Bugün Leon’daki son günümüz. Katedral ve marketi gezip yollara düşeceğiz.
Leon Katedrali 18. yüzyılda yapımına başlanan ve tam 67 yıl boyunca yapımı devam eden Orta Amerika’nın en büyük katedralidir. Binaya bakıldığında Barok, Neoklasik, Gotik, Rönesans gibi bir sürü mimari tarzın özelliklerini bir arada görebiliyorsunuz (Eklektik Mimari). Kilisenin altından başlayan yedi tünel, şehrin diğer kiliselerine açılıyor. Kilisenin hem havalandırma hem de ışık sağlamaya yardımcı olan 34 kubbesi var.
Katedral 2011 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alındı. Leon’un en sevdiği şairi Ruben Darío‘nun mezarı da bu katedralde bulunuyor. 1528’de buraya getirilen ve muhtemelen Amerika’daki en eski Katolik heykeli olan El Cristo Negro de Pedrarias’da katedralin değerlerinden birisi. Katedral, iç dekorasyonunun sadeliği ve bol doğal ışık alması ile karakterize.
Katedralin çatısına çıkıp şehrin manzarasına bir göz atmanızı tavsiye ederim. Çatıya çıkma 3 USD karşılığı olabiliyor. Çatıda ayakkabılarınızı çıkartarak gezmek zorundasınız. Kubbelerin üstünde yürümeden, sadece kenarlarda yürümeniz gerekiyor.
Katedralin çatısından şehrin dört yanındaki manzaraları mutlaka görmelisiniz.
Leon Marketi, katedralin hemen arkasında bulunan kapalı bir alışveriş merkezi. Burada her türlü sebze, meyve, et, balık, baklagillerin satışı yapılıyor.
Bu pazar yerel insanları gözlemlemek için iyi bir ortam. Bu arada biz siyah ve kırmızı renkli buraya özgü bir fasulye ve chia tohumu satın aldık. Bu pazar sonrasında ise Nikaragua’daki son ziyaret yerimiz olan Managua’ya doğru yola çıktık.
Başkent Managua, Nikaragua’daki son konaklama yerimiz. Buradan uçakla Panama City’e döneceğiz. Orta Amerika’daki gezeceğimiz son ülke de Panama olacak. Managua’ya hareket etmeden önce Las Penitas’a gideceğiz. Orada sahil kenarında yemek ve yüzme molası verilecek.
Las Penitas , Nikaragua’nın kuzey batı kıyısındaki bir balıkçı köyü. Son zamanlarda turizmin gözde mekanlarından birisi haline gelmiş.
Las Penitas sahilinin uzunluğu 5 km’yi buluyor. Nikaragua’daki sörfçülerin uğrak yeri olan bu sahiller yerliler tarafından da hafta sonları için tercih ediliyormuş. Yerliler turistik konaklama seçeneklerinden ziyade üstü kapalı hamaklarda kalma eğiliminde oluyorlar.
Grup olarak Hotel Suyapa Beach restoranına oturduk. Yemeklerimizi yedik. Bir kısım arkadaş ise denize girdiler. Deniz sörfçülerin tercih etmesini izah edecek kadar dalgalı ve hava da biraz kapalı. Sevdiğim türden bir deniz değildi. Doğrusu ben denize girmeye teşebbüs bile etmedim. Burada yaklaşık 2 saat kadar zaman geçirdik.
Las Penitas sahilindeki aktivitemiz sonrasında 115 km ötede bulunan başkent Managua’ya doğru yola çıktık.
Managua Nikaragua’nın en kalabalık şehri (1.4 milyon civarı). Orta Amerika’nın en büyük 2. gölü olan Managua (Xolotlán) Gölü yanında kurulmuş olan bir şehir. Nahuatl dilinde Managua, “suyun kenarında kurulu” anlamına geliyor. Managua tarihi boyunca, sel, kasırga, deprem (en kötüleri 1931 ve 1972) gibi doğal afetlere maruz kalmış ve şehir büyük hasar görmüş.
Parque Histórico Nacional Loma de Tiscapa (Tiscapa Tepesi Ulusal Tarih Parkı), Nikaragua halkı için önemli bir yer. Bizim de Managua’da ilk gittiğimiz yer orası oldu. 1894 yılında bu volkanik tepede bir kale inşa edilmiş. Daha sonra ise 1908 yılında başkanlık sarayı olacak şekilde yeni bir binanın yapımına başlanmış. Sonraki yıllarda Nikaragua Ulusal Muhafızlarının merkezi olarak hizmet görmüş.
Burada özellikle gün batımına yakın en güzel fotoğraflarını alabileceğiniz ve Katolik rahip, şair, heykeltıraş Ernesto Cardenal‘in yaptığı Sandino’nun anıtı var. Bu anıtın burada olmasının nedeni Somoza tarafından tuzağa düşürülen Sandino’nun adamlarıyla birlikte burada idam edilmesi. Bu alanda şehrin çok güzel panoramik manzaralarını göreceksiniz.
Manzaranın en güzeli sönmüş bir yanardağ kraterinin yerini alan Tiscapa Lagünü‘ne ait olandır. Bir diğer manzara ise Momotombo Volkanına bakıyor. Tepenin çevresinde Nikaragua askeri karargahlarına ait binalar varmış.
Alanda diktatörlüğün baskısı sırasında ölen tüm insanlara ithaf edilmiş ve 1996 yılında yerleştirilmiş bir plaket de var.
Managua içinde caddelerde ve meydanlarda “Hayat Ağaçları-Árboles de la Vida” denen metalden yapılmış ve her birinde yaklaşık 2,5 milyon minik ampul olan ağaç heykelciklere rastlayacaksınız. Bu metal ağaçlar Nikaragua’nın Başkan Yardımcısı Rosario Murillo‘nun şehir güzelleştirme projesine aitler.
Yaklaşık 140 soyut ve parlak renkli ağaç heykeli, Avusturyalı ressam Gustav Klimt’in “The Tree of Life” adlı eserinden ilham alınarak yapılmış. En güzel örneklerini Puerto Salvador Allende limanına yakın Paseo de los Estudiantes adlı açık park alanında görüyorsunuz. Her birinin maliyeti 20.000-25.000 USD olduğu yazılıyor. Çoğu Nikaragua’lı bunu israf ve gereksiz buluyor. Doğrusu ben sanatsal olduğunu düşündüm.
Managua’nın en önemli gezi yerlerinden bir tanesi Devrim Meydanı. 1899 yılında ulusal kahraman ve Amerikan karşıtlığı ile bilinen General José Santos Zelaya tarafından açılışı yapılmış. Bu meydanda önemli binalar bulunuyor; Eski Katedral, içinde Carlos Fonseca’nın mezarının bulunduğu Merkez Park, Ulusal Kültür Sarayı ve Ruben Dario Tiyatrosu.
Ulusal Kültür Sarayı günümüzde müze olarak hizmet veriyor. İçinde kalıcı ve geçici sergilerin bulunduğu Ulusal Kültür Sarayı 1935’de açılmış ve 1979 ‘a kadar Ulusal Kongre Binası olarak hizmet etmiş. 1850’den önce de burada papazların kaldığı bir yapı varmış. Müzede Kolomb öncesi dönemden eserler dahil çok sayıda eser mevcut.
İspanyolca’da Catedral de Santiago olarak bilinen Managua Eski Katedrali‘ni Belçikalı mimarlar tasarladılar. Fransa’nın Paris kentindeki Saint-Sulpice Kilisesinin görünümünden ilham alındığı yazılıyor.
İnşaat 1928’de başlamış ve 1938’e kadar sürmüş. Katedral, 1931 ve 1972 Nikaragua depremlerinden ağır hasar görerek çıkmış. Artık kullanılmıyor. Restore edilmeye çalışılıyor ama hala bitirilememiş.
Merkez Park, açılışı 1899 yılında yapılmış olan Neoklasik tarzda bir park. 1899’da belediye başkanı ve açılmasına olan katkısı nedeniyle parka resmi olarak “General Irineo Estrada Morales” adı verilmiş. Halk günümüzde bu adı hiç kullanmıyor.
Park açıldığı günden bugüne çok değişim geçirmiş ve ilk görünümünün neredeyse %75’i değişmiş. Parkın ortasında bulunan müzik tapınağı 1940’da yapılmış.
Parkta Sandinist Devrimin mimarları olan Carlos Fonseca Amador, Santos López ve Tomás Borge’un mezarları da bulunuyor.
Managua gezimizi tamamlamak, aynı zamanda Nikaragua gezimizi de tamamlamak anlamına geliyordu. Buradaki havaalanından Panamaya City’e gidecek olan uçağımıza geçtik. Yerel rehberimiz ile vedalaştık. Yerel rehberler içerisinde en iyi olanı Nikaragua’lı rehberimizdi.
Yarın yeni bir ülkenin, Panama’nın gezi anıları ile buluşmak üzere..
Granada’daki son günümüzde Nikaragua Gölünde ve bu gölde bulunan Granada Adacıkları (Isletas de Granada) arasında tekne gezisi yaptık. Bunun için otel önünde bulunan faytonlara binip La Calzada Caddesinden göl kıyısına indik. Buradan teknelere binerek 1,5 saatlik bir turu gerçekleştirdik.
Granada Adacıkları deyince Nikaragua Gölü üzerinde bulunan 365’ten fazla adacık dizisini anlıyoruz. Bunlar Mombacho Yanardağının patlaması ile yamaçlardan düşen kayaların ve çamur çığının ortaya çıkarttığı irili ufaklı adacıklar.
Teknelerle adacıkların arasında gezmek çok keyifli. Adacıkların çoğu kullanılıyor. Bazıları özel mülkiyet olmuş ve üstlerine evler veya butik oteller inşa edilmiş. Eski devlet başkanlarına ve milyarderlere ait güzel evler var. Bu küçük adacıklar çok çeşitli hayvan ve bitki örtüsüne ev sahipliği yapıyor.
OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Ağaçların tepesinde örümcek maymun ailesinin bulunduğu bir adacık da var. Tekne turunda San Pablo Adasında mola veriliyor. Bu adacık üzerinde 18. yüzyıl sonlarında yapılmış olan bir kale var. Bu İspanyol kalesi korsan saldırılarına karşı şehri korumak ve şehre saldırıyı önceden haber vermek için yapılmış. 1974 yılında restore edilmiş ve Granada Şehrinin kuruluşunun 450. yılında yeniden ziyarete açılmış.
Granada’dan Leon Şehrine doğru yaklaşık 2 saatlik bir otobüs yolculuğu yaptık. Leon Şehri 1524 yılında İspanyol Konkistador Francisco Hernández de Córdoba tarafından kurulan bir şehir. Şehrin kurulmuş olduğu ilk yer Momotombo Volkanı etekleri. Volkanik patlama ve 1610 yılındaki deprem sonrası şehir yıkılmış ve orijinal yerinden 30 km öteye taşınmış. Şehir 1855 yılına kadar da başkent olarak kalmış.
Leon Şehri, Nikaragua’nın kültür, sanat ve dini başkenti sayılıyor. Leon, 1978-79’da Sandinista gerillaları ile hükümet birlikleri arasında yoğun çatışmalara sahne oldu ve şehir harabeye döndü. Nikaragualı şair, sanatçı ve besteci Rigoberto Lopez Perez, Nikaragua’nın diktatörü olan Anastasio Somoza García‘ya Leon’da suikast düzenledi. Bu şehrin adı geçmişken Sandinistalar, Somozo Ailesi, Daniel Ortega ve silahla elde edilen ve başarıya ulaşan bir devrimin, inançsız devrimciler tarafından yok edilmesini anlatmasak olmaz.
Nikaragua ilginç bir ülke ve onunla ilgili bu gezi yazısını hazırlarken yayınlarda okuduğum bazı çok çarpıcı cümleler var. Bunlardan birisi; “Nikaragua denince akla gelen ülke karakteristiği, tarih boyu otokratik yönetimle idare edilmiş olmasıdır” .
Bir ülke ne kadar süre ile otokratik düzenle yönetilebilir? Silahla devrilen otokratik düzenin yerini alan devrimci hareketin kendisi, otokratik bir düzene dönüşebilir mi? Bu dönüşüm yaşanırsa nedeni devrimcinin bozulan ahlakı mıdır? Yoksa dönüşümün nedeni, onu halkına karşı kör ve sağır yapan, onu yerini aldığı diktatöre dönüştüren yanındaki pohpohlayıcıları mıdır? İşte Nikaragua’nın yakın tarihi bu sorulara verilebilecek yanıtlara ulaşmayı kolaylaştıran bir laboratuvar ortamı gibidir.
Nikaragua bağımsızlığını kazandığı 19. yüzyıldan beri gerçek demokratik yönetim tarzlarına heves etse de, sonuç açık ya da kapalı otokratik bir düzenle yönetilmek olmuş. Bunda Amerika’nın rolü tartışmasız şekilde büyük. Amerika’nın kontrolünde işletilen Panama Kanalına alternatif Nikaragua Kanalı‘nın açılabilme, bu kanalın işletme haklarının başka bir ülkenin eline geçebilme olasılığı bile Amerika’nın tüylerini diken diken etmiştir. Amerika’nın bu küçük ülkeye müdahale etmek için her zaman bir bahanesi, sıkıştığı zaman onu ülkeye davet eden işbirlikçileri daima olmuştur.
Augusto Cesar Sandino
İlk olarak 1909’da milliyetçi Başkan Zelaya’ya karşı girişilen isyanı destekleyen ABD, aralarında iki Amerikan vatandaşının da bulunduğu 500 isyancının idam edilmesi üzerine Nikaragua’ya asker çıkardı. Bağımsızlık sonrası küçük çaplı müdahaleler olsa da Nikaragua’da ABD tarafından resmi işgal 1912 yılında başlamış oldu. Amerika yıllarca Nikaragua’yı terk etmedi ve iktidarda olan ancak halkının çıkarına iş yapmamış yönetimlerin arkasında durdu. Bu duruma isyan edildi ve silahlı mücadele başladı. 1927’den itibaren mücadele veren Augusto Cesar Sandino liderliğindeki milisler, 1933’te Amerikan askerinin ülkeden ayrılması üzerine silahlı mücadeleyi bıraktı. Amerika Nikaragua’dan çıkmadan önce dolaylı yoldan kendisinin de etkileyebileceği silahlı bir güç kurdu ve adına da Nikaragua Ulusal Muhafızları dendi. Başına komutan olarak da Anastasia Somoza Garcia adlı bir adamı getirdi. Zengin, Amerika eğitimli Somoza bu silahlı birliğin başına boşuna getirilmedi. Amerika’ya direnişi örgütleyen Sandino, 1934’te barış görüşmeleri sürerken Ulusal Muhafızların komutanı Anastasia Somoza Garcia’nın emri ile kaçırılarak öldürüldü. Sandino’nun öldürülmesinden sonra örgüte bağlı yüzlerce insan da idam edildi. Sandino önderliğinde başlayan ve zafer ile taçlanıp, Sandino’nun ölümü ile biten köylü direnişi 1. Sandinista Hareketi olarak kabul ediliyor.
Bir süre sonra başkanlığı alavere dalavere ile Somoza ele geçirdi. 1937-1979 yılları arasında ülke yönetiminde Somoza ailesi söz sahibi oldu. Böylece uzun soluklu otokratik yönetimlerin ilki başladı ve önce baba Somoza, onun 1956’da Leon’da bir suikastla öldürülmesi üzerine oğlu Luis Somoza ve sonra da diğer oğlu Anastasio Somoza Debayle ülkeyi yönetti.
Anastasia Somoza Garcia
Ülkede sefalet artınca kendilerine Sandinista diyen romantik bir devrimci örgütlenme ortaya çıkmaya başladı. Carlos Fonseca, diğer gençlerle birlikte 1961’de Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi’ni (FSLN) kurdu. Ülkenin içinde bulunduğu olumsuz koşulları gerekçe göstererek Sandinistalar silahlı mücadeleye başladılar. 1979’da Somoza Debayle istifa ederek ülkeyi terk etti ve böylece 42 yıllık Somoza ailesi dönemi sona erdi. Sandinist Hareketin, Somoza güçlerine karşı askeri başarısında Amerikalı bir gazetecinin, Somoza’nın devlet güçlerince öldürülmesinin de payı vardır. Amerikan kamuoyunun ve o zaman ki Başkan Jimmy Carter’ın tavrını değiştirmesine bu gazetecinin ölümü neden olmuştur.
Sandinist yönetim, savaşın harap ettiği ülkeyi yeniden inşa etme göreviyle karşı karşıya kaldı. Devrimin ilk zamanlarında, ülkenin tüm güçleri Sandinistlerle birlikte Ulusal Yeniden Yapılanma Hükumetinde yer aldılar. O zaman ki iddia, karma ekonomiyi ve demokratik çoğulculuğa dayalı sosyalizmi ülkede uygulamaktı. Sonraki yıllarda silahla başarıya ulaşan bir devrimi öldürecek, onu bambaşka bir şeye dönüştürecek olan Daniel Ortega, bu dönemde Ulusal Yeniden Yapılanma Hükumetinde koordinatör olarak görev yaptı.
Aralarında Daniel Ortega’nın da bulunduğu 3 Sandinist lider Amerikan Başkanı Jimmy Carter tarafından kabul ediliyor
Yakın tarihin en önemli siyasi gelişmelerinden biri olan ve Nikaragua Devrimi olarak anılan süreç, Soğuk Savaş döneminin de önemli vekalet savaşlarından biri olarak kabul ediliyor. Bir yanda Sandinistleri destekleyen Rusya, diğer tarafta Somoza’yı destekleyen Amerika Birleşik Devletleri. Ancak Amerika Birleşik Devletleri yönetimi değişip, kovboy Başkan Ronald Reagan iktidara gelince Amerika’nın Nikaragua politikası yeniden değişti. Amerika arka bahçesinde Rusya’nın himayesinde olan Sandinist harekete müsaade edecek bir ülke değildi.
1981 yılında Amerika’nın görünmez elleri Somoza güçlerini yeniden toparlayarak, onları dolar ve silahla güçlendirerek Devrimci Nikaragua güçlerine karşı kontrgerilla ordusu kurdu. Bununla da yetinmedi yoğun bir ekonomik abluka geliştirdi. Buna rağmen 1984 yılındaki ilk serbest seçimlerde FSLN adayı Daniel Ortega başkanlığı kazandı. Amerika’nın desteklediği kontrgerilla güçleri ile olan savaşın yıpratması bir yandan, ambargolarla iyice bozulan ekonomik şartlar diğer taraftan zorlayınca, Sandinist yönetim Rusya ile daha bağlayıcı ilişkilere girme çabalarına yöneldi. Ancak bu seferde Ulusal Yeniden Yapılanmanın diğer bileşenleri olan muhafazakarlar Sandinistlere olan desteklerini çektiler ve 14 parti yan yana gelip muhalefeti oluşturdular.
Violeta Barrios de Chamorro
Tarihte bir ilk olarak silahlı devrimle kazanılan yönetim, seçimle karşı muhalefete geçti. Yani 1990 seçimlerinde Daniel Ortega’nın başındaki Sandinist hareket, 14 partili muhalefetin başında olan Violeta Barrios de Chamorro‘ya karşı seçimi kaybetti. Daniel Ortega başta olmak üzere Sandinist ileri gelenler iktidarı bir protokolle seçimi kazananlara devrettiler. Bu protokol, başta Sandinist lider ve yöneticiler olmak üzere, hareketin içinde nüfuzu bulunanların çıkarlarını korumayı hedefliyordu. Devrim sırasında ve sonrasında el koyulan mülkler, topraklar, imtiyazlar Ortega ve çevresindekilerce paylaşıldı. “Sandinist Pinata” adı verilen bu olayda kamu malları, kamulaştırılmış özel mal ve mülkler sözde FSLN ama aslında partinin ileri gelenleri üzerine devredilmişti. İleri gelen Sandinistler bir gecede zenginleştiler. Sadece çok büyükler değil ama daha alt tabaka Sandinistler de kendilerince kamunun malını yağmaladılar. Seçimi kazanan Violeta Chamorro’nun başkanlık koltuğuna oturmasına kadar geçen bir ayda, büyük miktarda gayrimenkul ve kamu mallarının mülkiyeti çoğunlukla Başkan Daniel Ortega, kardeşi Humberto ve Tomás Borge gibi Sandinist liderlere devredildi. Pinata, içinde şeker bulunan torbanın sopalarla düşürüldüğü bir oyundur. Sandinist Pinata, şeker torbası içindeki Nikaragua’nın kamu mallarının Sandinist ileri gelenlerce paylaşılmasını anlatır.
Pinata
Emperyalizme karşı devrim yapanların, bir anda en hızlı emperyalistler haline dönüşmeleri ne ilginç değil mi? 1990’dan sonra da Sandinist Hareket bir daha iflah olmadı. 1990’larda partinin sosyal adalet, demokrasi, sosyalizm, eşitlikçilik, dürüstlük ve alçak gönüllülük gibi temel ilkeleri terk edildi. İtiraz edenler, “ne oluyoruz?” diye soranlar, “hareketin isim babası Augusto César Sandino’yu mezarında ters döndürdünüz!” diyenler 1994 yılında partiden uzaklaştırıldılar. Devrimci Sandinist Parti, Sandinist Burjuva Partisi oldu. Son 30 yıldır da böyle gitti.
Daniel Ortega ve çevresi Nikaragua’nın başına asalak gibi yapışıp kaldı . 2006 yılında sağ partiler arasındaki anlaşmazlıktan yararlanıp iktidarı ele geçiren Ortega o zamandan beridir iktidarda kalmanın yollarını buluyor. Dini, sermaye çevrelerini arkasına alıp, başkan yardımcısı yaptığı eşi Rosario Murillo ile birlikte ülkeyi yönetiyor. Anayasa değişikliği ile ömür boyu başkan seçilmesini sağlayacak şekilde değişiklikleri bile uygulamaya koydurdu. Yani Nikaragua’da Somoza sonrası otokratik düzen devam etti ve ediyor. Sadece diktatörün adı değişti.
Ülkede ve özellikle de Leon’da 2018 yılında geniş kitlelerin katıldığı halk hareketleri oldu. Bu ayaklanma polis ve paramiliter güçlerce kanlı şekilde bastırıldı. Ortega Nikaragua’daki ayaklanmaların sebebinin kendisi ve ailesinin yıllardır ülkeyi sömürmesinden değil, “ülkeyi karıştıran dış güçlerden” olduğunu ileri sürebiliyor. Her ülkede “bir dış güç” illa ki var sanırım. İşin ironik tarafı silahlı mücadele ile 46 yıllık Somoza oligarşisine son verenler arasında olan Daniel Ortega ve çevresi, neredeyse Somoza kadar süredir oligarşik bir düzeni Nikaragua’da devam ettiriyor.
Çok uzun bir anlatı olduğunun farkındayım. Ancak Nikaragua halkının yaşadıkları gerçekten ders çıkartılması gereken olaylardan. Leon sokakları sanki bu olayların çizildiği büyük bir karatahta gibi. Leon sokaklarını, caddelerini gezerken her yerde FSLN amblemleri ve devrim yolunda canlarını kaybetmiş iyi niyetli gençlerinin fotoğraflarını gördüm. Duvarlarda köylü devriminin babası Sandino çizilmiş ve bir Sandino’nun ayakları altında Somoza, bir diğer Sandino’nun ayakları altında ise Amerika var. Nikaragua Devriminin kime ve hangi düzene karşı yapıldığı unutulmasın istenmiş.
FSLN amblemleri her yerdeler ama bu amblemin Leon’da başka bir anlamı var sanki. Bugünkü Sandinist Daniel Ortega’nın FSLN’si ile pek ilgisi yok. Bence, tarih boyu isyankar olmuş Leon halkı, şehrin duvarlarına Augusto Cesar Sandino ve Carlos Fonseca ilkeleri ile şekillenmiş Nikaragua Devrimini çizmiş. Bu çizgilerde Daniel Ortega ve temsil ettiği ilkeler yok. Konuştuğumuz Nikaragua’lılar da aynı izlenimi verdiler bize.
Leon Şehrine girdiğiniz anda Granada ile aradaki bariz farkı, liberal ve muhafazakar şehir farkını anlıyorsunuz. Sokaklar aynı zamanda yakın zamanların sokak hareketlerine ait izler de taşıyor.
Leon’da sokakları, caddeleri gezmek dışında önemli bazı müzelere de gittik. Bunlardan ilki Ortiz-Gurdián Vakfı Sanat Müzesi (The Ortiz-Gurdián Foundation Art Museum). Burası Leon Şehrinin sanatsever ileri gelenlerinden Patricia Gurdián de Ortiz ve Ramiro Ortiz Mayorga‘nın çabaları ile kurulmuş bir müze. Bu vakfın bir de Managua Şehrinde sanat merkezi bulunuyormuş. Bu sanat müzesini gezmenizi kesinlikle tavsiye ederim. İçinde hem dünyanın ve hem de Nikaragua’nın önemli sanatçılarının kıymetli resim ve heykelleri var.
Müze 18. ve 19. yüzyıllar arasında inşa edilmiş geniş koridorlu, salonlu, bahçeli ve Leon Şehrine özgün mimariye sahip 4 evden oluşuyor. 1999 yılında Norberto Ramírez Evi ile faaliyete başlayan müze, zaman içinde Derbyshire Evi, Delgadillo Evi, Deshon Evi adı verilen 3 evin daha satın alınması ile büyümüş. Evlerin her biri ayrı temada sanat eserlerine ev sahipliği yapıyor. Bu müze Orta Amerika’nın en önemli müzelerinden bir tanesi olarak gösteriliyor.
Efsaneler ve Gelenekler Müzesi (Museo de Leyendas y Tradiciones) kapısına kadar gidip de içeriye giremediğimiz bir müzeydi. Müze o gün kapalıydı. Aslında açık olmalıydı. Göremeden kapıdan döndük.
Ruben Darío Evi Müzesi, Nikaragualı şair, gazeteci ve diplomat Felix Ruben García Sarmiento’nun onuruna bir müze. Müze olarak gezdiğimiz ev Darío’nun büyük halasına aitmiş. Ruben Dario’nun çocukluk ve gençliği bu evde geçmiş. Duvarlardaki orijinal kerpiç de dahil olmak üzere evin orijinal tarzı korunmuş. Evde şaire ait olan eşyalar, yazılar, kitaplar sergileniyor.
Katedralin karşısındaki Restaurante El Sesteo, yeme içme işleriniz için tavsiye edeceğim bir mekan. Leon Katedrali 2011 yılında UNESCO tarafından bir Dünya Kültür Mirası olarak ilan edilmiş. Eski Leon Şehrinin bulunduğu yer de (Leon Viejo) Dünya Kültür Mirası Listesinde. Buraları daha sonra anlatacağım.
Katedralin ve karşısındaki merkez parkının bulunduğu yer şehrin en hareketli bölümü. Gece gündüz eğlenceli ve bol renkli.
Leon’da çok güzel bir otelde kaldık; Hotel El Convento. Burası 1639 yılında kurulmuş olan bir Fransisken manastırı. Hatta Leon şehrinin ilk manastırı burası. Zamanla işlevini yitirmiş, bakımsız kalmış. 1995 yılında mülk satılmış ve alanlar onu aslına uygun restore ederek otele dönüştürmüşler.
Yemeği otelde yedik. Sonrasında Leon gecelerini görebilmek için dışarıya çıktık. Bugün oldukça yorucu, yorucu olduğu kadar da zevkli bir gün oldu.
Yazması bile aynı; Yorucu ama zevkli. Keyifli okumalar dilerim..