
Kale şehre (Citadel) örnek olarak Sighisoara
850 yıldır Transilvanya topraklarında yaşamış olan Saksonlar önceleri Kuman ve Tatarlar, ardından da Osmanlılardan korunmak için kaleler (Castle), Müstahkem Kiliseler (Fortified Church) ve kale şehirler (Citadel) inşa etmişler. Kale şehirler, kuleli surların ardında kiliseler-evler ile askerlerin, idarecilerin ve halkın yaşadığı müstahkem yerler oluyor. Bir saldırı durumunda askerler “Kaçın Tatarlar” ya da “Türkler geliyor!” diye bağırırlarmış. Civarda yaşayan köylüler de surlar içine alınıp, kapılar kapatılır ve yüksek surlar ardından, mazgallardan saldırıya karşı durulurmuş.

Müstahkem Kilise (Fortified Church) e örnek olarak Prejmer
Saksonlar sadece kendilerine verilen toprakları korumakla ve çiftçilik yapmakla kalmamışlar, zamanla sınırlarına dayanmış Osmanlı ile, yani Doğu ile, ticaret de geliştirmişler. Avrupa’nın geri kalanı ile Osmanlı arasında bu ticarete aracılık etmişler. Transilvanya’da 300’den fazla müstahkem kilise’den (Fortified Church), 150’ye yakını hala iyi durumdalar ve UNESCO Dünya Kültür Mirası listesi içindeler. Bugün Romanya’da artık Saksonlar çok azalmışlar ancak Transilvanya demek Sakson köyleri, müstahkem kiliseler, kale şehirler demek. Bu Sakson köyleri ve şehirlerinin tabelalarında Romence, Almanca ve Macarca olmak üzere üç dilden birden isim yazıyor. Braşov, Saksonların Siebenbürgen dedikleri 7 önemli kale şehirlerin (Citadel) arasındaki en önemlilerden bir tanesi. Romence Braşov’un Almanca karşılığı Kronstadt, Macarcası ise Brasso.

Kale Şehir (Citadel) olarak tarihi Braşov
Braşov’un ve Braşov’un Orta Çağdan kalma evlerinin güzelliğini, dün geç saatlerde şehre gelmemiz nedeni ile turist kalabalığı yüzünden, yeteri kadar yaşayamadığımızı düşünerek sabahın erken saatlerinde hanımla kendimizi Braşov sokaklarına vurduk. Sokaklarda birkaç kedi köpek dışında kimsecikler yok. Işık güzel, sokaklar boş, evler ve meydan tüm güzelliği ile ortada.
Önce Kara Kiliseye doğru yürüdük. 14. yüzyıl sonlarında yapımına başlanan kilisenin tamamlanması neredeyse 100 yıl sürmüş. Kara Kilise adı ise 1689 yılında Braşov’da çıkan büyük yangın nedeni ile tamamen harap olan kilisenin, sadece ayakta kalan duvarlarının simsiyah renkte olmasından geliyormuş. 18. yüzyılda kilisenin restorasyonu başlamış ve hala da zaman zaman devam ediyormuş.
Braşov’un boş halini bol bol fotoğraflayıp, Meclis Meydanında (Council Square) bir zamanlar yapılan ticaretin ne kadar hareketli olduğunu hayal ettik. Meclis Meydanının paralel arka sokağında Avrupa’nın en dar sokağı mevcut (Strada Sforii-Rope Street). İtfaiyecilerin caddeler arasını çabuk geçip, yangına çabuk ulaşmaları için yapılan bu sokak 80 mt uzunluğunda, genişliği ise 1.1-1.35 mt arasında. Bu sokağa açılan 27 pencere altına sanatçılar grafiti çalışmaları yapmışlar.
Sabah gezisi sonrası otele dönüp kahvaltı yaptık. Sonrasında George’un rehberliğinde şehre yukarıdan bakan Siyah ve Beyaz Kulelerin bulunduğu tepelere doğru, yeşillikler arasından güzel bir yürüyüş yaptık. Braşov’un bu tepelerden manzarası harika.
Braşov’dan ayrılıp Prejmer Müstahkem Kilise’ye (Prejmer Fortified Church) doğru yola çıktık. Burası UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içindeki yerlerden bir tanesi. Bu müstahkem kiliseyi Töton Şövalyeleri, (Teutonic Knights) 1212-1213 yılları arasında kurmuşlar. Ortaya çıkışı İsrail’de Akka Limanı merkezli olan Töton Şövalyeleri Tarikatı 1211 yılında Transilvanya’ya gelmişler. Kumanlarla mücadelesinde Macar Kralına yardım ettiklerinden bu topraklarda yaşamalarına izin verilmiş. Saksonlar da onlarla bölgeye gelmişler. Ama sonradan Macar Kralı ile araları bozulunca bölgeden çıkarılmışlar. Macarlar, sadık gördükleri Saksonların ise buralarda kalmasına izin vermişler.
Biz bir kaç tane müstahkem kilise gezdik ama içlerinde en güzeli olan Prejmer‘di. Nereden baksanız 800 yıllık olan bu kilisenin içi, ne kadar korunaklı ve ele geçirilmesinin ne kadar zor olduğunu anlatıyor.
Kilisenin çevresi kalın surlarla çevrili ve içeride tek odalı çok sayıda ev bulunuyor. Bir savaş durumunda tüm köy bu kiliseye sığınıyor ve kuşatma geçene kadar da bu evlerde yaşıyorlarmış.
Kilisenin içi sade gibi gözüküyor. Ama aslında zamanında kilisenin tüm iç duvarları fresklerle kaplıymış. 800 yıllık freskolar, Martin Luther‘in Protestanlık mezhebinin Transilvanya’da taraftar bulması sonrasında sıva ile kapatılmış. Romanya’da gezdiğimiz tüm eski kiliselerde bunu gördük. Kilisenin bazı bölümlerinde altta olan freskoları göstermek için sıvalar sökülmüş.
Burada kullanılan bazı evler müze olarak düzenlenmiş. Okul olarak kullanılan oda ilginç. Üst katta surların ardında savunma amacı ile kullanılan mazgalların olduğu bölümü mutlaka gezmelisiniz. Öyle bir düzenekle delikler açılmış ki içeriden savunanlarca dışarıdaki düşmanın vurulması kolay ama dışarıdan buraya ok, mızrak veya mermi ulaşması imkansız denecek kadar zor.
Burası tarih boyunca 60 kez kuşatılmış ancak sadece 1 kez zapt edilmiş.
Prejmer’den sonra Bran Kalesinin bulunduğu Bran’a doğru hareket ettik. Prejmer’den bir saat süren bir yol sonrasında, Vlad Tepeş’in kalesi olarak Romanya’da en çok bilinen ve ziyaret edilen bir yer olan Bran Kalesine ulaştık.
Kale dıştan güzel. Ama biz orada olduğumuz zaman içinde çok kalabalıktı. Sıra sıra tur otobüsleri bekliyordu. Zaten Romanya’da başka bir yerde de bu kadar tur otobüsünü bir arada görmedim. George kalabalığı görünce kaleye hiç uğramadan, 5 km ötede olan ve tepeden Karpat Dağlarına, Bran Şehrine ve kalesine doğru tepeden panoramik görüntüler alabileceğimiz bir tepeye götürdü. Karpat Dağları ve aradaki vadi, yeşilin en canlı olduğu haliyle nefis görünüyordu. Bran Kalesi içi ile ilgili olarak, “Kalenin dışarıdan o heybetli görüntüsü yanında, kalenin içi çok hayal kırıklığı yaratıyor ” yorumlarını okumuştum. O kadar sıra bekleyip de, “Peleş Kalesinin içinde gördüğümüz ihtişamı göremeyeceksek, en iyisi mi bu tepelerden manzaranın keyfini çıkartalım” diyerek Bran Kalesinin içini gezmeyi programdan iptal ettik. Doğrusu ben hiç pişman değilim ama siz giderseniz kendi tercihinizi yaparsınız.
Macar doğumlu Vlad Tepeş esir aldığı düşmanlarını, özellikle de Osmanlı askerlerini kazığa geçirtmek, derilerini süzmek gibi ağır işkencelerle öldürmesi ile nam kazanmış. Tepeş, Romence, “Kazıklı” anlamına geliyor. Fatih Sultan Mehmet ile Osmanlı Sarayında aynı eğitimden geçtiği biliniyor. Sonradan bir fırsatını bulur bulmaz Eflak Prensliğinin başına geçmiş. Kazıklı Voyvadanın hikayeleri, savaşları, kahramanlık ya da gaddarlıkları Romanya’da ve bizim ülkemizde farklı. Ama ortak olan tek şey Vlad Tepeş’in gaddar olması, Drakula filmine esin kaynağı olması.
Bran Tepelerinde zaman geçirmemiz sonrasında Bran Kalesine doğru gidip dışarıdan fotoğraflar çektik.
Bugün sonraki hedefimiz Viscri Köyü. Bölgede çok sayıda Sakson Köyü mevcut ama bunlar içinde bazıları çok meşhur; Viscri, Malancrav, Biertan, Valea Viilor, Copsa Mare bunlardan bazıları. Viscri tüm Sakson Köyleri içinde en meşhur olanı. Meşhur eden ise İngiltere Veliaht Prensi, Prens Charles. Prens Charles gezi sonrası sevdiği bu köyden ev satın almış. Ev sonra, evler olmuş. Beraberinde köyün restorasyonu için vakıflar aracılığı ile kaynaklar bulmuş. Dolayısı ile Romanya’da eğer vaktiniz kısıtlı ise ve sadece bir tane Sakson Köyü seçecekseniz, bu köyün ismi Viscri olmalı.
Viscri Köyü’ne 2 saati bulan bir yol sonrası vardık. Yol her zaman ki bol fotoğraflık.
Köy içindeki müstahkem kilisenin bir özelliği Saksonlardan önce burada yaşayan Sekellerden (Szekler), 1100 yıllarından kalmış olması. Saksonların bu kiliseyi devralması ise yaklaşık 100 yıl sonra. Bu nedenle UNESCO Kültür Mirası içindeki bu müstahkem kilisenin damı, klasik Sakson müstahkem kiliselerinden farklı.
Kilisenin çan kulesine mutlaka çıkmanızı tavsiye ederim. Buradan tüm Viscri Köyü ve civarı ile müstahkem kiliseyi yukarıdan görme şansınız var. Üşenmeyin ve dik basamakları adımlayın derim.
Viscri Kilisesinin içinde bazı odalarda geçmişten kalma giysi, alet ve eşyalar sergileniyor. O zaman ki yaşama dair ip uçlarını yakalıyorsunuz.
Kiliseyi gezdikten sonra köy içinde öğle yemeği yiyeceğimiz bir ev restoran bulduk. Nefis bir tavuklu gulaş yedik. Yorgunluğun üstüne müthiş geldi.
Sonrasında Viscri Köyü içindeki o güzelim evleri gezdik. Sakson evleri bol renkli, tek katlı, 2 pencereli, tavana yakın havalandırma için küçük boşluklar ve çatıları ise kendine has özellikli evler. Köyü baştan sona yürüdük.
Prens Charles’ın mavi boyalı evi önünde fotoğraf çektirdik. Viscri Köyü masalardan gelme bir köy sanki.
Viscri Köyü gezisi sonrası konaklayacağımız Sighisoara Kasabasına doğru yola çıktık. Sighisoara, benim Transilvanya gezimde en favori yerim oldu. Müthiş bir yerde konakladık. George bize müthiş bir yer ayarlamış. Sighisoara ayrı bir yazı konusu olmayı mutlaka hak ediyor.
Sizlerden 1 haftalık kadar izin alayım. Romanya daha bitmedi. Daha da güzel bölümler bekliyor sizleri.
Gezekalın….
Dr Ümit Kuru
28.06.2019 Saat 22:09