Ortaya Karışık Orta Amerika: Kanalın Ülkesi; PANAMA-Gamboa Reserve Alanı/Portobelo

Adını, Kristof Kolomb’un İspanyolca adından alan Colon, Panama’da bir liman şehri. Hem Panama Kanalını gezdiğimiz gün, hem de Portobelo gezimizde buradan geçtik. Panama’nın fakir bölgelerinden olan şehir, Panama Kanalı’nın Atlantik tarafında yer alıyor.

Portobelo İspanyolca güzel liman anlamındaki “Puerto Bello” kelimesinden geliyor. Portobelo, 1597’de İspanyollar tarafından kurulmuş ve kısa sürede Peru altın ve gümüşünü İspanya doğru yola çıkarmak için Karayip kıyısındaki liman olarak kullanılmış. Tarihsel olarak önemli bir yer. 1980’de UNESCO , yakınlardaki San Lorenzo Kalesi ile birlikte buradaki İspanyol surlarını Dünya Mirası Alanı olarak belirlemiş.

Portobelo’da bulunan Iglesia de San Felipe İspanyolların Panama’dan ayrılmadan önce yaptıkları son kilise olarak biliniyor. Bir Roma Katolik kilisesi. Aslında 17. yüzyılda da burada bir kilise olmasına rağmen gördüğümüz hali 1814 yılında inşa edilmiş.

Iglesia de San Felipe, “Kara Mesih (Cristo Negro) Kilisesi” olarak da biliniyor. Her 21 Ekimde kutlanan Kara Mesih Festivalinde bu heykel kiliseden çıkartılıp çıplak ayaklı, saçını kazıtmış ve mor renkli elbise giymiş erkeklerce sokaklarda gezdiriliyormuş. Hikayesi olan ve ilginç bir kilise.

Kilise yanından ilerleyerek Portobelo surlarını ve kalesini gezebilirsiniz.

Öğle yemeği için Portobelo da sahilde olan mekanlardan bir tanesinde yemek yemek iyi bir fikir olabilir. Biz de Portobelo’da öğle yemeğimizi yedik.

Portobelo ve San Lorenzo surları, Panama’nın Atlantik kıyısında birbirinden yaklaşık 80 kilometre uzaklıkta yer alıyorlar. Portobelo’nun askeri yapıları, Panama limanlarına Karayipler kısmında bir güvenlik koruması sağlarken, San Lorenzo’daki tahkimatlar Chagres Nehri ağzını koruyordu.

İspanyollar için Chagres Nehri Peru’daki altının nakli için çok önemliydi. Bu nehir boyunca taşınan altın ve gümüş Atlantik kıyısındaki limanlardan İspanya’ya naklediliyordu. Ancak altın ve gümüşün kokusunu alan korsanlar 1560 civarında Panama kıyılarına saldırmaya başladılar. İspanyollar bu yolu korumak için Chagres Nehri’nin ağzında San Lorenzo Kalesini inşa etmişler.

Çalışma 1601’de tamamlanmış. Devasa kalenin planları İtalyan mühendis Baptist Antonelli tarafından yapılmış. San Lorenzo kalesi, Chagres Nehri’nin girişine hakim bir konumda, yüksek bir resifin üzerine inşa edilmiş.

Ayva ağacı cinsinden bir ağacın adı olan Gamboa, Panama’da en beğendiğim yerlerden birisi oldu. Aslında Gamboa Panama programımızda yoktu. Panama Kanalı boyunca yapılacak olan tarihi tren hattındaki yolculuk pandemiden beri kapalı olduğundan, onun yerine programa Gamboa Rezerv Alanı gezisi alınınca burasını öğrenmiş olduk. Şahsen son güne kadar tren yolculuğunun yapılabilmesini diledim durdum ve yapılamayacağını öğrenince de çok üzüldüm. Bugün hala bu tren yolculuğunu yapamadığımız için üzgünüm. Ama Gamboa Rezerv Alanını görmeseydim daha fazla üzülürdüm. Oralara kadar gitmişseniz iki aktivite de programınızda yer bulsun. Gamboa Rezerv Alanı mutlaka ziyaret programınızda olmalı ve bu parkın içinde bulunan otelde kalmanızı tavsiye ederim.

Gamboa, Panama Kanalı çalışanlarını ve bakmakla yükümlü oldukları kişileri barındırmak için inşa edilen birkaç kalıcı kanal bölgesi kasabasından biriymiş. Chagres Nehri’nin, Gatun Gölüne açıldığı keskin bir kıvrımda yer alıyor. Kasaba sakinleri olan işçilerin yerini zamanla Amerikan askerleri almış. 1999 yılında Amerika, Panama Kanalı idaresini terk edince Gamboa’da evler boş kalmış. Bugün tek tip evleri boş halde görüyorsunuz.

Gamboa Rezerve Alanında otel kafeteryasında manzaraya karşı kahve içme sonrasında orkide ve kelebek çiftliği, amfibi havuzu ve tembel hayvan (sloth) barınağı ziyaretlerimiz oldu. Gamboa’da ben bir tam günümü rahatlıkla geçirebilirdim.

Önce tembel hayvan barınağı ziyaretimizden başlayalım. Tembel hayvan (Sloth) görmek için Kosta Rika ve Panama ormanlarının ağaç dalları arasında bakındık durduk. Bazı yerlerde de doğal ortamlarında gördük. Ama ağacın en tepesinde, yaprakların ardında ve sadece poposundan görebildik. Yüzünü bir türlü görmek mümkün olmadı.

Burada barınakta dokunma mesafesinde tembel hayvan görmek mutlu etti doğrusu.

Tembel hayvan barınağını Panamerikan Koruma Derneği (APPC) idare ediyor. Doğada korunma ve kurtarılmaya muhtaç tembel hayvanlara kendileri adamış olan, ihtiyaç varsa onları tedavi ve rehabilite etmek, zamanı gelince de doğaya salmak amacında olan bir dernek.

Bu hayvanlar görüntüleri benzese de ne maymun ne de ayıdırlar. Tembel hayvanlar karıncayiyen ve armadillo ailesinden kabul ediliyorlar. Dünyada var olan 6 türden 3 tanesi Panama’da yaşıyor. Adı üstünde dünyanın en tembel, en yavaş hareket eden hayvanları.

Kelebek çiftliği ise çok sayıda kelebeği görebileceğiniz bir çiftlik. Bol renkli büyüklü küçüklü çok sayıda kelebek ortalıkta geziyor. Hangisini fotoğraflayacağınızı şaşırıyorsunuz. Panama’ya endemik olan 200 tür kelebekten yaklaşık 20 türe burada yaşam alanı sağlanmış.

Kurbağa havuzunda olan türlerin çoğunu Kosta Rika da doğada görme şansını yakalamıştık. Ama burada son kez onları bir arada görmek de güzel oldu.

Gamboa’da saydıklarım dışında da karşınıza bir anda huming bird ya da tukan çıkabilir. Ortalık kuş severler için de bir cennet.

Bu son yazı ile Panama gezimiz ile ilgili son notlarımı ve fotoğraflarımı sizlerle paylaşmış oldum. Gezmekten eksik kalmayalım…

Sağlıkla ve mutlukla gezekalın..

Dr Ümit Kuru

25.07.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Kanalın Ülkesi; PANAMA-Panama City

Panama’nın idari, siyasi, ticari ve bankacılık başkenti Panama City gezisini ayrı bir bölüm olarak anlatmakta fayda var. Biz Panama gezimizde bu güzel şehrin merkezinde kalıp buradan civar bölgelere gezilerimizi de yapabildik.


Mutlaka öncesinden de yaşayan yerliler vardı ama Panama City’nin kuruluş yılları 1519 İspanyol dönemine kadar gidiyor. İspanyollar stratejik bir bölge olarak gördükleri bu alana kurdukları şehri, Peru’daki İnka İmparatorluğunu fetih seferler için başlangıç ​​noktası olarak kullanmışlar. İspanya’nın Amerika’dan çıkardığı altın ve gümüş, Nombre de Dios ve Portobelo limanlarına bu şehirden geçilerek yollanmış. Bu nedenle Panama City hep önemli bir şehir olmuş.

Panama City’nın ilk kurulduğu yer UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan ve bugünkü eski Panama City (Casco Viejo) olarak kabul edilen yerden 8 km ötede bulunan arkeolojik Panama Viejo. Panama Viejo’da ayakta kalan binaların sayısının azlığı karşısında şaşırmamak elde değil. Doğrusu bazen UNESCO Kültür Mirası Listelerinde yer alan eserler bende hayal kırıklığı yaratıyor. Ancak Panama City arkeolojik şehir alanını, birazdan anlatacağım bilgi ile gezerseniz o zaman bu toprakların sizde farklı hisler yaratacağını biliyorum.

Şehrin kaderini çizen Henry Morgan ünlü bir korsan. 17. yüzyıl ortalarında bölge Amerika yerlilerinin öz varlıklarını sömüren İspanyolların egemenliğinde bulunuyor. Ancak İngiltere ve Fransa gibi devletler de İspanyolların bu zenginlik kaynaklarına göz dikmiş ve zenginlikten pay ister haldeler. Bununla birlikte İspanyollarla, Karayip Denizinde doğrudan savaşa girecek durumda da değiller. İşte burada çözüm olarak Galli bir korsan olan Henry Morgan ve korsan arkadaşları devreye giriyor. İngiltere korsanlara bir belge vererek, yağma konusu İspanyol gemileri ve zorunlu olduğu hallerde İspanyol egemenliği altındaki Amerika Kıtası şehirleri olmak üzere korsanlığa izin veriyor. Bunun bir diğer koşulu yağmalanan mallardan İngiltere’ye pay vermek. İşte Panama City’nin Henry Morgan’la hikayesi bu aşamada kesişiyor. Korsanlara yetki verilerek denizde devletler adına paralı askerlerden oluşan filo kurma fikri daha sonra da devam etmiş. Henry Jennings, Benjamin Hornigold, Kara sakal lakaplı Edward Thatch, Kara Sam lakaplı Samuel Bellamy ve kadın korsan Anne Bonny yetkilendirilen korsanlardan en meşhurları. Yazılan o ki İngiltere, İspanya, Fransa ve diğerleri bu konuda korsanlara tam 1662 yetki belgesi vermişler.

1671’de sonradan “Sir” lakabı verilecek olan korsan Morgan Panama City’i işgal ediyor. Çoğunluk görüşüne göre Henry Morgan şehri tamamen yakıp yıkıyor. Bazıları ise şehrin Henry Morgan’ın eline geçeceğini anlayan İspanyol komutanın barut depolarının uçurulmasını emretmesi nedeni ile yıkılıp yandığını ileri sürüyor. Son görüşte yabana atılır gibi değil. Çünkü Henry Morgan’a “Sir” lakabı verilse de kendisi saklanan zenginliklere ulaşmak için işkence yapması ile de meşhur. İspanyollar ele geçmektense bu yolu tercih etmiş de olabilirler.

Arkeolojik alan içinde bir müze de var. Alanın en kıymetlisi bence bu müze. İçeride önemli eserler sergileniyor.

Benim bu alandaki bir diğer favorim ise müze önünde bulunan Ateş Ağacı. Her açıdan çok güzeldi. Özellikle alanda ayakta kalan bir kaç eserden biri olan eski Panama Katedralinin kulesi tarafından çok güzel fotoğraflar veriyor.

Bu alanı gezdikten sonra 8 km ötede bulunan Eski Şehri (Casco Viejo) gezmeye gidebilirsiniz. Panama City’nin bu bölgesi tipik kolonyal tarz evleri ile yürümekten zevk alacağınız bir bölge. Geziye katedralin bulunduğu Plaza De La Independencia‘dan başlayabilirsiniz.

Buradan kolonyal binalar arasından sahile doğru yürüyerek Central Hotel Panamá Casco Viejo, Ulusal Tiyatro binası, Plaza Simón Bolívar gibi önemli yerleri ziyaret edebilirsiniz.

Yol boyunca Panama şapkası alabileceğiniz mağazalar ve güzel bir içecek eşliğinde dinlenebileceğiniz mekanlar göreceksiniz.

Cinta Costera Viyadüğü, bir karayolu köprüsü ve yaya köprüsünden oluşan 2,5 kilometre uzunluğundaki deniz viyadüğü. Panama Şehri’nin tarihi ve hükümet bölgesi olan Casco Viejo’yu çevreliyor. Bunu en güzel olarak tepesinde bir kafeteryaya oturacağınız gökdelenden görebiliyorsunuz.

Panama City hem eskiyi hem yeniyi, hem zenginliği ve hem de fakirliği bir arada görebileceğiniz bir şehir. Ama bunu en iyi şehrin tepesinden anlayabiliyorsunuz. Biz de bir gökdelenin (P.H. Bay View Marañon) en üst katında yerleşik bir restorana çıkıp (El Faro del Casco Antiguo) kokteylerimizi içerken altımızda uzanan şehri seyretmeyi ihmal etmedik.

Tarihi eski şehirden (Casco Viejo) çıkınca yapılabilecek aktivitelerden bir diğeri balık pazarına uğramak olmalı. Burada hem ziyaret yapıp ve hem de “ceviche” yiyerek karnınızı doyurabilirsiniz. ​​

Ceviche narenciye ve baharatlarla marine edilmiş balık veya kabuklu deniz hayvanlarından oluşan bir yemek. Buraya has değil tabii ki. Doğrusu ben çok sevmedim ama beğenenlerimiz vardı.

Balık pazarını da ziyaret ettik. Ama bence öğle sonrası yaptığımız ziyaretin çok da bir anlamı yoktu. Balık pazarlarındaki o hareketliliği ve renkliliği görmek için sabahın erken saatlerinde orada olmak gerekiyor. Öğle sonrasında gittiğimizde hem çok az sayıda açık tezgah vardı ve hem de çok az sayıda balık alıcısı vardı. Olay öğlene kadar zaten bitiyor.

Panama City’de ziyaret edilecek önemli yerlerden bir diğeri de Biomuseo. Panama’nın flora ve faunasının biyolojik çeşitliliğini sergileyen müzenin içini maalesef gezemedik. Biz oradayken kapalıydı. Bilbao’daki Guggenheim Müzesi ve Paris’teki Louis Vuitton Vakfı gibi dünyanın en ikonik binalarından bazılarının mimarı olan Frank Gehry‘nin çarpıcı ve renkli bir projesi burası.

Binanın dışını ve renkliliğini, bahçesinin güzelliğini ve Pasifik’te balık avlamak için yukarıdan denize dalış yapan pelikanları izlemek bile bize keyif verdi. Biomuseo, Gehry’nin Latin Amerika’daki ilk projesiymiş. Müze sonrasında Causeway Amador’a devam edip Sabroso Panama‘da yemek yiyebilirsiniz. Biz bu mekanın yemeklerini de, ambiyansını da beğenmiştik.

Bu yazıda son olarak bahsedeceğim kısım ise Panama yerlilerinin dans ve şarkıları eşliğinde Tinajas Restoranda yediğimiz akşam yemeği olacak.

Bu mekanda yediğimiz yemek çok iyi ve doğru zamanda düzenlenmiş bir organizasyondu. Son gecemizde Panama yerlileri bize dansları ile güle güle dediler. Panama City’e gelmişseniz bir akşam yemeğinizi burada yemenizi tavsiye ederim

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

21.07.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Kanalın Ülkesi; PANAMA-Panama’nın Yerli Halkı/Tusipono Embera Köyü

Panama’ya kadar gitmişseniz yapılacak önemli aktivitelerden bir tanesi Panama yerli kabilelerini ziyaret etmek olmalıdır. Panama nüfusunun yaklaşık %12 kadarlık bölümünü yerli halklar oluşturuyorlar. Bu yerli halklar, genellikle gruplar halinde belirli alanlarda yaşıyorlar. Bu alanlara “Comarca” deniyor. Panama yerli halkları arasında Embera yerlileri, önemli olanlarından sayılıyor. Biz de Panama gezimizde bu halkın bir köyünü, Tusipono Embera Köyünü, ziyaret ettik.

Embera-Wounaan (Choco) halkı, Panama’daki ana yerli gruplardan birini temsil ediyor. Diğer büyük gruplar ise Kuna, Ngobe-Bugle (Guayami), Bribri ve Naso (Teribe) olarak adlandırılıyorlar. Emberaların Panama’daki nüfusu yaklaşık olarak 33000 kişi. En büyük Embera grubu (yaklaşık 22.000 kişiyle neredeyse 48 topluluk) Kolombiya ve Panama arasındaki sınırda Darien Yağmur Ormanlarında yaşıyorlar. Embera halkının bir grubu hep Darien Yağmur Ormanlarında yaşarken, 1960’lardan başlayarak bazı Embera yerlileri Panama Kanalı havzasına göç etmişler. Chagres Nehri boyunca (Parará Puru, Embera Drua, Tusípono Embera ve Ella Puro) ve Gatun Gölü (Embera Quera) kıyılarında köyler kurmuşlar.

Tusipono Embera Köyü yağmur ormanlarının ortasında, Chagres Nehri’nin kıyısında yer alan küçük geleneksel bir köy. Bu köyün yerlileri olan Emberaları ziyaret ederek geleneklerini, giyim tarzlarını ve el becerilerini gözlemleyeceğiz. Bizlere geleneksel danslarını ve müziklerini icra edecekler. Embera topluluğu tarafından hazırlanan öğle yemeğine katılacağız.

Tusipono Embera, başkent Panama City’den yaklaşık bir saat uzaklıktaki Chagres Ulusal Parkı‘ndaki Chagres Nehri (Panama Kanalı’nın ana su sağlayıcısı) boyunca yer alıyor.

Otelden grup olarak ayrılarak Chagres Nehri kıyısındaki ilkel bir tekne biniş yerine gittik. Sığ sularda sürmek üzere altı düz olarak yapılmış ve arkasında garip motorlu, uzun geleneksel teknelere ¨Piragua¨ deniyor. Köye varmamızın tek yolu bu teknelerle nehirde 1 saatlik yolculuk yapmaktan geçiyor.

Kıyıda sıralar halinde dizilmiş tekneleri ile Embera yerlilerini bizleri beklerken bulduk. Grup iki tekneye dağıldı. Teknelere yerleştikten sonra zaman zaman iyice sığlaşan nehirde yol aldık. Panama gezimizin de artık sonları olduğundan yağmur ormanlarının ağaçları arasında ya da kıyıda yerleşik kuş, timsah, maymun, iguana ne görebilirsek görmeye çalışarak nehirde ilerledik. Sonunda köyün limanına vardık.

Bizi kıyıda kaval ve davul çalan iki yerli ile şarkılar söyleyen diğer yerliler karşıladı. Yaşlılar hariç köyün neredeyse tüm halkı bizi içtenlikle selamladılar ve büyük konuk çardağına alındık. Köyün bu çardağının üç yanına tezgahlar kurulmuş ve tezgahların üstüne hediyelik eşyalar satılmak üzere dizilmişlerdi. Kaçınılmaz şekilde tüm tezgahlar gezildi. Hediyelik eşyalar alındı ya da sonradan alınmak üzere göze kestirildi. Hediyelikler arasında ben en çok Tagua ağacının kestaneye benzer tohumundan yapılan küçük heykelcikleri beğendim.

İki tane de satın aldım. Başka herhangi bir yerde bu tür bir hediyelik görmemiştim ya da dikkatimi çekmemişti. Doğal boyalar kullanılmış örme sepetler de diğer alınabilecek eşyalardı ama yer kaplayınca alamadık.

Daha sonra köyün mutfağı diyebileceğim çardağa geçtik ve bize burada Emberalar hakkında bilgi verildi. Köyün kadınlarının ve erkeklerinin geleneksel giysileri anlatıldı.

Köyün en yaşlı kadını sepet örme tekniklerini anlattı. Sonra da yemek faslına geçtik. 

Patacones (kızarmış muz) ve kızarmış balıktan oluşan tipik yemeklerini palmiye yaprağı lifleri içinde sunuyorlar. Bu yemekle çok doymayı beklemeyin! Ama o yemek hazırlanma ve sunum ritüelini izlemek keyifli oluyor.

Yemek sonrasında önce köyün diğer evlerini ve köyün kalanını gezdik. Köydeki evlerin sayısı toplamda onu geçmez. Bu arada kıyıya yanaşan tekneden köyün okula giden çocuklarının indiklerini de gördük. Köyün ergenleri, gelenekleri ve yaşamlarını turistlere pazarlayarak gelir elde ederlerken, çocuklar modern yaşamın içinde eğitimlerine devam ediyorlar.

Yemek sonrasında yeniden büyük çardağa geçip dans gösterilerini izledik. Danslarına eşlik ettik. Sonra da onlarla vedalaşıp köyden teknelerle ayrıldık. Kıyıda hemen her gün aynı ritüelleri bıkmadan tekrarlayan yerlilerin el sallayışlarına aynı şekilde karşılık verdik.

Tusipono Embera Köyü yerli topluluğunun insanları bugünlerde bir milli parkta yaşıyorlar. Buralarının henüz bir milli park olmadığı zamanlarda çiftçilik yapmak, ürün yetiştirmek, avlanmak ve balık tutmak serbestmiş. Panama Hükumeti Chagres Ulusal Parkını kurarak araziyi korunan bir alan haline getirdiği zaman, burada yaşayan Embera halkının avlanmasına veya herhangi bir ürün yetiştirmesine izin verilmemiş. Sadece balık tutmalarına izin verilmiş. Ana yemeklerinin balık olmasının nedeni de buymuş. Sadece balık tutarak izole halde yaşam hem Embera halkının asimile olmasına ve hem de gelenek ve kültürlerinin yok olmasına neden olacağından Panama Hükumeti bu köylerde turizmi teşvik eden projeler hazırlamış.

Kültürlerini bir gelir kaynağı olarak turistlerle paylaşmak için örgütlenmeleri sağlanmış. Yerli Embera halkı yaşam tarzlarını, el sanatlarını turistlere nasıl pazarlayacaklarını zamanla öğrenmişler. Bizlerde bugünkü gezimizde bu pazarlamadan fazlasıyla memnun olarak köyden ayrıldık.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

19.07.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Kanalın Ülkesi; PANAMA

Bazen gezdiğiniz yerin önemini, gezdiğiniz anda yeteri kadar anlayamıyorsunuz. Panama Kanalı’nın Atlantik Okyanusu tarafında, Aqua Clara Kilitleri Ziyaretçi Merkezinde, dünyanın en büyük cruise gemilerinden 292 metrelik Emerald Princess‘in geçişini izlemiş, kanalın açılan kilitlerine hayran kalmıştım. Ama bu yazıyı hazırlarken bilgilerim arttıkça o gün gördüklerim hakkında daha fazla heyecanlandığımı, şaşırdığımı, üzüldüğümü ve o kanalda o anda gördüğümün ötesinde anlamların olduğunu fark ettim. Panama’yı bağımsız bir ülke yapanın, Panama Kanalı olduğunu söylemem size abartı gibi gelebilir. Panama Kanalı sadece bir kanal değil, bunun ötesinde Panama ülkesinin varlık nedeni. Bu nedenle gezimizin Panama bölümünü, Panama Kanalı‘ndan başlayarak anlatacağım.

Latin Amerika ülkelerinin her birisinin, onları ilk anda akla getiren kendine has özellikleri var. Örneğin “Pure Vida-Sade/Basit Yaşam” denince akla Kosta Rika, “Simon Bolivar” denince Venezuela, “Sandinista” denince Nikaragua, “Kanal” denince de Panama aklımıza geliyor.

Dünyada en önemli olan 2 kanal mevcut; Bir tanesi Süveyş Kanalı, bir diğeri ise Panama Kanalı. Coğrafik konumu Panama için şans mıdır? Şansızlık mıdır? Bu soruların yanıtı aklımda hala netleşmedi. Panama Kanalı bugün ülkenin önemli bir gelir kaynağı ve dünya ticaretinin %4 kadarı da bu yol üzerinden dönüyor. Ancak bağımsızlığının kazanılmasından, yakın zamana kadar bu kanalın Panama’nın kendisi için bir bela olduğunu bilmemiz gerekir. Emperyalist güçler için kanal, Panama’nın kendi halkına bırakılamayacak kadar önemli olmuştur. Bir başka gerçek ise kanalın yapım aşamalarını takip edince Panama’nın da tek başına böyle bir projeyi gerçekleştirmesinin imkansız olduğudur. Zorlu doğa ve coğrafik koşullarda yapılan, kocaman Fransız şirketlerinin iflasına neden olan bir kanalı, Panama gibi ülkelerin yapmalarını da beklemek hayal olsa gerek. Panama Kanalı yapım sürecinin tarihine bakacak olursak ilginç dersler çıkartabiliyor ve dramatik öyküler öğrenebiliyoruz.

Panama Kıstağında bir denizden diğer denize kara yolu ile ulaşımın olabileceğini ilk kez gösteren Avrupalı, 1517 yılında Vasco Nunez de Balboa‘dır. O zamandan beri bir denizden (Atlantik), diğer denize (Pasifik) ulaşmanın kolay yolları aranıp durdu. Meksika’da Tehuantepec, Nikaragua ve Panama Kıstakları üzerine kanal yapıldığında denizden denize en kısa yol olarak ön plana çıkmışlar.

SİMON BOLİVAR

16. yüzyıldan 1821 yılına kadar Panama dışındaki Orta Amerika ülkeleri, İspanyol İmparatorluğu içinde Guatemala Başkomutanlığını oluşturuyordu. 1823-1841 yılları arasında bu bölgede İspanyollara karşı bağımsızlık savaşı verilmesi sonrası Meksika’nın Chipas Eyaleti, Guatemala, El Salvador, Belize, Honduras, Nikaragua ve Kosta Rika’yı içine alan Orta Amerika Federal Cumhuriyeti Kuruldu.

1810’lu yıllarda Simon Bolivar önderliğindeki Venezuela, İspanyollardan bağımsızlığını kazandı. Simon Bolivar bunu takip eden dönemde tüm Latin Amerikayı içine alan bir birleşik devlet kurmak için İspanyol yönetimine karşı mücadele verdi. Bu mücadele sonucunda 1819’da, bugünkü Venezuela, Kolombiya ve Ekvador’u içine alan bir cumhuriyet kuruldu. Adına Büyük Kolombiya (Gran Colombia) dendi ve cumhurbaşkanlığına da Simón Bolívar getirildi. Panama, bağımsızlığı için savaşlara girmiş bir ülke olmasa da, 19. yüzyılda bölgede esen bağımsızlık rüzgarlarından faydalanmayı bildi.1821 yılında Panama da, Büyük Kolombiya Cumhuriyetine katıldı.

Latin Amerika’nın idealist amaçlarla kurulan bu cumhuriyetlerinin ömürleri maalesef uzun olamadı ve birliği oluşturan devletler yaşanan iç savaşlar sonucunda dağıldılar. Önce Bolivar’ın en büyük düşü olan Büyük Kolombiya Cumhuriyeti parçalandı ve birliği oluşturan ülkeler 1830’da tamamen ayrıldılar. Sonra da Orta Amerika Federal Cumhuriyeti ülkeleri 1841’de birlikten ayrıldılar ve kendi iç çekişmelerine döndüler.

1821 yılında gönüllü olarak Gran Colombia’nın bir parçası olan Panama, diğer ülkeler birlikten ayrıldıkları halde 1899 yılına kadar Kolombiya’nın bir parçası olmaya devam etti. O dönemlerde Amerika Kaliforniya’da bulunan altına hücum hareketi nedeniyle kıtalar arası kestirme yol bulmak için eyleme geçildi. Çünkü Amerika’nın batı sahilleri limanlarından, doğu tarafı sahillerine ulaşmak aylar sürebiliyordu ve masraflıydı. Tüm Güney Amerika Kıtasını dolanmak gerekiyordu. Nikaragua’da San Juan Nehri üzerinden Nikaragua Gölü’ne ulaşıp, oradan kara yoluyla kısa bir aktarma sonucu yeniden deniz yoluna ulaşmak ancak geçici bir çözüm olmuştu.

Teknolojik gelişmeler ve ticari zorlamalar ile Panama Kıstağında bir kanal açma fikri uygulamaya konuldu. O zamanlar Akdeniz ile Kızıldeniz’i Süveyş Kanalı‘nı açarak birleştirmeyi başarmış olan Fransız diplomat Ferdinand de Lesseps öncülüğünde Fransız grup 1881 yılında kanalın inşasına başladı. Fransızların Panama projesi deniz seviyesine kadar kanal kazma fikrine dayanıyordu. Su havuzları ile su seviyelerini düzenleyen kilit sistemi projede yoktu. Ancak Panama Kanalı Projesi, Süveyş Kanalı Projesine göre çok farklı ve zorluydu. Ferdinand de Lesseps ve mühendis grubu, bölgenin coğrafyasını, bölgedeki sıtma ve sarı humma gibi salgın hastalıkları çok hafife almıştı. Kanal inşası mali kaynakları ve insan gücünü tüketti. 1889 yılına kadar süren kanal projesi Fransızlarca hiçbir zaman tamamlanamadı. Dokuz yıl boyunca 82 km’lik kanaldan sadece 9 km ilerleme sağlanabildi. Kanalın deniz seviyesinde olması yerine kilit sistemi ile göl seviyesine çıkartılması ve sonradan tekrar deniz seviyesine indirilmesinin bölge şartları için daha doğru bir kanal projesi olduğu anlaşıldı. Kanalın yapımı sırasında toplam 80.000 işçiden 30.000’e yakını başta sıtma ve sarı humma olmak üzere, tropikal hastalıklardan hayatını kaybetmişti. Büyük insan kaybı, teknik ve finansal sorunlar sonucunda 1889 yılında Fransız şirket battı.

Fransız girişimi başarısızlıkla sonuçlanınca projenin haklarını devredip zarardan dönmeye çalışan Fransız sermayedarlar, Amerika Birleşik Devletleri sermayedarlarına hisselerini ve haklarını satmaya çalıştılar. Amerikalılar kendilerini ağırdan aldılar ve imtiyaz haklarının bedelini ciddi şekilde düşürttüler. Kendi topraklarında olan Panama Kanalının hak ve imtiyazları için sistem dışına itilen Kolombiya, Amerika Birleşik Devletlerine imtiyaz hakkı vermeyi kabul etmedi. ABD ve Fransa yönetimleri bunun üzerine Panama’nın bağımsız ülke haline gelmesinin gereğine karar verdiler. Başkan Rosvelt donanmadan gemileri Panama’ya yolladı. Panama bağımsızlık hareketine askeri destek verildi. 1903 yılında Panama bağımsız bir ülke oldu. Böylece Kolombiya bu satıştan 5 sent bile alamadığı gibi, sınırları içinde olan Panama topraklarından da oldu.

1899-1902 yılları arasında gerçekleşen Bin Gün Savaşı‘nın bir sonucu ve Amerika Birleşik Devletlerinin baskısı altında Panama, 1903 yılında bağımsızlığını ilan etti. Amerika’nın “Panama’ya demokrasi gelsin, hür dünyanın özgür ve bağımsız bir üyesi olsun” gibi bir derdi hiç olmadı. Onun derdi dünya deniz yolu ticareti üzerindeki Panama’nın konumunun önemi ve Panama Kanalı üzerinde tek söz sahibi olabileceği, imtiyaz haklarını elde edebileceği bir Panama’nın var olmasıydı. Yeni Panama Cumhuriyeti Hükumeti, Philippe Bunau-Varilla‘yı (Fransa’nın Panama Kanal inşa etme çabasında yer almış bir Fransız mühendis) “Olağanüstü Elçi ve Tam Yetkili Bakan” olarak atadı. O ve ABD Dışişleri Bakanı Hay, 1903 tarihli Hay-Bunau-Varilla Antlaşması‘nı müzakere ettiler. Antlaşma sonucunda yeni hükumete 10 milyon dolar ödeme karşılığında ABD’ye kanal için sonsuza kadar 17 km genişliğinde bir arazi şeridi verildi. Panama’ya yıllık 250.000 USD para verilecekti ve Panama’nın bağımsızlığına ilişkin olarak ABD garantör devlet olacaktı. Bu arada Fransızlar da başarısız oldukları kanal inşası için yaptıkları harcamalar karşılığı 40 milyon dolarlık ödeme alacaklardı.

Amerikan mühendisleri ve yönetimi Fransızların mühendislik başarısızlığından çok iyi dersler çıkarttılar. Önce çalışanların sağlıklarını garanti altına almaları gerekiyordu. Bunun için o zamanın yeni tıbbi çalışmalarında Sıtma ve Sarı Humma’nın bulaştırıcısı olarak görülen sivrisineklerle mücadele ettiler. İlk olarak bataklıkları kurutup, sivrisinekleri yok ettiler. İki yıl süren bu çalışmalara ek olarak işleri kolaylaştırmak için demir yolu inşaatını tamamlayarak lojistik sorununu çözdüler. Buharlı iş makineleri getirtilerek kazı çalışmalarını hızlandırdılar. Daha da önemlisi kanal yapımında doğru projeyi, yani kilit sistemini uyguladılar.

Panama Kanalı için inşaatının başladığı 1881 yılından, bittiği tarih olan 15 Ağustos 1914’e kadar milyonlarca doları bulan bir para harcanmıştır. Ama sonunda San Francisco-New York arası 22.500 km iken, Panama Kanalı ile bu mesafe 9.500 km’ye indirilebilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri, Panama Kanalı ve çevresindeki Panama Kanal Bölgesini 1977 Torrijos-Carter Anlaşmaları ile Panama’ya devredene kadar kontrol etmeye devam etti. Bir Amerika-Panama ortak denetim döneminden sonra, kanal 1999’da Panama hükumeti tarafından devir alındı. Kanal şu anda hükumete ait Panama Kanalı Otoritesi tarafından yönetiliyor ve işletiliyor. Buna ek olarak kanala yine önemli bir finansal harcama ile, 2007-2016 tarihleri arasında 3. bir kilit sistemi daha yapıldı ve kanal genişletildi.

Gemiler kanalın Atlantik tarafındaki Gatun Kilitlerinden veya yeni yapılan Agua Clara Kilitlerinden, Pasifik tarafında ise Miraflores ve Pedro Miguel Kilitlerinden veya yeni yapılan Cocoli Kilitlerinden geçerek kanala giriyorlar. Orijinal kilitler iki şeritli bir konfigürasyona sahipken yeni ve genişletilmiş kilitler tek şeritli. Sonuç olarak orijinal kilitler bir ve iki numara olarak adlandırılırken, yeni kilitler üç numara olarak adlandırılıyorlar.

Pasifik Okyanusu tarafından giriş yapan gemi, Miraflores Kilitlerine varıyor. Burada 2 adet kilit sistemi var. Kilit sistemine giren gemiler deniz yüzeyinden 16,5 metre yükseğe çıkartılıyor ve Miraflores Gölüne giriliyor. Gölün geçişi 1,5 saatte tamamlanıyor. Miraflores Gölü geçildikten sonra Pedro Miguel Kilitine varılıyor. Burada tek kilit var ve bu sistemle gemi deniz yüzeyinden 9,5 metre daha yukarı kaldırılıyor. Böylece gemi deniz sevisinden 26 metre yukarıya kaldırılmış oluyor. Daha sonra 12,5 km’lik Culebra Kesimi geçiliyor (eskiden kesimin inşasını yöneten Amerikalı binbaşı Gillard anısına Gillard Kesimi de deniyor). Kanalın inşasının en zorlu kısmı da burası olmuş. Culebra Kesimi Panama’daki kıtaları bölen suni bir vadi. Bu yapay vadi zamanının en önemli mühendislik başarılarından bir tanesi olarak kabul ediliyor.

Culebra Kesimi sonrasında Gatun Gölü‘ne giriliyor. Gatun Gölü geçildikten sonra 3 kilitli Gatun Kilitlerine ulaşılıyor. Burada gemi Atlas Okyanusu seviyesine kadar 26 metre indiriliyor. Sonunda 82 km’lik Panama Kanalı yaklaşık 10,5 saatte geçiliyor. En son olarak 3,2 km’lik bir kanal geçilerek Karayiplere varılmış olunuyor.

Açıldığı yıldan bugüne kadar 1.000.000 üzerinde gemi kanaldan geçmiş. Her sene 14.000’den fazla geminin geçtiği ve bu gemilerle taşınan yük miktarının 200 milyon tonu aştığı tahmin ediliyor. Kanaldan geçen her gemi, yükün boyutuna, tipine ve hacmine göre geçiş ücreti ödüyor. Geçiş ücretleri Panama Kanalı Kurumu tarafından belirleniyor. Kanalı 1928 yılında yüzerek geçen ve bunun için 36 Cent ödeyen Amerikalı Richard Halliburton kanal için en düşük ücreti ödeyen kişi olmuş. En büyük kargo gemileri için geçiş ücretleri yaklaşık 450.000 doları bulabiliyor.

Bu bilgiler sonrası Panama Kanalı gezi izlenimlerime gelince; Bir kere korkunç derecede etkileyici bir yerdesiniz. Aşağıya kendi çektiklerimden bir video da eklemiş bulunuyorum. Panama Kanalını ziyaret etmek için birkaç alternatifiniz var. Bunlardan klasik olanı trenle Colon‘a gitmek ve orada Gatun Kilitlerinden gemi geçişlerini izlemek. Ancak tren seferleri pandemi döneminden beri yapılmıyor. Biz bir umut, “tren seferleri açılır mı?” dedik ve son güne kadar bekledik ama seferler açılmadı. Otobüsle Colon’a gittik ve oradan da yeni kilit sistemi olan Aqua Clara Kilit sisteminde ziyaretçi merkezinden geçişi izledik.

Alan çok kalabalık oluyor. İyi bir yer kapmanız ve iyi fotoğraf için pozisyon almanız gerekiyor. Sonrasında da bir konferans salonunda kanal ile ilgili bir görseli izledik. Bu alanda bir de orman içi yürüyüş parkuru vardı.

Bir diğer alternatif Panama Kanalı geziniz ise Miraflores Kilitleri Ziyaretçi Merkezi olabilir. Hangi taraftan izleyeceğiniz sizin tercihinize kalmış artık.

Panama Kanalı yapım öncesi imtiyaz hakları için verilen mücadele, yapımı sırasında yaşanan zorluklar, kaybedilen canlar düşünüldüğünde asla basit bir proje olarak görülemez ve görülmemelidir. Onun için verilen mücadele de asla bitmeyecek ve kanalın yönetimi Panama halkının kendisine gerçekte asla bırakılmayacak gibi. Bunu 2006 yılında kanalın genişletilme projesini kazanan İspanyol şirketinin elinden bir şekilde projenin alınıp, Amerikan şirketine verilmesi sürecinden anlayabiliyoruz. Her ne olursa olsun Panama Kanalı insan eliyle yapılmış olan dünya harikalarından bir tanesi olarak kabul ediliyor.

Bir gün Panama Kanalı’nı ziyaret etme şansınız olursa sadece kanaldan geçen gemilerin fotoğrafını çekmekle kalmayın. Bir ülke kurulmasına neden olmuş olan kanala bir süre de olsa bakıp orada doğaya karşı yıllarca verilen insanoğlu mücadelesini, bu uğurda verilen canları bir düşünün.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

02.05.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Nikaragua-Managua

Bugün Leon’daki son günümüz. Katedral ve marketi gezip yollara düşeceğiz.

Leon Katedrali 18. yüzyılda yapımına başlanan ve tam 67 yıl boyunca yapımı devam eden Orta Amerika’nın en büyük katedralidir. Binaya bakıldığında Barok, Neoklasik, Gotik, Rönesans gibi bir sürü mimari tarzın özelliklerini bir arada görebiliyorsunuz (Eklektik Mimari). Kilisenin altından başlayan yedi tünel, şehrin diğer kiliselerine açılıyor. Kilisenin hem havalandırma hem de ışık sağlamaya yardımcı olan 34 kubbesi var.

Katedral 2011 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alındı. Leon’un en sevdiği şairi Ruben Darío‘nun mezarı da bu katedralde bulunuyor. 1528’de buraya getirilen ve muhtemelen Amerika’daki en eski Katolik heykeli olan El Cristo Negro de Pedrarias’da katedralin değerlerinden birisi. Katedral, iç dekorasyonunun sadeliği ve bol doğal ışık alması ile karakterize. 

Katedralin çatısına çıkıp şehrin manzarasına bir göz atmanızı tavsiye ederim. Çatıya çıkma 3 USD karşılığı olabiliyor. Çatıda ayakkabılarınızı çıkartarak gezmek zorundasınız. Kubbelerin üstünde yürümeden, sadece kenarlarda yürümeniz gerekiyor.

Katedralin çatısından şehrin dört yanındaki manzaraları mutlaka görmelisiniz.

Leon Marketi, katedralin hemen arkasında bulunan kapalı bir alışveriş merkezi. Burada her türlü sebze, meyve, et, balık, baklagillerin satışı yapılıyor.

Bu pazar yerel insanları gözlemlemek için iyi bir ortam. Bu arada biz siyah ve kırmızı renkli buraya özgü bir fasulye ve chia tohumu satın aldık. Bu pazar sonrasında ise Nikaragua’daki son ziyaret yerimiz olan Managua’ya doğru yola çıktık.

Başkent Managua, Nikaragua’daki son konaklama yerimiz. Buradan uçakla Panama City’e döneceğiz. Orta Amerika’daki gezeceğimiz son ülke de Panama olacak. Managua’ya hareket etmeden önce Las Penitas’a gideceğiz. Orada sahil kenarında yemek ve yüzme molası verilecek.

Las Penitas , Nikaragua’nın kuzey batı kıyısındaki bir balıkçı köyü. Son zamanlarda turizmin gözde mekanlarından birisi haline gelmiş.

Las Penitas sahilinin uzunluğu 5 km’yi buluyor. Nikaragua’daki sörfçülerin uğrak yeri olan bu sahiller yerliler tarafından da hafta sonları için tercih ediliyormuş. Yerliler turistik konaklama seçeneklerinden ziyade üstü kapalı hamaklarda kalma eğiliminde oluyorlar.

Grup olarak Hotel Suyapa Beach restoranına oturduk. Yemeklerimizi yedik. Bir kısım arkadaş ise denize girdiler. Deniz sörfçülerin tercih etmesini izah edecek kadar dalgalı ve hava da biraz kapalı. Sevdiğim türden bir deniz değildi. Doğrusu ben denize girmeye teşebbüs bile etmedim. Burada yaklaşık 2 saat kadar zaman geçirdik.

Las Penitas sahilindeki aktivitemiz sonrasında 115 km ötede bulunan başkent Managua’ya doğru yola çıktık.

Managua Nikaragua’nın en kalabalık şehri (1.4 milyon civarı). Orta Amerika’nın en büyük 2. gölü olan Managua (Xolotlán) Gölü yanında kurulmuş olan bir şehir. Nahuatl dilinde Managua, “suyun kenarında kurulu” anlamına geliyor. Managua tarihi boyunca, sel, kasırga, deprem (en kötüleri 1931 ve 1972) gibi doğal afetlere maruz kalmış ve şehir büyük hasar görmüş.

Parque Histórico Nacional Loma de Tiscapa (Tiscapa Tepesi Ulusal Tarih Parkı), Nikaragua halkı için önemli bir yer. Bizim de Managua’da ilk gittiğimiz yer orası oldu. 1894 yılında bu volkanik tepede bir kale inşa edilmiş. Daha sonra ise 1908 yılında başkanlık sarayı olacak şekilde yeni bir binanın yapımına başlanmış. Sonraki yıllarda Nikaragua Ulusal Muhafızlarının merkezi olarak hizmet görmüş.

Burada özellikle gün batımına yakın en güzel fotoğraflarını alabileceğiniz ve Katolik rahip, şair, heykeltıraş Ernesto Cardenal‘in yaptığı Sandino’nun anıtı var. Bu anıtın burada olmasının nedeni Somoza tarafından tuzağa düşürülen Sandino’nun adamlarıyla birlikte burada idam edilmesi. Bu alanda şehrin çok güzel panoramik manzaralarını göreceksiniz.

Manzaranın en güzeli sönmüş bir yanardağ kraterinin yerini alan Tiscapa Lagünü‘ne ait olandır. Bir diğer manzara ise Momotombo Volkanına bakıyor. Tepenin çevresinde Nikaragua askeri karargahlarına ait binalar varmış.

Alanda diktatörlüğün baskısı sırasında ölen tüm insanlara ithaf edilmiş ve 1996 yılında yerleştirilmiş bir plaket de var.

Managua içinde caddelerde ve meydanlarda “Hayat Ağaçları-Árboles de la Vida” denen metalden yapılmış ve her birinde yaklaşık 2,5 milyon minik ampul olan ağaç heykelciklere rastlayacaksınız. Bu metal ağaçlar Nikaragua’nın Başkan Yardımcısı Rosario Murillo‘nun şehir güzelleştirme projesine aitler.

Yaklaşık 140 soyut ve parlak renkli ağaç heykeli, Avusturyalı ressam Gustav Klimt’in “The Tree of Life” adlı eserinden ilham alınarak yapılmış. En güzel örneklerini Puerto Salvador Allende limanına yakın Paseo de los Estudiantes adlı açık park alanında görüyorsunuz. Her birinin maliyeti 20.000-25.000 USD olduğu yazılıyor. Çoğu Nikaragua’lı bunu israf ve gereksiz buluyor. Doğrusu ben sanatsal olduğunu düşündüm.

Managua’nın en önemli gezi yerlerinden bir tanesi Devrim Meydanı. 1899 yılında ulusal kahraman ve Amerikan karşıtlığı ile bilinen General José Santos Zelaya tarafından açılışı yapılmış. Bu meydanda önemli binalar bulunuyor; Eski Katedral, içinde Carlos Fonseca’nın mezarının bulunduğu Merkez Park, Ulusal Kültür Sarayı ve Ruben Dario Tiyatrosu.

Ulusal Kültür Sarayı günümüzde müze olarak hizmet veriyor. İçinde kalıcı ve geçici sergilerin bulunduğu Ulusal Kültür Sarayı 1935’de açılmış ve 1979 ‘a kadar Ulusal Kongre Binası olarak hizmet etmiş. 1850’den önce de burada papazların kaldığı bir yapı varmış. Müzede Kolomb öncesi dönemden eserler dahil çok sayıda eser mevcut.

İspanyolca’da Catedral de Santiago olarak bilinen Managua Eski Katedrali‘ni Belçikalı mimarlar tasarladılar. Fransa’nın Paris kentindeki Saint-Sulpice Kilisesinin görünümünden ilham alındığı yazılıyor.

İnşaat 1928’de başlamış ve 1938’e kadar sürmüş. Katedral, 1931 ve 1972 Nikaragua depremlerinden ağır hasar görerek çıkmış. Artık kullanılmıyor. Restore edilmeye çalışılıyor ama hala bitirilememiş.

Merkez Park, açılışı 1899 yılında yapılmış olan Neoklasik tarzda bir park. 1899’da belediye başkanı ve açılmasına olan katkısı nedeniyle parka resmi olarak “General Irineo Estrada Morales” adı verilmiş. Halk günümüzde bu adı hiç kullanmıyor.

Park açıldığı günden bugüne çok değişim geçirmiş ve ilk görünümünün neredeyse %75’i değişmiş. Parkın ortasında bulunan müzik tapınağı 1940’da yapılmış.

Parkta Sandinist Devrimin mimarları olan Carlos Fonseca Amador, Santos López ve Tomás Borge’un mezarları da bulunuyor.

Managua gezimizi tamamlamak, aynı zamanda Nikaragua gezimizi de tamamlamak anlamına geliyordu. Buradaki havaalanından Panamaya City’e gidecek olan uçağımıza geçtik. Yerel rehberimiz ile vedalaştık. Yerel rehberler içerisinde en iyi olanı Nikaragua’lı rehberimizdi.

Yarın yeni bir ülkenin, Panama’nın gezi anıları ile buluşmak üzere..

GEZEKALIN…

Dr Ümit Kuru

24.04.2023