Sille

P4060452.JPG

Kerim’i bir yaylıya bindirdiler. 
Adapazarı. 
Sonra belki on gün, belki on beş, 
                      kağnılar, mekkâre arabaları, 
sonra, gitgide daralan nefesi, 
Yahşıhan, 
              Konya, 
                         Sile nahiyesi 
                         (burda malûl gaziler için 
                                         takma kol ve bacak yapılıyordu), 
ve nihayet Hatçehan köyünden çıkıkçı Şerif Usta. 
Hâlâ rüyalarında görür Kerim 
                   incecik bir yoldan eşekle gelip 
                                          üzerine doğru eğilen 
                                          bu çiçekbozuğu insan yüzünü. 
Usta, ovdu Kerim’i bayıltıncaya kadar. 
Sonra, zifte koydu bu kırılmış dal gibi çocuk gövdesini. 
Yirmi gün geçti aradan. 
Ve sonra bir ikindi vakti ziftin içinden 
                                          Kerim’i kambur çıkardılar.

nazim1Yukarıdaki dizeleri büyük şairimiz Nazım Hikmet Ran’ın “Kuvayi Milliye Destanı” adlı şiirinden aldım. Mavi gözlü şair Kuvayi Milliye Destanı’nı 1939’da yazmaya başlar, 1941’de bitirir. Kuvayi Milliye DestanıNazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşını “baplar” (başlıklar) halinde anlattığı destandır. Her bir bapta destanın kahramanlarından hareketle, destanın kendisi anlatılır. İkinci bapta Nazım Hikmet, Kambur Kerem’in öyküsünü ve onun yaralanma sonrasında cephe gerisinde şifa bulacağı yere nakil öyküsünü anlatır. Kambur Kerem bu seyahatinde Konya’nın Sille nahiyesinden de geçer.  Yazıya Nazım Hikmet’in dizeleri ile başlamamın nedeni ise bu destanda bahsedilen Konya’nın Sille yerleşim yerinin bugünkü gezi yazımın konusu olmasındandır.

IMG_0776.JPG

Sille kadar güzel ve özel bir yerin tanıtım eksikliği mi vardı? Bende mi eksiklik vardı da bu zamana kadar gezmedim? Bu kısma karar veremedim. Tamam; Bugüne kadar burayı ziyaret etmemiş olmanın faturasını kendime kesiyorum! Ama Konya turizminden  sorumlu insanların da  bence büyük eksiklikleri var. Bir kere en büyük eksiklik yönlendirme tabelalarının azlığıdır. Konya’nın tamamı için gözlemim odur ki, tarihi eserlere, mekanlara yönlendirme tabelaları neredeyse sıfır. Cep telefonumdaki Google amcanın haritaları olmasa Konya içinden çıkıp ta 8 km ötedeki Sille Köyü’nü bulmam zor olurdu. Eserlerin önlerine konması gereken bilgilendirici tabelaları hiç göremedim diyebilirim. Eserlerin çevre düzenlemesi ve restorasyonları için yapılan güzel çalışmaları, bu gibi basit şeylerle sonuçlandırmamak eksiklik bence. 

P4060426.JPG

Akşehir sonrası, Konya içinden geçip Sille’ye vardığımızda saat 17:00’leri bulmuştu. Sille daha girişte insanı etkiliyor. Sille Deresi, üstüne kurulu eski-yeni köprüler ve belediyenin dere yatağına koyduğu fıskiyelerle bir başka güzel duruyor. Önce konaklama yapacağımız Butik Konak Otel’i aradık.

IMG_0569.JPG

Burası, adı üstünde, konaktan bozma bir otel. Suit odasında kaldık. Odaya girer girmez ortama bayıldık. Pirinç yatağı, odadaki diğer otantik eşyaları ile çok güzel bir ortamda kaldık. Burada zaman içinde yolculuk ettiğim hissine kapıldım. Kim bilir ne yaşanmışlıklar vardı bu odada? İçerideki ortamı en lüks otel odasına asla değişmem. Çalışanlar ise dost insanlar. Bu sefer benden önce, onlar bana dokundular. Odamıza yerleşme sonrası bir güzel “hoş geldiniz” kahvesi içirdiler bize. Ertesi sabah sunulan kahvaltı ise muhteşemdi. Silleye geldiğinizde burada konaklamanızı hararetle tavsiye ederim. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bakmayın siz Sille’nin küçük göründüğüne, Sille çok eski bir yerleşim yeri. Bugün bir cadde boyu gidip geliyorsunuz gibi gözüküyor ama mübadele öncesinde 18 bin Müslüman ve Hristiyan (Türk-Rum) bir arada yaşarmış bu topraklarda. Burası bir zamanlar Krallar Yolu  üzerinde ve İstanbul’dan yola çıkıp da Kudüs’e hacca gidenlerin uğrak yeri imiş. Daha da eskilere giden ipuçları olsa da, asıl yerleşim zamanı MS 50’li yıllar. Yani Hristiyanlığın Anadolu’da ilk yayılmaya başladığı yıllar. O dönem Roma, Pagan inanışını terk edip, din olarak Hristiyanlığa geçenlere büyük eziyetler yapıyormuş. Anadolu’ya Suriye üzerinden giren Hz İsa’nın havarileri burada halka yeni dini sevdirmişler ve kabul ettirmişler.

IMG_0602.JPG

İnsanlar ise Roma askerleri korkusundan yeni dinlerini, göz önünde olmadan, gizlice yaşamışlar. Ortamdaki kolay oyulan tüf kaya yapısı nedeni ile Takkeli Dağı eteklerinde ve sırtlarında ya kendileri mağaraları oluşturmuşlar ya da doğanın oyduğu mağaralara yerleşmişler. Burada kiliseler inşa etmişler. Hristiyanların yaptıkları oyma mağaralar yüzyıllar boyunca barınma amaçlı kullanılmış.  Bir zamanlar 200’ün üzerindeki mağarada yaklaşık 500 kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Şimdilerde 50’ye yakın mağara var. Mağaralar yıllarca ev, kilise, ahır ve hatta mezar olarak kullanılmış. Bugün halen mağaralarda o dönemde sürdürülen yaşamın izlerini görmek mümkün. Bu durum 1923 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Nüfus Mübadelesi anlaşmasına kadar devam etmiş. Bölgedeki Rumların Yunanistan’a gönderilmesi üzerine Sille’ye, mübadeleyle gelen Müslüman- Türkler yerleştirilmiş.  Burada Ak Manastır (Eflatun Manastırı) en bilinen mağara manastır. Hz Mevlana’da zamanında bu kiliseye gelip ziyaret etmiş. Ancak mağaralar ziyarete artık kapalı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Arnavut kaldırımlı yolda yürümeyi hep sevmişimdir. Büyük kısmı restore edilmiş, kafe ya da restorana dönüştürülmüş eski Sille evleri sağımızda, Sille Deresi solumuzda kalacak şekilde bu kaldırımlarda yürüdük. 

IMG_0604.JPG

Burası benim tahmin ettiğimden ve olması gerektiğinden çok daha az turist ağırlıyor. Sokakta yürüyen insan sayısı az, kafeler neredeyse boş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Köyü gezerken Türkler ve Rumlar’a ait eserleri yan yana görebiliyorsunuz.  Camiler ve köprüler Türk, kilise ve çeşmeler ise Rum ustaların imzasını taşıyor. Burada, birçoğunun sadece kalıntıları ayakta olsa da, ne yapılmışsa hepsinden yedi tane yapılmış; Yedi cami, yedi kilise, yedi köprü ve yedi çeşme. Yürüyüş yolumuzda köprü ile geçiş yapılan Çay Camisi gözüküyor. 

P4060455.JPG

Yolun sonunda, solumuza doğru Aya Elenia Kilisesi gözüküyor.  Bizans İmparatoru Konstantinus’un annesi Helena, hac için Kudüs’e giderken Sille’ye uğramış, buradaki ilk Hristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görmüş ve Sille’de yaşayanlara layık oldukları güzellikte bir mabet yaptırmaya karar vermiş. MS 327 yılında bu kilisenin temel atma töreninde bulunmuş. Bugünkü kilise aslında en eski kilisenin yerine yapılan orta çağ Bizans kilisesi. Kilise asırlar boyu onarımlar görmüş. Sultan II. Mahmut ve Abdülmecit’de büyük onarımlarda bulununca kilise günümüze kadar gelmiş. 

P4060470.JPG

Kilise saat 17:00 den sonra ziyarete kapalıydı. Ancak ertesi gün gezebildik. Kilise düzgün kesme Sille Taşı ile yapılmış. Avlusunda kayalara oyulmuş odalar var.  Kilisenin ana kubbesi dört fil ayağı üzerinde duruyor.   Kilisenin içerisinde sanat şaheseri sayılacak ahşap işleri var. İçeride  Hz. İsa, Hz. Meryem ile havarilere ait resimler bulunuyor.

Kubbesi dışarıdan pek bir şeye benzemiyor ama içeriden oldukça hoş görünüyor. Dört yöne açılmış pencereler arasında çeşitli aziz ve azize resimleri yer alıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu kilise içinde, kiliselerde görmeye pek de alışık olmadığım, küçük bir org da var. Bir de hemen sağda girişte sergilenen üzerine Osmanlıca yazılı bir  tahta yazıt var. Burada “Sıhhiye Kalemi” yazıyor. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu kilise silah deposu olarak kullanılması yanında, savaşta kolu bacağı kopanlar için bir Alman hekim başkanlığında protez kol bacak yapımı için de kullanılmış. İşte bu tabela o bölümü gösterir tabelaymış. Büyük şairimiz Nazım Hikmet’in şiirinde konu edilen Sille  ve parantez içindeki açıklama kilisenin bu özelliği ile ilgili olsa gerek.

IMG_4784.JPG

Bu kilisenin özelliklerinden bir tanesi ise giriş kapısı üstünde bulunan yazıt. Bu yazıtın özelliği Yunan harfleri ile Türkçe yazılmış olması. Bu yazıya Karamanlıca diyorlar. Rum-Türk birlikte ortak yaşamının ve mübadele yıllarında buradan gitmeye zorlanan Hristiyan  vatandaşların ağlayarak, hasret içinde Sille’yi terk etmelerinin nedeni bu yazı ile açıklanabilir. Ben her gezi sonrası, gezi yazımı yazarken daha çok öğrenir ve masa başında daha güzel gezerim. Çünkü doğru yazı yazmak, yanlış bilgi aktarmamak için araştırırım. Sille kaya manastırları ve Aya Elenia Kilisesi kapısındaki Karamanlıca yazıt, konuyu araştırmaya ve kısaca yazmaya gerek duyurdu. 

Anadolu’nun diğer toprakları gibi Konya ve civarı da tarih boyunca birçok halka ev sahipliği yapmış. Türkler öncesi bu topraklarda Frigler, Hititler, Roma ve Bizans halkları yaşamış, Makendonlar, Persler, Moğollar istila etmişler. Haçlılar yöreye sefer düzenlemişler. Gelenler yörede insan bırakmış, kalanlar yerel halk ile karışmışlar. İstilacılar zaman olmuş bölgeden insan götürmüşler. Selçuklular gelmiş, Anadolu Selçuklu’lar Konya’yı başkent olarak seçmişler. Konya’daki Türk hakimiyeti, şehirdeki gayrimüslimlerin bir kısmının kent dışına, özelikle Sille’ye göç etmesine neden olmuş. Moğol istilasından kaçan Türkmen boyları Anadolu topraklarına gelmiş, Sultan I. Alâeddin Keykubat gerek duymuş, Ermenistan seferi dönüşünde bir grup Hristiyan Peçenek Türkünü Konya’ya getirip, Sille’ye yerleştirmiş. Her gelen bazen gelenek, görenek, din ve dillerini korumuş bazen de onları ortama uydurmuş. Anadolu, özellikle de Konya tarihinde Karamanoğullları Beyliği önemli bir yer tutuyor. Karamanoğlu Mehmet Bey devletinin resmi dili Türkçe olması için ferman çıkartmış ve tarih sahnesinde kaldıkları sürece Türkçe resmi dil olmuş. Bayraklarının dalgalandığı yerlerde Türkçe konuşulması zorunluymuş. 

172581.jpgOrtodoks Karamanlılar” kavramı ile Anadolu’da yaşayan, Ortodoks mezhebinde olan, Türkçe konuşan ve Yunan harfleri ile Türkçe yazan halkı anlamalıyız. Bu halkın kullandıkları dile literatürde Karamanlıca deniliyor. Bu halkın kaynağı tartışmalı da olsa, gerçek olan bu halkın var ve bu bölgede yaşamış olduğudur. İşte bu kilisenin kapısındaki yazıtın bu şekilde yazılmasının nedeni Yunan harfleri ile yazan, Türkçe konuşan ama dinleri Ortodoks halkın varlığındandır. Mübadele yıllarında Ortodoks Hristiyan oldukları için Yunanistan’a göçe zorlanan ama Rumca bilmeyen Karamanlılar, bu ülkede de çok hoş karşılanmadılar. Karamanlıca ile ilgili olarak  http://www.beyaztarih.com/makale/anadolunun-ortodoks-toplulugu-karamanlilar adresine bakmanızı tavsiye ederim. 

Sille’de gün ışıklarının son zamanlarında, Sille Barajına giden asfalt yolu takip ederek mezarlığa çıktık. Aslında amacım tepelik bir yerden Sille içindeki köprülerden olan Şeytan Köprüsünü, Sille’nin panoramasını uzaktan fotoğraflamaktı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ama mezarlığa girince asıl olayın burada olduğunu gördüm. Burada bazı mezar taşları sanki Ahlat’ta gördüğüm Selçuklu mezar taşlarına benziyorlardı. Oradakiler çok daha uzun taşlardı. Çok eski oldukları her hallerinden belli olan bu mezar taşlarını görmek için bu tepedeki mezarlığa mutlaka gidin derim. Buradan aynı zamanda Sille’nin harika panoramik fotoğraflarını alabilirsiniz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sadece 50 cm genişliği ile iki yakayı birleştiren Şeytan Köprüsü’nün yakınına gidemedik ve sadece uzaktan fotoğrafladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sille’de, içindeki ahşap işleri nedeni ile içleri, dışlarından daha güzel olan camiler var. Bunların içlerini sadece Subaşı ve Çay Camisinde dışarıdan görebildik. Bunlardan tepedeki Karataş Camisi ise pek açık olmazmış. Subaşı ve Karataş Camilerinin minareleri çok güzeller. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Artık gün ışıkları iyice zayıflayınca otele geri dönüş yoluna koyulduk. Dönüş yolunda, turizm araçlarının park ettiği geniş boşlukta at sırtında gençleri gördük. Bir de güzel fotoğraflarını çektik.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sille’de akşam yemeğini Sille Konak Restoranda yedik. Otantik bir ortamda güzel yöresel yemekler denemek isterseniz Sille’de mekanınız burası olmalı. Bamya çorbası, Tirit ve yaprak dolması siparişi verdik. Ama yanında gelen ikram mezeler bile on numaraydı. Yemeği fazla kaçırınca tatlıya yer kalmadı. Sacarası yemem lazımdı. Konya’da yemekleri bir türlü ayarlayamadım, tatlı faslına kadar gelemeyecek kadar çok yedim…

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otel dönüp, duş aldık ve hoppala derin, kesintisiz bir uyku çektik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ertesi gün ilk ışıklarla ayaktaydık. Otelin balkonuna çıkıp, oradan sabah manzaraları aldım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Esas olay sabah kahvaltısındaydı. Ben hayatımda bu kadar çok kahvaltılığı yan yana görmedim. Sille Deresi kenarına kurulu soframızda güne muhteşem bir kahvaltı ile başladık. Son kahveleri içtik ve Sille’de kalan gezmediğimiz yerler için gezi günümüze başladık. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Önce Aya Elenia Kilisesi’ni ve eskiden şapel olan ama günümüzde Zaman Müzesi olarak hizmet veren mekanı gezdik. Zaman müzesi sabahın o saatinde hala kapalıydı, gezemedik. Ancak bu alandan günün aydınlığında Sille panoramasını bir kez daha fotoğrafladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sille gezimizin son durağı Sille Müzesi oldu. Burası minik ama güzel düzenlenmiş bir müze. Eski bir konak, müzeye dönüştürülmüş. Sille’nin geçmişi ve kültürü anlatılmış, eski eşyalar sergilenmiş. Belki Sille gezinize önce buradan başlamanız daha uygun olacaktır.

P4060459.JPG

Evet sevgili gezginler… Yazımıza Nazım Hikmet’le başladık, onunla bitirelim;

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim…

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…”

Bu memleket bizim.. Ona eskisinden daha çok sahip çıkalım. Gezdiğimiz toprakları, üzerinden yaşayan insanları daha doğru tanırsak, onun güzelliğine daha çok aşık olacağız.

Bu aşk bizim…

Gezekalın…

19.04.2018 Saat 12:47