Her Köşesinde Başka Bir Tat-Portekiz: Evora

P5160063-001.jpg

Portekiz halkının gurur duyduğu Vasco de Gama’nın adını taşıyan ve viyadükler, destek yolları ile toplam 17,7 kilometrelik uzunluğa ulaşınca, Avrupa’nın en uzun köprüsü unvanını taşıyan Vasco de Gama Köprüsünü, sabahın erken saatlerinde geçtik.  1000 km’lik Teju Nehri üzerinde kurulu köprü, 1998 yılında, Portekizli kaşif Vasco da Gama’nın Hindistan’a deniz yoluyla gitmesinin 500. yılı anısına açıldı. Git babam git! Bitmiyor köprüden geçiş..

Yaklaşık 18 km’lik köprüden geçiş ücretini mi merak ettiniz? Lizbon’dan karşı kıyıya geçiş ücretsiz, Lizbon’a dönüş sadece 2.35 Eur. 25 Nisan Köprüsü ise 1,35 Eur. Yani 4 Tl’yi 1 Eur karşılığı sayarsak sırasıyla 9.4 Tl ve 5,4 Tl köprü ücreti var. Yeni yapılan Yavuz Sultan Selim Köprüsü geçişi tek yön 11.95 Tl ! Uzunluğu ile kıyaslanamasa bile Osmangazi Köprü fiyatını siz bulun ve karşılaştırın artık.. Bu ülkede biraz kazık mı yiyoruz nedir?

Bugünkü hedefimiz 140 km ötede bulunan ve içinde barındırdığı mimari ve kültürel özellikler nedeni ile UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan Evora şehri. Bir güzel şehir ki! Her türlü övgüyü kabul ediyor baştan diyeyim…

IMG_6100

Lizbon’dan  önce güneye, sonra doğuya doğru yol aldık. Yolda bir mola verdik. Mola verdiğimiz yerde civarda rengarenk açmış kır çiçeklerini fotoğraflarken, kabuğu soyulmuş ağaçlar gördüm. Birileri, sanki portakalın kabuğunu soyarmış gibi, ağaçların belli bölümlerinin kabuklarını soymuştu. Bana o an ağaçlar, elbisesi çıkartılmış, iç çamaşırı ile ortada kalmış insanı düşündürttü. Sonradan bu ağaçların Mantar Meşesi olduğunu öğrendik. Mantar Meşesi, Portekiz’in çok önemli bir gelir kaynağı. “Mantar” deyip geçmeyin sakın! Portekiz dünyada mantar üretiminde lider bir ülke konumunda. İspanya ve Cezayir’de de yetişen kayıngillerden bu meşe türü ağacın ülke ve hane halkı ekonomisine katkısı fark edilince ülkenin özellikle bu bölgelerine, dağa-taşa bolca bu ağaçtan dikilmiş. Bu ağaç 200 yıldan fazla yaşayabiliyor. 25 yıllık olmadan bir ağaçtan ürün alınamıyor. Mantar olarak işlenecek kabuk kısmının ağaçtan ilk soyulmasından sonra 9-12 yıllık bir süre geçmesi gerekiyor. Bir meşe mantarından yaşamı boyunca 12 kez ürün alınabiliyor. Bu yazıyı hazırlarken bizde de bu ağacın yetiştirilmesi için çeşitli girişimler olduğunu öğrendim. Bu ağacın yetişmesi için ülkemiz toprakları uygun olabilir. Ama bu kadar süre beklemek, ülke girişimcisine kat’iyen  uygun değil diye düşünüyorum. İnşallah yanılıyorumdur!

Kabuk soyulması özel küçük baltalarla ve sadece insan eliyle yapılabiliyor. 5 santim kalınlığında bir kabuk tabakası alınıp, bunlar mantar işleme atölyelerine götürülüyor. Burada sıcak suya atılıp kabuğun  düzleşmesi sağlanıyor. Sonra mantarı işliyorlar. Yani siz siz olun mantara, en azından bundan sonra, daha bir sevgi ve saygı dolu gözlerle bakın. Ne de olsa bir ülkenin ve insanlarının ekonomisine katkısı büyük…

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İyi korunmuş, kısmen de olsa halen ayakta duran şehri çevreleyen surları, Roma Tapınağı ve çeşitli tarihsel dönemlerden kalma çok sayıda eski eseri ile Evora şehri, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içine alınmış. Ayrıca Evora, Portekiz’de yaşanabilir şehirler listesi içinde ikinci sırada olan bir şehir. Yani hem yurt dışından turist alan ve hem de Portekiz halkının gözdesi olan bir şehir.

Bu şehirde ilk ziyaret yerimiz şehrin üniversitesi. “Üniversiteden gezi mi başlarmış ?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim.. Evora ziyareti yapıyorsanız başlamalı!

IMG_6179-001.jpg

Üniversiteyi 1559 yılında Cizvit Tarikatı kuruyor. Cizvit Tarikatının kuruluşu 1534 yılına kadar gidiyor. Başlıca yoğunlaştıkları alanlar misyonerlik ve eğitim kurumları açmak. Cizvitlerin benzer tarikatlardan en önemli farkı örgüt yapısında. Tarikat üyeleri her zaman göze batmadan her türlü toplum içerisinde, o toplumun insanları ile aynı düzeyde ve uyum içerisinde yaşarlardı. Aaa!! Sanki Gülen Cemaatını anlattım!!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tarikat, ilk gününden itibaren kısa vadeli hedefler yerine hep uzun vadeli hedeflere yönelmiş ve özellikle insana yatırım yapmış. Gerçekten de insana yapılan yatırımlar sayesinde Cizvit tarikatı çok kısa sürede Avrupa’nın en önemli siyasi ve ekonomik gücü haline gelmiş. Bu tarikatın yapısı geçmişte palazlandırılan, bir zamanlar birileri ile el ele kola kola ülkenin tüm stratejik siyasi-yönetimsel, askeri ve eğitimsel kurumlarını ele geçiren, ekonomik yapısı hala tam ortaya çıkartılamamış ülkemizde bulunan bir tarikatla ne kadar benzeşiyor değil mi? Hala da kafalar değişmedi, gitti bir cemaat, geldi diğerleri. Yazının burasında, ülkeyi tarikatlara kapatan ama ondan sonra gelenlerin gevşeklikleri ve çıkarları nedeni ile yeniden sahneye çıkan tarikatlara karşı düşünceleri ile, gel de Atatürk’ü anma!!! Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerini bir gün  bu ülkenin tüm insanları yeniden keşfedecektir ..

P5160064-001.jpg

18. yüzyıla gelindiğinde Cizvit tarikatı öyle bir hal alıyor ki hem Avrupa’da ve hem de özellikle Güney Amerika’da her önemli noktada Cizvitleri görmek mümkün oluyor.  Roma Kilisesi, azalan etkinliğini tekrar kazanmak ve yeniden güç odağı olabilmek için Cizvitlerden kurtulmak ve onları ortadan kaldırmak istiyor. Papa XIV. Clement, Roma’dan yapılan 21 Temmuz 1773 tarihli resmi bildiriyle Cizvit tarikatının feshedildiğini ve dünyanın her yerinde Roma Kilisesi tarafından Cizvitlere tanınmış olan tüm hak ve ayrıcalıkların kaldırıldığını ilan ediyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evora’da Cizvit Tarikatınca yönetilen üniversite, dönemine göre ileri düzeyde eğitim veriyor. Ancak Cizvit Tarikatının Portekiz’de de güçlenmesi ve yönetime müdahale edebilecek hale gelmesi yönetimi rahatsız etmeye başlıyor. Bu üniversitenin kapatılması ve tüm Portekiz’de Cizvit Tarikatının faaliyetlerine son verilmesi Papa’nın 1773 tarihli bildirisinden önce, 1759 yılında, Markis Pombal tarafından gerçekleştirildi. Üniversite 1973 yılında yeniden açılmış ve günümüzde halen faal.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Üniversite dediğin burası kadar sevimli olmalı. Öğrenciler hemen kapı dışında ayaklarını uzatmışlar, kakara kikirideler. Var mışız yok muşuz, umurlarında değil! İşin ilginci bir sınıfta, sonradan anladık, bir sınav yapılıyor. Bilemedik, kafayı uzattık! Hocası güldü, öğrencisi güldü bize..Çok sevimli bir yerdi.

Biz bu üniversitenin sınıflarından boş olanları gezdik. Her bir dersin sınıfı farklı. Bu sınıflar hangi konuda eğitim veriyorsa, duvarlarında o dersin konusu ile ilgili desen çizilmiş, karo taşlarından duvar panoları mevcut. Örneğin ders coğrafya ise dünya, yıldızlar, devrin ünlü astronomları konu edilmiş. Teoloji ile ilgili ise taşlarda dini olaylar anlatılmış. Boş sınıflardan birinde kendimi tutamadım. Ders anlatır gibi  poz bile verdim 🙂

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Üniversite gezisi sonrasında Evora şehrini yürüyerek gezmeye başladık. Evora’nın kuruluşu Roma’lılara dayanıyor. Haliyle bu şehirde bir Roma tapınağı var. Bu tapınağın sütunları gayet iyi durumdalar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Igreja de São Francisco Kilisesi şehrin önemli ziyaret yerlerinden. 1510 yılı civarında tamamlanmış, Manueline-Gotik tarzda bir kilise. Dışarıdan da içeriden de dini yapılarda verilmek istenen kasvete sahip.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu kilisenin kulelerine çıkılıp, buradan Evora şehri manzarası alınabilir. Bunu mutlaka yapın zaten. Yoksa kilisenin iç kasveti insanı boğuyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Praça do Giraldo şehrin ana meydanı. Pek şirin bir meydan. Burası tarih boyunca önemli olaylara da sahne olmuş. Şirin gözüken bu meydanda bir zamanlar,  engizisyon mahkemelerinin dine karşı fikirlerle ve uygulamalarla suçlu bulduğu insanlar yakılmış. Bugünün bu güzel görünümlü meydanı, geçmişte ne dramlara sahne olmuştur kim bilir?

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evora’nın dar sokaklarında yürümek ise başlı başına bir zevk. Sokaklar tertemiz. Alışverişi bu sokaklardaki dükkanlardan yapabilirsiniz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Öğle yemeğini Fialho adlı restoranda yedik. Portekiz’de her yemeğimiz bir şölen, bir başka zevkte oldu. Burası et ağırlıklı bir mekandı. Önce mezeler geldi. Ara sıcak olarak kuşkonmazlı yumurta ve ardından da nefis bir kuzu eti geldi. Şarap? Muhteşemdi. Comenda Grande adlı kupaj bir şarabı beğendim. Satıldığı adresi de bulup İstanbul’a getirmek üzere aldım. Haydi hayırlısı! Şarap stoklarını başlattık…

IMG_6359.jpg

Yemek sonrasında gezmek mi iyi, “gezmesek de olur muydu?” bilemediğim bir yere gittik: Capela dos Ossos.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İnternette “Evora’da ziyaret edilecek yerler” yazıp Google amcaya sorgulama yaptırsanız, karşınıza çıkan ekranda, “Evora’da görülecek ilk 10 yer” başlığı altında çıkan yerlerin en başında  Capela dos Ossos geliyor. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu şapelin özelliği duvar ve sütunlarının 5000’e yakın ölünün kemikleri ve kafatasları ile kaplı olması. Şapele ilk girdiğinizde bu görüntü çok itici ve sarsıcı geliyor. Ancak ölülerin kemiklerini duvarlara koyma adeti 17. yüzyıl Fransisken rahiplerinin, aşırı dolan kilise mezarlığına karşı buldukları bir çözüm.  Duvarlara kafatasları ve kemikler öyle rastgele filan da dizilmemiş. Resmen kemik ve kafatasları ile duvar ve sütunlara desen, dekor yapılmış. Kim evinin duvarını bu şekilde dekore eder ki? Duvarda bir de yazı var;” Biz buradaki kemikler, sizinkileri bekliyoruz“. Fotoğraf çekerken “En azından benimkiler buraya gelmeyecek” dedim sesli olarak…

IMG_6368.jpg

Evora şehrindeki son aktivitemizi kemikleri dekor olarak kullanan bu yerde yaptıktan sonra Lizbon’a doğru yollara düştük. Yolda mantar işleme fabrikası diyebileceğim büyüklükte bir yere ziyaret gerçekleştirdik.

IMG_6388.jpg

Burası devasa bir fabrika. Etrafta yeni toplanmış ve ham madde olarak kullanılacak meşe mantarı kabukları dolu. İçeride ise daha önce gelip de işlenmiş olan mantarlar var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tabii bir de hediyelik eşya satan bölüm. Mantardan sandalyeye, kolye, kemere, ayakkabıya kadar ne ararsan yapılmış. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Son durağımız ise Lizbon yakınlarında bulunan Bacalhoa adlı şarap firmasının şarap tadım yeri oldu. Bize şarap sunumu yaptılar. En ucuzundan en pahalısına kadar birkaç örnek şarap tattırdılar. Kırmak olmaz, adama bedava da şarap tattırmazlar! Aldık oradan da şaraplarımızı..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu güzel günün sonlanması ise Lizbon’da Club de Fado’da oldu. Fadoyu ve fadonun en iyi örneklerinin sergilendiği Club de Fado’yu daha önceki bir bölümde anlatmıştım. Konu ile ilgilenenler https://gezekalin.com/2017/05/26/huznun-muzigifado/ linkinden yazıya ulaşabilirler.

Evet sanal gezgin arkadaşlarım.. Bu yazı ile Lizbon ve civarı tamamlanmış oldu. Yarın Portekiz’in gezdiğimiz diğer bölümlerini paylaşacağım sizlerle..

Gezekalın ve aydınlık kalın..

Sevgiyi kimseden sakınmayın..

Dr Ümit Kuru

31.05.2017 Saat 01:25

Hüznün Müziği:Fado

IMG_6490

A-475503-1482411143-3464.jpeg

Amália Rodrigues

Portekiz Fado müziğinin “Rainha do Fado”su, yani “Fado Kraliçesi”  Amália Rebordão Rodrigues’e ait bir sözle yazıma başlamak isterim;

 

Fado, sanatçı ve dinleyici arasında samimi bir diyalogdur. Sözleri anlamayabilirsiniz ama anlamı hissedersiniz.“ Bu söz siz bu satırları okuyanlar için belki bir anlam ifade etmemiştir. Ancak tek kelime Portekizce bilmeyen ve Fado dinlememiş birisi olarak, Lizbon’un iyi bilinen bir fado klubünde fado müziğini dinledikten sonra mekandan çıktığımda hissettiklerim aynen bu duygulardı.

IMG_6462.jpg

Fado, 19. yüzyıldan günümüze kadar uzanmış bir Portekiz halk müziği türü. Fado’nun yansıttığı duygu için Portekizliler Saudade kelimesini kullanıyorlar. Bu kelimenin hiç bir dilde tam bir karşılığı,  tam bir çevirisi olmamakla beraber, kelime anlamı kadere veya alın yazısına yakın kabul ediliyor. Aslında kaybedilen bir şey ya da sevgili için hissedilen derin bir nostaljik ya da melankolik ruhi durumu ifade ediyor. Kaybedilen her neyse fado’nun sözleri ve onu icra eden şarkıcı (Fadista), onun bir daha olasılıkla hiç dönmeyebileceğinin de farkında ve şarkılarında bunu seyirciye-dinleyiciye yansıtıyor. 

maria-severa

Maria severa

Fado, balıkçı, kaşif ya da denizci olan sevgililerini, eşlerini denize uğurlayan ve onların geri dönmesini umutla bekleyen 19. yüzyıl Portekiz kadınlarının, artık beklenen yakınlarının geri gelmemesi üzerine denize karşı yaktıkları ağıtlardan türemiş. Bu nedenle Fado, derin acıların, hüzünlerin, özlemin, nostaljinin, mutluluğun ve aşkın ifade edildiği bir müzik türü.

19. yüzyıl Fado icracıları kentsel kesimin işçileri ya da denizcileriymiş. Bunlar sadece şarkı söylemez ama aynı zamanda da dans da eder, ritm de tutarlarmış. 19. yüzyıl ortalarından sonra ise Afrika ritmleri daha az önemli hale gelip, fadistalar sadece şarkı söyler olmuşlar. O dönemin en önemli fadistası olarak Maria Severa kabul ediliyor.

Fado’nun, isimlerini Portekiz’in Lizbon ve Coimbra şehirlerinden alan iki türü var. Coimbra’nın sade bir tarzı olmakla beraber Lizbon fado’su, özellikle Amália Rodrigues sayesinde daha yaygınlaşmıştır.

IMG_6497-001.JPG

Klasik fado, bir Portekiz gitar (12 telli bir gitar. 12 telli olmasına karşın 6 tel gibi akortlanıyor) ve bir klasik gitar eşliğinde tek bir şarkıcının performansıyla icra edilmekte. Modern fadonun ise yaylı çalgılar dörtlüsünden, tüm bir orkestraya kadar çeşitli uygulamaları mevcut.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu müziğin en büyük ustaları arasında şu isimler sayılabiliyor: Amália Rodrigues (1920-1999)  Alfredo Marceneiro (1891-1992), Mariza Reis Nunes ve Ana Moura. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Biz Lizbon’da, Fado müziğinin en iyi icra edildiği yerlerden olan Clube de Fado’ya gittik. Burada Mário Pacheco adlı sanatçı Portekiz gitarını çalıyor. Babası  António Pacheco da önemli sanatçılarla müzik yapmış. 

IMG_6487.JPG

Clube de Fado’ya (http://www.clube-de-fado.com/) girdiğimizde grubumuza ayırtılmış olan yere oturduk. Garsonlar hemen masamızı donattılar. Her yemeğin olmazsa olmazı zeytin, tereyağı ve sıcak ekmek masalarımıza ilk gelenler. Burada yediğimiz zeytinlerin tadı bir başka güzel oluyor onu öncelikle ifade edeyim. Bir de sıcak ekmek ve tereyağı olunca daha baştan azcık doyuyorsunuz. Gerçi gelen birbirinden güzel yemekleri de hiç yarım bırakmadık. Çorbadan başlamak üzere arkası arkasına yemeklerimiz gelmeye başladı. Çorba faslından sonra mekanda ışıklar kırmızıya doğru dönmeye başladı. Bu ışığın rengi 5 dakika ara ile gittikçe koyulaştı. En sonunda sanatçılar sahneye gelmeye başladı. En önde Mario Pacheco adlı Portekiz gitarı çalan sanatçı, arkasında klasik gitar sanatçısı, kontrbas sanatçısı ve sahneye ilk çıkacak şarkıcı, yani 4 kişi, bir köşeye konmuş olan 2 sandalye ve 2 m² alana yerleştiler. Geleneksel Fado salonlarında öyle yüksekte sahne, geniş alan olmazmış. Bizim çiçek pazarında rakı masamızın kenarına ilişen çalgıcılar gibi bir hava var ortada. 

IMG_6446.JPG

Club de Fado’da sanatçıların performans alanı

Bir anda garsonlar ortadan kayboldu ve salondaki herkes yemeğini nerede kaldıysa orada bıraktı. Arkasından da sanatçılar performanslarını sergilemeye başladılar. Sanatçı birbirinden güzel 4 parça söyledi ve arkasından sahneyi terk ettiler.

Işıklar yandı ve garsonlar kaldıkları yerden servislerine devam ettiler. Bu ritüel yarım saat yemek molası ve arkasından sanatçıların tekrar sahnede yerlerini alması ve 4 şarkılık performansları sonrasında sahneyi terk etmeleri şeklinde devam etti. En son sahneye çıkan sanatçıların sesleri, seslerini kullanmalarındaki ustalıkları görülmeye değerdi. 

Gecenin sonunda Club de Fado’dan ayrılırken, hem ilk defa dinlemek şansına sahip olduğumuz ve hem de iyi bir örneğini dinlediğimiz Fado müziği gösterisinden memnunduk. Portekiz’e, Lizbon’a geldiğinizde bu zevki yaşamanızı tavsiye ederim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sizlere aşağıda bu müzik türünün unutulmaz efsane isimlerine ait 2 adet video linki de verdim. 

Kulağınızda güzel bir tını, yüreğinizde bir sıcaklık bırakmasını umarım. Ben de ikisini de yaptı…

Gezekalın, aydınlık kalın…

Dr Ümit Kuru

27.05.2017 Saat 00:19

 

Her Köşesinde Başka Bir Tat-Portekiz: Lizbon ve Yakın Çevresi

IMG_5857.JPG

Sabah aracımızla gezimize başladık. Bugün hem dünden eksik kalan Lizbon bölgelerini ve hem de Lizbon yakın çevresini gezeceğiz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otobüsümüz şehir merkezine doğru giderken, Nail’e Boğa Güreşi Arenasını sordum. Onun anlattığına göre, Portekiz ve İspanya’daki boğa güreşleri farklıymış. İspanya’da boğa, arenada kılıç ve mızrak darbeleri ile öldürülürmüş ama Portekiz’de boğa arenada öldürülmezmiş. Portekiz’de boğa güreşleri şu şekilde oluyormuş;

Portekiz’de atlı bir süvari (şövalye), boğanın önünde koşarak onu yoruyor. Yani aslında boğa ile at karşılıklı olarak birbirleri ile dövüşüyor. İlerleyen zaman diliminde süvari boğanın sırtına 4-5 mızrak saplıyor. Ama bu darbeler boğa için öldürücü olan darbeler değil. Portekiz’de boğanın boynuzlarının sivriliği alınarak süvarilere zarar vermesi engelleniyor. Müsabakanın sonuna doğru Forcado denen adamlar (kelime anlamı olarak idamı-ölümü göze alan demek) boğanın baş bölgesinden üstüne çıkmaya çalışıyor. Bunu yapabilirse de kesin zafer kazanılmış oluyor. Ancak asıl hüner gerektiren kısım da burası. Bunu öyle yapmak zorundalarmış ki boğanın boynuzları ile yaralanmasınlar. Nail’in anlatmak istediği Portekiz’de boğa güreşleri, İspanya’ya göre daha insani boyutta. Gerçi burada güreşen boğanın sonu da mezbahada bitiyor. Yani boğanın hayatı arenada değil de mezbahada sonlanıyor. Çok az hayvan yeniden arenada güreşebiliyormuş. Neyse! Bu tür gösterilere karşıyım ben.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Geziye  Praça dos Restauradores’den başladık. Bu meydan çok güzel. Ortada bir obelisk var. Burada yerlere döşenmiş renkli ve desen verilmiş taşlara “Calçada Portuguesa” deniyor. Lizbon sokak ve meydanları çeşitli desenlerde siyah beyaz küçük taşlarla döşeli.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Buradan yürüyerek Rossio Tren İstasyonu’na (Estação de Caminhos de Ferro do Rossio) ulaştık. 1886-1887 tarihli bu yapı, Lizbon’dan Sintra’ya trenlerin kalkış istasyonu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yola devamla uğradığımız bir diğer ziyaret yeri olan Igreja de São Domingos, aslında bir zamanlar Lizbon’un en eski kilisesiymiş. İlk yapım tarihi 1241. 1910 yılında cumhuriyetin ilanına kadar kraliyet düğünleri burada olurmuş. Bir zamanlar engizisyon mahkemesine ev sahipliği de yapmış. Önce 1531 Lizbon depreminde hasar görmüş, 1755 depreminde ise tamamen yıkılmış. Tamir için hemen girişimde bulunulsa da 1807 yılına kadar bitirilememiş. 1959 yılında kilise bir yangında tamamen tahrip olmuş. Günümüzde komple bir onarım yapılmamış ama yangının dehşetini de gösterecek şekilde tavanları kırmızıya boyalı olarak, temel bir onarım görmüş. İlginç bir kilise, tarihi önemi ve içeride ki yangının dehşetini gösteren onarım şekli için gezilmesi gerekir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Praça da Figueira kentin önemli meydanlarından. Burada eskiden bir hastane varmış. Ancak bu hastane 1755 yılı depreminde yıkılmış. Kentin bu bölümlerinin yeniden inşası sırasında bu bölge açık bir pazar halinde tasarlanmış. Meydanın ortasındaki kaide üstünde, at sırtında gösterilen Kral I. John.

IMG_5375.JPG

São Jorge Kalesi bölgesine asansörle çıktık. Tepeden çok güzel Lizbon panoraması fotoğrafları aldık. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonra da Alfama bölgesine yürüdük.  Alfama, São Jorge Kalesi ile Tejo Nehri arasındaki yokuşta kurulmuş en eski mahalle. Mahallenin adı Arapça’da hamam anlamına gelen Al-hamma ‘dan geliyor. Bu mahalleyi gezmek, bir anlamda, şehrin en eski bölümünü görmek demek. Oldukça fazla sayıda tarihi bina var.  Ayrıca bölgede, pek çok da Fado barları ve restoranlar var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İber Yarımadasındaki İslamiyet döneminde Alfama, şehrin tamamını oluşturuyordu. Daha sonra şehir batıya, Baixa bölgesine doğru genişlemiş. 1755 Lizbon Depreminde Alfama, şehrin diğer semtlerine göre daha az etkilenmiş. Bu sayede dar ve tarihi sokaklar günümüze kadar kalabilmiş. Gerçekten de buradaki daracık sokaklar, balkonlarına çamaşırlar asılmış rengarenk karşılıklı evler çok güzeldi. Bu bölge hummalı bir hazırlık içindeydi. 4-12 Haziran tarihleri arasında Ulusal Tarım Festivali olacakmış. Onun için hazırlıklar yapılıyordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Buradan yürüyerek  Praça do Comércio’ya (Ticaret Meydanı) geldik. Aracımıza ulaştık.

P5150106.JPG

En sonunda beklenen an geldi ve orijinal, patentli Pastéis de Belem (ya da diğer pastanelerdeki adı ile Pastéis de Nata) tatma zamanı. Sonunda o meşhur dükkanın önüne geldik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bellem Turtası milföy hamuruna, içeriği yıllardır sır gibi saklanan bir karışım konan turta çeşidi. 18. yüzyılda Jeronimos Manastırının,  Santa Maria de Belém kilisesinde çalışan rahipleri tarafından yapılırmış. Bu rahipler çoğunlukla bu tür turtaların bolca yapıldığı Fransa’dan gelen rahiplermiş.  O dönemler rahibeler elbiselerini kolalamak için bolca yumurta akı kullanırlarmış. Bu da ellerinde ziyan edemeyecekleri ve pasta yapmak için bolca hazır yumurta sarısı var olduğu anlamına geliyor. Böylece bu kilise rahipleri bu nefis turtayı yapmışlar ve çok da tutmuş. 1820’de özgürlük hareketi sonrasında bazı dini yapılar kapatılmış. Bu turtanın yapıldığı bölüm de kapatılınca, kiliseye gelire devam olması için turtanın tarifi, sonradan 1837 de Fábrica de Pastéis de Belém adı ile orijinal turtanın yapılacağı pastaneyi açacak olan kişilere satılmış. Günümüzde bu pastaneyi hala o kişilerin torunları yönetiyor.

Dışarıda korkunç kuyruk oluyor. Ama içeride yaklaşık 400 kişiye hizmet verecek kadar yer ve eleman mevcut. Günde ortalama 30000 adet turta satılıyormuş. Grup olarak bizi arka tarafta bulunan bir alana aldılar. Abartmıyorum, dükkan içinde yaklaşık 5 dakika yürümüşüzdür. Zaman içinde komşu olan tüm mekanları pastane içine katmışlar. Nefisti! Tek kelime ile nefisti. Lizbon’a gelmişseniz bu turtayı mutlaka burada yemelisiniz. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Turta yeme sonrası pastaneden çıkıp, Jeronimo Manastırı önündeki parkta dizili Jakaranda ağaçlarının mor çiçeklerini son kez fotoğraflayıp, Sintra’ya gitmek üzere aracımıza bindik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sintra, Lizbon’a  yaklaşık 35 km uzaklıkta. Sintra 19. yüzyıl romantik yapısal anıtları nedeni ile UNESCO Dünya Kültür Miras Listesine alınmış olan bir yer. Buradaki doğa ve yapılar, Dünya Mirası Listesine giren görünen kısmı olsa da aslında Sintra, Portekiz’in tüm geçmiş kültürünü yansıtıyor. Sintra Dağları, Cascais Doğal Parkı ile birlikte  Sintra, Sintra’nın kutsal mekanları, evleri, villaları ve sarayları turistlerin gözde ziyaret yerlerinden. 

IMG_5586-001

Sintra’da üç önemli saray var; Pena Sarayı, Quinta da Regaleira ve Sintra Ulusal Sarayı. Kalesi ise  Castelo dos Mouros. Bunun dışında irili ufaklı saray yavrusu villalar ve çok güzel küçük evler var. Daracık sokaklarında yürümek ayrı zevk, ormanlarında kaybolmak ayrı bir zevk. Burası aslında bir tam günü hak ediyormuş. Biz ise sadece birkaç saat zaman ayırabildik. Aşağıya Pena ve Quinta da Regaleira Saraylarını gösteren videolar ekledim. Çok güzel. Bakmanızı tavsiye ederim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saraylardan Ulusal Sarayı gezdik. Çok güzeldi. Ama keşke hakkımızı Quinta da Regaleira’dan yana kullansaydık. Çünkü buranın ormanlık bir bölümü de var. Buranın bahçesini serbest zamanda kısmen gezebildik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Önce gezdiğimiz Ulusal Sarayı anlatayım. Bu saray neredeyse 15. yüzyıldan, 19. yüzyıla kadar hiç kesintisiz şekilde kraliyet aileleri tarafından kullanılmış ve Orta Çağa ait en iyi korunmuş saray kabul ediliyor. Bu bölgeyi Emevilerden 12. yüzyılda alan Kral Afonso Henriques, bugünkü Ulusal Sarayın olduğu yeri kendine ikamet yeri olarak seçmiş. Sarayda Gotik, Manuelin, Arap ve Mudejar (romanesk ve gotik üslupların Arap mimari tarzıyla karışmasını ifade eden İspanyolca terim) mimari stilleri iç içe bulunuyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saray içinde Kuğulu Salon, İç bahçe, Saksağan Odası, Kral sebastian’ın yatak odası,  Julius Sezar Odası, Manuelin Odası ve muhteşem Büyük Kabul Salonu geziliyor. Teraslardan manzara çok güzel. En tepede Sintra’nın kalesi (Castelo dos Mouros) gözüküyor. Bahçede bulunan ve yaz aylarında sıcaktan kaçmak için yapılan çinilerle döşeli ve aralarından ince borularla su buharı veren bölüm ise çok ilginçti.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra serbest zaman verildi ve Sintra’nın dar sokaklarında vakit yettiğince gezdik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Öğle yemeği için nefis bir yer seçilmişti. Zaten gezi boyunca gerek öğle ve gerekse de akşam yemeklerinin seçilme yeri hep çok güzel oldu. Bu konuda bir defa daha Koptur ve Nail’e teşekkür etmeliyiz.

P5150240.JPG

 Yemeği Cabriz Köyünde çok güzel bir restoranda yedik.  Hem ortam çok güzel ve hem de yediğimiz yemekler mükemmeldi. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yemek sonrası Coba da Roca‘ya doğru hareket ettik.

P5150253.JPG

Cabo da Roca (Roca Burnu) Portekiz’in dolayısı ile de Avrupa’nın en batı ucunda yer alıyor. Burası Lizbon’un 42 km batısında. Yarların yüksekliği 100 metreyi geçebiliyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

En tepede bir fener var. Fener, derin yarlar, hırçın deniz ve açık-güneşli bir hava… Yani güzel fotoğraf için ne ararsanız mevcut. Ben de bolca bastım deklanşöre.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Cascais adlı kasabaya doğru yol alırken denizde sörf yapanları gördük ve hemen aracı durdurduk. Bir süre fotoğraf molası verdik. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_5976.jpg

Cascais, erken tarihinde uzun yıllar küçük bir balıkçı kasabası olarak varlığını sürdürmüş küçük bir yerleşim yeri.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

1807’de Fransızların istilasına uğramış. Kasabada bulunan 17. yüzyıldan kalma ”Citadela” adlı yapı, General Junot tarafından askeri merkez olarak kullanılmış. Aynı yapı (”Citadela”) 1870 yılında Kral I. Luis tarafından yaz konutu olarak kullanılmaya başlayınca Cascais diğer aristokratlar tarafından da tercih edilmeye başlanmış. Aristokrat, zengin gelir de küçük evde mi oturur? Saray, konak gibi yapıların yapımı birbirini izlemiş.

IMG_6000.jpg

1939-1946 yıllarında İkinci Dünya Savaşı nedeniyle kasabaya gelen aristokrat, politikacı, aktör ve yazarlar nedeniyle kasabanın nüfusu artmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu dönemde kasabaya gelenler arasında çok önemli isimler de varmış; Bunlar arasında İtalya Kralı Umberto, İtalya Prensesi Joana, Romanya Kralı II. Carol, İspanya Prensi Juan, Windsor Dükü sayılıyor. 

IMG_6063.jpg

Cascais gezisi sonrasında Lizbon’a geri döndük. Akşam yemeğimizi Praça do Comercio Meydanında bulunan Populi Restoranda yedik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gözümüzü, ruhumuzu doyurduğumuz günün sonunda midemizi güzel yemekler ve şarapla doldurduk. 

Bugün çok yoğun ama bir o kadar da güzel bir gün oldu. Allah sağlık ve mutluluk versin hepimize, gezme kısmı sonradan geliyor nasılsa….

Gezekalın ve aydınlık kalın…

Dr Ümit Kuru

26.05.2017 Saat 00:59

 

Kaynaklar:

Her Köşesinde Başka Bir Tat-Portekiz: Lizbon

IMG_4909-001.jpg

İstanbul’dan Lizbon’a, THY’nın doğrudan uçuşu ile 5 saati bulan bir sürede gittik. Pasaport kontrolleri rahatça yapıldı ve grubu Portekiz gezimizde bize rehberlik edecek olan Nail Özkaplan karşıladı. Nail, yıllardır Portekiz’de yaşıyor, yaşamını orada kurmuş. Geziyi güzelleştirmede katkısı çok büyüktü. Aracımıza yerleştikten sonra hemen Lizbon gezimize başladık. Sizlerle önce Portekiz, arkasından da Lizbon hakkında temel bilgiler paylaşmalıyım.

portekız haritaAvrupa Kıtasının en batısındaki ülke olan Portekiz, İber Yarımadası üzerinde yer alıyor. Portekiz kuzeyden ve doğudan İspanya ile, güneyden ve batıdan da Atlas Okyanusu ile çevrili. Haritaya bakınca Avrupa’nın en batı ucundaki bu minicik ülkenin, bir zamanlar kaşiflerinin sömürgeleştirdiği topraklardan Portekiz’e aktardıkları altınlarla bir dünya imparatorluğu olduğuna inanmak zor gözüküyor. Nüfusu 10 milyon civarında. Halkının demografik yapısı bir zamanlar sömürgeleştirdiği ülkelerden gelenler nedeni ile çok çeşitlilik gösteriyor.

Geçen 3.100 yıl boyunca Portekiz toprakları, ülkenin kültürünü, tarihini, dilini ve etnik yapısını etkileyen ve içlerinde Fenikeliler, Yunanlar, Romalılar, Cermenler ve Endülüs Emevileri’nin de bulunduğu çeşitli medeniyetlerin geçişine tanık olmuş. 

indir (1)

Macellan

Tarihte Portekiz’in, özellikle Gemici (Prens) Henrique gibi kraliyet ailesinden destekçiler sayesinde, başta Ferdinand Macellan, Vasco da Gama, Francisco de Almeida, Pedro Álvares Cabral, Juan Rodríguez Cabrillo olmak üzere 13 kaşifi olmuş. Bu kaşifler Hindistan’a ulaşan deniz yolunu, Afrika, Güney ve Kuzey Amerika sahillerinin daha önce Avrupalılarca ayak basılmamış yerlerini keşfetmişler. Buraları Portekiz’in sömürgesi konumuna sokmuşlar. 15. ve 16. yüzyıllarda Brezilya’dan, Filipinler’e uzanan Portekiz İmparatorluğu dünyanın önde gelen ekonomik, politik ve kültürel güçlerinden biriymiş. Din ve Dillerini buralara yaymışlar. Bu politikalar sayesinde gemilerle altın, değerli maden ve taşlar, baharat, Avrupa’da hiç bilinmeyen yiyecekler eski kıtaya taşınmış. Portekizce dünyada halen en çok konuşulan dilleri arasında yer alıyor. 20. yüzyılda imparatorluğun sona ermesiyle birlikte Portekiz sade bir Avrupa ülkesi konumuna düşmüş. 

António de Oliveira Salazar

5 Ekim 1910 tarihindeki cumhuriyetçi devrim, Portekiz monarşisini ortadan kaldırmış. Ancak 1926’da önce askeri darbe, ardından da askeri rejimin ekonomik problemleri düzeltmesi amacıyla António de Oliveira Salazar ülkenin başına yıllarca  sürecek olan bela olarak gelmiş. Salazar yıllar içinde Estado Novo (Yeni Devlet) denen yeni bir anayasayı kabul ettirip, ülke ve insanlarını  faşizmin ağır baskısı altında bırakmış. Salazar, Faşist ve diktatöryel rejimlerin halkı uyuşturmak adına kullandıkları 3 F (Futbol, Fado, Fiesta) olarak bilinen yöntemle ülkeyi idare etmiş. Tüm muhaliflerini ortadan kaldırtmış. Basına sansür getirmiş. 1968 yılında Salazar’ın ölümü sonrası Marcelo Caetano iş başına geçmiş ve 1974 yılında kansız ve halk desteğini de arkasına alan Karanfil Devrimi sonrası ülkede demokratik bir rejim kurulmuş. Uzun lafın kısası Hitler, Mussolini, Franco gibi nice faşist diktatörlerin ve diktaların sonuna benzer bir son yaşanmış. 

Azulejo

Portekiz’in en büyük şehri başkent Lizbon, Tejo Nehri’nin oluşturduğu haliç üzerine kurulu ve Atlantik Okyanusu kıyısında yer alıyor. Lizbon da, Roma ve İstanbul gibi, yedi tepe üstüne kurulmuş. Lizbon, “Güvenli Liman” anlamına geliyor. 711 yılında bölgede hakim olan Emeviler şehre önemli izler bırakmış. Bazı bölgelerin adları bile Arapçadan kaynaklanıyor. Şehirde oldukça sık rastlanan ve “azulejo” denen mozaikler Müslüman motifleri tarzında ve “azulejo” sözcüğü de Arapça’dan gelmekte.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Lizbon’un başı depremlerle belada. 1531 ve 1755 yılındaki depremler en çok hasar verenler olmuş. Hele 1755’deki depremde şehirdeki binaların neredeyse %85’i yıkılmış. Bugün ki binalar hep o tarih sonrasında yapılma ya da önceki dönemde az hasarlı olanların tamir görmesi ile günümüze kadar gelmiş.  Depremden korkan ve başkenti terk eden Kral Joseph, Marquês de Pombal‘e (Pompal Markisi) çok geniş yetkiler vermiş. Bu ülke için bir şans olmuş. Başarılı bir diplomat olan Marquês de Pombal, hem Lizbon şehrini zamanın modern mimari planlarına göre yeniden yapılandırılmış hem de köle ticaretinin sonlandırılması gibi siyaseten önemli işlere imza atmış. Bu nedenle şehrin baştan yapılandırılan aşağı bölümüne Baixa Pombalina deniyor.

IMG_4906.jpg

Hava alanından çıktıktan sonra doğrudan Belém Kulesi’nin (Torre de Belém) bulunduğu Belém bölgesine doğru hareket ettik. Bu kule Kral I. Manuel tarafından Portekizli kaşif Vasco de Gama anısına yapılmış ve Tejo Nehrinin giriş çıkışını kontrol için de kullanılmış. Gotik stilinin devamı olan Manuelin tarzında olan kule, 16. yüzyılın başlarında inşa edilmiş.  Günümüze kadar zarif mimarisini koruyabilen kule, şehrin sembollerinden biri olmuş. Belém Kulesi, 1983 yılında UNESCO tarafından daha sonra gezeceğimiz Jerónimos Manastırı ile birlikte Dünya Miras Listesi’ne alınmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Belem Kulesi keşiflerle gelen etkilenmenin, Gotik ve Rönesans tarzlarıyla karışmasından oluşan Manuelin dönemi mimarinin tipik bir örneği.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Manuelin denen mimari tarz, Özellikle Lizbon’da olmak üzere, Portekiz’de 16. yüzyıldan kalma eserlerde göze çarpıyor. Geç Gotik tarzı diye tarif edilebilecek, halat gibi gemicilikte kullanılan ve Vasco de Gama başta olmak üzere onun keşiflerindeki bulgulardan hareketle çeşitli motiflerle işlenmiş mimari bir stil. 1495-1521 yılları arasında Portekiz kralı olan I. Manuel döneminde kullanıldığı için bu mimari stile sonradan Manuelin stili denmiş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Belem Kulesi sonrasında yemek için Kaşifler Anıtı yakınında bir restorana gittik. Portekiz yemekleri ve şarabı ile ilk tanışmamız da burada oldu. Birbirinden güzel yemekleri Tejo Nehri kıyısında ve 25 Nisan Köprüsü’ne karşı yedik. 

P5140013.jpg

Belem Bölgesinde bulunan bir başka anıt Keşifler Anıtı. Restorandan çıkar çıkmaz yürüyerek anıta ulaştık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Padrão dos Descobrimentos (Keşifler Anıtı) Portekiz’in başkenti Lizbon’un Belém semtinde, Coğrafi Keşifler anısına yapılmış. Anıt gemilerin 15 ve 16. yüzyıllarda bilinmeyen yönlere sefere çıktığı Tejo Nehri kıyısına yapılmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Anıt zeminden yukarı doğru, 52 metre yüksekliğinde yelkenleri açık bir karavele (iki ya da üç Latin yelkenine sahip olan yelkenli bir gemi türü) benzeyen beton blok şeklinde. Bu karavelin üzerinde her iki yanda 30 civarında, dönemin tarihe geçmiş kaşifleri, sanatçıları ve bilim insanlarının heykelleri var. En öndeki heykel ise Prens Henrique’i gösteriyor.  Keşifler anıtı, ilk olarak, 1940 yılında yapılan Portekiz Dünya Fuarı için tasarlanmıştır. İlki dayanıksız bir şekilde yapılan anıt, 1960 yılında Portekiz’in Coğrafi keşiflerdeki en önemli isimlerinden Prens Henrique’in ölümünün 500. yılı anısına betona tekrar yapılmış. Güneşli, güzel bir havada, Tejo Nehri ve 25 Nisan Köprüsü manzarası ile çok güzel bir gezi oldu.

IMG_5023.jpg

Karşıda görülen 25 Nisan Köprüsü, bizim Boğaz Köprüsüne benziyor. Şehir Tejo Nehri’nin karşı kıyısına iki önemli köprü ile bağlanıyor. 25 Nisan Köprüsü, 6 Ağustos 1966’da “Salazar Köprüsü” adıyla hizmete açılmış. Sonradan Karanfil Devrimi’ne ithafen adı değiştirilen köprü Avrupa’nın en uzun asma köprüsü. San Francisco’daki Golden Gate Köprüsü’nü inşa eden mühendisler tarafından yapılmış. Diğer Köprü ise Vasco da Gama Köprüsü. Mayıs 1998’de, Vasco da Gama’nın deniz yoluyla Hindistan’a ulaşmasının 500. yılında hizmete açılmış ve 17,2 km’lik uzunluğuyla Avrupa’nın en uzun köprüsü durumunda. Bu köprü üzerinden daha sonradan geçtik.

P5140049.jpg

Yine Belem Bölgesinde bulunan bir diğer önemli eser ise  Jeronimos Manastırı. Keşifler Anıtı ziyareti sonrasında yolun karşısına geçince manastıra ulaşıyorsunuz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Manastır, inşası sırasında her yıl 70 kilo altına mal olmuş, yapımı baharat ticaretiyle finanse edilmiş. Manuelin dönemi mimarinin başka bir tipik örneği. 1501 yılında başlanan inşaat 70 yılda bitirilmiş. Bu manastır önündeki parkta bulunan jakaranda ağaçları mor çiçeklerini açmışlar. Manastırın heybetini sanki yumuşatmak istiyorlar. Burası da UNESCO Dünya Kültür Miras listesi içinde.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Manastıra girince hemen sağlı sollu iki tane lahit göreceksiniz. Bunlardan sağdaki Vasco de Gama’nın mezar lahiti.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Manastır gezimiz sonrasında şehir merkezi olan Baixa’ya doğru hareket ettik. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Baixa adı verilen şehir merkezi, 2004 yılında UNESCO Dünya Miras Listesinde yer almak üzere önerilmiş. Baixa, 1755 yılında şehrin büyük kısmını yıkan depremden sonra planlanarak inşa edilmiş. Meydanlar ile bezenmiş, dik kesişen bir cadde ve sokak ağına sahip.

P5140088.JPG

Praça do Comércio (Ticaret Meydanı) 1755 Lizbon Depremi ile yıkılan Ribeira Sarayının bulunduğu yere yapılmış. Bir sonraki gezi yerimiz bu bölge oldu. Burada yürüyüşümüze Kral I Joseph’in anıtı önünden başladık ve içerilere doğru sokak aralarından yürüdük. Anıtın arkasında geniş bir zafer takı bulunuyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada sağlı sollu alışveriş yapabileceğiniz mağazalar var. Caddeler mim sanatını sergileyen sanatçılarla dolu. Çok hareketli bir merkez burası. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yol üzerinde Elevador de Santa Justa (Aynı zamanda Carmo Lift olarak da biliniyor) adlı 1902 yılı yapımı ve 1900’lü yıllarda Baixa ve Bairro Alto’yu birbirine bağlamak için kurulan Neogotik tarzda bir asansörü de görmeden geçmeyin.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada çok sayıda pastahane var. Vitrindeki hamur işleri insanı baştan çıkartıyor. İlk Belem Turtası ile de bu caddedeki gezimiz sırasında tanıştık.

P5140100.jpg

Orijinal Belem Turtasını ertesi gün yiyeceğiz. Bu ad bir marka olarak alındığından, Portekiz’de diğer yerlerde satılan Belem Turtasını Pastel de Nata adı ile görüyorsunuz. Orijinali gerçekten daha başka bir lezzette. Üzerine ya pudra şekeri ya da tarçın döküyorsunuz. Bu cadde üzerinde herhangi bir pastahanede yediğiniz turtalara da bayılacaksınız.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Caddenin sonunda Rossio Meydanı’na çıkılıyor. Rossio Meydanı ya da daha çok kullanılan adıyla Pedro IV Meydanı Orta Çağ’dan beri şehrin ana meydanlarından birisi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Buradan aracımıza binip otelimize doğru yol aldık. Otele valizleri atıp tekrar yakın çevreye yürüyüşe çıktık. Bu şehri daha ilk günden çok sevdim. Yerlerde döşeli olan küçük taşlardan desenler beni mest etti. 

IMG_5225.JPG

Otel yakınında  Campo Pequeno adlı bir boğa güreşi arenası var. Burada sadece boğa güreşleri değil, başka aktiviteler de yapılıyormuş. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Günün son faaliyeti ise Ramiro adlı bir restoranda yemek yemek oldu. Bu restoran deniz ürünleri ile meşhur. Yer ayırtmadan giderseniz dışarıda sıra beklersiniz. Çok güzel bir seçimdi. İlk geceden bizi hem şehir, hem de organizasyon mest etti.

Evet sevgili Sanal Gezginler, Lizbon’daki ilk günümüzün hikayesi budur. Dolu dolu bir gün geçirdik. Hem gözümüz, gönlümüz ve hem de midemiz memnun…

Gezekalın, aydınlık kalın.

Şair ne demiş;

Ömür dediğin üç gündür;

Dün geldi geçti, yarın meçhuldür.

O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.

24.05.2017 saat 02:10

P5140152.JPG

Kaynaklar

http://travellisboa.blogcu.com/portekiz-lizbon-gezi-oneri/9494337

http://sehirnotlari.com/seyahat/sokaksokaklizbon/

http://www.wikiwand.com/tr/Lizbon

http://www.cm-lisboa.pt/en

https://en.wikivoyage.org/wiki/Lisbon