Gezinin başında, programı elime aldığımda, acaba Phnom Pehn’i boşverip, Siem Reap’da bir gün daha mı geçirseydik diye düşünmedim değil. Ancak bugün, bunun yanlış bir hareket olacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Siz de Phnom Pehn’i atlamayın derim.
Geziye Kraliyet Sarayı ile başladık. Ufacık Phnom Pehn şehrinin, büyükçe, şatafatlı, her yanı pırıl pırıl parlayan, klasik Kimer damlı yapısı olan Kraliyet Sarayının her yanı gezilemiyor. Kral Shimoni’nin yaşadığı yer ve geziye kapalı olan kısımda hala yaşam var. Sadece Taht Salonu ve Gümüş Pagoda geziliyor ancak burada da fotoğraf çekilemiyor. Saray malumunuz üzere yüksek duvarlarla çevrili. İçeride karşınıza çıkan yüksek bina Taht Salonu. Burada Kralın kabulleri ve seremoniler yapılıyormuş. İçeri de fotoğraf çekimi yasak, bu nedenle sadece dışarıdan fotoğrafı var. Bu binanın yanında Fransa Kralı 3. Napolyon’un Kamboçya Kralına hediyesi olan Avrupai tarzda bir bina yapılmış . Avrupalı devletler adama bedava bir şey vermezler, karşılığında ülkenin öz kaynakları gitmiş tabii ki.
Gümüş Pagoda’nın adı, yerde serili olan ve her biri 1 kg ağırlığındaki gümüş plakaların yer döşemesi olarak kullanılmasından geliyor. Burası bir zamanlar Emerald (Zümrüt) Buda’ya ev sahipliği yapmış ve bir diğer adı da Wat Preah Keo. Burada üzerinde çok sayıda mücevherin (9000’nin üzerinde) bulunduğu bir Buda heykeli var. Bir başka Buda heykeli ise 90 kg altından.
Bahçe içinde diğer yapılar kralın heykeli, kraliyetin gündelik eşyalarının sergilendiği bölüm.
Çıkışa doğru kraliyet ailesinin fil sırtında iken kullandıkları eyerlerin sergilendiği bir başka bölüm de var.
Phnom Pehn’deki Ulusal Müze çok kıymetli Kimer eserleri içeriyor. Burasını hakkını vererek gezemedik. Halbuki içeride bize bilgi vermek için can atan müze görevlileri vardı. Gruptan birkaç kişi, yarım saatte de olsa bu heyecanlı ve yaptığı işten zevk alan müze görevlisi bayandan erken ve son dönem Kimer eserleri hakkında bilgi aldık. Buraya mutlaka zaman ayırın derim.
Şehirde Wat Phnom tapınağıda sık ziyaret edilen yerlerden ama bize artık tapınaklar fazla gelmeye başladı, burayı bireysel olarak gezdik ve çabuk geçtik. Şehrin en eski tapınaklarından, iyi şans getirmesi için dua ediliyor, gerçekleşirse, hediye ile geri dönüyorsunuz. İçeride duvarda Ramayana efsanesi resimleri var.
Ölüm Tarlaları
Phnom Pehn gezimizin bu kadar üzücü olacağını hiçbirimiz tahmin edemezdik. Buralara gelmeden önce kötü olaylar yaşandığını biliyorduk ama bu kadar da etkileneceğimizi bilmiyorduk.
Önce Pol Pot ve Kızıl Kimerlerin tarihsel gelişimi hakkında bilgi vermek isterim (bu kısım uzun gelebilirse de, okumanızı tavsiye ederim. Ülkemiz topraklarında bir dönem gerçekleşmiş ve olaylara şahit olan anneannemden sağken dinlediğim kötü ama asla soykırım denemeyecek olayları karşılaştırabilmeniz açısından faydalı olacaktır.
19 Mayıs 1928 (bazı yerlerde 1925) doğumlu Saloth Sar ya da daha iyi bilinen ismi ile Pol Pot, Kızıl Kimerler olarak bilinen Kamboçya Komünist Partisinin bir zamanlar lideriydi. En güçlü zamanlarında ise (1976-1979) Demokratik Kamboçya’nın Başbakanlığını yaptı.
Kendisi Çin-Kimer kökenli bir aileden geliyor. Kız kardeşi, Kamboçya kralı Sisowath Monivong’un saraydaki odalık cariyelerinden olduğundan, sık sık saraya girip çıkma durumları da oluyormuş. Meslek Lisesinden Radyo teknikeri olarak mezun olunca, Fransa’ya teknik bilgilerini geliştirmek için gönderiliyor. 1949-1953 yılları arasında bu eğitim çalışmalarına katılıyor. Ama burada okumaktan çok, Fransa Komünist Partisi ile ilgileniyor ve imtihanlarda da başarısız olunca 1954 de ülkesine gönderiliyor. Kamboçya’ya dönünce henüz bağımsız olmamış Kamboçya’daki isyancıların örgütlenmesinde görev alıyor. 1954 Yılında Cenova’da bağımsızlığı verilen Kamboçya’da, seçimlerin yapılması istenildiği halde, Kral Norodom Sihanouk sayesinde seçimlerin yapılamayıp asker ve polis marifetiyle halka ve partilere baskı uygulanınca Komünist Partisi silahlı mücadeleye karar veriyor. Pol Pot da bu sırada mezun olduğu okula öğretmen olarak dönüyor ve 1962’ye kadar da bir önemi olmayan üye olarak kalıyor. Ancak 1962 yılında Kamboçya hükümeti seçimler öncesinde aşırı uçlardaki sol partilerin liderlerini tutuklayıp, seçime katılmalarını engelleyince, Kamboçya Komünist partisinin legal faaliyetleri de kesilmiş oluyor. Buna bir de komünist hareketin o anda ki liderinin polis nezaretinde ölümü eklenip, kalan önderlerin tutuklanması sırayı takip edince, adam yokluğundan, Saloth Sar ya da Pol Pot denen yüzyılın soy kırımcısına “yürü ya kulum” oluyor. Komünist hareketin başında artık Pol Pot vardır. Arananlar listesinde olunca, Pol Pot da Vietnam sınırına kaçıp, Güney Vietnam’la iç savaş yapan Kuzey Vietnam’lı komünist gerillalarla temasa geçiyor. Bu sırada Pol Pot çiftçilerin yapacağı devrim üzerine teoriler geliştirip, Theravada Budizminin kendi Komünist anlayışlarına uymayan elementlerini bile sistemlerine adapte ediyor. Hibrid bir komünizm geliştiriyor diyebiliriz. Bu arada kralın kendisinden ve uygulamalarından memnun olmayan çiftçiler de dahil, çok insan harekete katılıyor ve 1960’lı yılların sonundan itibaren hükümete karşı küçük ayaklanmalar başlıyor.
Kralın aslında kendisinin hazırladığı ve ülke dışında iken gerçekleşen Vietnam karşıtı hareketlerde iş çığırından çıkınca, Kral, Kamboçya hükümetince azledilir. Askeri yönetim ülkenin başına geçer. Ülkede yönetim değişince Kral ve Pol Pot, Vietnam komünistlerince, Kamboçya hükümetine karşı aynı safta bir araya getirilir. Uzatmayalım; tarihin en gaddar adamı 1970 yılında Başbakan olarak, tüm ülkeyi idare edecek gücü eline geçirir. İktidar da kaldığı 5 yıl boyunca da, bir kaynağa göre 1.7 milyon, bir diğerine göre 3.5 milyon insanın en kötü işkencelere uğratılarak ölmesine neden olur. Tarihte bir insanın, kendi insanına böyle bir soykırım uygulamasına şahit olunmamıştır herhalde.
Önceleri Kral Sihanouk’a karşı olan düşünceleri, daha sonra Kamboçya sağcı partilerine ve onların Amerikan yanlısı düşüncelerine karşı olmak şeklinde değişiyor. Ne ilginçtir ki ileri yıllarda sıkışan Pol Pot’un destekçisi Amerika olacaktır. Krala karşı halkın ayaklanması gibi gözüken Kızıl Kimer hareketi, zaman gelecek kralla birlikte halka karşı hale gelecekti. Kendilerini askeri yönetimden kurtaran Kızıl Kimerleri karşılayan halk, herhalde neler yaşayacağını bilse, onları bu şekilde karşılamazdı.
Tarihin cilveleri bu patolojik insana inanılmaz roller vermiştir. Gelişen bazı olaylar aslında küçük bir harekete, çok sayıda insanın katılmasına neden olmuştur. Örneğin Vietnam’da komünist gerillalara lojistik destek verildiğini iddia eden ABD, Kamboçya köylerine B-52 bombardıman uçaklarından bomba yağdırıyordu. Bu köylüler krala, askeri rejime, ABD’ye karşı duran tek hareket olarak Kızıl Kimerleri ve Pol Pot’u görüyordu ve bu harekete katılıyor veya destek veriyorlardı. Kral Sihanouk eğer sol partilerin liderlerinin tümünü ortadan kaldırmasa, bu adama liderlik sırası gelemeyecekti.
Pol Pot iktidara geldiği güçlü yıllarında “Sıfır Yılı” adını verdiği dehşet verici bir temizlik operasyonuyla, “emperyalizmin uşakları” olarak nitelediği iyi eğitim görmüş bütün yurttaşlarına karşı amansız bir savaş başlatmıştır. Şehirde yaşayan herkesi pirinç tarlalarında çalışmaya zorlayan Pol Pot, bütün okulları kapattı. Yaşlı-genç-çocuk-kadın-erkek ayırımı yapmaksızın yüz binlerce insanı işkence hanelere dönüştürülen okullarda, komünist idareye karşı olduklarını itiraf ettirdikten sonra ölüm tarlalarına sürdü.
Üniversiteyi bitirmek, ellerinde nasır bulunmamak, herhangi bir konuda uzman olmak, yabancı dil bilmek, hatta ve hatta gözlük kullanmak dahi, bu insanların ölüme gönderilmeleri için yeterli birer gerekçeydi. Çünkü her fırsatta eğitimli insanlardan tiksindiğini vurgulayan Pol Pot, Kamboçya’nın gerçek kurtuluşunun herkesin “kara cahil” kalması ve kırsal bölgelerde kurulan toplama kamplarında yalnızca bir tabak pirinç için çalışılmasıyla sağlanacağına inanmaktaydı. Kurduğu rejime de âdeta ironi yaparcasına “Demokratik Kamboçya Cumhuriyeti” adını vermişti.
Pol Pot 15 Nisan 1998’de bambudan yapılma köy evinde özgür bir insan olarak “kalp krizi”nden öldü. Tek bir soruşturma bile geçirmeden, tek bir gün bile gözaltına alınmadan…
Gerçekte Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Çin ve Tayland hükümetleri Pol Pot ve Kızıl Kimerlere iktidarı ele geçirmede ve korumada yardım etmemiş olsalardı, onu yasal lider olarak tanımasalardı, tarihte bir hiç olarak kalacaktı ve bir çok insan da bugün hayatta olacaktı.
Pol Pot ve Kızıl Kimerleri, kendileri dışındaki tüm insanları şüpheli görüp, ona göre davranmışlar. Bu işlerde de 13-17 yaşları arasındaki çocukların kullanılması işin bir diğer trajik yanı. Beyinleri yıkanmış Çocuklar, anne ve babalarına işkence hanelerde işkence etmişler. Bu nasıl bir beyin yıkamanın eseri olabilir?
Sorgulama işleri için okullar kullanılmış. Şüpheli görülen insanlar burada maddi ve manevi işkenceler görmüşler. Buraya gelen insanlar işkenceden kurtulmak için suçlamaları kabul etmişler ölüm tarlalarına sürülmüşler, suçu kabul etmemişler işkenceden ölmüşler. Sonuç hep ölüm olmuş.
Tuol Sleng Müzesi, bir soykırım müzesi olarak korunmuş olan bir yer. Burası aslında bir liseymiş. Pol Pot ve Kızıl Kimerler burayı 1975’de hapishane haline getirmişler. Burası 21 numaralı (S-21) hapishane olarak adlandırılmış, kısa zamanda da şehrin en beter işkence hanesi olmuş. Burada 17000 den fazla insan işkence görüp, ölüm tarlalarına gönderilmiş. Vietnam’lılar Pol Pot rejimini yendikleri zaman, içeride sadece 7 tane canlı insan bulabilmişler. Şehri ele geçirmeden hemen önce işkence görmüş 14 tane mahkumun cansız bedenlerini bulmuşlar. Bunların mezarları bahçede görülüyor. Sağ kalan bu 7 insanda işkencenin fotoğrafını, resmini yaparak sağ kalmışlar. İyi mi, kötü mü? Yargılayamadım. İnsan yaşamak için ne gerekiyorsa yapıyor. Bu ressamlardan bir tanesinin resimleri burada sergileniyor. Hapishaneye girince sol tarafta tek kişilik odalar sergileniyor.
Tek kişilik oda deyince bir somya, insanlara dışkılama kabı olarak verilen boş bir mermi kutusu ve zincirleri düşünün. Yerlerdeki kan izleri, yaşananların korkunçluğu hakkında fikir veriyor. Bazılarımız daha ilk bir iki odadan sonra ziyaretten vazgeçiyor ve bahçedeki güzel kokulu plumeria ağacının altına oturuyorlar. Sonraki büyükçe bir odadan, alanı 1 metre kare bile olmayan çok sayıda küçük odacık yaratılmış. Bu odalara, yan yana girmek mümkün değil. Yerlerde zincirler ve tuvalet ihtiyacı için boş teneke kutular var.
Ben en çok ama en çok neden mi etkilendim? Gözlerden. Bir odada, buraya gelen ve hemen hepsi de ölmüş olan mahkumların fotoğrafları sergileniyordu. Hemen hepsinin gözlerinde ölümün korkusu vardı. Bazısı işkence sonrası fotoğraf vermiş, gözler ve yüzler şiş ve morarmış. Bir tanesi, ama sadece bir tanesinin yüzünde bir gülücük vardı. İnadına gülüyordu.
Sonraki odalarda işkence aletleri vardı. İnsan zekasının bu aletleri yaratmak için verdiği çaba ne trajik.. Kelimelerin yeteceğini sanmam. Sonunda ben de çıktım bahçeye.. Güzelim plumeria ağacının altına gittim, eğilip yere düşmüş bir çiçek aldım, kokladım, kokladım.
Otobüse binip, Phnom Pehn’den 15 km sonra, S-21 den getirilen mahkumların son durakları olan Choeung Ek’e geldik. Burası ilk bakışta yeşillik bir alan gibi gözüküyor. Ama bu alanda tam 129 tane toplu mezar tespit edilmiş. Bunlardan sadece 43 tanesi açılmış. Buradan 8000 üzerinde ceset çıkmış. Bunların kafatasları camdan bir kule içinde saklanıyor. Cinsiyete, yaşa göre sınıflama yapmışlar. Çoğunun kafatasında kırık gözüküyor. Daha fazla bakamıyoruz. Ortada çok sayıda çukur var. Bunlar toplu mezarlar. Bir ağaç kenarında duruyoruz. Rehber bu ağacı anlatıyor; bu ağacın bir bölümünün rengi değişik. Nedenini anlatınca donuyoruz. Bu ağacın dallarına baş aşağıda bağlanan çocuklar hızla ağaca vurularak öldürülürmüş. Yazıklar olsun yapana, yaptırana ve gören gözlerine, duyan kulaklarına inat göz yumanlara, kulak tıkayanlara. Bir ağaç ölüm makinesine dönüştürülmüş.
Gezi bitip, otobüse doğru dönerken kelebekler dikkatimi çekti. Ortalıkta onlarca güzel kelebek uçuşup duruyor. Sanki burasının adı ölüm tarlası değil, ortalıkta çiçekler, çiçekler üzerinde kelebekler. İnadına yaşam var.
Son nokta ölüm olmamalı diyorum; o güzelim kelebeğin peşinde koşuyorum, belki birkaç kare alırım.
Evet Sanal gezgin arkadaşlarım.. Bu son ama güzel gezinin en iç karartıcı yazısı ile Vietnam-Laos-Kamboçya gezi yazı dizimin sonuna geldim. Sabırla okuyanlara teşekkür ederim. Bir gün bir yerde, bir güzel gezi de karşılaşmak umuduyla..
GEZEKALIN
Dr Ümit KURU
19.12.2014 Saat 23:44