Ülkesini, yöresini seven ve mücadele veren nice  Meltem ve Yaprak hanımlar, Abdurrahman ve Mahmut beyler var. Hepsinin önünde çabaları için saygıyla eğiliyorum.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Son zamanlarda bu konularda yazılarını yakından takip ettiğim sevgili Yusuf Yavuz, Isparta Uluborlu’da kiraz çiçekleri ile ilgili bir yazı yayınladı. Yazıda kullanılan fotoğraflar müthiş bir görsellik içeriyor ve sanki bana soruyordu: “Japonya’lara kadar meyve vermeyen kiraz ağaçları için Sakura zamanı diye gittin de, beni niye görmeye gelmiyorsun?“. Dile gelen fotoğraf haklıydı. Bu yazıdan hareketle Türkiye’de Sakura zamanı Uluborlu ve Eğirdir Gölü civarını gezmek şart olmuştu. Hem de baharın en güzel yaşandığı Yukarı Köprüçay Havzasını bir kez daha görmüş olacaktım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_4707.jpg
IMG_4352Ancak bu geziyi yapmamızın esas nedeni daha önce gördüğüm ve benzersiz jeolojik yapısı, bahar zamanı insanın gözlerini yoran yeşil doğası ile Çukurca Köyü hakkında yazılmış bir başka Yusuf Yavuz yazısıydı. Bu habere göre Çukurca Köyü’nde 100 hektarlık alan için mermer çıkarma izni verilmişti. Yusuf Yavuz bu eşsiz cennetin mermer ocağının doğaya ve yöreye olumsuz etkisi olacağına dikkat çekiyordu. Sevgili Yusuf, dava arkadaşları ile birlikte, burada açılmasına izin verilen mermer ocağına karşı hazırlanan bir dava için benden eski yazılarımda kullandığım fotoğraflarımı istedi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Hiç düşünmeden ve seve seve kendisine kullanması için fotoğrafları verdim ve onunla bu konuda neler yapabileceğimizi konuştuk. Sonunda hem günümüz doğa hoyratlığına karşı bir farkındalık yaratma ve hem de kiraz çiçeklerini görmek adına yöreye bu geziyi planladık. Uluborlu’da kiraz bahçelerinden başlayan gezimizi, Köprülü Kanyon’da tamamlayacak şekilde hazırlandık. Gezimiz tam olarak 3.5 günlük bir geziydi.
IMG_4455.JPG
Bu gezi benim yaptığım en anlamlı gezilerden oldu. Bu gezinin 3. gününde, şimdi Kasımlar Barajı’nın suları altında kalan  Darıbükü Köyü’nü gezip bir barajın doğayı ve yöre halkını nasıl olumsuz etkileyebildiğini gördük.  Doğa ile bütünleşmiş ve yaşam bulmuş hayatlarının katledilen tabiatla birlikte nasıl nefessiz kaldıklarına tanık olduk. Evlerine konuk olduk, ekmeklerini yedik. Doğanın bir parçası iken yoksul ama üretken  olan  insanların , elindeki tarlası, hayvanı ve doğal ortamı olmadan nasıl yoksul ve de yoksun  hissettiklerini dinledik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

P4300229.JPG
Yukarı Köprüçay Havzası “Hızırlar ve Bilgeler Vadisi” olarak adlandırılıyor.  Köprüçay Havzasının 2 su kaynağından biri olan Kartoz Çayı kenarında kurulu, küçücük, yeşillikler içinde bir köy Darıbükü Köyü. Darıbükü Köyü, okurken hayal edebildiyseniz, sanki “Yüzüklerin efendisi”  filminin gizemli Hobbit köyü olan “Shire” gibi bir yer.  Şimdi bu  baraj inşaatını yapan ve 49 yıllığına işletim hakkını alan  şirket bizim masalsı köye beton evler yapmış. İşte biz bu gezide doğa ile nefes bulan  bu insanların , yaşam algılarına ters, üstelik hiç de kullanışlı olmayan beton yapılar içinde sıkışmışlık hislerine şahitlik ettik. Doğup büyüdükleri köyde nasıl da kendilerini yabacı hissettiklerini, hep saygı duydukları devletlerine karşı küskünlüklerini , kırgınlıklarını dinledik. Masalsı Darıbükü Köyü ve içindeki yaşam artık yok…
 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yukarı Köprüçay Havzasında tüm karşı mücadelelere ve uyarılara karşın kaybedilen bir doğa ve yaşam tarzı örneği varken, bir de Çukurca bölgesine mermer ocağı açılması anlaşılır gibi değil. Dünyanın ileri ülkeleri, benim ülkemin yanında çok sönük kalan doğa miraslarını gözleri gibi korurken, bizler doğamızı vahşi madenciliğe kurban ediyoruz. Kaynaklarımızı hiç tükenmeyecekmiş gibi hoyratça kullanıyoruz.
IMG_3637.JPG
Ben aslında gezi yazılarını kendime anılar olarak yazarım ve sizlerle de paylaşırım. Ancak bu sefer sizlerden farklı bir şey rica edeceğim. Bir dizi şeklinde yayınlayacağım yukarıdaki başlıklı yazılarımı tüm gezi, doğa sever arkadaşlarımın paylaşmasını rica ediyorum. Ülkemin korumacı gözüken ama ne doğasına ne de insan gelenek ve göreneklerine, alışılagelmiş yaşam tarzına saygısı olmayanlar hakkında bilinçlenmemiz gerekiyor. Bu ülke doğasının artık kaybedecek bir tek ağacı, akışından alı konacak bir tek suyu kalmadı gibi gözüküyor. Elbette enerji, maden ihtiyacımız için kaynak yaratılmalı. Ama bu ihtiyaç doğaya ve yöre insanına zarar veren yöntemlerle değil, modern ülkelerde olduğu gibi güneşi, rüzgarı kullanarak sağlanmalı.
Küçük Arda’nın edindiği “insan doğaya zarar veriyor” izlenimini değiştirmeli, ülkemin küçük Arda’larına güzel bir gelecek ve temiz bir çevre bırakabilmeliyiz.
Gelecekten ödünç aldığımız tabiatı  torunlarımıza güzel bırakalım. Dilerim gönlümüzdeki Shire Köyünde yaşamak hepimiz için mümkün olsun
Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
04.05.2017 Saat 01:48

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.