• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.118 ziyaretçi
  • Aralık 2014
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Dünya Mirası Listesinde Laos

Laos’un UNESCO Dünya Mirası Listesi içinde yer alan iki yeri bulunmaktadır;

Kültürel Miras

  • Luang Prabang Şehri (1995)
  • Vat Phou ve Champasak Kültürel Alanı içindeki eski yerleşim birimleri (2001)

Bizim gezi programımız içinde sadece Luang Prabang Şehri vardı.

Luang Prabang Şehri

SONY DSC

Luang Prabang hem geleneksel ve hem de 19-20 yüzyıllarda Avrupalı Kolonyal otoritelerin eserlerinin bir arada olduğu iyi bir örnek şehir. İki kültürün iyi örneklerinin güzel korunduğu benzersiz bir şehir olarak anlatılıyor. Biz de gezimizde bu şehri çok sevdik.

Vat Phou ve Champasak Kültürel Alanı içindeki eski yerleşim birimleri

Laos’un Dünya Kültür Mirası listesindeki diğer yeri olan Vat Phou ve Champasak Kültürel Alanı Güney-Doğu Laos’da bulunan Khimer-Hindu tapınak kompleksidir. Phu Kao Dağının eteklerinde Champasak eyaletinde, Mekong Nehri kıyısından 6 km uzaktadır. Bu alanda 5. yüzyıldan gelen tapınak kalıntıları olsa da ayakta kalan yapılar 11*13. yüzyıllara aittir. Bu alan daha sonra Theravada Budistleri için bir ibadet yeri olmuş ve bugün de o şekilde devam etmektedir. Bu güzel alanı göremediğimize çok üzüldüm doğrusu. Laos’a yolunuz düşerse mutlaka gitmeye çalışın derim.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

24.12.2014 Saat 00:13

Dünya Mirası Listesinde Vietnam

Vietnam’ın UNESCO Dünya Mirası Listesine giren 8 adet eseri var;

Kültürel Miras

  • Thang Long İmparatorluk Kalesi Merkez Bölgesi-Hanoi (2010)
  • Ho Hanedanlığı Kalesi (2011)
  • Hue Anıtları Kompleksi (1993)
  • Hoi An Eski Şehir (1999)
  • My Son Tapınağı (1999)

Doğa Mirası

  • Ha Long Körfezi (1994)
  • Phong nha-Ke Bang Ulusal Parkı (2003)

Hem doğa ve hem de Kültür Mirası

  • Trang An Manzara Kompleksi (2014)

Vietnam gezimizde bu eserlerden 3 tanesini görebildik.

 Thang Long İmparatorluk Kalesi Merkez Bölgesi-Hanoi

Bu yazıyı hazırlarken Hanoi’ye gidip de UNESCO listesi içinde olan bu yeri ziyaret etmedik diye kızdım durdum kendime. Ama sonradan araştırdığımda öğrendim ki burası ancak 2010 yılında halka açılmış. Bu tarihten önce ise askeri tesis olarak kullanıldığından zaten ziyarete kapalıymış. Yani bizim Vietnamı gezdiğimiz 2008 yılında burayı gezme şansımız zaten yokmuş. Ama yeni gidecekler burayı ziyaret etmeyi unutmayacaklar tabii ki.

Burası 11. yüzyılda, 1000 yıllık  Çin işgaline son veren Ly Thai To tarafından başkent olarak kurulmuş. Bu hanedanlık zamanından kalma Edebiyat Tapınağı ve Tek Kolonlu Pagoda gibi eserleri gezdik. Gezemediğimiz bu kale ise 7. yüzyıldan kalma bir Çin kalesi üstüne inşa edilmiş. Kalenin UNESCO Kültür Mirası Listesi içine girmesindeki en önemli etken kalenin kuzey kısmında Çin mimari tarzı ve güney kısmındaki Champa Krallığı mimarı tarzlarını birlikte barındırması ve kültürler arası sentezlerin iyi bir örneği olmasıdır.

Ho Hanedanlığı Kalesi

14. Yüzyıl Ho Hanedanlığı kalesi feng shui prensiplerine göre inşa edilmiş olması ile önemli. 14. Yüzyıl sonlarında filizlenen yeni Konfüçyanizme ve buradan Doğu Asya’nın diğer bölümlerine yayılmasına tanıklık etmiştir.

“Rüzgâr” ve “su” anlamına gelen feng shui, doğada var olan yaşam enerjisini, yaşanılan mekânlarda harekete geçirme yöntemlerini gösteren eski bir Çin öğretisidir. Feng şui, eski bir Çin yerleşim uygulaması olup, çevreyle uyumunu sağlamaya yönelik, uzayda mekânın ayarını yapmaya yönelik bir uygulamadır. Bu prensiplerle kale Ma ve Buoi Nehirleri arasındaki ovada, Tuong Son ve Don Son dağlarının eşsiz manzarasını bir aks üstüne yerleştirecek şekilde yapılmıştır. Büyük taş duvarları ile bu kale yeni stil Güney-Doğu Asya imparatorluk şehirlerinin iyi bir örneğidir. Gezimizde bu kale rotamızda değildi.

Hue Anıtları Kompleksi

SONY DSC

Vietnam’ın 1802-1945 yılları arasında hüküm sürmüş son hanedanı olan Nguyen Hanedanlığının başkenti olan bu şehirdeki anıtlar, feodal doğunun benzersiz bir güzelliğini oluşturmuş. Bence bu unvanı en çok hak eden yerdi.

Hoi An Eski Şehir

SONY DSC

15. Yüzyıldan, 19 yüzyıla kadar Güney-Doğu Asya’nın ticaret limanı olarak korunmuş en iyi eski şehirlerindendir Hoi An. Şehrin eski evleri ve sokak planı hem yerli halkın ve hem de yabancıların etkileşimlerini göstermektedir.

My Son Tapınağı

4-13 Yüzyıllar arasında Vietnam  halkı ile eş zamanlı olarak sahil kısmında gelişen ve manevi orijinini Hindistan Hinduizm’inden alan bir uygarlık ortaya çıktı. Champa Krallığının dini ve politik başkenti olan bu alanda bir dizi kule tapınaklar Vietnam’ın Dünya Kültür Mirası listesi arasına girmiştir. Ne yazık ki burayı görme şansımız olmadı. Göremediklerimiz içinde en çok buraya görememek üzdü beni.

Ha Long Körfezi

SONY DSC

Tonkin Körfezindeki Ha Long Bay, 1600 civarındaki kireçtaşından sütunlardan oluşmuş ada ve adacık ile eşsiz bir doğa harikası görünümündedir. Ada ve adacıkların bu dik yapısı nedeni ile de insan yerleşimi hiçbir zaman olamamıştr ve bu da insan kaynaklı bozulmanın olmamasına neden olmuştur. Muhteşem bir manzara ve biyolojik çeşitliliğe sahip bu güzel yeri görme şansımız oldu.

Vietnam-Laos-Kamboçya Gezi Anıları:Kamboçya;Phnom Pehn/Ölüm Tarlaları

Gezinin başında, programı elime aldığımda, acaba Phnom Pehn’i boşverip, Siem Reap’da bir gün daha mı geçirseydik diye düşünmedim değil. Ancak bugün, bunun yanlış bir hareket olacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Siz de Phnom Pehn’i atlamayın derim.

SONY DSC

SONY DSCGeziye Kraliyet Sarayı ile başladık. Ufacık Phnom Pehn şehrinin, büyükçe, şatafatlı, her yanı pırıl pırıl parlayan, klasik Kimer damlı yapısı olan Kraliyet Sarayının her yanı gezilemiyor. Kral Shimoni’nin yaşadığı yer ve geziye kapalı olan kısımda hala yaşam var. Sadece Taht Salonu ve Gümüş Pagoda geziliyor ancak burada da fotoğraf çekilemiyor. Saray malumunuz üzere yüksek duvarlarla çevrili. İçeride karşınıza çıkan yüksek bina Taht Salonu. Burada Kralın kabulleri ve seremoniler yapılıyormuş. İçeri de fotoğraf çekimi yasak, bu nedenle sadece dışarıdan fotoğrafı var. Bu binanın yanında Fransa Kralı 3. Napolyon’un Kamboçya Kralına hediyesi olan Avrupai tarzda bir bina yapılmış . Avrupalı devletler adama bedava bir şey vermezler, karşılığında ülkenin öz kaynakları gitmiş tabii ki. SONY DSC

Gümüş Pagoda’nın adı, yerde serili olan ve her biri 1 kg ağırlığındaki gümüş plakaların yer döşemesi olarak kullanılmasından geliyor. Burası bir zamanlar Emerald (Zümrüt) Buda’ya ev sahipliği yapmış ve bir diğer adı da Wat Preah Keo. Burada üzerinde çok sayıda mücevherin (9000’nin üzerinde) bulunduğu bir Buda heykeli var. Bir başka Buda heykeli ise 90 kg altından.

Bahçe içinde diğer yapılar kralın heykeli, kraliyetin gündelik eşyalarının sergilendiği bölüm.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Çıkışa doğru kraliyet ailesinin fil sırtında iken kullandıkları eyerlerin sergilendiği bir başka bölüm de var.

SONY DSC

Phnom Pehn’deki Ulusal Müze çok kıymetli Kimer eserleri içeriyor. Burasını hakkını vererek gezemedik. Halbuki içeride bize bilgi vermek için can atan müze görevlileri vardı. Gruptan birkaç kişi, yarım saatte de olsa bu heyecanlı ve yaptığı işten zevk alan müze görevlisi bayandan erken ve son dönem Kimer eserleri hakkında bilgi aldık. Buraya mutlaka zaman ayırın derim.

P1080402-001

Şehirde Wat Phnom tapınağıda sık ziyaret edilen yerlerden ama bize artık tapınaklar fazla gelmeye başladı, burayı bireysel olarak gezdik ve çabuk geçtik. Şehrin en eski tapınaklarından, iyi şans getirmesi için dua ediliyor, gerçekleşirse, hediye ile geri dönüyorsunuz. İçeride duvarda Ramayana efsanesi resimleri var.

Ölüm Tarlaları

Phnom Pehn gezimizin bu kadar üzücü olacağını hiçbirimiz tahmin edemezdik. Buralara gelmeden önce kötü olaylar yaşandığını biliyorduk ama bu kadar da etkileneceğimizi bilmiyorduk.

most-cruel-leader-in-the-world-pol-potÖnce Pol Pot ve Kızıl Kimerlerin tarihsel gelişimi hakkında bilgi vermek isterim (bu kısım uzun gelebilirse de, okumanızı tavsiye ederim. Ülkemiz topraklarında bir dönem gerçekleşmiş ve olaylara şahit olan anneannemden sağken dinlediğim kötü ama asla soykırım denemeyecek olayları karşılaştırabilmeniz açısından faydalı olacaktır.

19 Mayıs 1928 (bazı yerlerde 1925) doğumlu Saloth Sar ya da daha iyi bilinen ismi ile Pol Pot, Kızıl Kimerler olarak bilinen Kamboçya Komünist Partisinin bir zamanlar lideriydi. En güçlü zamanlarında ise (1976-1979) Demokratik Kamboçya’nın Başbakanlığını yaptı.

Kendisi Çin-Kimer kökenli bir aileden geliyor. Kız kardeşi, Kamboçya kralı Sisowath Monivong’un saraydaki odalık cariyelerinden olduğundan, sık sık saraya girip çıkma durumları da oluyormuş. Meslek Lisesinden Radyo teknikeri olarak mezun olunca, Fransa’ya teknik bilgilerini geliştirmek için gönderiliyor. 1949-1953 yılları arasında bu eğitim çalışmalarına katılıyor. Ama burada okumaktan çok, Fransa Komünist Partisi ile ilgileniyor ve imtihanlarda da başarısız olunca 1954 de ülkesine gönderiliyor. Kamboçya’ya dönünce henüz bağımsız olmamış Kamboçya’daki isyancıların örgütlenmesinde görev alıyor. 1954 Yılında Cenova’da bağımsızlığı verilen Kamboçya’da, seçimlerin yapılması istenildiği halde, Kral Norodom Sihanouk sayesinde seçimlerin yapılamayıp asker ve polis marifetiyle halka ve partilere baskı uygulanınca Komünist Partisi silahlı mücadeleye karar veriyor. Pol Pot da bu sırada mezun olduğu okula öğretmen olarak dönüyor ve 1962’ye kadar da bir önemi olmayan üye olarak kalıyor. Ancak 1962 yılında Kamboçya hükümeti seçimler öncesinde aşırı uçlardaki sol partilerin liderlerini tutuklayıp, seçime katılmalarını engelleyince, Kamboçya Komünist partisinin legal faaliyetleri de kesilmiş oluyor. Buna bir de komünist hareketin o anda ki liderinin polis nezaretinde ölümü eklenip, kalan önderlerin tutuklanması sırayı takip edince, adam yokluğundan, Saloth Sar ya da Pol Pot denen yüzyılın soy kırımcısına “yürü ya kulum” oluyor. Komünist hareketin başında artık Pol Pot vardır. Arananlar listesinde olunca, Pol Pot da Vietnam sınırına kaçıp, Güney Vietnam’la iç savaş yapan Kuzey Vietnam’lı komünist gerillalarla temasa geçiyor. Bu sırada Pol Pot çiftçilerin yapacağı devrim üzerine teoriler geliştirip, Theravada Budizminin kendi Komünist anlayışlarına uymayan elementlerini bile sistemlerine adapte ediyor. Hibrid bir komünizm geliştiriyor diyebiliriz. Bu arada kralın kendisinden ve uygulamalarından memnun olmayan çiftçiler de dahil, çok insan harekete katılıyor ve 1960’lı yılların sonundan itibaren hükümete karşı küçük ayaklanmalar başlıyor.

v-nhat-water-tortureKralın aslında kendisinin hazırladığı ve ülke dışında iken gerçekleşen Vietnam karşıtı hareketlerde iş çığırından çıkınca, Kral, Kamboçya hükümetince azledilir. Askeri yönetim ülkenin başına geçer. Ülkede yönetim değişince Kral ve Pol Pot, Vietnam komünistlerince, Kamboçya hükümetine karşı aynı safta bir araya getirilir. Uzatmayalım; tarihin en gaddar adamı 1970 yılında Başbakan olarak, tüm ülkeyi idare edecek gücü eline geçirir. İktidar da kaldığı 5 yıl boyunca da, bir kaynağa göre 1.7 milyon, bir diğerine göre 3.5 milyon insanın en kötü işkencelere uğratılarak ölmesine neden olur. Tarihte bir insanın, kendi insanına böyle bir soykırım uygulamasına şahit olunmamıştır herhalde.

Önceleri Kral Sihanouk’a karşı olan düşünceleri, daha sonra Kamboçya sağcı partilerine ve onların Amerikan yanlısı düşüncelerine karşı olmak şeklinde değişiyor. Ne ilginçtir ki ileri yıllarda sıkışan Pol Pot’un destekçisi Amerika olacaktır. Krala karşı halkın ayaklanması gibi gözüken Kızıl Kimer hareketi, zaman gelecek kralla birlikte halka karşı hale gelecekti. Kendilerini askeri yönetimden kurtaran Kızıl Kimerleri karşılayan halk, herhalde neler yaşayacağını bilse, onları bu şekilde karşılamazdı.

Tarihin cilveleri bu patolojik insana inanılmaz roller vermiştir. Gelişen bazı olaylar aslında küçük bir harekete, çok sayıda insanın katılmasına neden olmuştur. Örneğin Vietnam’da komünist gerillalara lojistik destek verildiğini iddia eden ABD, Kamboçya köylerine B-52 bombardıman uçaklarından bomba yağdırıyordu. Bu köylüler krala, askeri rejime, ABD’ye karşı duran tek hareket olarak Kızıl Kimerleri ve Pol Pot’u görüyordu ve bu harekete katılıyor veya destek veriyorlardı. Kral Sihanouk eğer sol partilerin liderlerinin tümünü ortadan kaldırmasa, bu adama liderlik sırası gelemeyecekti.

Pol Pot iktidara geldiği güçlü yıllarında “Sıfır Yılı” adını verdiği dehşet verici bir temizlik operasyonuyla, “emperyalizmin uşakları” olarak nitelediği iyi eğitim görmüş bütün yurttaşlarına karşı amansız bir savaş başlatmıştır. Şehirde yaşayan herkesi pirinç tarlalarında çalışmaya zorlayan Pol Pot, bütün okulları kapattı. Yaşlı-genç-çocuk-kadın-erkek ayırımı yapmaksızın yüz binlerce insanı işkence hanelere dönüştürülen okullarda, komünist idareye karşı olduklarını itiraf ettirdikten sonra ölüm tarlalarına sürdü.

Üniversiteyi bitirmek, ellerinde nasır bulunmamak, herhangi bir konuda uzman olmak, yabancı dil bilmek, hatta ve hatta gözlük kullanmak dahi, bu insanların ölüme gönderilmeleri için yeterli birer gerekçeydi. Çünkü her fırsatta eğitimli insanlardan tiksindiğini vurgulayan Pol Pot, Kamboçya’nın gerçek kurtuluşunun herkesin “kara cahil” kalması ve kırsal bölgelerde kurulan toplama kamplarında yalnızca bir tabak pirinç için çalışılmasıyla sağlanacağına inanmaktaydı. Kurduğu rejime de âdeta ironi yaparcasına “Demokratik Kamboçya Cumhuriyeti” adını vermişti.

Pol Pot 15 Nisan 1998’de bambudan yapılma köy evinde özgür bir insan olarak “kalp krizi”nden öldü. Tek bir soruşturma bile geçirmeden, tek bir gün bile gözaltına alınmadan…

Gerçekte Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Çin ve Tayland hükümetleri Pol Pot ve Kızıl Kimerlere iktidarı ele geçirmede ve korumada yardım etmemiş olsalardı, onu yasal lider olarak tanımasalardı, tarihte bir hiç olarak kalacaktı ve bir çok insan da bugün hayatta olacaktı.

SONY DSC

Pol Pot ve Kızıl Kimerleri, kendileri dışındaki tüm insanları şüpheli görüp, ona göre davranmışlar. Bu işlerde de 13-17 yaşları arasındaki çocukların kullanılması işin bir diğer trajik yanı. Beyinleri yıkanmış Çocuklar, anne ve babalarına  işkence hanelerde işkence etmişler. Bu nasıl bir beyin yıkamanın eseri olabilir?

SONY DSCSorgulama işleri için okullar kullanılmış. Şüpheli görülen insanlar burada maddi ve manevi işkenceler görmüşler. Buraya gelen insanlar işkenceden kurtulmak için suçlamaları kabul etmişler ölüm tarlalarına sürülmüşler, suçu kabul etmemişler işkenceden ölmüşler. Sonuç hep ölüm olmuş.

SONY DSCTuol Sleng Müzesi, bir soykırım müzesi olarak korunmuş olan bir yer. Burası aslında bir liseymiş. Pol Pot ve Kızıl Kimerler burayı 1975’de hapishane haline getirmişler. Burası 21 numaralı (S-21) hapishane olarak adlandırılmış, kısa zamanda da şehrin en beter işkence hanesi olmuş. Burada 17000 den fazla insan işkence görüp, ölüm tarlalarına gönderilmiş. Vietnam’lılar Pol Pot rejimini yendikleri zaman, içeride sadece 7 tane canlı insan bulabilmişler. Şehri ele geçirmeden hemen önce işkence görmüş 14 tane mahkumun cansız bedenlerini bulmuşlar. Bunların mezarları bahçede görülüyor. Sağ kalan bu 7 insanda işkencenin fotoğrafını, resmini yaparak sağ kalmışlar. İyi mi, kötü mü? Yargılayamadım. İnsan yaşamak için ne gerekiyorsa yapıyor. Bu ressamlardan bir tanesinin resimleri burada sergileniyor. Hapishaneye girince sol tarafta tek kişilik odalar sergileniyor.

SONY DSC

Tek kişilik oda deyince bir somya, insanlara dışkılama kabı olarak verilen boş bir mermi kutusu ve zincirleri düşünün. Yerlerdeki kan izleri, yaşananların korkunçluğu hakkında fikir veriyor. Bazılarımız daha ilk bir iki odadan sonra ziyaretten vazgeçiyor ve bahçedeki güzel kokulu plumeria ağacının altına oturuyorlar. Sonraki büyükçe bir odadan, alanı 1 metre kare bile olmayan çok sayıda küçük odacık yaratılmış. Bu odalara, yan yana girmek mümkün değil. Yerlerde zincirler ve tuvalet ihtiyacı için boş teneke kutular var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

SONY DSCBen en çok ama en çok neden mi etkilendim? Gözlerden. Bir odada, buraya gelen ve hemen hepsi de ölmüş olan mahkumların fotoğrafları sergileniyordu. Hemen hepsinin gözlerinde ölümün korkusu vardı. Bazısı işkence sonrası fotoğraf vermiş, gözler ve yüzler şiş ve morarmış. Bir tanesi, ama sadece bir tanesinin yüzünde bir gülücük vardı. İnadına gülüyordu.

Sonraki odalarda işkence aletleri vardı. İnsan zekasının bu aletleri yaratmak için verdiği çaba ne trajik.. Kelimelerin yeteceğini sanmam. Sonunda ben de çıktım bahçeye.. Güzelim plumeria ağacının altına gittim, eğilip yere düşmüş bir çiçek aldım, kokladım, kokladım.

Otobüse binip, Phnom Pehn’den 15 km sonra, S-21 den getirilen mahkumların son durakları olan Choeung Ek’e geldik. Burası ilk bakışta yeşillik bir alan gibi gözüküyor. Ama bu alanda tam 129 tane toplu mezar tespit edilmiş. Bunlardan sadece 43 tanesi açılmış. Buradan 8000 üzerinde ceset çıkmış. Bunların kafatasları camdan bir kule içinde saklanıyor. Cinsiyete, yaşa göre sınıflama yapmışlar. Çoğunun kafatasında kırık gözüküyor. Daha fazla bakamıyoruz. Ortada çok sayıda çukur var. Bunlar toplu mezarlar. Bir ağaç kenarında duruyoruz. Rehber bu ağacı anlatıyor; bu ağacın bir bölümünün rengi değişik. Nedenini anlatınca donuyoruz. Bu ağacın dallarına baş aşağıda bağlanan çocuklar hızla ağaca vurularak öldürülürmüş. Yazıklar olsun yapana, yaptırana ve gören gözlerine, duyan kulaklarına inat göz yumanlara, kulak tıkayanlara. Bir ağaç ölüm makinesine dönüştürülmüş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gezi bitip, otobüse doğru dönerken kelebekler dikkatimi çekti. Ortalıkta onlarca güzel kelebek uçuşup duruyor. Sanki burasının adı ölüm tarlası değil, ortalıkta çiçekler, çiçekler üzerinde kelebekler. İnadına yaşam var.

Son nokta ölüm olmamalı diyorum; o güzelim kelebeğin peşinde koşuyorum, belki birkaç kare alırım.

SONY DSC

Evet Sanal gezgin arkadaşlarım.. Bu son ama güzel gezinin en iç karartıcı yazısı ile Vietnam-Laos-Kamboçya gezi yazı dizimin sonuna geldim. Sabırla okuyanlara teşekkür ederim. Bir gün bir yerde, bir güzel gezi de karşılaşmak umuduyla..

GEZEKALIN

Dr Ümit KURU

19.12.2014 Saat 23:44

Vietnam-Laos-Kamboçya Gezi Anıları:Kamboçya (Kimerlerin Ülkesi)- Siem Reap

SONY DSC

Sanal Gezginlere bir kez daha merhaba,

Bugün gezimizin Kamboçya bölümüne başlıyoruz. Hani bazı gezilere başlamak için mutlaka bir sebep vardır ya, işte benim için Angkor Wat’ın anlamı odur. Angkor Wat’ı görmek amacı ile planlamaya başladığımız geziye Vietnam ve Laos’u da kattım. Gerçi şimdi sorsanız Laos ve Vietnam için tek gezilik ve daha uzun süre ile bir gezi programı yapardım. Bu iki ülkede bir gezgin için hazine değerinde ülkeler arasında benim için.

Kağıt üzerinde buraya 3 gün verilmiş gibi gözüküyordu. Ama son gün sabah erken uçakla Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e uçulacağından, siz onu 2 gün, 2 gece sayın derim. Aslında Siem Reap’ı hakkıyla ve zevk alarak gezmek için 3 gün ideal, 2 gün ancak yeter. Uçak saatlerinin kötülüğü, aktarmalı uçuş, rötar yapan uçak ve Kamboçya havaalanında işini kötü yapan insanların eline düşmemiz nedenleri ile ancak saat 17’de Siem Rap havaalanından çıkabildik. Halbuki o gün öğle sonrası Angkor Wat’ın tamamı gezilecekti. Tüm öğle sonrası buna ayrılmıştı.

Can sıkmamak için bu kısmı çabuk geçeceğim ama bu kadar titizlendiğim kısımda, bu aksilikleri uzun süre kabullenemedim. Sağ olsun hanım dahil arkadaşlar moral yükselsin diye her türlü şirinliği yaptılar ama başta tur şirketine ve yerel acenteye olmak üzere kızgınım. Bu arada şunu hatırlatmama izin verin; bu gezinin üç ülkesinde de (Siem Reap ve Vietnam da Hue ve Hoi-An gezilerindeki yerel rehberler hariç) yerel rehberlerin İngilizcesini anlamak için çok çaba sarf etmeniz lazım. Bir de yerel rehberlerin anlattıklarının hepsine inanmamak lazım. Bu nedenle bu ülkeleri gezmeye, gezi öncesi masa başı çalışmanızı iyice yapmadan giderseniz hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Bu amaçla iyi kaynak olabilecek siteler var, araştırmanızı isterim.

Ülkenin resmi başkenti Phnom Penh olmasına rağmen herkes için Siem Reap çok önemli. Siem Reap, Kamboçya’nın kültür başkenti ayrıca UNESCO’nun kültür mirası içinde (bu gezide gördüğümüz diğer kültür mirasları: Hue, Hoi An, Luang Prabang) olan bir kent.

Kamboçya yakın ve uzak tarihinde çok büyük acılar yaşamış olan bir ülke. Kamboçya tarihi iyi, kötü, çirkin şeklinde özetlenebilir; Angkor imparatorluğunu kapsayan dönemde her şey iyi gözüküyor, 13. Yüzyıldan itibaren kıtanın Vietnam ve Tayland tarafından inen topluluklarına karşı sürekli toprak kayıpları ile gerileyiş ve kötü dönem geliyor. Sonrasında da 1975-1979 yılları arasında Kızıl Kimerler rejimi döneminde, neredeyse kendi ülke insanının yarısının sistematik olarak öldürüldüğü, çirkin dönem.

Kamboçya kelimesi, Sanskritce Kambuja (Kom bu ja) kelimesinden geliyormuş. Bu eski bir kabile ismi. Bugün ülkenin nüfusu 15 milyon civarında, ülkenin yüz ölçümü 180.000 km² ve para birimi Riel (1 USD ile 4060 Kamboçya Riyeli alabiliyorsunuz ve herhalde yazmayı unuttuk 1 USD ile 8088 Loas Kip’i alıyorsunuz).

Bu kadar kitabi bilgi yeter diyerek, Siem Reap havaalanı sonrasına geçelim. Siem Reap da bizi karşılayan yerel rehber çok cebbar (bunu iyi anlamda kullanıyorum) çıktı. Grubun moralsiz olduğunu kavrayıp, “yarın çok erken kalkarsak turu tamamlayacağımızı” söyledi. Kalkmayıp ta ne yapalım? Tabii ki kalkılacak. Zaten niyetim vardı, kimse gelmese de en iyi yol arkadaşım olan eşimle Angkor Wat’ta güneşi doğuracaktık. Şimdi tüm grupça yapacağız.

Siem Reap şehrine havaalanından otobüsle giderken ilk hatırladıklarım güneşin o muhteşem batışı. Mübarek yusyuvarlak bir kızıl topa dönmüş. Hemen solumuzda Angkor Wat’ın ana kapısını görüyoruz.

SONY DSC

SONY DSCOtel Angkor Wat’tan 5 km kadar uzakta, şehir merkezine 3 km. Ortada sayılır,fena bir otel değil. Bu şehir, diğer ülkelerin şehirlerine göre biraz daha turistik, yani pahalı. Bir duş alıp kendimize gelmeye çalıştıktan sonra Amazon Angkor adlı bir restorana gidiyoruz. Burası açık büfe bir restoran ama esas olarak güzel gösterisi ile anımsayacağım. Apsara Dansı ağırlıklı bir gösteri sundular. Güzel bir gösteriydi. Apsara Budist ve Hindu inanışta bulutların ve suyun dişi ruhunu temsil eden mitolojik bir kişilik. Çok güzel bir kadın kılığında krallara ve kahramanlara dans ediyor. Bu gösterideki Apsara dansının figürleri, tapınaklardaki Apsara çizimlerinden alınmış ve danslaştırılmış.

SONY DSC

Ertesi sabah erkenden kalktık, yanımıza verilen kumanyalarla yola düştük. Amaç Angkor Wat’ta gün doğumunu seyretmek. Müze yerlerini gezmek için üzerinde fotoğrafınızın olduğu bir kart çıkartmak gerekiyor. Önce grup halinde bunu yaptık. Günlük kart 20 USD, 3 günlük 40 USD. Yani fiyatlar ihtiyaca göre değişiyor. Biz mecburen günlük çıkarttık. Sonra Angkor Wat’a girdik, kapıda bilet kontrolü el feneri ile yapılıyor. Bu arada Kamboçya gezisi için de yanınızda el feneri olmalı.

SONY DSCRehberimiz, bizi kapıdan girdikten sonra solda duvar kenarına götürdü. Güneş Angkor Wat’ın arkasından yavaş yavaş doğacak diye bekliyoruz. Aslında ben fotoğraf için güneşi arkama alıp, Angkor Wat’ın üzerine doğmasını istiyorum ama daha ortamı gündüz gözü ile hiç görmediğimden, nereye gitmek lazım hiç bir fikrim yok. Yeri gelmişken, sonrasını da gördüğümden, rehber haklı çıktı. Bulunduğumuz yer gün doğumunda Angkor Wat’ı izlemek doğru seçim. Gün batımı için Ta Prohm veya Bayon gezi yerleri tercih edilmeli derim.

Oturduğumuz terasta güneşi bekliyoruz, ortalık zifiri karanlık. Gözler hala uykulu, ama insanlar akın akın geliyorlar. Neyse ki konumumuz iyi, çimenliklerden biraz ilerleyip suyun oradan da gün doğumunu izlemek hoş olabilir ama tapınağın tamamını daha iyi görmek için olabilecek en gerideyiz. Bu arada grubumuzdan Orhan bey, elindeki feneri yakıp, aşağımızdan geçmekte olan Japon turistin yüzüne tutarak “Passport  Please” demesin mi? Japon turist sabahın köründe şaşırdı, korktu, heyecanlandı ama sonra kahkahaları basınca olayı anladı, o da başladı gülmeye.

SONY DSC

Güneş yarım saat içinde yavaş yavaş doğdu. Ben daha güzel ve etkileyici bir kızıllık bekliyordum, bu anlamda biraz hayal kırıklığı oldu. Ama yine de Angkor Wat’ın silüeti çok etkileyiciydi.

Angkor dediğimiz zaman, 70’e yakın tapınak, mezar veya eski eser kalıntısının bulunduğu 200 km²’lik bir alanı aklımıza getirmemiz gerekir. Yani Angkor aslında Kimer imparatorluğunun dinsel eserlerle dolu bir şehridir. Angkor Wat dediğimiz zaman ise bu eski şehrin en önemli tapınaklarından birisini anlamak gerekiyor. SONY DSC

Angkor Wat’ta güneşin doğuşunu seyrettikten sonra Angkor Thom’a gitmek için yola düşüyoruz. Bu sırada etrafta özgürce gezen ve hatta yakınındaki polisin motoruna çıkıp bize harika pozlar veren bir maymun gördük. Adının Uzun Kuyruklu Asya Maymunu olduğunu öğrendiğimiz maymunun fotoğraf makinelerini çalma gibi bir hastalığı olduğunu öğrenince, onu çok da fazla tahrik etmenin tehlikeli olabileceğini düşünerek yanından uzaklaşıyoruz.

SONY DSC

SONY DSCKısa bir yolculuk sonrası, ziyaret edeceğimiz açık hava müzesi olan Angkor Thom’ geldik. Kapısında bilet kontrolünden geçtik. Angkor Wat’ın 1 km kuzeyindeki Angkor Thom, Kral 7. Jayavarman tarafından kurulmuş olan bir şehir. Şehrin 5 ana kapısı var. Surlarla çevrili bir şehirmiş. Kapıların her birinde 4 yöne doğru bakan bir yüz var. Halka, sürekli olarak izleniyorsunuz havası vermeye çalışmışlar diye düşünürken, bu mistik gülüşlü dev yüzlerin her şeyi bilen ve gören kralın yüzü olduğunu söylediler. Şehre güney kapısından giriş yaptık. Mitolojik kahramanlardan olan ve Hinduizm ve Budizm de bahsedilen uzun ve çok büyük yılan Naga, yolun iki kenarına dizilmiş tanrıların kolları arasında taşınıyor ve şehri koruyor. Bunun fotoğrafını çekmek için gruptan ayrılınca, içinde su olan havuzda atını yıkayan insanları gördüm. İlgim bir anda bu şenlikli olaya kaydı.

Angkor Thom’da ilk olarak Bayon’u ziyaret ettik. Bayon, Angor Thom’un merkezinde bir tapınak. Üç katta, 54 adet lotus çiçeği goncası şeklinde yapılmış kule ve bu kulelerin üstünde dört bir yana bakan 200’ün üstünde dev insan yüzleri ile benzersiz bir Budist Tapınağı. Lotus çiçeğinin goncasına benzetilen piramidal kulelere sahip tapınaklar, ilk defa kral 2. Jayavarman tarafından, tanrıların yaşadığı kutsal Meru dağına atfen yapılmış ve bu model Angkor’da daha sonra yapılan tapınaklar içinde kabul gören model olmuş. Bayon içinde gezerken Apsara kostümleri içinde genç kızlar fotoğraf çektiriyorlardı. Üç Ülkeyi ve 9 şehrini gezerken ilk defa para karşılığı bir fotoğraf çekimine şahit oldum. Bu gezide fotoğraf çekimi için ücret talep eden olmadığı için, para vermeye alışmadık bir kere. Bu seferde vermedim; sağ olsun teleobjektif…

Bayon’da duvardaki kabartmalar çok güzellerdi. Aslında sadece burada değil, tüm Angkor tapınaklarının duvarları bazen doğum olayı, alışveriş gibi gündelik hayattan konuları, bazen Budizmin efsane konularını, bazen de savaşları konu olarak işlemişler.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bayon Tapınağı gezildikten sonra, Baphuon Tapınağı’na geçildi. Bu tapınak, Angkor tapınakları içinde en eski olanlarından ama aynı zamanda en fazla harap olanlarından bir tanesiymiş. On birinci yüzyılda 2. Udayadityarvarman tarafından yapılan bu tapınak, bu alanda ayakta kalan tek Hindu tapınağı ve tanrı Shiva’ya adanmış. Buranın en beğendiğim tarafı, yeşillikler arasından ve uzun ince bir yoldan tapınağa varılması.

SONY DSCFiller Terası, Kral 7. Jayavarman tarafından yaptırılan ve geçit törenleri veya askeri denetimler için kullanılmış bir alan. Burası bir yükselti ve krallar önünden geçen askerlerini muzaffer bir edayla selamlardı herhalde. Neden filler terası denmiş derseniz, burada gerçek boyuta yakın taş fil heykelleri mevcut. Sadece fil değil aslan, kaplan, yılan, kutsal kazlar ve Tanrı Vişnu’nun binek hayvanı olan dev kuş Garuda’nın heykeli de var.

Filler terasının hemen yanında Cüzamlı Kral Terası var. Yapımı 12. yüzyılın sonlarına tarihleniyor. Burada krallar kabullerini yaparlarmış ve halkı dinlerlermiş (halkını dinleyen kral pek inandırıcı gelmedi ama). Neden Cüzamlı Kral terası denmiş, tartışmalı. Bu terasta bulunan ve aslı Phnom Pehn deki Ulusal Müzedeki heykelin (bu heykelin orijinalini de görme şansımız oldu), efsanelere göre, cüzamlı kral Jayavarman’a ait olduğu düşünüldüğü için bu isim verilmiş. Ancak sonradan bu heykelin aslında Hindu yer altı tanrısı Yama’yı anlattığı kabul edilmiş. Bu alandan aşağıya doğru indiğinizde iç ve dış duvarlarında birbirinden güzel kabartmaların bulunduğu daracık bir geçitten geçiyorsunuz.

Bu gezdiğimiz alan Kimer Kraliyet sarayının önünde olan kısımdı. Sağımda solumda çok sayıda tapınak , kalıntı bana melun melun bakıyor ama gezmek ne mümkün. Zaman az, bir kez daha dün için kızgınlığım depreşti.

SONY DSC

Preah Neak Pean, Kral 7. Jayavarman tarafından yapılmış olarak kabul ediliyor. Aslında Budist rahiplerin şifa dağıttığı, kutsal bir yer. Burada gölün ortasında bir tapınak (gölün büyük bir kısmı şimdi kuru) var. Bu tapınağın çevresini dolanan ve birbirleriyle de dolaşmış bir çift yılan heykeli var. Bir köşede at şeklinde olan ve Budist Mitolojisinde deniz kazası geçirmiş gemicileri, insan yiyen canavardan kurtaran Balaha’nın heykelini görüyorsunuz. Daha ilginç olanı ise ortadaki tapınaktan dört yöne doğru uzanan ve birinde fil (kozmik elementlerden suyu temsil ediyor), diğerinde at (kozmik elementlerden havayı temsil ediyor), bir diğerinde aslan (kozmik elementlerden ateşi temsil ediyor) ve sonuncusunda da insan (kozmik elementlerden toprağı temsil ediyor) figürlerinin bulunduğu, üstü kapalı olan dört alanda çeşmelerin varlığı. Eskiden şifa arayan Budist dindarlar, rahiplerin tavsiyelerine göre bir çeşmeye gidip, oradan akıtılan suyu içerek şifa bulurlarmış.

SONY DSC

SONY DSCKral 7. Jayavarman ülkesini işgal eden Cham savaşçılarını yenince, bu zafer hatırasına ve bu sefer babası adına Preah Khan Tapınağını yaptırıyor. Ta Prohm’dan önce bu tapınak yaptırıyor. Preah Khan “kutsal kılıç” anlamındaymış. Bu tapınakta bir zamanlar 100000’e yakın insanın yaşadığını okuyunca inanamadım.

Tapınağın bir kapısından girip, diğerinden çıktık. Girdiğimiz kapının iki tarafında, kollarında Buda’nın koruyucu yılanı Naga’yı taşıyan tanrılar vardı. Bu tapınak kısmen restore edilmiş, bir taraftan da Kapok ağaçları kesilmeden korunmuş böylece tapınak gizemini koruyor. Tapınak içinde bölüm bölüm alanlar var. Örneğin bir kapalı alanda eko odası var. Tedavi amaçlı kullanılmış. Bir kapalı alanda ise tapınağın Stupası var.

Bu tapınağı sevdik, ancak gezdiğimiz saat fotoğraf çekimi için uygun değildi. Keşke ışığın biraz daha güzel olduğu bir saatte burada olabilseydim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

SONY DSC

SONY DSCTa Prohm, Angkor’daki en güzel tapınakları yaptırmış olan 7. Jayavarman’ın, annesi adına yaptırdığı bir tapınak. Belki de Angkor’daki tapınaklar içinde en ilgi çekeni ve en gizemli olanı bu tapınak. Kolonyal dönemde Angkor da kazılar yapan Fransız arkeologlar bir tek bu tapınağa dokunmak istememişler ve burada çok az ağaç kesmişler. Daha önceden bahsettim diye düşünüyorum ama yine de tekrarlayayım; Kimer krallığının en şatafatlı dönemlerinde bu kadar muazzam yapılar içeren Angkor şehri, komşu ülkelerden gelen tehditler sonucunda zamanla terk edilmiş ve bölge yağmalandıktan sonra doğa kendinden alınanı, tekrar içine almış. Bölge ormanın içinde kaybolmuş. Fransızlar bölgeyi arkeolojik olarak incelemeye ve temizlemeye başladıkları zaman, bölgenin nasıl bir halde olduğunu göstermek istemişler, bunu da Ta Prohm’da en az ağaç keserek başarmışlar.

Tüm gezdiğimiz tapınaklar çok güzeldi ama burasının mistik yapısı hiçbirisinde yoktu. Banyan ağaçları (rehber banyan ağacı derken, kitaplar aynı ağaca kopak ağacı diyor-cehaletime verin, ikisini de yazdım) kökleri ile tüm tapınak taşlarını içine hapsetmiş gibiler. Hindu kültüründe banyan ağacına “dilek yerine getiren kutsal ağaç” anlamında “kalpavriksha” denirmiş. Bu nedenle banyan ağaçlarının bu alanda bu kadar çok sayıda ve yaşca da eski olmaları boşa olmasa gerek.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ayrıca burasının bir özelliği de, en medyatik tapınak olması. Angelina Jolie’nin canlandırdığı Lara Croft, buradaki ağaçlarda daldan dala atlıyor.

Öğle yemeği sonrasında günün bir diğer önemli alanını gezmek için otobüse geçtik. Sabahleyin güneşi doğurtmak için ziyaret ettiğimiz Angkor Wat’ı gezeceğiz. Burası Kamboçya bayrağında yer alan, simge olmuş ve en güzel korunmuş olan tapınak.

SONY DSC

Angkor Wat, Siem Reap şehrinin 5.5 km kuzeyinde yer alan önemli bir tapınak. İlk defa 2. Suryavarman tarafından 12. yüzyılın ilk yarısında yapımına başlanıyor. Tanrı Vişnu’ya adanmış bir tapınak ve başkent olarak inşa ediliyor. Tapınağın önceki ismi ile ilgili herhangi bir yazılı kayıt yok. Bin yüz yetmiş yedi yılında Kimerlerin baş düşmanları olan Cham uygarlığınca yağmalanıyor. Daha sonra yeni kral 7. Jayavarman ülkeyi yeniden inşa ederken yeni başkenti Angkor Thom’a ve kraliyet tapınağını da Bayon’a taşıyor. Tapınak 14-15. yüzyıllarda Theravada Budizmi’ne hizmet veriyor. 16. Yüzyıldan sonra ihmal edilen bir tapınak olmasına rağmen, üzerini kaplayan orman sayesinde yok olmuyor.

SONY DSC

Tapınağı ilk gören Avrupalı, 1586 yılında Antonio da Magdalena adlı bir Portekizli keşiş. Bu adamın bu tapınak hakkında o zaman yazdıklarının altına, ben bugün imzamı atarım.

Demiş ki; “O kadar sıra dışı bir yapı ki onu kalemle tarif etmenin mümkünü yok. Dünyadaki hiçbir binaya benzemiyor.” Binayı meşhur eden ise 19. Yüzyılın ortalarında Fransız Henri Mouhot’un seyahat notları oluyor. İlginç olan ise bu gezginin, Angkor Wat’ı Kimerlerin inşa etmesinin mümkün olamayacağını, burayı olsa olsa Romalıların inşa ettiğini ileri sürmesidir. Yirminci yüzyılda binaya restorasyon uygulanmaya ve civarı temizleme çalışmalarına başlanıyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Angkor Wat’ın önünde büyükçe bir gölet var ve dar bir köprüden geçilerek ana giriş kapısına giriliyor. Bu geçiş sonrası ana tapınak içine giriliyor, sağ taraftaki koridorda Ramayana Destanı tekrar karşımıza çıkıyor, kabartmalar çok güzel. Merdivenlerden bir kat çıkınca iki yanlı havuzun bulunduğu bir avluya geliniyor. Buradan yukarıya çıkınca ortada ana kule ve köşelerde de yan kuleler gözüküyor. Ortadaki kuleye merdivenlerle çıkılıyor ve en yukardan manzaranın tadına varılıyormuş. Maalesef biz buraya kadar çıkamadık çünkü yenileme nedeni ile kapalıydı.

Buradan sonra başka bir kapıdan çıkarak Angkor Wat dışına çıkıyorsunuz. Burası Angkor Wat a ilk girişte karşınıza alıp baktığınızda sağda kalan yeşillik alana denk geliyor. Buradan çok hoş Angkor Wat fotoğrafları aldık.

Daha sonra ise Angkor Wat önündeki göletin bulunduğu alana geldik. Burada çocuklar tüm hünerlerini gösterip, suya atlamalar yapıyorlar.

SONY DSC

Sabah 04:00 den beri durmadan gezip program açığını kapatmaya çalışıyoruz. Bir, iki yer hariç kapattık sayılır. Eziyet oldu tabii ki ama görmeden de olmaz. Unutmayın, Angkor’un hakkı üç gün, iki güne de –belki- razı olun ama daha azına asla…

Günün son aktivitesi ise, Angkor’a ilk gelişte otobüste gördüğümüz, gün batımını izleyebileceğimiz en iyi nokta, Phnom Bakeng tapınağından güneşi batırmak. Bu tapınak Angkor’u ilk başkent yapan kral Yasovarman tarafından yaptırılmış. Tepede bulunan bir tapınak. Buraya ulaşmak için yürümek gerekiyor. Herkes gün batımını buradan yaptığından, o saatlerde anormal kalabalık oluyor. Yol dar ve eğimli. Bir alternatifinizde fil sırtında çıkmak. Ama çok kalabalık oluyor ve sıra var. Laos’da bazı arkadaşlar, file burada binmeye karar vermişlerdi ama bu bir hayal olarak kaldı, gerçekleşmedi. Onun için tavsiyem, file binecekseniz, Laos’u seçin.

Sonunda alana vardık ama tapınak merdivenleri acayip bir şekilde dar ve yüksek. Bu kısım çok eziyetli. Hele bizim gibi son dakikalarda tırmanışa geçmişseniz çileli olacaktır. Ancak buradan gün batımını izlemek çok güzeldi. Günün yorgunluğunu aldı.

SONY DSC

Siem Reap’dan size son aktaracağım, gece pazarı. Siem Reap’ın gecesi çok hareketli. Hele başkent olan Phnom Pehn yanında çok çok hareketli. Gece pazarında güzel şeyler vardı. Ben Kamboçya gezi kitabını burada aldım. Gezi bitti, kitabını aldık ama İstanbul’da vardı da biz mi almadık?

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

18.12.2014 Saat 01:48

Vietnam-Laos-Kamboçya Gezi Anıları:Laos: Keşfedilmeyi Bekleyen Ülke-Luang Prabang-Fil Kampı/Khuang Xi Şelaleleri

SONY DSC

SONY DSCLuang Prabang’da son tam günümüzdeyiz. Bugün öğleden önce eskinin Kraliyet Sarayı, bugünün Ulusal Müzesini gezip, ardından birisi ipek böcekçiliği işe meşhur olmak üzere iki Laos köyünü ziyaret edeceğiz. Saat 14’den sonrada bir başka doğa harikası olan Khuang Xi (Kuangsi) Şelalerine gidilecek.

Sabah erkenden kalkıp, yemek toplama törenini bir defa daha izledim ve fotoğraf çektim. Öncekileri kaydetmediğim için bu sefer ağırlıklı olarak video çekimi yaptım. Değişen bir şey yok, bugün de güzeldi. SONY DSC

Kahvaltı sonrası grup olarak topluca Ulusal Müzeye doğru yürüdük. 1904-1909 yılları arasında, Kral Sisavang Vong’a Saray olarak yapılan bu güzel yapı,1976’dan beri Ulusal Müze olarak hizmet veriyor.

Sarayın ana kapısından girişte soldaki bina geçmişte de, günümüzde de tiyatro olarak hizmet veriyormuş. Önde Kral Sisavang Vong’un dev bir heykeli bulunuyor. Bina da Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri saat 18:00 de Ramayana efsanesinden alınma sahnelerle canlı performans gösterileri oluyormuş. Bizim gittiğimiz günde vardı ama saati uymadı. Haberimiz de olmadı, söyleyende. Bunun yerine sarayda fotoğraf sergisi vardı, onu gezdik.

Sağdaki tapınak ise kraliyet ailesinin ibadet ettiği tapınak. Sütun işlemeleri harika, tam krallara göre.

SONY DSC

Sol tarafta bahçede palmiye ağaçları ve geniş bir havuz mevcut. Havuz başında iki tane genç keşiş, gezideler. Fotoğraflamak için yaklaşayım dedim ama belli iyi vakit geçiriyorlar. Keyifleri fotoğraf vermekle kaçmıyor ama yine de bu sefer yapmak istemedim. Bunu yerine objektifin yettiği kadarı ile uzaktan fotoğraflarını çektim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Karşınızda duran bina ise Saray. İçine girerken ayakkabılar çıkarılıyor ve fotoğraf çekmeye izin yok. Müze içinde kraliyet tahtı, özgürlük beratı ve dini bazı hazineler gibi eserler var. Sarayın kapısından girdikten sonra karşınıza çıkan yer ise Kralın kabul salonu. Ortada tahtı var. Bu odanın sağ tarafında, duvarlarında kesilmiş renkli ayna mozaiklerden insan, hayvan figürleri mevcut. Kralın kabul odasının sol tarafında ise kralın başyardımcısının kabul salonu var. Arka taraflarda da özel yaşam alanları. Hoş bir saray. Fransızların ülkeyi fiilen yönettiği ve sömürdüğü, şeklen kralın olduğu bir dönem olduğundan, saray içinde de Avrupai bir hava var.

SONY DSC

SONY DSCBir gün öncesinden grubun geneli için kötü geçen 2 saatlik bot turu ve köy gezisi sonrasında alternatif olarak ne yapabiliriz diye sorguladığımızda, 15 km yakında bulunan ve bir proje kapsamında korumaya alınan Fillerin bulunduğu kampa yarım günlük gezi fikri cazip geldi. Tura ait akşam yemeklerinden artık vazgeçip, otelin bulunduğu caddenin sonuna doğru yaptığımız yürüyüşlerde varlığını keşfettiğimiz pizzacıya giderken, yolda dikkatimizi bir tur şirketinin tabelası çekmişti. Burada yarım günlük Fil kampı ziyareti vardı. Grubun en az yarısı için cazip bir öneri diye düşündüğüm bu olayı bizim rehbere açtığımda, sağ olsun ilgilendi ve indirimli fiyat önerisi geldi. Konuyu gruba açtığımda ben ve eşim dahil ancak beş kişi ile bu tur için parmak kaldırdı. Diğerleri köy gezilerini yapmaktan yanalar. Böylece beş kişi turdan ayrılıp, otele geri döndük. Bizi buradan araçla alacaklar. Öğle sonrası 14’de grubun diğer üyeleri ile birleşeceğiz.

Bu tur için adam başı 25 USD (normali 30 USD) ödedik. Buna otelden alış, tesisi geziş ve kısa bir Fil üstünde seyahat, sonrasında otele dönüş dahil. Bu turun diğer alternatifleri ise tam günlük tur veya birkaç günlük fil bakımı eğitimi için konaklamalı turdu. Benim gibi, “kim fil bakımını öğrenmek için eğitim alır ki derseniz”, yanılırsınız. Biz turdan geri dönerken, bizi almaya gelen servis arabası, özel giysileri giydirilmiş konaklamalı tura katılan Avusturalya’lı turist kafilesini getiriyordu. Yarım günlük turlar kısıtlı saatlerde, bu nedenle bir gece önceden ayarlama yapmanız en iyisi. Bizim gibi bir de öğle sonrası tura gidecekseniz riskli. Arkadaşları bekletme olasılığı biraz sıkıntı yarattı. Ama onları yemekte yakalayıp, kazasız belasız ve güzel anılarla döndük. SONY DSC

Gelelim Fil kampına; Laos’un ülke olarak eskiden bilinen ismi bir milyon fil ülkesi. Saymışlar mı? Zannetmem, ama ne kadar çok fil olduğunu iyi ifade etmişler. Fil eskinin taşıma aracı, savaş aracı, buldozeri, yani her şeyi. Bu kamp şehir merkezinden 15 km dışarıda. Yolu rezalet, içimiz dışımıza çıktı. Arabada biz beş kişi, 70’lerin üstünde bir teyzem ve yanında bir genç adam (Kanada ‘dan gelmişler) bize eşlik ediyor. Teyze, herhalde file binmez dedim ama aslanlar gibi bindi.

Fil kampına gelince sizi bir bekleme alanına alıyorlar. Fillerin bugün biraz yoğun olduğunu söylediler. Bizden önce gelenler, gezideymişler. Zaman darlığı olmasa mesele yok! Etrafta fil yok ama öbek öbek fil pisliği var. Yarım saatin sonunda üzerinde Japonlar (veya Koreliler) ile filler gözüktü. Arka arkaya iki adet fil. Ne de heybetli hayvanlar!

Fillere binmek için doğal olarak yüksekçe bir alana çıkıyorsunuz. Üç bayan bir file, 2 erkek bir file bindik. Fil ağır ağır harekete geçti. Aman yarabbi! Altınızdaki gücü hissediyorsunuz. Yani Tarzan’ın fillerle güreşi filan, külliyen yalan!

Turu ormanın içinde gerçekleştiriyorsunuz. Fil ara sıra sağa sola yemek için sapıyor ama onları idare eden fil şoförleri de çok becerikli. Bu küçük cüsseli adamların filleri yönetmek için, fillerin kulaklarını kullandıklarını fark ettik. Filin bu cüssesi ile bu kadar atik olabileceğine inanamazdım. Hangi bacağını, ne zaman atacağını o kadar iyi biliyor ki! Fil sırtında gezi yaklaşık bir saat sürüyor. Çok güzel bir ortamda, “iyi ki yaptık” dediğimiz bir gezi oldu.

Sanal değil, gerçekten Laos da olduğumun kanıtıdır, fil gezisi.  Fil kampına fillerle giriş ve zafer nidaları attık (düşmeden kampa döndük ya!). Başta biraz bir doğasever ve hayvansever olarak konsepte aykırı gibi gelmişti bize ama muhteşem bir deneyimdi, tavsiye edilir..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

SONY DSCFil kampına yarım günlük turumuz sonrası grubu ucu ucuna yakaladık ve hatta ayaküstü yemek bile yedik. Biz diğer arkadaşların turunu, onlarda bizim küçük turu merak ediyorlar. Gezdikleri en güzel köyler olduklarını söylediler ama biz hiç imrenmiyoruz. Bizimde keyifli anlarımız oldu, karşılıklı abartmanın bir anlamı da yok tabii ki..

Otobüsle şelaleye giderken dokuması ile ünlü olan bir köye uğradık. Köyü dokumacılığı ile değil ama küçük tapınağının içinde bulunan ve kaldıkları evin penceresinden bakan keşişleri çektiğim fotoğrafları ile anımsayacağım. Dedim ya! Keşişler uzak dünyanın kendilerine olan ilgisinin farkında ve her biri fotoğraf çektirmeyi biliyor. En sevdiğim fotoğraflar bunlar oldu.

Khuang Xi (Kuangsi) Şelalerine gitmek için 30 km mesafeyi yaklaşık olarak bir saatte gittik. Şelale alanına girişte ayıların koruma altına alındığı bir kafesle çevrili alan var. Grup nedense burada biraz fazla oyalandı. Oysa esas olay bizi ilerde bekliyor.

SONY DSC

SONY DSCBu şelale alanı, benim şu ana kadar gördüğüm en güzel şelale alanlarından bir tanesi. Derin bir ormanın içinde, yüksek bir tepeden akan şelale ve bu suyun devamında birbirini takip eden küçük şelaleler oluştuğunu düşünün. Buna bir de berrak, tertemiz ve türkuaz renkli havuzcuklar ekleyin; alın size mükemmel bir dinlenme ve yüzme alanı. Kuangsi Şelale alanı aslında çok güzel bir yürüyüş alanı, her yer yemyeşil. Kuş cıvıltıları ve su şırıltısı dışında sizi uyaran bir şey yok. Hepinizin “böyle uyarıya da can kurban” dediğinizi duyuyorum. Bu alanda kendimizi kaybettik. Nerenin fotoğrafını çekeceğimi şaşırdım. Bir ara hanımı da kaybettim. Bizim su kuşu dalmış berrak sulara, ama aceleden yanlış taraftan suya girmiş. Rehber yanımıza gelince ”gelin esas yüzme yeri burası değil” diye bizi bir yukarıya götürmek istedi. Bu cennet, esas yer değilse, esas yer ne diye adlandırılabilir ki? Gerçekten bir üstteki havuz daha büyük ve güzeldi. Hanım ve peşinden iki arkadaş daldılar sulara, ben fotoğraf peşinde olmayı seçtim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu anlatımla Laos gezisi sona erdi. Yarın Kamboçya, Siem Reap gezileri başlıyor. Bir değerlendirme yapmam gerekirse, buralara kadar gelip de Laos’u görmeden dönsem çok yazık olacakmış.

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

16.12.2014 Saat 22:38