Noroc Romanya: Dünyanın En Neşeli Mezarlığı: Săpânța Merry Cemetery

IMG_62731.jpg

Mezarlıkta hiç güldüğünüz oldu mu? Ya da bir mezarlığın tüm mezar taşlarına bakmaya çalıştığınız ?

IMG_6274.jpg

Allah affetsin ki , Romanya’da Maramureş Bölgesinde Săpânța adlı bir kasabanın mezarlığını ben neşe içinde gezdim. Ama kusur bende değil ki, mezarlığın adı bile sıra dışı ve neredeyse neşelenmezsen bu mezarlıkta gömülü olanların ruhları üzülecek. Bu sıra dışı mezarlığın adı Săpânța Neşeli Mezarlık

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Ne demek istediğimi yukarıdaki meşe ağacından yapılma, Spanta Mavisi denen özel bir renkte boyalı ahşap bir haç üzerine yazılı bir hikayenin Türkçesini aktararak anlatmaya çalışayım. Unutmayın ki bu kitabe 1969 yılında ölmüş ve buraya gömülmüş yaşlı bir kadının mezarının başına dikilmiş. Bu mezar başı kitabede diyor ki;

P6130557-002.JPGBu ağır haçın altında
Benim zavallı kaynanam yatıyor
Eğer üç gün daha yaşasaydı
Burada ben yatacaktım ve bu haçı o okuyacaktı
Siz, buradan geçenler
Lütfen onu uyandırma çabalarında bulunmayın.
Çünkü eğer o eve geri dönerse
Beni daha çok eleştirecektir.
Ancak ben tabii ki terbiyemi takınacağım
Böylece o mezardan geri dönmeyecektir.
Yerinde kal benim sevgili kaynanacığım.

Stan-Ioan-PatrasSpanta Neşeli Mezarlığı, başlangıç hikayesini ve bu mezarlığın bu kadar popüler hale gelmesini Stan Ioan Patras adlı bir ahşap heykeltıraşına borçlu. Aslında Stan, Maramureş Bölgesinde geleneksel olan bir işe devam etmek istemiş. Maramureş Bölgesinin ahşap kiliselerinden bir önceki yazımda ayrıntıları ile bahsederken, bu kiliselerin bahçelerindeki mezarların başlarında bulunan ahşap haçlardan kitabelere dikkat çekmiştim. (https://gezekalin.com/2019/07/23/noroc-romanya-maramures-ahsap-kiliseler/). Patras 14 yaşından başlayarak meşe ağacından, oyma mezar başı haçlar yapıyordu. Zaman içinde bunları Săpânța Mavisi denen özel mavi bir renkte boyamaya, bunlara ölen ile ilgili hikayeler oymaya, şiirler eklemeye başladı. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İlk mezar kitabesini yaptığı 1934 yılından, 1977 yılında ölene kadar tam 700 adet mezar kitabesi oymuş. Patras öldükten sonra onun işini, çırağı  Dumitru Pop devam ettiriyor. Bu mezarlığı gezen bir Fransız turistin ağzından çıkan “Burası ne kadar neşeli bir mezarlık” sözü mezarlığın adını ortaya çıkartmış; Săpânța Neşeli Mezarlığı. Bu mezarlık artık hem tüm dünyaca meşhur ve Romanya gezi programlarına mutlaka eklenen bir ziyaret yeri ve hem de istendiği gibi neşe içinde her gün binlerce insanın ziyaret ettiği bir yer olmuş. Yöre insanı için bir gelir kaynağı olması ise işin diğer yanı.

IMG_6248.JPG

Stan Ioan Patras’ın hikayeleri ölen insanın nasıl öldüğü, nasıl yaşadığı, ne iş yaptığı gibi mezar sahibine ait gerçeklikle ilgili olan hikayeler. Örneğin yukarıdaki kitabeye bakarak mezar sahibinin trafik kazasında ölen bir çocuğa ait olduğunu kolaylıkla anlayabilirsiniz. İşin ilginci mezarlıkta kaza ile ilgili çok sayıda hikaye çizilmiş ya da oyulmuş. Bundan anladığım Romanya’da trafik kazasında ölen çok oluyor. Aşağıdaki örneklerden soldakinin yaşamında bir doktor olduğunu, sağdakinin ise suda boğularak öldüğünü anlıyoruz.

Yazılan metinler ise kimi zaman trajik bir metin, kimi zaman da kaynana mezarında olduğu gibi hiciv içeren şiirler oluyor. Örneğin yaşamı boyunca çok içmiş ve bu yüzden eşi tarafından terk edilmiş birisinin kitabesinde şunlar yazabiliyor;

Burada istirahat eden ben, 
Stefandır benim adım. 
Yaşadığım sürece içki içmeyi sevdim
Karım beni terk ettiğinde
Üzgün olduğum için içtim. 
Sonra mutlu olmak için  
Daha çok içtim
Karımın beni terk ettiğinden
Daha kötü değildi.
Çünkü arkadaşlarımla içiyordum  
Çok fazla içtim
Ve şimdi hala çok susuyorum
İşte bunun için beni ziyarete gelen  
                                                                         Buraya bir şişe şarap bıraksın…

Aslında bu mezarlığın Maramureş Bölgesinden kaynaklanan bir felsefesi var. Buna göre ölüm önemli değildir ve ölen sadece bedendir. Bu nedenle örneğin mezar taşlarında “1945 yılında öldü” yazmıyor. Bunun yerine “1945 yılına kadar yaşadı” yazıyorlar. Beden kaybolsa ve o yılda ölse bile, ruhun yaşamı devam ediyor. Ne yaşamışsanız, osunuzdur.  Bu felsefe, bu topraklarda Daçyalılardan beri olan bir felsefe.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Mavi rengin seçilmesinin de bir anlamı var. Săpânța Mavisi cenneti, gök yüzünü temsil ediyor; “Asıl mezar taşımız gökyüzüdür, ruhlarımız yaşamaya gökyüzü altında devam ediyor.” Sivri ve uzun kitabelerin seçilmesi ise Tanrıya daha yakın olma isteğinden kaynaklanıyor. 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

George’un rehberliğinde ve anlatımında bu neşeli mezarlığı gezdim. Sonrasında bu renk cümbüşü ardına gizli felsefeyi hissederek kendime ait gezi zamanını daha da uzattım ve iki saate yakın bu mezarlıkta gezdim. Çoğunlukla güldüm, çocuk mezarları gibi bazı mezarların başında ise hüzünlendim. Geziyi, mezarlığın fikir babası ve yaratıcısı Stan Ioan Patras’ın mezarı başında bitirdim.

Patras’ın mezar kitabesi ise şöyleydi;

Küçük bir çocuk olduğum zaman bile, 
Stan Ion Patras diye çağrıldım
Yolunda giderken beni bir dinle
Sana söyleyeceklerim de yalan yoktur
Yaşadığım tüm günler boyunca
İsteğimle kimseye zarar vermedim
Tanıdığım hiç bir insana
İyilikten başka bir şey yapmadım
Dağınık dünyam için hüzünlen
Onun içinde yaşamak çok zordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Săpânța Neşeli Mezarlığı ile ilgili bu yazıyı yazarken Bitlis’in Ahlat ilçesinde o muhteşem Selçuklu mezar taşlarını gezdiğim günler aklıma geldi. Belki burası kadar neşesi yoktu ama o bakımsız, ilgisiz  ve doğanın insafına bırakılmış haline rağmen ne muazzam ne asil eserlerdi onlar!

Evet sevgili Sanal Gezgin dostlarım; “Sadece mezarlık” demeyin neşelisi de olabiliyor. Sadece “neşe“, sadece “renk” demeyin, bir felsefesi, bir geleneğin devamı da olabiliyor.. “Bu ne delilik” demeyin, delilik bazen bir bölgenin gelir kapısı oluyor..

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

24.07.2019 saat 01:11

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Noroc Romanya: Maramureş-Ahşap Kiliseler

IMG_5908.JPG

Romanya’nın Kuzey Batı bölgesi Maramureş diye adlandırılıyor. Bu bölge sadece Romanya için değil, Avrupa için bile özel bir bölge sayılıyor. Biz Romanya gezimiz sırasında 2 gece Breb Köyünde konaklayıp, Maramureş Bölgesini gezmeye çalıştık. Doğası, devam ettirilen gelenekleri, uzun sivri minareli ahşap kiliseleri ve o müthiş ahşap oyma sanatı ile  gerçekten çok özel bir bölgeyi gezdik, sizinle de bu sayfada gezimizi paylaşacağım.

romania-regions-map.jpg

Maramureş bence fotoğraf tutkunu birisi için tam bir cennet. Öbek öbek saman balyaları, o balyaları dizmek için yöre insanlarının saatlerce verdikleri çaba, sivri uçlu kuleleri ile ahşap kiliseler ve her biri sanat şaheseri olan ahşap kapılar ve çitler. Sadece bu bölge için bile Romanya gezi planı yapılabilir.

Bölge hala çok ağaçlık bir bölge. Ağacın bol olması, bölge insanın yüzyıllardır geleneksel ahşap oymacılığında doruk noktalara çıkmalarına neden olmuş. Ahşap dam saçakları, pencerelerin oymalı ahşap kenarları, evlerin ahşap girişleri, ahşap avizeler, ahşap kilise ve hatta ahşaptan mezar başları. Bunların hepsi birer usta işi. Ben yazımda Maramureş’i bölümler halinde anlatacağım; Birinci bölümün konusu ahşap kiliseler olacak.

IMG_5714

Maramureş’in ahşaptan sivri uçlu uzun çan kuleleri, ahşap damı ile Romanya stili Gotik tarz diye adlandırılan ahşap kiliseleri, Romanya’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içindeki eserleri arasında yer alıyorlar. Hemen hemen her köy içinde küçüklü büyüklü olarak 1500’den fazla, ahşap kilise bulunuyor. Surdeşti, Plopis, Rogoz, Ieud, Poeinile, Izei, Barsana, Budeşti ve Deseşti‘de bulunanları ise en iyi ahşap kilise örneklerinden sayılıyorlar ve UNESCO Listesi içinde de bu kiliseler yer alıyorlar. Bazıları 400-500 yıllık olan bu kiliselerden önemli bir kısmını ziyaret etme şansını bulduk.

IMG_5756

Ahşap kiliselerin yapımında karaağaç ya da meşe ağacı kullanılmış. Kiliselerin içine bölge sanatçıları tarafından İncil’den sahneler resmedilmiş. Gördüklerimiz genellikle aynı sahnelerdi; Adem ve Havva’nın cennetten kovulması, şeytanın bulunduğu cehennemde cezalandırma sahneleri ve Cebrail-Mikail gibi Baş Meleklerin insanları cehennemden kurtarma çabaları, Hristiyanlığın ilk yıllarındaki inananların çektikleri işkenceler, Hz İsa’nın çarmıha gerilmesi, göğe yükselmesi ve azizlerin resimleri neredeyse her kilisede işlemiş konular. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ahşap kiliselerden ilk olarak Targu Lapuş yakınlarındaki Rogoz Köyü Ahşap Kilisesini ziyaret ettik. Aynen bazı müstahkem kiliselerde olduğu gibi, ahşap kiliselerin de kapıları kilitli olabiliyor. Yani ziyarete gittiğinizde bazılarında sizi gezdirecek kimseler bulamayabilirsiniz. Bu durumda bunların papazlarına ya da bir görevliye ulaşmak gerekebiliyor. Sevgili George ahşap kiliseye varmadan önce, kilise rahiplerine telefonla önceden ulaştığından biz hiç kapıdan geri dönmedik.  Demem o ki eğer kapı pencere kilitli bir ahşap kilise bulursanız yöre insanına kilise papazını sorun. Yakınlarda olduklarından hemen gelip kilitli kapıları açıyorlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Rogoz Tahta Kilisesi Baş Melekler Cebrail ve Mikail‘e ithaf edilmiş ve 17. yüzyıl ortalarında yapılmış. Bu kilise Tatarların istilası sonrasında eski kilise yerine karaağaçtan yapılmış. Kuleyi ve ahşap damı taşıyan kirişler at başı şeklinde ve  bu at başları dostluğu, sevgiyi gösterir şekilde boyun boyuna yaslanmışlar. Bu yapı hemen tüm ahşap kiliselerde bulunuyor.

Kiliselerin arka ya da yan taraflarında upuzun bir masa ve iki sırada oturma yeri bulunuyor. Bu masaya “Atalar Masası” deniyor. Burada köy halkı ayin sonrası toplaşıp sosyal konuları konuşurmuş.

Ahşap kiliselerde olsun, Maramureş’de bulunan bina girişinde büyük kapılarda olsun,  halat ve rozet (güneşin sembolü) motifleri ahşaba oyulmuş. Burada halat motifi cennet ve dünya arasındaki bağı (ya da sonsuzluğu), rozet ise yaşam ve aydınlanma için ataların sevgisini temsil ediyor. Rogoz Ahşap Kilisesinde halat motifi kiliseyi çevrelerken, rozet motifi haça yerleştirilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ahşap Kiliselerin içinde iki bölüm var. Hem ana kapı hem de ikinci kapı, girerken boy eğmenizi gerektirecek kadar kısa yapılmış. Ana girişten sonraki bölüm (narthex) penceresiz ve bu bölüm kadınlar içinmiş. Burada da ahşap duvara çizilmiş resimler var ve sol yanda Tatarların istilası resmedilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İkinci kapıdan sonra ise ana bölüm (nef) geliyor. Burada bir de balkon denebilecek  merdivenle çıkılan başka bir bölüm daha var. Daha önceden de dediğim gibi duvarlar çizimlerle dolu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_5738.jpg

Bu kilisenin avizesi de çok ilginç ve o da ahşaptan yapılmış. Ahşap avize yaşam ağacını ve onun dünya ile cennet arasındaki bağını temsil ediyormuş.

Surdeşti Ahşap Kilisesi ise UNESCO Listesi içinde olan ahşap kiliselerin ikinci örneği olarak aynı gün gezildi. 1776 yapım tarihli bu tahta kilise uzun kulesi ile diğerlerinden ayrılıyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

54 metrelik kuleye, kilisenin de boyu eklenince toplamda 72 metrelik bir uzunluğa erişiliyor ki bu yükseklik ona en yüksek ahşap kilise unvanını kazandırıyor. Aslında Barsana‘daki ahşap kilisenin kulesi 57 metre ve kule olarak en uzunu sayılıyor. Kilisenin yerden toplam uzunluğu göz önüne alındığında Surdeşti en uzunu kabul ediliyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu kilise de, yukarıdaki kilisenin ayrıntıları ile anlattığım özelliklerini gösteriyor ama Rogoz Ahşap Kilisesine göre yapım tarihi daha yakın (18. yüzyıl). Kilise önünde bulunan mezarlık ilginç. Burası faal bir kilise, içinde çeşitli el işi süslemeler mevcut.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_5862.jpg

O gün konakladığımız Breb Köyü içindeki Breb Ahşap Kilisesi belki UNESCO listesi içinde olmayan kiliselerden bir tanesiydi ama bana sorarsanız gördüklerim içinde en sevimlisiydi. Bir kere diğerlerine göre daha sakin ve yeşillikler içindeydi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kilisenin dış kapısı müthişti, halat ve rozet motifleri burada da gözüküyordu. Breb Köyü Ahşap Kilisesinin bazı bölümlerinin yapım tarihi 1530’lu yıllara gitse de asıl yapı 1622 yılından kalma. Romanya’daki en eski ahşap kiliselerden bir tanesi ve hatta kulesi en eski olanı. Benim en favori ahşap kilisem bu oldu doğrusu. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ertesi gün gezdiğimiz Budeşti Köyü’nde biri Ortodoks diğeri Greek-Katolik olmak üzere iki cemaat var. Bu cemaatlerden Aşağı Budeşti‘de (Budeşti Josani) oturanların kilisesi olan ahşap kilise, Dünya Kültür Mirası Listesi içinde olanı.

IMG_6033.JPG

Biliyorum bazılarınız “Arkadaş! Bunların hepsi aynı. Birini gezsen, hepsini gezmiş olursun. Gerek yok hepsini gezmeye!” diyecektir. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Vaktiniz kısıtlı ise aralarından en iyi bir örneği seçer ve yolunuza devam edersiniz tabii ki.. Ama hepsinin ayrıntıda bazı farklılıkları var. Örneğin 1643 tarihli Budeşti Ahşap Kilisesi ölçütleri en büyük olanlarından bir tanesi olmasının yanında farklı bir çatı ve kule mimarisine sahip.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Çatısı çift katmanlı, çan kulesi ise dört tane minik kule ile süslenmiş. İçinde yine aynı şekilde iki bölüm var, resimlerde aşağı yukarı aynı konular işlenmiş. İçeride nef bölümünde sergilenen bir Meryem Ana ikonu çok eski olması ile kıymetli ve bir de köylünün bir kütüğü balta ile ikiye bölmesi sırasında ortaya çıkan haç, mucizevi bir simge olarak sergileniyor. Beni sonuncu mucize pek ikna etmese de fotoğraflamadan duramadım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu kiliseyi bize bir bayan görevli açtı. Gezimiz sırasında bize eşlik eden minik kızı kendi dünyasında, gezimize ayrı bir renk kattı.

P6130137.jpg

Barsana Köyü tarihte çok eski zamanlardan beri kayıtlı ve burada14. yüzyılda bir kilise mevcutmuş. Barsana Manastırı aslında bugünkü yerinden daha farklı bir yerdeyken Tatarların saldırısı ile yakılmış ve yıkılmış. Yerine 18. yüzyılda yapılan kilise daha sonra bulunduğu tepeden, şimdiki yerine taşınmış. Bu nedenle halk arasında bu eski kiliseye  “yürüyen kilise” deniyormuş.

IMG_6225.JPG

Barsana Manastırı bir kompleks ve Romenler için kutsal bir haç yeri. Barsana Manastırı’nda bulunan ve bu alana taşınan iki katlı eski ahşap kilise UNESCO Listesi içinde yer alıyor. Bu nedenle alanı gezerken daha yeni olan kilise ve müze alanlarını gezerek, eski ahşap kiliseyi gözden kaçırmayın. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Alanda bulunan eski kilise yanında, 1993 yılında yapılan yeni bir kilise daha var ki 57 metre kule yüksekliği ile Avrupa’nın en yüksek ahşap kulesi unvanını kazanmış. Bu kilise de eski stille yapılmış. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Deseşti Ahşap Kilisesi’de en beğendiklerim arasında oldu. Yeşillikler içerisinde, ön tarafında mezarlık olan 18. yüzyıldan kalma bir ahşap kilise burası.

P6130612.JPG

Bu ahşap kilise içindeki boyamalar çok önemli görülüyor. 1780 yılından ve önemli kabul edilen çizimlerden birisinde sadece Katolikler değil, o zaman için düşman görülen, Yahudiler, Türkler, Tatarlar ve Almanlar da cennet yolunda gösterilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu yazı ile Romanya’nın Dünya Kültür Mirası Listesi içindeki ahşap kiliselerini tanıtmaya çalıştım. Konu sıkıcı ama insanların inanç ve tapınma duyguları ile yüzyıllar boyunca öğrenerek ortaya çıkarttıkları mimarı yapılara kattıkları estetik ve benzersizlik takdir edilesi değil mi sizce de?

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

23.07.2019 Saat 17:00

 

 

Noroc Romanya: Sighisoara’dan Sibiu’ya

IMG_4777.JPG

Selam sevgili sanal gezgin dostlarım…

Araya Çamlıhemşin Yaylaları gezisi girince benim Romanya gezisi yazım biraz aksadı. Kaldığımız yerden devam edelim…

P6090049.JPG

Geçen yazımda Sighisoara’ya kadar gelmiş ve konuyu orada kesmiştim. Çünkü Sighisoara kesinlikle uzun uzun yazılmayı hak eden güzellikte şirin bir şehir. Size önce Sighisoara’da konakladığımız yeri, yani Casa Richter‘i yazmam gerek. Sevgili George bize öyle bir yer bulmuş ki müthiş kelimesi az kalır. Burası 1716’dan kalma bir ev ve temel özellikleri bozulmadan restore edilmiş. Sayımız da uygun olunca, bu pansiyona dönüştürülmüş orta çağ evinde konakladık. Çok güzeldi. İmkanınız varsa  ve 6-8 kişilik bir küçük grupsanız Sighisoara’daki konaklama yeriniz burası olmalı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saksonların kurduğu 7 kale şehir arasında en büyük olanı değil ama  ticari olarak en hareketli olanlarından birisi Sighisoara imiş. 12. yüzyıldan kalma bu Sakson şehri parke taşlı sokakları, şehri çevreleyen ve zamanında esnaf loncalarınca yaptırılan savunma kuleleri, Burgher tipi denen güzel evleri ile sizi mutlaka cezbedecektir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Hem gün batımında ve hem de gün doğumunda güzel sokaklarını arşınladığımız bu kenti pek sevdim. Zaten eski şehir, birbirine paralel 3 caddeden oluşuyor. Bu sokakları mutlaka adımlayın. Türklerin belalısı Kazıklı Voyvada’nın (Vlad Tepeş) doğduğu söylenen evin ve en görkemli kulesinin, 14. yüzyıldan kalma saat kulesinin de, bulunduğu meydanda oturup bir şeyler içmenizi tavsiye ederim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_4735.JPG

Size Sighisoara ile ilgili olarak bir başka tavsiyem ise tepedeki kiliseye giden kapalı merdivenleri (Scholar’s Stairs) ziyaret etmeniz. 1600’lü yıllarda tepedeki okula giden öğrencilerin ıslanmaması için yapılan, orjinali 300 basamak olan ama günümüz de 175 basamaklı, kapalı merdivenleri üşenmeyin ve çıkın. Ağaçlar yüzünden tepeden şehir manzarası pek yok.

IMG_4811.JPG

Sighisoara’dan ayrılıp Sibiu’ya doru yollara düştük. Sırasıyla Malancrav Sakson Köyü, Biertan Sakson Köyü, Valea Viilor Sakson Köyü ziyaretleri sonrasında Sibiu’da konaklayacağız. 

Tam ekran yakalama 10.07.2019 100428.jpg

P6090105.JPG

Malancrav Sakson Köyü, Sighisoara’ya 30 dakikalık bir mesafede. Burası 14. yüzyıldan kalma çok şirin bir köy. Transilvanya gezisi yapanların ziyaret etmezse eksik bir gezi yapacakları yerlerden bir tanesi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Malancrav halen Romanya’da en fazla Sakson nüfusun yaşadığı yer olma özelliğine de sahip. Burada da müstahkem kiliselerden bir tanesi var ve bu kilisenin özelliği duvarlarında 700 yıl öncesinden kalma freskoların bulunması. 20 metrelik bir duvar yüzeyinde İncil’den kutsal sayılan sahneler resmedilmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tüm Transilvanya’da bulunan kiliseler içinde en fazla orijinal freskolar bu kilise duvarlarında bulunuyor. Köyde yaşayan yoğun Alman nüfus nedeniyle de burası halen işlev görev bir kilise. Biz oradayken de kilisenin papazının ayini yönetmek için kiliseye gelmesi bekleniyordu. 

P6090135.JPG

Bir sonraki durağımız ise Biertan Köyü oldu. Buradaki müstahkem kilise UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde yer alıyor. Yaklaşık bir saatlik bir yol sonrası Biertan Köyüne vardık ve doğruca 15. yüzyıldan kalma kiliseye gittik. Kiliseye ulaştığımızda ise bir şok yaşadık. Aslında açık olması gereken kilise, sadece o gün için, kapalıydı. Bizim gibi bir sürü insan aynı hayal kırıklığını yaşadı. Kilise o gün özel bir aktiviteye tahsis edilmiş ve dışarıdan ziyarete kapalıymış. Bizde mecburen kiliseyi görebileceğimiz en uygun alana geçip dışarıdan fotoğrafladık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Üç sıra surla çevrili bu iyi korunmuş kiliseyi ziyaret edemediğimize çok üzüldüm. Bu kilise içinde bir de özel bölüm bulunuyormuş. “Evlilik hapishanesi” denen bir küçük odaya evliliklerinde problem olan ve boşanma aşamasındaki çiftler kapatılır ve 6 hafta boyunca dışarı çıkmalarına izin verilmeden, sorunlarını halletmeleri istenirmiş. Bu oda sayesinde evliliklerin devamı sağlanırmış. Daha sonra köyün içini gezip Valea Viilor Köyüne doğru yola düştük.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Valea Viilor Sakson Köyü ve UNESCO Kültür Mirası Listesi içinde olan müstahkem kiliselerden. Buraya vardığımızda da kapılar kapalıydı. Önce moralimiz bozuldu ama kapıyı ısrarla çalınca içeriden görevliler çıktı ve ziyaret edebildik.

IMG_4897.jpg

Transilvanya’da Saksonlar döneminden kalan çoğu kilisenin cemaati olmadığından düzenli olarak ayin olmuyor ve bazen kapıları kapalı olarak bulabiliyorsunuz. Bu nedenle kiliseler kapalı gözükseler bile civardan görevliyi soruşturun. Onlar gelip açıyorlar. George gibi bir rehberin varlığı, özellikle Maramures bölgesindeki kapalı  kiliselerin gezilmesinde çok işimize yaradı. Kendi başımıza görevlileri biraz zor bulabilirdik. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Valea Viilor Kilisesi de yüksek ve kalın surlar arkasında bulunuyor. Kilise 13. yüzyıldan kalma olsa bile surlarla çevrilmesi 15. yüzyılda gerçekleşmiş. Burada da kilise içindeki freskolar sıva ile kaplanmış. Kilisenin kulesine çıktığınızda civardaki köyün ve kırsal alanın çok güzel bir panoramik görüntüsüne şahit oluyorsunuz. Mutlaka bu kulenin basamaklarını çıkıp tepeden bu güzelliğe şahit olun. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

P6090198.JPG

Valea Viilor Köyü gezisi sonrasında Sibiu’ya doğru bir saatlik bir yol yaptık. Sibiu ya da Almanca ismi ile Hermannstadt, UNESCO Kültür Mirası Listesindeki şehirlerden bir tanesi ve Saksonların Transilvanya’da kurduğu şehirlerden en büyüğü ve en hareketlisiymiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehir bir zamanlar 39 tane gözetleme kulesi ve yüksek surları ile ulaşılmaz, zapt edilemez şehirlerdenmiş. Osmanlı bile bu surları geçememiş ve hezimete uğramış. Osmanlı için tam bir bela olan efsanevi Macar komutan Hünyadi Yanoş’un Hristiyan aleminde yükselmeye başlaması, Sibiu önlerinde Osmanlıya karşı kazandığı zaferle olmuş. Yani Sibiu’yu gezerken bir zamanlar Osmanlı’nın da şehir surlarının önlerinde olduğunu hatırlayın.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehre özelliğini kazandıran nüfusun çoğunluğunu oluşturan Saksonlar 1940’lara kadar bu şehirde yaşamışlar, sonra ise göç etmiş ya da sürülmüşler. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehre ulaşır ulaşmaz otelimize yerleştik ve önce güzel bir yemek yedik, sonra da şehri tanıma turuna çıktık. Otelimiz Yalancılar Köprüsü‘nün (Bridge of Lies) hemen dibinde ve tam 2 gece bu otelde kalacağız. Şehirde hemen her hafta sonu bir etkinlik oluyormuş ve o hafta sonuna da yemek festivali denk geldi. Şehrin iki ana meydanından bir tanesinde her tarafta yiyecek stantları vardı. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Şehrin tanıtımını sonraki yazıda daha ayrıntılandırırım.

Şimdilik Gezekalın….

Dr Ümit Kuru

10.07.2019 Saat 20:39

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Noroc Romanya: Braşov’dan Sighisoara’ya

IMG_4460-002.JPG

segesvar

Kale şehre (Citadel) örnek olarak Sighisoara

850 yıldır Transilvanya topraklarında yaşamış olan Saksonlar önceleri Kuman ve Tatarlar, ardından da Osmanlılardan korunmak için kaleler (Castle), Müstahkem Kiliseler (Fortified Church) ve kale şehirler (Citadel) inşa etmişler. Kale şehirler, kuleli  surların ardında kiliseler-evler ile askerlerin, idarecilerin ve halkın yaşadığı müstahkem yerler oluyor. Bir saldırı durumunda askerler “Kaçın Tatarlar” ya da “Türkler geliyor!” diye bağırırlarmış. Civarda yaşayan köylüler de surlar içine alınıp, kapılar kapatılır ve yüksek surlar ardından, mazgallardan saldırıya karşı durulurmuş.

prejmer

Müstahkem Kilise (Fortified Church) e örnek olarak Prejmer

Saksonlar sadece kendilerine verilen toprakları korumakla ve çiftçilik yapmakla kalmamışlar, zamanla sınırlarına dayanmış Osmanlı ile, yani Doğu ile, ticaret de geliştirmişler.  Avrupa’nın geri kalanı ile Osmanlı arasında bu ticarete aracılık etmişler. Transilvanya’da 300’den fazla müstahkem kilise’den (Fortified Church), 150’ye yakını hala iyi durumdalar ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesi içindeler. Bugün Romanya’da artık Saksonlar çok azalmışlar ancak Transilvanya demek Sakson köyleri, müstahkem kiliseler, kale şehirler demek. Bu Sakson köyleri ve şehirlerinin tabelalarında Romence, Almanca ve Macarca olmak üzere üç dilden birden isim yazıyor. Braşov, Saksonların Siebenbürgen dedikleri 7 önemli kale şehirlerin (Citadel) arasındaki en önemlilerden bir tanesi. Romence Braşov’un Almanca karşılığı KronstadtMacarcası ise Brasso

P6080038-001.JPG

Kale Şehir (Citadel) olarak tarihi Braşov

P6080006.JPG

Braşov’un ve Braşov’un Orta Çağdan kalma evlerinin güzelliğini, dün geç saatlerde şehre gelmemiz nedeni ile  turist kalabalığı yüzünden, yeteri kadar yaşayamadığımızı düşünerek sabahın erken saatlerinde hanımla kendimizi Braşov sokaklarına vurduk.  Sokaklarda birkaç kedi köpek dışında kimsecikler yok. Işık güzel, sokaklar boş, evler ve meydan tüm güzelliği ile ortada. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Önce Kara Kiliseye doğru yürüdük. 14. yüzyıl sonlarında yapımına başlanan kilisenin tamamlanması neredeyse 100 yıl sürmüş. Kara Kilise adı ise 1689 yılında Braşov’da çıkan büyük yangın nedeni ile tamamen harap olan kilisenin, sadece ayakta kalan duvarlarının simsiyah renkte olmasından geliyormuş. 18. yüzyılda kilisenin restorasyonu başlamış ve hala da zaman zaman devam ediyormuş. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Braşov’un boş halini bol bol fotoğraflayıp, Meclis Meydanında (Council Square) bir zamanlar yapılan ticaretin ne kadar hareketli olduğunu hayal ettik. Meclis Meydanının paralel arka sokağında Avrupa’nın en dar sokağı mevcut (Strada Sforii-Rope Street). İtfaiyecilerin caddeler arasını çabuk geçip, yangına çabuk ulaşmaları için yapılan bu sokak 80 mt uzunluğunda, genişliği ise 1.1-1.35 mt arasında. Bu sokağa açılan 27 pencere altına sanatçılar grafiti çalışmaları yapmışlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sabah gezisi sonrası otele dönüp kahvaltı yaptık. Sonrasında George’un rehberliğinde şehre yukarıdan bakan Siyah ve Beyaz Kulelerin bulunduğu tepelere doğru, yeşillikler arasından güzel bir yürüyüş yaptık. Braşov’un bu tepelerden manzarası harika.

IMG_4385-001

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

teutonic-knights-cape--104043-umhang-kreuzritter-teutonic-knight-capeBraşov’dan ayrılıp Prejmer Müstahkem Kilise’ye (Prejmer Fortified Church) doğru yola çıktık. Burası UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içindeki yerlerden bir tanesi. Bu müstahkem kiliseyi Töton Şövalyeleri, (Teutonic Knights)  1212-1213 yılları arasında kurmuşlar. Ortaya çıkışı İsrail’de Akka Limanı merkezli olan Töton Şövalyeleri Tarikatı 1211 yılında Transilvanya’ya gelmişler. Kumanlarla mücadelesinde Macar Kralına yardım ettiklerinden bu topraklarda yaşamalarına izin verilmiş. Saksonlar da onlarla bölgeye gelmişler. Ama sonradan Macar Kralı ile araları bozulunca bölgeden çıkarılmışlar. Macarlar, sadık gördükleri Saksonların ise buralarda kalmasına izin vermişler.

Biz bir kaç tane müstahkem kilise gezdik ama içlerinde en güzeli olan Prejmer‘di. Nereden baksanız 800 yıllık olan bu kilisenin içi, ne kadar korunaklı ve ele geçirilmesinin ne kadar zor olduğunu anlatıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kilisenin çevresi kalın surlarla çevrili ve içeride tek odalı çok sayıda ev bulunuyor. Bir savaş durumunda tüm köy bu kiliseye sığınıyor ve kuşatma geçene kadar da bu evlerde yaşıyorlarmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kilisenin içi sade gibi gözüküyor. Ama aslında zamanında kilisenin tüm iç duvarları fresklerle kaplıymış. 800 yıllık freskolar, Martin Luther‘in Protestanlık mezhebinin Transilvanya’da taraftar bulması sonrasında sıva ile kapatılmış. Romanya’da gezdiğimiz  tüm eski kiliselerde bunu gördük. Kilisenin bazı bölümlerinde altta olan freskoları göstermek için sıvalar sökülmüş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada kullanılan bazı evler müze olarak düzenlenmiş. Okul olarak kullanılan oda ilginç. Üst katta surların ardında savunma amacı ile kullanılan mazgalların olduğu bölümü mutlaka gezmelisiniz. Öyle bir düzenekle delikler açılmış ki içeriden savunanlarca dışarıdaki düşmanın vurulması kolay ama dışarıdan buraya  ok, mızrak veya mermi ulaşması imkansız denecek kadar zor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burası tarih boyunca 60 kez kuşatılmış ancak sadece 1 kez zapt edilmiş.

Prejmer’den sonra Bran Kalesinin bulunduğu Bran’a doğru hareket ettik. Prejmer’den bir saat süren bir yol sonrasında, Vlad Tepeş’in kalesi olarak Romanya’da en çok bilinen ve ziyaret edilen bir yer olan Bran Kalesine ulaştık. 

P6080193-001.JPG

Kale dıştan güzel. Ama biz orada olduğumuz zaman içinde çok kalabalıktı. Sıra sıra tur otobüsleri bekliyordu. Zaten Romanya’da başka bir yerde de bu kadar tur otobüsünü bir arada görmedim. George kalabalığı görünce kaleye hiç uğramadan, 5 km ötede olan ve tepeden Karpat Dağlarına, Bran Şehrine ve kalesine doğru tepeden panoramik görüntüler alabileceğimiz bir tepeye götürdü. Karpat Dağları ve aradaki vadi, yeşilin en canlı olduğu haliyle nefis görünüyordu. Bran Kalesi içi ile ilgili olarak, “Kalenin dışarıdan o heybetli görüntüsü yanında, kalenin içi çok hayal kırıklığı yaratıyor ” yorumlarını okumuştum. O kadar sıra bekleyip de, “Peleş Kalesinin içinde gördüğümüz ihtişamı göremeyeceksek, en iyisi mi bu tepelerden manzaranın keyfini çıkartalım” diyerek Bran Kalesinin içini gezmeyi programdan iptal ettik. Doğrusu ben hiç pişman değilim ama siz giderseniz kendi tercihinizi yaparsınız. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Macar doğumlu Vlad Tepeş esir aldığı düşmanlarını, özellikle de Osmanlı askerlerini kazığa geçirtmek, derilerini süzmek gibi ağır işkencelerle öldürmesi ile nam kazanmış. Tepeş, Romence, “Kazıklı” anlamına geliyor. Fatih Sultan Mehmet ile Osmanlı Sarayında aynı eğitimden geçtiği biliniyor. Sonradan bir fırsatını bulur bulmaz Eflak Prensliğinin başına geçmiş. Kazıklı Voyvadanın hikayeleri, savaşları, kahramanlık ya da gaddarlıkları Romanya’da ve bizim ülkemizde farklı. Ama ortak olan tek şey Vlad Tepeş’in gaddar olması, Drakula filmine esin kaynağı olması. 

IMG_4485.JPG

Bran Tepelerinde zaman geçirmemiz sonrasında Bran Kalesine doğru gidip dışarıdan fotoğraflar çektik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bugün sonraki hedefimiz Viscri Köyü. Bölgede çok sayıda Sakson Köyü mevcut ama bunlar içinde bazıları çok meşhur; Viscri, Malancrav, Biertan, Valea ViilorCopsa Mare bunlardan bazıları. Viscri tüm Sakson Köyleri içinde en meşhur olanı. Meşhur eden ise İngiltere Veliaht Prensi, Prens Charles. Prens Charles gezi sonrası sevdiği bu köyden ev satın almış. Ev sonra, evler olmuş. Beraberinde köyün restorasyonu için vakıflar aracılığı ile kaynaklar bulmuş. Dolayısı ile Romanya’da eğer vaktiniz kısıtlı ise ve sadece bir tane Sakson Köyü seçecekseniz, bu köyün ismi Viscri olmalı. 

P6080260.JPG

Viscri Köyü’ne 2 saati bulan bir yol sonrası vardık. Yol her zaman ki bol fotoğraflık.

IMG_4632.jpg

Köy içindeki müstahkem kilisenin bir özelliği Saksonlardan önce burada yaşayan Sekellerden (Szekler), 1100 yıllarından kalmış olması. Saksonların bu kiliseyi devralması ise yaklaşık 100 yıl sonra. Bu nedenle UNESCO Kültür Mirası içindeki bu müstahkem kilisenin damı, klasik Sakson müstahkem kiliselerinden farklı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kilisenin çan kulesine mutlaka çıkmanızı tavsiye ederim. Buradan tüm Viscri Köyü ve civarı ile müstahkem kiliseyi yukarıdan görme şansınız var. Üşenmeyin ve dik basamakları adımlayın derim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Viscri Kilisesinin içinde bazı odalarda geçmişten kalma giysi, alet ve eşyalar sergileniyor. O zaman ki yaşama dair ip uçlarını yakalıyorsunuz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kiliseyi gezdikten sonra köy içinde öğle yemeği yiyeceğimiz bir ev restoran bulduk. Nefis bir tavuklu gulaş yedik. Yorgunluğun üstüne müthiş geldi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonrasında Viscri Köyü içindeki o güzelim evleri gezdik. Sakson evleri bol renkli, tek katlı, 2 pencereli, tavana yakın havalandırma için küçük boşluklar ve çatıları ise kendine has özellikli evler. Köyü baştan sona yürüdük.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Prens Charles’ın mavi boyalı evi önünde fotoğraf çektirdik. Viscri Köyü masalardan gelme bir köy sanki.  

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Viscri Köyü gezisi sonrası konaklayacağımız Sighisoara Kasabasına doğru yola çıktık. Sighisoara, benim Transilvanya gezimde en favori yerim oldu. Müthiş bir yerde konakladık. George bize müthiş bir yer ayarlamış. Sighisoara ayrı bir yazı konusu olmayı mutlaka hak ediyor.

Sizlerden 1 haftalık kadar izin alayım. Romanya daha bitmedi. Daha da güzel bölümler bekliyor sizleri.

Gezekalın….

Dr Ümit Kuru

28.06.2019 Saat 22:09

P6080288.JPG

 

 

Noroc Romanya: Tuna Deltası

IMG_3479.JPG

Tuna Nehri Akmam Diyor
Kenarımı Yıkmam Diyor
Ünü Büyük Osman Paşa
Pilevne’den Çıkmam Diyor

……………………

Yukarıdaki türkü sözlerinde geçtiği gibi, türkülere konu olmuş Tuna Nehri, Almanya’nın Kara Orman Bölgesinden doğup 2857 km yol kat ederek, Romanya’nın Kara Orman Sığlığından Karadeniz’e dökülüyor. Avrupa’nın Volga Nehrinden sonraki ikinci en uzun nehri. Tuna Nehri, Romanya dahil 19 ülke ile temas ediyor. Karadeniz’e ulaşmadan önce nehir 3 ana kola ayrılıp,4178 km² lik Tuna Deltası‘nı şekillendiriyor. 

IMG_3352.JPG

Avrupa’nın Volga, Kuban Deltalarından sonra en büyük üçüncü ve dünyanın ise 22. büyük deltası. Ama esas önemli yanı ise 5400 üzerinde bitki ve hayvan türü ile dünyanın biyolojik çeşitlilik bakımından üçüncü ve Avrupa’nın ise en önemli deltası olması. Geniş sazlık alanları, lagünleri, tuz gölleri, tatlı su alanları, ağaçlıkları ile çok özel bir bölge burası. 1990 Yılında UNESCO tarafından Doğa Mirası listesine alınmış. Yani geziye Romanya’nın UNESCO listesi içindeki bir yeri ile başlıyoruz. 

Tam ekran yakalama 20.06.2019 101235.jpg

Tuna Deltası’nı gezmek izne bağlı . Yani kendi başınıza da, turla da gitseniz Danuba Delta Biosphere Reserve Authority (DDBR- http://www.ddbra.ro/en/ddbra-map) denen bir bölümden izin almanız gerekiyor. Zaten Tuna Deltası içinde 19 su, 7 kara yolunu takip etmenize izin var. Diğer bölümlere izin verilmiyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tuna Deltasının büyük bölümü Romanya toprakları içinde bulunuyor. Delta üç ana kola ayrılıyor. Chilia, Sulina ve Sfantu Gheorghe bölgeleri.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_3444.JPG

Romanya tur programını yaparken başlangıçta 9 günlük bir gezi planlamıştım. Ancak Romen rehber George mutlaka Tuna Deltasında kalıp, deltanın güzelliklerine şahit olmam gerektiği konusunda ısrar edince, 2 gün daha turu uzatma pahasına, programa ekledim. İyi ki de bunu yapmışım! Romanya’ya gitmişseniz mutlaka Tuna Deltasını programınıza ekleyin derim. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu arada unutmadan sizlere sivri sineklerden bahsedeyim; Yanınızda mutlaka sinek kovar sprylerden götürün. Elbiselerinizin üstünden bile sokuyorlar. 

IMG_3455.JPG

Tuna Deltasında Crişan Köyünde çok sevimli karı-kocanın işlettiği bir pansiyonda kaldık. Buraya ulaşmak biraz zahmetli oldu. Bükreş’den Tuna Deltasına düzenli feribot ya da hızlı botların hareket ettiği Tulcea‘ya, 3.5 saat kadar bir yolu araçla kat ettik. Tulcea’dan da hızlı feribotla 1 saatlik yol yaparak konaklayacağımız Casa Calin adlı pansiyona ulaştık. Pansiyon sahibi John çok deneyimli bir rehber. Tuna Deltasının tüm kanallarını, bir turist için ilgi çekecek tüm noktalarını çok iyi biliyor. Eşi ise harika bir ahçı. Pansiyon Tuna kıyasında sıcacık ve çok sevimli. Yataklar biraz sorun olsa da o ortamda hiç aramadık rahat yatakları. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Delta’yı ziyaret etmek, çok çeşitli etkinlikler ve gezi fırsatları sunduğu için oldukça keyifli bir süreç. Tekne ile doğal göller, vahşi yaşam, köy ziyaretleri ve unutulmaz bir gün batımı gezileri yapmak ve benim pek ilgimi çekmeyen balıkçılık başlıca aktiviteler..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Crişna’ya vardığımızda ilk günkü aktivitemiz gün batımı turu yapmak oldu. John’un kullandığı bot ile ana kanal boyunca bir süre gittik. Tuna Nehri kim bilir nereden sürüklediği kumlar  nedeni ile çamur renginde akıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_3638.JPG

Seyahat ettiğimiz ana kanal, Avrupa’nın Mega Projesi olan Karadeniz’den, Manş denizine planlanan kanal projesi kapsamında genişletilmiş. Tuna Nehri tarih boyunca gemiler için yol alabilecekleri derinlikte olmuş ama bu mesafe bir yere kadarmış.

IMG_3852.JPG

Bu çılgın proje ile tüm Tuna, Main ve Ren Nehirleri ile Karadeniz’den Manş Denizi’ne yol açılmış. Nehir üzerinde büyükçe ağaç dalları da gezip duruyor, bu nedenle küçük teknelerin dikkat etmesi gerekiyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra ana koldan içerilere doğru giriyorsunuz. İşte bu andan itibaren üzerinde yol aldığınız nehrin ve onun yarattığı güzelliklerin de farkına varıyorsunuz. Suyun rengi bile aniden değişiyor. Çamur renginden eser kalmıyor, berrak ancak su dibindeki yoğun bitki ve kökleri nedeni koyu bir renk alıyor. Bölgenin sakinleri olan pelikanlar ve balıkçıllar, yaban ördekleri, şanslıysanız kuğular,  şahinler gibi türlü türlü kuşlar ortaya çıkıyor. Suyun üstü yer yer sarılı beyazlı nilüferler kaplı oluyor. John rehberliğinde sazlıklar arasından yol alıp gün batımını seyredeceğimiz göle ulaştık. Suyun üstünde nazlı nazlı süzülerek bizim gibi nefis bir gün batımı seyri yapan pelikanlarla birlikte güneşi batırdık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ertesi gün ise Tuna Deltasının diğer gezi yollarında tekne turu yaptık. Bu sefer erken saatlerde başlayan yolculuk akşamın geç saatlerine kadar sürdü. Kanallardan birinden girip diğerinden çıktık. Sazlıklar arasından dar yollar boyunca ilerledik. Hayatımda gördüğüm en geniş nilüfer tarlaları arasında yolculuk yaptık. Pelikan görmek bir süre sonra vaka i adiyeden oldu. Subtropikal iklimlerde görmeye alıştığım Roller (Gökkuzgun) cinsi bol renkli kuşları bile burada fotoğraflama şansım oldu. Müthiş güzel bir deneyimdi.

IMG_3890.JPG

Deltayı ziyaret ettiğimde tekne gezisi kadar keyif veren başka bir aktivite ise Letea Köyü ve Ormanını ziyaret etmek oldu. Ormanın özelliği, Avrupa’daki tek subtropikal orman olması ve Akdeniz bitkileri içermesi. Ayrıca, bu bölge 2000’den fazla vahşi at popülasyonu ile Avrupa Kıtası’ndaki en büyük “vahşi at” nüfusuna ev sahipliği yapmakta.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada tekneden indik ve 2 çift atın çektiği bir gezi arabası ile köy içinde gezi yaptık. Çoğunluğunun kökeni Rus olan köyden sonra o özel orman içinde bir yürüyüş yaptık. Bir kısmı birkaç asırlık meşe, akkavak, ıhlamur, karaağaç, dişbudak gibi kıymetli ağaçlar arasından geçip kumluk tepelere vardık. Tuna Deltası sürekli olarak değişen bir coğrafya. Bu nedenle bir zamanlar deniz olan ve alüvyonlarla dolarak içeri bölgelerde kalan bu yerlerde kumullar oluşmuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

En son Tuna’nın Karadeniz’e açılan bir kolu üzerinde Sulina‘ya kadar gittik. Sulina’ya kadar uzanan kanalın 20 km’lik bu kısmı, 1880-1902 yılları arasında kazılmış. Osmanlı’da bu işe para koymuş. Çavuşesku döneminde burada çok sayıda balık konserve edilen fabrika varmış. Bunların hepsi harabe halde şimdi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada karaya çıkıp önce öğle yemeğimizi yedik Sonra da Sulina içinde bir yürüyüş yaptık. Sulina yeni kanal yapıldıktan sonra ticari bir merkez haline gelip dünyanın dört bir yanından insanların yaşadığı kozmopolit bir yer olmuş. Bunun en önemli göstergesi Sulina mezarlığı; Rus, Romen, Türk, Yunan, Yahudi, İngiliz başta olmak üzere bir çok milliyetten insanların gömüldüğü bir mezarlık burası. Bu mezarlığı gezdik. Rus, Türk ve Yahudi Mezarları yan yana.   Bir de korsan mezarı mevcut. Sulina içindeki Ortodoks Kilisesi güzel. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sulina gezisi sonrası, Tuna’nın bu kolunun Karadeniz’e açıldığı ve büyük bir deniz fenerinin olduğu uca kadar botla gittik. Buradan sonrası artık Karadeniz. Hemen kıyıda daha önce bu sularda batan bir Türk gemisinin batığı gözüküyor. Bu noktada Tuna Deltası’nın devam eden büyümesini ve bu büyüme içinde kaybolan Karadeniz’i net olarak görebiliyorsunuz. Tuna Nehri getirdiği alüvyonlarla önce setler yapıyor, sonra ise zamanla kapanan bu setlerle içeride hapis olan deniz suları ile tuz gölleri, lagünler, zamanla tatlı su gölleri ortaya çıkıyor. Bu bölümde yeni oluşan değişimi gözlemleyebiliyorsunuz. Buradaki büyük fener aslında kanalın bu bölümüne kadar  olan üçüncü fener. Zamanla Tuna Deltası büyüdükçe, denizle irtibatı kesilen ve işlevi kalmayan eski fenerler yerine, yeni fener yapılmış. Bu tarihi eski fenerleri hem gidiş ve hem de dönüş yolunda gördük.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Günün sonunda tekne ve Sulina, Letea Köyü kıyı gezilerinden dönüp konakladığımız pansiyona geri döndük. Akşam yemeğimizi yedikten sonra biramı yudumlarken Tuna Deltası’nın her şeyi ile bana ne kadar hitap ettiğini düşündüm. 

Romanya’da Tuna Deltasını mutlaka programlarınıza dahil edin ve bu özel alanı hakkıyla gezmeye gereken vakti ayırın derim…

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

21.06.2019 Saat 22:31