MEKSİKA GEZİSİ-Giriş ve Mexico City

IMG_6910

Sevgili Sanal Gezginler,

15-31 Ekim 2010 tarihleri arasında Meksika-Guatemala gezisi yapmış ve çok güzel anılarla dönmüştük. O zamanlar Koptur firması ile yaptığımız bu geziyi, o dönemde yazılarımı yazdığım, www.gezekalinblogcu.com adresinde yayınlamıştım. Tüm gezi yazılarımı, kendime ait olan bu web sayfası  altında toplama isteğim nedeni ile bu gezi yazısını gözden geçirilmiş hali ile yeniden yazmak ve sizlerle paylaşmayı arzu etmiş ve bu ilk yazıyı da yollamıştım. Ama sonrası gelmedi. Meksika gibi güzel bir ülkeyi bu sayfalarımda sizlerle paylaşmamak olmaz. Bu nedenle eskileri güncelleştirmeye devam ediyoruz.

Neyse!  Lafı uzatmadan, masası başında gezmek isteyen sanal Gezginler:

Haydi bakalım, Vamos a Mexico (Meksika’ya)

Map_of_Mexico

Gezi Tarihi 16.10.2010

MEKSİKA GEZİSİ-MEXİCO CİTY

Meksika ve Guatemala bizim “Görmeden bu dünyadan gitmek olmaz” diyeceğimiz ülkeler arasındaydı. Bağımsızlıkları için yıllarca savaşmayı göze alacak kadar cesur ancak doğru zamanda, doğru yerde bulunan kızıl saçlı, parıl parıl parlayan çelik zırhları içinde, at sırtında bir İspanyol’a teslim olacak kadar da kaderci insanların var olduğu bu bölgeyi gezmek bizim için bir ayrıcalıktı. Epey zamandır yaptığımız araştırmayı pratiğe dökmenin zamanı gelmişti. Bu arada Meksika ile ilgili olarak yararlandığım kaynaklar arasında Meksika’ya gitmeyi düşünenlere hararetle tavsiye edeceğim en önemli kaynak Bülent Demirdurak’ın Meksika adlı kitabıdır. Yakın zamanlarda bir ülke hakkında yazılmış olan ve okuduğum en kapsamlı Türkçe gezi kitabı oldu. Bu gezi yazımda bazı genel bilgileri onun kitabından aldığımı söylemeliyim.

Meksika-Guatemala gezimiz için önce Madrid’e ardından da Mexico City’e uçmamız gerekti. 2010 Yılında THY’nın Mexico City’e doğrudan uçuşları başlayacak diye bir söylenti vardı ama yıl 2016 ve hala o noktaya THY uçuşu yok.

Uzun ve sıkıntılı bir yolculuk sonrası Mexico City havaalanına indik.

IMG_7038Çok da eziyetli olmayan bir bekleme sonrası gümrükten geçip havaalanı dışına çıktık. Bizi yerel acente rehberi Bayan Violetta karşıladı. Hakkındaki ilk izlenimimiz bilgili ve güven verici olduğu yönünde.

İlk gün doğruca otele gittik. Zaten rahatsız ve uzun bir yolculuktan sonra vardığımız şehrin gece hayatını yaşayacak halimiz yoktu. Hatta Türkiye ile 8 saatlik zaman farkı olunca iyice dağıldık diyebilirim. Otelimiz Alameda Parkı denen bir büyük parkın yakınında ve şehrin merkezine yakın. Ancak yeni geldiğimiz bu şehirde lokalizasyona hakim olmayınca ve bulunduğumuz şehrin adı da Mexico City olunca dışarı çıkmaktan korktum.

Meksika’nın başkenti olan Mexico City çok eski yıllardan beri yerleşim yeri olmuş. İki bin metre yükseklikte ve volkanik bir göl olan Texcoco Gölü üzerinde kurulmuş bir şehir. Tabii bu gün artık gölün üzerinde olduğunuzu pek anlamıyorsunuz. Çevresi ile birlikte yaklaşık 21.2 milyon nüfusu ile Mexico City koca bir metropol.

Bu bölgenin ilk halklarından olan Toltekler, Kolomb öncesi uygarlıklardan birini oluşturuyorlar ve Meksika’daki Aztek-öncesi üç kültürden (Mayalar, Toltekler, Olmekler) biri olarak kabul ediliyorlar. Meksika topraklarında ilk insan topluluklarına ait izler, tarihçilere göre, yaklaşık 20.000 yıl öncesine gidiyormuş

“Toltek” sözcüğü Nahuatl dilinde “İnşaatçı üstat” anlamına geliyormuş. Hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan kadim Amerika uygarlıklarından biri olan Toltekler’in kökeni ve yaşadıkları dönem hakkında çeşitli varsayımlar bulunmakta. Şimdilik en kabul gören varsayım, nereden geldikleri bilinmeyen bu halkın günümüzden 3300 yıl önce mevcut olduğudur. İleri bir uygarlık oluşturdukları sanılıyor. Arkeologlara göre başkentleri , Mexico City’den yaklaşık 80 km. uzaklıkta bulunan, Teotihuacan yakınlarındaki, Tula adlı bir kent.

http://www.history.com/topics/aztecs

Daha sonra sahneye çıkan ve Meksika’nın kuzeyinden gelen bir halk olan Aztekler, terk edilmiş mükemmel Toltek yapıları ya da kalıntılarıyla karşılaşmışlar. Meksikalılar kendilerini, bu topraklara 1325 yıllarında gelen Azteklerin torunları sayıyorlar. Daha önceki kavimlerin olsun, Azteklerin olsun yani tüm Mezo-Amerikan halklarının kökenleri konusunda efsaneler var. Kimisi kayıp kıta Mu, kimisi Atlantis ve kimisi de Bering Boğazı’nı o zamanlar yürüyerek geçen Asya insanlarından bahsediyor.

Kaynak : http://www.mexicanisimo.com.mx/moctezuma-el-cobarde/#articulo
Kaynak : http://www.mexicanisimo.com.mx/moctezuma-el-cobarde/#articulo

Biz tekrar konumuz olan Mexico City’e dönersek; Burası zamanında büyük göl ile kaplı olan bir vadiymiş ve Aztekler de buraya gelip yerleşmişler. Bugünkü Mexico City Şehrinin çekirdek hali işte bu gölün üstünde var olan ada ve çekirdek halkı da bu adaya yerleşebilmiş olan Aztek halkı. Aztekler o zamanlar buraya, kahinleri olan Tenoch’un “kartalla yılanın birleştiği yere gitmeniz gerek” emrini aldığı rüyası üzerine gelmişler. Hikaye bu ya, Aztekler, bu adada ağzında yılan tutan bir kartalı görünce “Hah! İşte bizim yer burası” deyip yerleşmişler. Şehre de bu kahinin ismine izafen Tenochtitlan demişler. Bu berbat yeri de zamanla Venedik benzeri bir şehir haline getirmişler. Bugünkü Meksika bayrağının ortasında bulunan ağzında yılan tutan kartal ise o efsaneden kalma.

Biz işte ilk ve sonraki günde tarihi kalıntılar üstüne inşa edilmiş Mexico City’i gezeceğiz. Burası da, İstanbul’umuz gibi, tarihi şehrin tüm kalıntıları üstüne kurulmuş ve kazmayı vurdun mu tarih fışkıran bir şehir. 2200 metre rakımlı bu şehirde, 110 milyonluk Meksika nüfusunun 21.2 milyonu yaşıyor. Siz varın şehrin kalabalığını, trafiğini düşünün!

Rafael isimli bir Meksikalı şoförün kullandığı rahat bir otobüsle ilk gittiğimiz yer Zocalo olarak da bilinen Devrim (Reforma) Meydanı. Burası şehrin tam merkezi ve dünyanın en büyük üçüncü meydanıymış.

IMG_6833İlk olarak Palacio Nacional’i yani Hükümet Sarayını gezeceğiz. Sabah erkenden gidince kuyruğun başlarında olduk. İlerleyen saatlerdeki kuyruğu görünce, yerel rehberin bizi neden ilk olarak oraya götürdüğünü anladım. Binanın bulunduğu yerde Azteklerin aşırı dindar kralı olan, İspanyolları tükürükle boğup yok edecekleri yerde, “kaderimiz bu” deyip teslim olan 2. Moctezuma’nın Sarayı varmış. İspanyol General Cortez, Moctezuma’nın Sarayının yerine kendisine önceleri bir kale, sonra saray yaptırıyor (1521-1530). Sonradan bu bina 1562’de Cortez ailesinden İspanyol Kraliyetince satın alınıyor ve 1820’lerde Meksikalıların bağımsızlıkların kazanmasına kadar da İspanyol Kraliyetinin atadığı valilere hizmet ediyor.

Binanın ön cephesinin uzunluğu 200 metrelerde, düşünün büyüklüğünü. Ön cephede Hidalgo adlı papazın, İspanyollara karşı başlattığı isyanın, başlama işaretini verdiği orijinal çan gözüküyor.

IMG_6692Binaya girişte merdivenleri çıkınca sizi ilk karşılayan, Frida Kahlo ile çalkantılı yaşamları ile de bilinen, ressam Diego Rivera tarafından yapılan duvar resimleri oluyor. Duvar resimlerinde 1521’den 1930’lara kadar Azteklerden, İspanyollara, Fransızlara ve sonradan onlara başkaldırıya kadar tüm Meksika tarihi resmedilmiş. Hatta Meksika’nın geleceği bile resmedilmiş diyebilirim. Meksika tarihinin önemli şahsiyetleri olan kral Moctezuma, Zapatista, Hidalgo, Juares Benito gibiler yanında Meksika’yı sömürgeleştiren İspanyol Cortez, Karl Marx, Lev Troçki gibi dünya şahsiyetlerinin çoğu duvarlara resmedilmiş. Aztek efsanesi olan ağzında yılanla kartal da var bu resimlerde, Hidalgo’nun isyan başlatmak için çaldığı çan da. Gerçekten çok etkileyici resimler. Diego bu resimleri 1929-1935 yılları arasında yapmış. Uzun süre kendimizi bu resimleri seyretmekten alamadık. İşin ilginci, Diego Rivera bu resimlerde hiç beklemediğiniz bir yere sevgili karısı Frida’yı çizmiş. Bir bakıyorsunuz gelecek ile ilgili çizdiği resimlerde kalın kaşları, topuz saçları ile Frida gözükürken, bir başka duvarda bir Aztek Generali, Frida’ya kesilmiş bir kol sunabiliyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra yakın zamanda ziyarete açılmış olan sarayın diğer odalarını da gezdik. En ilginç olan oda ise bağımsızlık ilanın yapıldığı balkonun bulunduğu oda. Orta avlu da bir fıskiye var. Burayı fotoğraflamaya çalışırken, bir anda elinde kamçısı ile kendine bir at muamelesi yaparak içeri koşarak giren bir adam ve arkasından koşturan çocuk ordusu avluda belirdi. “Sarayın delisi de herhalde bu adamdır” diye düşündüm. “Ama çocuklar neyin nesi” diye düşünürken olay anlaşıldı; Meğerse bir okul, öğrencileri olan çocukları saray ziyaretine getirmiş ve olayı çocukların ilgisini çekecek hale getirmek için de eski zamanların süvarisi mizanseni yaratılmış. Bu adamcağız çocukların tüm ilgisini üzerine çekerek, saray ve tarihleri hakkında bilgi veriyordu. Hayran oldum. Millet, geleceği olan çocuklara tarih bilincini böyle verebiliyor, biz de ise ”haydin çocuklar, toplu halde namaza”!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_6763Saraydan sonraki ziyaret yerimiz şehrin Katedrali oldu.  Mexico City’deki Katedral, Amerika Kıtası’nın en büyük ve en eski olanı. Tahmin edebileceğiniz gibi bu Katedral, eski bir Aztek tapınağı yerine inşa edilmiş. Eskiden burada (Templo Major) piramit şeklinde Aztek tapınağı varmış ve bu tapınağa ait olan taban kısım, Katedralin hemen arkasında yapılan bir kazıda tesadüfen bulunmuş. Mexico City içindeki tek Aztek kalıntısı da bu kalıntılar. Yani sizin anlayacağınız İspanyollar bölgeye geldikten sonra, tüm Aztek yapılarını yıkıp yerine kendi yapılarını yapmışlar. Hoş, adamların neyini eleştirebiliriz ki? Bizde de Osmanlı dışı ne varsa, ya toprak ya da suyla örtmüyor muyuz?

IMG_6754Neyse! Dönelim Katedral’e; Burası 1524-1532 yılları arasında, Aztek tapınak taşlarının kullanılarak yapıldığı kilise yerine, 1573 yılında yapımına başlanmış bir Katedral. Yapımı 1813 yılına kadar sürmüş. 1962 yılında çıkan yangında Katedralin içi harap olmuş. Gotik tarzda yapılmış Roma Katolik Katedrali. Hem dışı ve hem de içi heybetli gözüküyor. İki adet çan kulesi var ve hemen sağ tarafta daha yeni gözüken yer ise vaftizhane bölümü. Tesadüfen o gün içeride vaftiz töreni varmış. Ben dışarıyı fotoğraflamaya çalışırken, içerideki töreni kaçırdım. Ben gittiğimde bizim grubun diğer fotoğrafçıları işi bitirmiş, çektikleri karelerin zevkini çıkartıyorlardı. Bu kadar çok ve cicili bicili giydirilmiş çocuğu görünce uyanmalıydım ama ne yapalım!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_6798Katedralin tavan kısımları çok güzel işlemelerle dolu. Burada da, Orta ve Güney Amerika’da inançlarından uzaklaştırılıp, Hıristiyanlaştırılmak istenen yerli halkın işçi olarak kullanıldığı kiliselerde olduğu gibi, sağa sola sokuşturulan (zenci İsa, Meryem Ana’nın yarım ay içinde gösterilmesi gibi) kendi inanışlarından motifler veya Hıristiyanlığı kendince hicvetme yollarından bir tanesine rastladım. Kasvetli Katedralin tavanında dil çıkartan bir figür, aşağıda ibadet edenlere alaycı gözlerle bakıyor gibiydi. Belki de ben yanlış değerlendiriyordum ama yerel rehbere sorduğumda beni destekler şeyler söyleyince haklı olduğumu anladım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Katedral gezisi sonrasında otobüse binip hem öğle yemeğini yiyeceğimiz ve hem de tekne ile gezeceğimiz Xochimilco Kanallarına gittik. Burası merkezden 30 km dışarıda bulunuyor. Aztekler üzerinde yaşam inşa ettikleri gölde yaşanır alanları artırmak için, göle bıraktıkları bitkileri büyütmüşler ve yerleşim yerleri (hatta tapınaklar) yapmışlar. Bu bitkilere Chinampa deniyor. Buradaki yerleşim yerleri işte bu bitkilerin üzerine inşa edilmiş ve Aztek kenti Tenochtitlan’dan elde kalan son şey bu kanallar.

IMG_6872

IMG_6889Tekneler kıyı boyu dizilmişler. Biraz Venedik, biraz Tayland karışımı bir gezi olacak gibi. Venedik desem daha uygun kaçar herhalde. Arkada bir görevli, uzunca bir sopa ile hem tekneye yön veriyor ve hem de ilerletiyor. Ancak hem teknelerin yapısı ve hem de yanımıza gelen ve yüzen orkestralar gibi teknelerde ki sanatçılar, Venedik’in hem şarkı söyleyen ve hem de kürek çeken gondolcularına pek uymuyorlar. Doğrusu ben buradaki biçimi daha çok sevdim. Sağdan soldan geçen ve teknelerinde oyuncaktan, giysiye satış yapan, tekne içi mangallarda pişirdikleri yiyecekleri satan insanların varlığı ise Tayland’daki yüzer marketleri (Floating Market) andırıyor; Yani doğu ve batı sentezi mevcut burada. Çok renkli ve çok güzeldi. Kıyıda sapsarı çiçek tarlaları ise harika bir görüntü veriyordu. Burada geçirdiğimiz saatler, tüm gezinin en iyi anları oldu. Hele tipik bir Mariachi (düğün çalgıcısı demek) görünümde bir sanatçının söylediği şarkılara bayıldım. Meksika’ya, Mexico City’e yolunuz düşerse bu kanallardaki deneyimi mutlaka yaşamalısınız.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kanal gezisi sonrası ise gittiğimiz diğer bir yer ise Frida Kahlo’nun müze evi oldu. Frida Kahlo’nun evi şehrin dışında ama kanallara göre daha yakın sayılır. Coyoacan denen bir yer burası. Coyoacan, “Coyota denen bir hayvanın yaşadığı yer” anlamına gelen yerli dilinde bir kelime. Bu hayvan hindi ile köpek arası ve bol yağlı bir hayvanmış. Aztekler bu hayvanın etini yerlermiş. Bu kıtaya koyun, keçi ve at İspanyollarla gelmiş.

IMG_7017

IMG_7035Gelelim Frida’ya; bu bayan tam bir melez. Anne, Meksikalı yerlilerle karışmış İspanyol bir aileden ve baba ise bir Alman. Babası fotoğraf sanatçısı olarak zamanında oraya davet edilmiş, sonra da Meksika ya yerleşmiş birisi. Frida ise 1907-1954 yılları arasında yaşamış ve geçirdiği kaza sonrası ağır yaralanıp, ömür boyu da bu izleri taşımış. Yaşamının son yıllarında iyice yatağa mahkum olmuş. Bu uzun yatış günlerinde onu oyalayan aktivite ise resim yapmak olmuş. Frida’nın şöhreti daha çok çapkın eşi ve daha ünlü bir ressam olan Diego Rivera ile ve Troçki dahil, başka erkeklerle olan çalkantılı ilişkilerinden geliyor. Evi müze haline getiren kardeşinin çocukları burada iyi bir müzecilik anlayışı sergilemişler. Frida’nın aynalı özel yatağı dahil her şey aslı gibi duruyor. İçeride fotoğraf çekmek yasak, bu nedenle sadece yatağını, o da dışarıdan ve kısmen çekebildim. Önceleri “burası olmasaydı da Kanallarda biraz daha fazla vakit geçirseydik” demiştim ama çivit mavi boyalı evi daha dışarıdan görünce burasının özel bir yer olduğuna karar verdim. İçeride her köşede bir hüzün var. Yatağın ayak ucunda duran takma bacağı, koltuk değneği ve kırık omurgasına destek için giydiği korseyi görünce içiniz burkuluyor. Ama Frida’nın yaptığı resimlere ve fotoğraflarında gözüken yüz ifadesine bakınca bu kadının hayata sarılmasına hayranlık duyuyorsunuz. Yaşamla matrak geçmiş gibi gözükse de, yaşama asılmış birisi aslında Bayan Frida. Filmini seyretmediyseniz mutlaka seyredin derim.

IMG_7031

Sonraki durağımız ise Mariachi’lerin yeri olan Garibaldi Meydanı. Burası Mexico City’nin bir diğer ilginç ve özgün yeri. Yol kenarında müşteri bekleyen kadın görmüştüm ama müşteri bekleyen müzisyene hiç rastlamamıştım. Çok ama çok hoşuma gitti. Mariachiler, Fransızların Meksika’yı yönettikleri dönemde ortaya çıkan, düğünlerde, davetlerde çalan orkestralar. Büyük şapkaları (Sombrero), giysileri, uzun sivri burun ve topuklu ayakkabıları ile özgün bir görünüşleri var. Orkestranın büyüklüğü size bağlı. Bastırırsınız Peso’ları (Meksika para birimi 1 USD= 18.5 Meksika Peso su-2016 döviz oranıdır), çok kişili ve çalgılı bir orkestra kiralarsınız. Bir şefin bulunduğu orkestrada 2-3 gitar, 2-3 viyolonsel, flüt ve 2-3 kişilik bir trompet ekibi bulunuyor. Biz de bir orkestranın karşısına geçtik ve 3 şarkılık küçük konserimizi dinledik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_7115Gruptan bazı gezginler Mexico City şehir turuna başlar başlamaz “bu şehirdeki Osmanlı saat kulesini de görecek miyiz?” diye sorup durdular. Doğrusu benim o ana kadar bu şehirde, böyle bir saatin varlığından haberim yoktu. Öyle ya! O zamanlar Meksika nere, Türkiye nere? 1810 yılında bağımsızlığını kazanmış olan Meksika, 1910 yılında bağımsızlığının 100. Yılını kutlayacakmış. Osmanlı Sultanı, Sultan Reşat (Beşinci Mehmed), bir jest yaparak, sarayın atıl durumdaki bir saatini tamir ettiriyor ve İznik Çinileri ile de kaplattırıyor. Bu hazırlıklara 1909 yılında başlanmış ve 1910 kutlamalarına yetiştirilip, bugün bulunduğu Bolivar Bulvarındaki yerine o zamandan yerleştirilmiş. Hala tıkır tıkır çalışıyor.

Bu saatin bulunduğu yerden yürüyerek Alameda Parkı ve Benito Juares Anıtı önünden geçtik. Her köşede bir aktivite ve bir ayrı renk var. Bir parkta Latin dansı yapan çiftler, bir başka köşede ellerindeki davullara olanca güçle vurup inanılmaz güzellikte bir ritim yakalayan gençler, Benito Juares anıtı önünden geçerken de ellerinde gitarları ile müzik yapan insanlara şahit oluyorduk.

Artık günün sonu yaklaştı. Tempo yüksekti ve epey gezdik ve daha da önemlisi bu şehirden büyük bir keyif aldık.

Yarına Mexico City’den ayrılacağız ve uzun otobüs yolculuğumuz başlayacak. Ama sabah erkenden bu şehirdeki son aktivitemizi gerçekleştireceğiz; Ulusal Antropoloji Müzesi’ni gezeceğiz.

Şimdilik Gezekalın..

Ümit Kuru

İlk yayın tarihi 06.11.2010;  Saat 01:00

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 20.10.2016 Saat 01:26

Yorum bırakın

1 Yorum

  1. Reblogged this on GEZEKALIN.

    Cevapla

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: