Bucovina Boyalı Manastırlarından ikinci olarak Sucevita Manastırı’nı ziyaret ettik. Bizim ziyaret ettiğimiz zamanlarda burası tadilattaydı. Dolayısıyla beklediğimiz gibi etkileyici genel bir görüntü elde edemedik. Manastırın dört kulesi ve dört tarafı surlarla çevrili bir yapısı var.
Bucovina’nın Boyalı Kiliseleri, İncil’den kutsal metinlerin kilise içlerine olduğu gibi, kilise dış duvarlarına da resmedilmesi ile önemli ve benzersiz. Kilise içine girmeyenler için dini metinlerin çizim yoluyla anlatılması hedeflenmiş. Renklerin canlılığı öyle güzel ve kalıcı olacak şekilde kullanılmış ki çizimlerdeki ışıltı günümüzde bile hissediliyor.
Her boyalı kilisenin kendine has hakim renklerinden daha önceki yazımda bahsetmiştim. Sucevita Kilisesi’nin dış duvarlarındaki çizimlerde hakim olan özellik ise renklerin çok canlı ve diğer kiliselere göre en parlak olması. Bu parlaklık çizimleri yapan zamanın ustalarının boya hazırlarken uyguladıkları yöntemlerde saklı. Kurutulmuş mineraller, yarı değerli taşlar ve nadir bulunan kil karışımı ile boyalar öyle güzel hazırlanmışlar ki hala parlak ve canlı görünüyorlar.
Kiliseler, manastırlar hep o dönemin kral ya da prenslerince yapılmış ama Sucevita Manastırı dönemin zengin bir ailesinin 3 kardeşi tarafından yaptırılmış. Yapım tarihi 1583 ama freskoların boyanması 1595 yılında başlamış. Bu iş neredeyse 50 yıl sürmüş. Manastır çevresinin kule ve surlarla çevrilme işi de daha sonra yapılmış. Bu boyalı manastırın bir özelliği de bölgede bu türden dışarıdan boyama yapılan dini yapıların son örneği olması.
Her boyalı kilisenin bir baş yapıtı var ve Sucevita Boyalı Kilisesinin baş yapıtı da cennete uzanan merdiven (The Ladder of Divine Ascent – John’s Ladder) freskosu.
Bu freskoda cennete çıkan merdivenlerde yol alanlardan bazılarına melekler yol gösterirken, bazılarını ise iblisler cehennemin ateşine çekiyorlar. Her şey o kadar canlı ve çizimler o kadar etkileyici ki, sanki ortaçağdan kalma resimlerin olduğu bir galeriyi geziyor hissine kapılıyorsunuz.
Kilisenin dış bölüm resimlerinin konuları arasında Adem ve Havva’nın cennetten kovulma sahneleri ve bir bölümde de Hazreti Musa’ya indirilen 10 emir konu edilmiş.
Kilisenin içi üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde Hristiyanlığın ilk yıllarında inananlara karşı uygulanan eziyetler resmedilmiş. İkinci bölümde kiliseyi yaptıran zengin 3 kardeşten 2 tanesinin mezarı mevcut. Üçüncü bölüm ise kilisenin altar bölümü. Kilise içinin freskolarının renkleri ise hava şartlarından daha az etkilendiğinden, daha da canlı.
İki boyalı manastır ziyareti sonrasında öğle yemeği için Gura Humorului Kasabasına geri döndük. Bu kasaba konaklama için iyi bir tercih ama iyi örneklerle yemek yiyebileceğiniz mekan bakımından zayıf bir yer. George burada Hilde’s Restaurant adlı bir mekanı yemek yiyeceğimiz olarak belirlemiş. Yemekleri gerçekten çok güzeldi.
Voronet Manastırı fotoğraflarından görüp de sabırsızlıkla ziyaret etmeyi beklediğim bir boyalı kiliseydi. Burası da rahibelerin yönettiği bir manastır. Bu kilisenin dış duvar freskolarında hakim olan renk ise mavi-gri tonda bir renk. Bu mavi ton öyle benzersiz bulunmuş ki mavinin bu tonuna Voronet Mavisi denmiş.
Bu manastır örneklerinin ilklerinden ve bunu Büyük Stephen yaptırmış. Efsaneye göre Büyük Stephen her zaferden sonra yayına bir ok koyar ve gidebildiği kadar uzağa fırlatırmış. Düştüğü yerde ise bir kilise yaptırırmış. Bu işin inanmakta zorlandığım efsane kısmı ama adamın çok kilise yaptırdığı kesin.
Ancak Voronet Manastırının yapımı ile ilgili başka bir efsane daha var ki bu bana olabilecekmiş gibi geldi. Buna göre Osmanlı ile savaşında zor zamanlar yaşayan Büyük Stephen, Voronet yakınlarında bir mağarada yaşayan Daniel adlı bir keşişten tavsiye almaya gelir. Savaşı bu tavsiye ile kazandığına inanan Stephen, zafer sonrası Aziz George‘a adanmış bir kilise yapılmasını emreder. 1488 yılında, sadece 4 ay gibi kısa bir süre içerisinde Gotik tarzda bir Bizans kilisesi inşa ettirir. Tabii ki diğer boyalı kiliselerde olduğu gibi iç ve dış freskoların tamamlanması daha sonraki tarihlerde olmuş.
Voronet Manastırı’nı gezerken bir rahibenin, omuzunda taşıdığı uzun bir tahtaya, elinde bulunan bir tahta çekiçle vurarak manastır çevresinde tur attığını gördük. O zaman için bu hareketin anlamını bilmiyordum. Ama bugün bu yazı için araştırma yaparken öğrendim ki bu Osmanlının dolaylı yoldan yarattığı, buraya özgü bir gelenekmiş. Osmanlı, yönetimini yöre ileri gelenlerine (Voyvoda) bıraktığı ama hakimiyetini kabul ettirip yıllık haraca bağladığı bu toprakların manastırlarında, kiliselerinde çan sesi çalınmasını, duyulmasını yasaklamış. Çanlar da savaşlarda kurşun yapımı için kullanılmış. İşte bu dönemde rahipler/rahibeler halkı dua zamanı kiliseye toplamak için omuzlarına aldıkları bir kalasa veya metal çubuğa (buna toaca deniyor), bir çekiçle vurarak ses çıkartıp, dua zamanının geldiğini haber vermişler. İşte bizim bu manastırda şahit olduğumuz o zamandan günümüze devam eden bir gelenekmiş.
Voronet Manastırı’nın şüphesiz ki en değerli freskoları batı cephesi duvarında yer alan “Son Hüküm” ve John’s Ladder adlı boyamaları. Sanki kocaman bir duvara asılı, kocaman bir tablo gibi duruyorlar. Renkler harika! Bu duvarda yüzlerce figür yer alıyor. Etkilenmemek elde değil.
Voronet Kilisesi’nin bu kısmı için Doğunun Sistine Şapeli tanımlaması kullanılıyor ki bence bu çok yerinde bir tanımlama. Eğer sadece ve sadece bir boyalı manastır gezilebilecekse, bu manastır kesinlikle Voronet Manastırı olmalı.
Bucovina’da dar zamanımızda ziyaret ettiğimiz son boyalı manastır ise Humor Manastırı oldu. Aslında 1415 yılında burada var olan bir kilise yerine 1530 yılında Petru Rareş’in yardımı ile yörenin o zamanki yöneticisi inşa ettirmiş. Voronet ile birlikte freskoları en iyi korunmuş olan boyalı kiliselerden. Burası da rahibeler tarafından yönetilen ibadet yeri. Bu boyalı manastırın hakim rengi ise terra-cotta kırmızısı denen, kırmızıya benzer kahverengi.
Burada da, o dönemde adet olduğu üzere, Anti-Osmanlıcılığı gösteren bir Kostantinopolis Kuşatması resmedilmiş.
Evet sevgili Sanal Gezginler… Bucovina sonrası İasi üzerinden uçakla Bükreş’e döndük. Bükreş’te, İstanbul’a uçuş zamanımıza kadar kalan yerleri gezip, son yemeğimizi yedik. Sonrası ise eve dönüş. Dönüp dolaşıp, son durak yuvalarımıza geliyoruz.
Bu son yazı ile birlikte Romanya gezi yazımızı tamamlamış olduk. Romanya turumuzu ben çok sevdim. “Ne ararsanız vardı” diyeceğim gezilerden oldu. Bu geziyi birlikte planladığımız ama organizasyonu tamamen kendisine ve firmasına ait olan sevgili George Trandafir ve Touring Romania Private Tours firmasına bir kez daha teşekkür ederim.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
03.08.2019 saat 12:53
Levent Şık
/ Temmuz 15, 2022Emeğinize sağlık. Harika bilgiler vermişsiniz. Yoluma ışık oldu. Teşekkür ederim.