Hüznün Müziği:Fado

IMG_6490

A-475503-1482411143-3464.jpeg

Amália Rodrigues

Portekiz Fado müziğinin “Rainha do Fado”su, yani “Fado Kraliçesi”  Amália Rebordão Rodrigues’e ait bir sözle yazıma başlamak isterim;

 

Fado, sanatçı ve dinleyici arasında samimi bir diyalogdur. Sözleri anlamayabilirsiniz ama anlamı hissedersiniz.“ Bu söz siz bu satırları okuyanlar için belki bir anlam ifade etmemiştir. Ancak tek kelime Portekizce bilmeyen ve Fado dinlememiş birisi olarak, Lizbon’un iyi bilinen bir fado klubünde fado müziğini dinledikten sonra mekandan çıktığımda hissettiklerim aynen bu duygulardı.

IMG_6462.jpg

Fado, 19. yüzyıldan günümüze kadar uzanmış bir Portekiz halk müziği türü. Fado’nun yansıttığı duygu için Portekizliler Saudade kelimesini kullanıyorlar. Bu kelimenin hiç bir dilde tam bir karşılığı,  tam bir çevirisi olmamakla beraber, kelime anlamı kadere veya alın yazısına yakın kabul ediliyor. Aslında kaybedilen bir şey ya da sevgili için hissedilen derin bir nostaljik ya da melankolik ruhi durumu ifade ediyor. Kaybedilen her neyse fado’nun sözleri ve onu icra eden şarkıcı (Fadista), onun bir daha olasılıkla hiç dönmeyebileceğinin de farkında ve şarkılarında bunu seyirciye-dinleyiciye yansıtıyor. 

maria-severa

Maria severa

Fado, balıkçı, kaşif ya da denizci olan sevgililerini, eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yüzyıl Portekiz kadınlarının, artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlardan türemiş. Bu nedenle Fado, derin acıların, hüzünlerin, özlemin, nostaljinin, mutluluğun ve aşkın ifade edildiği bir müzik türü.

19. yüzyıl Fado icracıları kentsel kesimin işçileri ya da denizcileriymiş. Bunlar sadece şarkı söylemez ama aynı zamanda da dans da eder, ritm de tutarlarmış. 19. yüzyıl ortalarından sonra ise Afrika ritmleri daha az önemli hale gelip, fadistalar sadece şarkı söyler olmuşlar. O dönemin en önemli fadistası olarak Maria Severa kabul ediliyor.

Fado’nun, isimlerini Portekiz’in Lizbon ve Coimbra şehirlerinden alan iki türü var. Coimbra’nın sade bir tarzı olmakla beraber Lizbon fado’su, özellikle Amália Rodrigues sayesinde daha yaygınlaşmıştır.

IMG_6497-001.JPG

Klasik fado, bir Portekiz gitar (12 telli bir gitar. 12 telli olmasına karşın 6 tel gibi akortlanıyor) ve bir klasik gitar eşliğinde tek bir şarkıcının performansıyla icra edilmekte. Modern fadonun ise yaylı çalgılar dörtlüsünden, tüm bir orkestraya kadar çeşitli uygulamaları mevcut.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu müziğin en büyük ustaları arasında şu isimler sayılabiliyor: Amália Rodrigues (1920-1999)  Alfredo Marceneiro (1891-1992), Mariza Reis Nunes ve Ana Moura. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Biz Lizbon’da, Fado müziğinin en iyi icra edildiği yerlerden olan Clube de Fado’ya gittik. Burada Mário Pacheco adlı sanatçı Portekiz gitarını çalıyor. Babası  António Pacheco da önemli sanatçılarla müzik yapmış. 

IMG_6487.JPG

Clube de Fado’ya (http://www.clube-de-fado.com/) girdiğimizde grubumuza ayırtılmış olan yere oturduk. Garsonlar hemen masamızı donattılar. Her yemeğin olmazsa olmazı zeytin, tereyağı ve sıcak ekmek masalarımıza ilk gelenler. Burada yediğimiz zeytinlerin tadı bir başka güzel oluyor onu öncelikle ifade edeyim. Bir de sıcak ekmek ve tereyağı olunca daha baştan azcık doyuyorsunuz. Gerçi gelen birbirinden güzel yemekleri de hiç yarım bırakmadık. Çorbadan başlamak üzere arkası arkasına yemeklerimiz gelmeye başladı. Çorba faslından sonra mekanda ışıklar kırmızıya doğru dönmeye başladı. Bu ışığın rengi 5 dakika ara ile gittikçe koyulaştı. En sonunda sanatçılar sahneye gelmeye başladı. En önde Mario Pacheco adlı Portekiz gitarı çalan sanatçı, arkasında klasik gitar sanatçısı, kontrbas sanatçısı ve sahneye ilk çıkacak şarkıcı, yani 4 kişi, bir köşeye konmuş olan 2 sandalye ve 2 m² alana yerleştiler. Geleneksel Fado salonlarında öyle yüksekte sahne, geniş alan olmazmış. Bizim çiçek pazarında rakı masamızın kenarına ilişen çalgıcılar gibi bir hava var ortada. 

IMG_6446.JPG

Club de Fado’da sanatçıların performans alanı

Bir anda garsonlar ortadan kayboldu ve salondaki herkes yemeğini nerede kaldıysa orada bıraktı. Arkasından da sanatçılar performanslarını sergilemeye başladılar. Sanatçı birbirinden güzel 4 parça söyledi ve arkasından sahneyi terk ettiler.

Işıklar yandı ve garsonlar kaldıkları yerden servislerine devam ettiler. Bu ritüel yarım saat yemek molası ve arkasından sanatçıların tekrar sahnede yerlerini alması ve 4 şarkılık performansları sonrasında sahneyi terk etmeleri şeklinde devam etti. En son sahneye çıkan sanatçıların sesleri, seslerini kullanmalarındaki ustalıkları görülmeye değerdi. 

Gecenin sonunda Club de Fado’dan ayrılırken, hem ilk defa dinlemek şansına sahip olduğumuz ve hem de iyi bir örneğini dinlediğimiz Fado müziği gösterisinden memnunduk. Portekiz’e, Lizbon’a geldiğinizde bu zevki yaşamanızı tavsiye ederim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sizlere aşağıda bu müzik türünün unutulmaz efsane isimlerine ait 2 adet video linki de verdim. 

Kulağınızda güzel bir tını, yüreğinizde bir sıcaklık bırakmasını umarım. Ben de ikisini de yaptı…

Gezekalın, aydınlık kalın…

Dr Ümit Kuru

27.05.2017 Saat 00:19

 

Atina’da Türk Zeybekleri

img_2535

http://www.gezekalin.com’un bir kısım takipçileri bilirler ki; bu yazıların sahibi olan bendeniz bir süredir Ege’nin iki kıyısının dans ve müziklerine ilgi duymaktayım. Fırsatını bulunca bu dansın ve müziğin kardeş topraklarına, yani Yunanistan’a gidiyoruz. Hem Grek müzik dinleyip ve hem de Sirtaki, Zeybetiko, Abdaliko ya da Hasapiko gibi dansları yapıyoruz. Ben bu konuda bir yazıyı https://gezekalin.com/2014/10/14/halklarin-ortak-dili-dans-ve-muzik/ adı ile daha önce bu blogda yazmış ve paylaşmıştım. 17-19 Şubat 2017 tarihleri arasında devam ettiğim FasaFisa adlı dans okulunun hocaları Nurşen ve Bahattin Bayburan ve okulun öğrencileri ile birlikte Atina’ya bir gezi yaptık. Bu gezi konusu yeme-içme ve dans etmekti. Tabii konu bu olunca da Gezekalın’ın bu yazısı gezdiğimiz taverna ve buzukialar hakkında edindiğimiz tecrübeler olacaktır. 

Haydi bakalım buyurun Atina gece hayatının yaşadığımız kısmına…

IMG_2178.JPG

İsmi, koruyucusu olan Savaş Tanrıçası Athena’dan gelen Başkent Atina, yaklaşık 4 milyon nüfusuyla Yunanistan’ın en büyük şehri durumunda. Atina eskiden de, bugün de Yunan medeniyetinin ve eğlence hayatının merkeziymiş. Bizim Atina ziyaretimizin amacı sadece eğlence kısmı olunca, medeniyet kısmının gezisini başka bir zamana bıraktık. Ama yine de şehri ve meşhur Akropolisi şöyle bir turlamadan geri kalmadık. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Atina’nın tam merkezinde ve deniz düzeyinden 150 m yükseklikte yer alan Akropolis, eski dönemlerden beri kale ve tapınak olarak kullanılmış. Aslında Yunanistan’ın Dünya Kültür Mirası listesindeki bu alan ve buradaki yapıların en ünlüsü Parthenon, beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Bizim Efes Antik Kenti yanında burası çok sönük bence ama Yunanlı pazarlamasını iyi biliyor.

Neyse! Kültür kısmını fazla uzatmayayım. Bu kadar kısacık gezi ile de Atina’nın hakkını yemeyelim.

IMG_2252.JPG

Yeme içme kısmında size bahsedeceğim ilk yer Monastiraki Meydanı‘nda bulunan Bairaktaris adlı dönerci dükkanı. Bu meydan Cizderiye Camii (Tzistarakis Mosque), Hadrian Kütüphanesi Bit Pazarı, alışveriş dükkanları ve restoranları ile önemli bir meydan. Bairaktaris’in Atina içinde başka şubeleri de varmış ama biz hem Monastiraki Meydanı’nı tanımak ve hem de geç öğle yemeği için bu şubeyi tercih ettik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bairaktaris Atina’da en güzel çöp şiş ve döner yapan yerlerden bir tanesi. Dönerleri biz de olduğu gibi tavuktan, etten ve Yunanistan’da fazlası ile domuz etinden. Bizimkinden farklı olarak Yunanlı kalınca döner pidesi içine ne bulursa dolduruyor. Çok beğendim. Utanmasam ve daha da önemlisi akşama ziyafete gidecek olmasam ikinciyi sipariş edecektim. Buradaki şubede aynı zamanda canlı müzik oluyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

img_2278

Akşam saat 20:00 gibi meşhur Plaka bölgesine yakın olan Psiri Semtinde bir tavernaya gittik.  Plaka Bölgesine 5 dakika mesafede olan ve bir zamanlar iki katlı eski Atina evleri, hurdacılar, marangoz atölyeleri, hatta genelevlerin bulunduğu Psiri’de büyük bir restorasyon yaşanmış ve etrafta çok sayıda taverna açılmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Psiri, son birkaç yıldır en popüler buluşma merkezlerinden biri olmuş. Atina’lılar kaliteli yemeği, müzik eşliğinde nispeten  ucuza yemek için Psiri’ye, buradaki mekanlara akmaya başlamışlar. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Psiri’nin dar sokaklarına daldığımızda henüz daha yeni dolmaya başlayan mekanlarda pek hareket yoktu. Ama gece yarısından sonra buzukiaya doğru yola düştüğümüzde Psiri’de her köşeden bir müzik sesi yükseliyordu. Buralarda hayat en erken saat 21:00’den sonra başlıyor. Yunanistan’da bulunduğumuz dönem, onlar için kutsal olan Paskalya öncesi 40 gün etten-sütten uzak kalmak anlamında Kathara Deftera/Apokries Karnavalı’na denk geldi. Bu nedenle insanlar perhis öncesi son kutlamaları için eğlence mekanlarını daha çok dolduruyorlar. Hemen hemen gittiğimiz tüm tavernalar çok kalabalıktı.

IMG_2480-006.JPG

Gecenin yarısından sonra ise başka bir mekana, bu sefer buzukiaya doğru yola düştük. Buzukialar gece yarısından sonra açılan eğlence mekanları. Burada genellikle sadece içki ve yanında çerez ve meyve servis ediliyor. Mekanın önemine göre önemli sanatçılar sahne alıyorlar. Bizim o gece gittiğimiz buzukia 3000 kişilik ve Atina’nın önemli buzukialarından bir tanesiydi. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Apostolia Zoi, mekanın hem kendi hem de sesi güzel sanatçısı, Nikos Oikonomopulos genç kuşağın yeni gözde sanatçısı ve Stelios Rokkos ise eski tüfek önemli sanatçı olarak mekanda sahne alıyorlar. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bizim için bu mekanda yaşadığımız en önemli olay 3000 kişilik sahnede hem sirtaki ve hem de zeybetiko yapma şansını elde etmemizdi. Bu satırların yazarı olarak sahnede, 2000’e yakın kişi önünde  her ikisini yapabilmiş olmak çok büyük bir deneyimdi.

Mekandan mutlu mesut ve biraz da çakır keyif çıktığımızda saat sabahın 04:00’ünü bulmuştu. 

IMG_2832-001.JPG

Gezimizde yaşadığımız güzellikler arasında unutamayacağım bir başka olay ise Yunanistan’ın yaşayan en önemli Zeybetiko ustası olan Fotis Metaxopoulos’dan bir ders almaktı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gezide gittiğimiz diğer bir taverna ise kanalın Adriyatik Denizi tarafına bakan ve Loutraki adlı kasabadaki sahil tavernasıydı. Buraya Korint Kanalı gezisi sonrası gittik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yemekleri, özellikle de ciğeri ve eti, muhteşemdi. Canlı müzik eşliğinde, aynı mekanı paylaştığımız Yunanlılarla hem oynadık hem de müzik dinledik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bir başka taverna ise Sarantis’in Mansiyonu adlı yerdi. Burası tam bir rembetiko müziği yapılan yerdi. Tahta sandalyeler üstünde hem çalgıcıların ve hem de şarkıcıların dizili olduğu bir sahne düşünün! Rembet müziği icrası eskiden batakhanelerde yapılırmış. Burası o tür müzik için çok iyi bir mekan. Yemekleri güzel. Mezeler o kadar arka arkaya ve sık olarak geliyor ki yeni gelen mezeye yetişeceğim diye hızlı hızlı yemeğe çalışıyorsunuz. Keyif aldığım bir yer oldu. Ancak bu mekanda daha çok hasapiko türü müzik çalınıyor. 

IMG_3222.JPG

Son günkü gündüz tavernası ise Atina sadece bir gününüzü tavernaya ayırmışsanız tercih edeceğiniz mekan olmalı. Burası Türkçesi ile Gökyüzü Bahçesi adlı bir taverna. Tavernadan büyük, buzukiadan küçük, arada bir mekan. Buradaki sanatçılar çok bilinen sanatçılar. Buzukiacı Christos Nikolopoulos, şarkıcılar Pitsa Papadopoulous ve Stelios Dionisiou sahne alıyorlar. Çok güzeldi ve bol bol danslarımızı ettik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burası gezdiğimiz yerler içinde en pahalı olanı. Ama bir pazar günü ve gündüz tavernası olduğu halde içerisi hınca hınç doluydu. Yemekleri de güzeldi. Uçuş saatimiz nedeni ile saat 19:00 gibi bu mekanı gözümüz arkada terk ettik.

Kısa zamana sığdırmaya çalıştığımız yoğun bir programı tamamlayıp ülkemize döndük. Ama itiraf etmeliyim ki gönlümüz Ege’nin karşı yakasında kaldı.

Zeybetikoya gönül vermiş bir arkadaşımın ifadeleri ile;

“Kendi çemberinde, kendi evreninde dönüştür zeybek..
Binlerce insanın içinde her şeyden kopmak, kendinle kalmaktır..”

Herkesin kendi çemberinde mutlu olması dileği ile;

Gezekalın, Aydınlık kalın ve bu yazıya özel;

DANS ve MÜZİKLE kalın..

Dr Ümit Kuru

25.02.2017 Saat 02:25

img_2546

Halkların Ortak Dili; Dans ve Müzik

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Kısa bayram tatilinde Midilli Adasına, FasaFisa adlı Ege Dansları eğitimi veren dans okulu hoca ve öğrencileri ile bir gezi yaptım. Bu gezi programı benim gibi bir gezgin için uygun olan bir gezi programı olmasa da büyük bir merak içinde geziye gittim. Merakımın kaynağı, bir süredir ilgi duyduğum, kursuna devam etmeye çalıştığım Sirtaki, Zeybetiko, Hasapiko ve diğer Ege Halkları danslarının pratiğini yerinde görmek, yapmaya çalışmak ve bu kültürü gözlemlemekti. Kurs hocalarımız Nurşen Bayburan ve Bahattin Bayburan eşliğinde ve eskisi, yenisi yaklaşık 30 kişi kursiyerleri ile geziyi gerçekleştirdik. Müthiş bir deneyim oldu benim için. Bu yazıda sizlerle bu geziyi paylaşmak istedim.

zeybekefeEgenin iki kıyı halklarını birleştiren ortak özelliklerin en önemlilerinden bir tanesi herhalde müzik ve danstır. Duruşun, heybetin, ağırlığın ön plana çıktığı bizim bildiğimiz “zeybek” dansı, karşı kıyıda, Yunanistan’da duruşun çok da önemli olmadığı, eğlencenin ön planda olduğu hali ile “zeibekiko” adlı dansa ya da bizdeki “kasap” dansı karşı kıyıda “hasapiko” adlı dansa dönüşebiliyor.

Tüm dünya üzerinde olduğu gibi, Anadolu toprakları da çok sayıda trajediye sahne olmuştur. Bu trajedilerden bir tanesi de Yunan toprakları içinde kalan Türklerle, Anadolu topraklarında yüzyıllardır Türk ve diğer Anadolu halkları ile birlikte yaşamış olan Rum halkın mübadelesidir. Bu yazıyı hazırlarken okuduğum ciddi araştırmalardan çıkarttığım sonuç, trajediden bir tarafı suçlamanın doğru olmadığıdır  ve bu yazının konusu da mübadele değildir. Ancak sonuçta yaşadığı toprağını, evini ocağını bırakarak mübadeleye uğrayan insanların çektiği bir acı vardır. Bu sadece Rum için değil ama Türk mübadil içinde böyledir.

Kurtuluş Savaşı sonrasında, 30 Ocak 1923 yılında Yunanistan ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında Lozan’da  imzalanan antlaşma ile Yunan topraklarında yaşayan Müslümanların (Batı Trakya’dakiler hariç) ve Türk topraklarında yaşayan Rumların (Bozcaada, Gökçeada ve İstanbul’daki Rumlar hariç) karşılıklı olarak yer değiştirmelerine karar verilmiştir. Kaynaklara göre bu mübadele sonucu Anadolu’dan yaklaşık 1.100.000 ile 1.300.000 arası kişi Yunanistan’a gitmiştir. Bu sayı Yunanistan nüfusunun yaklaşık %30-35 ‘ine tekabül etmekteydi. Türkiye’ye ise ağırlıklı olarak Selanik, Girit ve Yanya’dan 500.000-700.000 kişi göç etti ki bu sayı Türkiye nüfusunun %5-10 arası bir orana tekabül ediyordu.

Her iki tarafında insanları çoğunlukla kendi iradeleri dışında ve zorunlu olarak yeni yerlerine göç ettiklerinden hem kendileri büyük acılar ve sıkıntılar çekmişler ve hem de gittikleri ülkeye ekonomik sıkıntılar yaşatmışlar. Yeni yurtlarına gelen insanlar, göç ettikleri yerlerden beraberlerinde alıştıkları müzikleri ve danslarını da getirmişler. İşte Anadolu zeybeği, karşı kıyı topraklarındaki zeimbekiko ile karışıp ortaya yeni bir dans türü çıkmış; Zeybetiko. Yunan topraklarına, Egeden mübadele ile giden ve yoksul gettolarda yasayan Anadolu Rumlarının arasından çıkan , esrar tekkelerinde bir araya gelip esrar içip şarkı söyleyen, yoksulluklarını ve acılarını dile getiren insanların, Rembetlerin dansıdır, Zeybetiko. Yani eğlenen, bitirimlerin dansı. Biraz duruş, biraz eğlence yani bir sentez dansı. Rembetlerin yaptığı müziğe rembetiko denmiş. Rembetiko yapıldığı dönemde, ‘Biz rembetiko yapıyoruz’ gibi lanse edilmedi tabii ki. Yani daha sonraları araştırmacıların ve plak şirketlerinin koyduğu bir isim bu.

800px-Bouzouki_tetrachordoMidilli’de neredeyse sabah, öğle, akşam dans izledik, buzuki ustalarından müzik dinledik. “Buzukilerden çıkan müzik bir tanıdık geliyor insana, inanılır gibi değil!” diyeceğim ama bu cümle garip kaçacak. Bir zamanlar bu topraklara göç eden insanlar, o zamanlar Yunanistan nüfusunun 1/3’ü gibi korkunç bir oranda olunca müzik de, başka bir dilde olsa da, sözler de tanıdık geliyor insana. “Kadifeden kesesi”, “Üsküdar’a giderken” gibi ismini bildiğim şarkılar ilk aklıma gelenler oldu şu anda.

Midilli Adasında geçen sene kalmış ve adanın büyük bölümünü gezmiştim. Ancak adanın insanları ile bu kadar bir arada olamamış ve müzik ve danslarını görememiştim.  Hemen her gittiğimiz mekanı şenlendirdik ve yöre halkı ile beraber çok özel ve güzel anlar yaşadık diyebilirim. İlk gece Perama kasabasında Boluhanas Tavernasında, buzuki eşliğinde müzik dinledik, yedik, içtik ve sirtaki, zeybetiko danslarını kasaba halkı ile beraber yaptık. Tavernası yetmedi, sokaklara taştık. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ama benim için gezinin en favori günü, 2. gün oldu. ikinci gün geç bir kahvaltı sonrasında Ghera körfezinde Tarti Plajına gittik. Burada hem denize girdik ve hem de öğlen tavernası deneyimi yaşadık. Bu plaj ve denizi harikaydı ama tavernada yaşadıklarımız bir başka güzelleştirdi orayı. Tavernada leziz mezeler eşliğinde uzolarımızı yudumlar ve zeybek, sirtaki oynarken büyük bir grup geldi. Oldukça yaşlılardan oluşan grup o güne bir başka renk kattı. Mübadele sonrası adada kurulmuş bir derneğin üyeleri olan bu yaşlı kadınlar o gün mekana yemek yemeğe gelmişler. Buzuki ve dans eden bizleri görünce piste atladılar. Yaşları ile orantısız bir şekilde saatlerce oynadılar. Daha doğrusu biz ve onlar karşılıklı oynadık. Onlar bizim dediklerimizi, biz onların dediklerini hiç anlamadan ama evrensel bir dilin, müzik ve dansın dili ile saatlerce konuştuk birbirimizle.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

OLYMPUS DIGITAL CAMERAAynı günün akşamında ise Skopelos Köyüne gittik. Burada Andonis adlı bir yerde sokağa dizilmiş masalarda yemek yedik. Yine sokağın bir köşesine yerleşmiş  buzuki, org, bateri çalan 3 kişilik mahalli sanatçılardan kurulu mini bir orkestra eşliğinde danslar ettik, şarkılar söyledik. Burası minicik bir köy. Salaş ama %100 özgün  diyebileceğimiz bir ortamda muhteşem bir gece geçirdik. Sokaktan geçenler zaman zaman bize eşlik etti. Hele bir yaşlı teyze vardı ki onu burada anlatmasam olmaz. Yaşlı teyze defalarca gelip, bize ve orkestraya doğru kızgın ifadelerle bir şeyler söyledi durdu. Herhalde bu gürültüden rahatsız oldu bize saydırıp duruyor dedim. Bu iş defalarca devam edince dayanamayıp adadaki rehberimiz Efy Lordanoglou’ya yaşlı teyzemin ne dediğini sordum. O da bana teyzenin kızdığını ama bize değil, istek yaptığı oyun havasını bir türlü çalmayan buzuki çalgıcısına kızdığını anlattı. Gerçekten de istediği parçası çalınan teyzemin şekli şemali birden değişti. Her bir köşesi pist olan sokakta bir güzel oynadı. Bir de yandaki meyhanede içen ama bize karşı kayıtsız olmayan bıçkın bir delikanlının piste çıkıp zeybek oynaması çok güzeldi. Yakası neredeyse göbeğine kadar açık, boynunda kocaman bir haç, ilginç saç kesimi ile, yüzünde yaşına uymayan ve feleğin çemberinden geçmiş olduğunu gösterir derin çizgiler ve uzun sivri burun ayakkabısı ile kabadayı görünümlü bu delikanlı tam da zeybetiko havasına yakışır oyun tarzı gösterdi. Bu tipten başka türlüsünü beklemek de yanlış olurdu zaten. En aşağıdaki videoda bu gencin oynunu görebilirsiniz. Beğeneceğinize eminim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu köyde yaşadığımız bir başka ilginç olay ise köyün belediye başkanının da orada olması ve bizimle dans etmesiydi. Söylemeseler başkan olduğunu anlamazsınız. Öylesine sade, doğal ve sıradan bir insan.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Midilli Adasında yemesi, uzosu ve sirtakisi, zeybetikosu bol geçen gezimizin son günü ve gecesini adanın Petra Köyü ve Molivos şehrinde geçirdik. Gündüz şehri gezdik. Doğrusu bu ya Molivos ve Petra’ya ilk defa gelen grubun diğer arkadaşlarının, adanın bu bölümünü hakkıyla gezemediklerini düşünüyorum. Ancak bu gezi konsepti farklı. Bu gezide yemek, içmek, şarkı ve dans var. Onun için de ben dahil herkes mutlu.

Gece Petra’da sahilde bir restorana gittik. Her gittiğimiz yerde olduğu gibi köşede buzuki ve orgdan oluşan mini orkestra hazır. Buzuki çalan sanatçı aynı zamanda şarkıları da söylüyordu. Sesi dinlediklerimiz içinde en iyi olanıydı. İlk yarım saat içinde masamız meze bombardımanına uğradı. Uzoları içtikçe ve karınlarımız doydukça buzukiden çıkan ses ve şarkılar  grubu kıpırdatmaya başladı. Ondan sonra da grubu tutabilene aşk olsun. Sadece biz mi? Yoldan geçen ya da sabahtan haberi alan restorana doluşan yerel halk da başladı oynamaya. Yaşlısı genci saatlerce oynadık. Gecenin bir diğer sürprizi ise bu sefer aramızda bir başka yetkilinin, Midilli Adası Belediye Başkan Yardımcısının olmasıydı. Adının Taxiarhoula Pnaka olduğunu öğrendiğimiz hanımefendinin adanın en önemli yetkililerinden bir tanesi olduğunu iddia etmek bizim için mümkün değildi. Ne koruma, ne zabıta, ne de insanın gözünü alan ve devamlı dönen kırmızı mavi ışıldaklı makam arabası! Türkiye’de bizim haşmetlileri, ulaşılmazları, dokunulmazları düşündükçe insan kendini bir garip hissediyor. Bu güzel ve mütevazi insan arkadaşları ile birlikte bir masaya kurulmuş, tüm gece Türkiye’den gelen bizleri izlemiş ve sonunda o da aramıza katılıp kendi zeybetikosunu yapmıştı. Olması gereken yönetici şekli aslında bu olmalıydı tabii ki..

Gecenin sonunda  tüm restoranda bulunanlar Rumu, Türkü, yaşlısı genci, garsonu, restoran sahibi, belediye başkan yardımcısı hep beraber hatıra fotoğrafı çektirdik ve geceyi sonlandırdık.

10006292_10152490956444472_2958636298544953404_nBu gezinin yaşanması ve yazısının yazılması şu yaşadığımız günler nedeni ile bir yönden örnek oldu bana. Ülkemin Anadolu toprakları ve üzerinde yaşayan Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Arnavutu, sayıları çok az olarak kalmış Ermeni, Rumu ve Musevisi ile Anadolu halkları, şu sıralar kötü günler yaşamakta. Şu ya da bu nedenle de olsa insanlar canlarını kaybetmekte. Kötü ve yanlış siyaset, politakacılar ve emperyalizmin hiç doymak bilmeyen sömürgecilik arzuları Anadolu toprakları üzerinde yeniden işbaşındalar. Aslında hiç uzaklaşmadılar da! Gelecek günlere insan umutla bakamıyor ve aklı selim, humanizmanın tüm duygularına sahip insanlarda karamsarlık hakim. Bir zamanlar yaşanan olaylarla birbirlerinden ayrı düşmüş, gittikleri yerde kendi dinlerinden ya da dillerinden insanlarla bir araya geldiği halde acılar çekmiş toplumlar, bizim gezide olduğu gibi yeniden yanyana geldiğinde o kaybolmayan, yaşayan ve özlem duyulan ortak dille, şarkı ve dansla hasretle kucaklaşabiliyorlar. Özlem, aynı topraklarda eskiden olduğu gibi, kardeş kardeş yaşanan günlere oluyor. Umarım birgün Anadolunun doğusu ve batısının insanları, ayrı sınırlarda yaşamak zorunda kalmazlar. Umarım insanca yaşanan, hakça paylaşılan, modern ve laik yaşam biçimi ortak çözüm yolumuz olur. Midilli’de olduğu gibi, ortak şarkılar ve danslar ile yeniden bir araya geldiğimiz de eski günlere özlem duymak zorunda kalmayız.

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

14.10.2014 Saat 10:59

Etiyopya Yerel Danslarından Örnekler

Çin Halk Cumhuriyeti Gezimden-Impression/Sanjie Liu

 

Yangshou’da hayatımın en güzel gösterisini izledim. Ünlü Çinli yönetmen Zhang Yimou tarafından sahnelenen ve yaklaşık 600 kişilik müthiş bir performans.

Bu gösteride dağlar ve Li Nehri bir sahne olarak kullanılıyor. Sahnenin toplam alanı 1654 km2.  Oyunun orjinal ilk halinden günümüze 109 kez revizyon yapılmış.

 

http://www.yxlsj.com/english/