Bir gün Etiyopya Kralı Menelik II, sevgili karısı Tauti ile kraliyet sarayının bulunduğu 3200 rakımlı Entoto tepesinden, aşağılarda, bugünkü Addis Ababa şehrinin bulunduğu yeşillikler içerisinde ovaya doğru bakıp Tej adlı baldan yapılma içkilerini yudumlarken aralarında şöyle bir konuşma geçmiş olabilir;
Kraliçe Tauti: “Sevgili Kralım, bu tepede iliğim kemiğim dondu. Yazın neyse de, kışın hiç oturulmuyor! Bak aşağıda yeşillikler içinde güzel bir yer var. Oraya yeni bir saray yaptırsan da kaplıcalara girsek, iliğimiz kemiğimiz de bir güzel ısınsa!”
Kral Menelik II:”Doğru dersin hanım, yaşlandık ve benim de halim yok artık. Düşman neyin de kalmadı. Dur! Ben şuraya bir güzel saray yaptırayım!”
Kral ve Kraliçe arasında böyle bir konuşma oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Ama Kral Menelik II gerçekten de tepede olan sarayını 1896 yılından itibaren bugünkü yerinde inşa etmeye başlamış. Kitabın yazdığı rivayete göre ikisi de aşağılara doğru bakarlarken bir dumanın çıktığını ve buraya gittiklerinde de bir sıcak su kaynağı ve çevresinde güzel çiçeklerin varlığını görmüşler. Amharik dilinde “yeni çiçek” anlamında gelen Addis Ababa ismini verdikleri bu şehri inşa ettirmişler.
Anlamı “Yanık tenli insanların yurdu” olan Etiyopya, 1100000 km2 ve 85 (2012 de 92) milyona yakın nüfusa sahip bir ülke. Fakirlikte dünyanın sondan ilk 10 ülkesi içinde. Etiyopya’nın başkenti olan Addis Ababa’ya THY’na ait bir uçakla doğrudan uçabiliyorsunuz. Uçuş mesafesi 3900 km ve yaklaşık beş saat sürüyor. Addis Ababa’ya varınca bizi yerel rehber karşıladı ve tura katılan diğer 4 kişi ile birlikte otele götürüldük. Yol boyu bir hareketlilik yok. Gecenin karanlığında şehrin dışında bir otele gittiğimizi ve şehir merkezinden uzakta olduğumuzu düşündüm. Ancak sabahleyin aslında bu şehrin klasik anlamda bir şehir merkezine sahip olmadığını öğrenecektim.
Üç binlere yakın rakım yanında, ev dışında herhangi bir yerde ve kendi yastığım dışında herhangi bir yastıkta uyuyamama adetim bu gece de kendini gösterdi. Sağa dön, sola dön sabahı ettim.
Saat 09:30 da kahvaltı sonrası Addis Ababa içindeki ilk turumuza başladık.Yerel Rehberimiz, benim hanım dahil, bayanların ilgisini çekti; Bob Marley mübarek..
İlk durak Ulusal Müze. Müzeye girişte bir güzel aranıyorsunuz. Diğer arkadaşları aramadan geçiren bayan polisin fotoğrafını çekme amacıyla fotoğraf makinemi doğrulttuğum da bir güzel fırçayı yedim. Aklınızda olsun, bu ülkede adının önünde “resmi” sıfatını taşıyan ne varsa fotoğrafını çekmek yasak. Ciddi anlamda sıkıntı yaşayabilirsiniz.
Ulusal müze üç katlı bir bina. En alt katında Etiyopya bölgesinde bulunan insan öncesi ve insanlığın evrimsel olarak en ilkel formlarına ait buluntuları sergileniyor. Bu bölge bu türden buluntular anlamında çok zengin ve hatta Etiyopyalılar, “tarihin bilinen en eski insan formları bölgemizden başlayıp, diğer alanları yayıldı” diye övünüyorlar. Gerçekten de en eski insan öncesi buluntu 4.4 milyon yıl öncesine ait iken, 3.2 milyon yıl öncesine ait olan ve ilk kez iki ayak üstünde yürüyen insan fosili burada bulunmuş. Bu fosil çok meşhur ve bir değil tam iki adı var; Lucy ve Dankinesh. Sonuncusu Etiyopya halkının verdiği isim. Neden Lucy derseniz, onu bulan arkeolog o anda radyodan müzik dinlerken, radyoda çalan parçanın ismi Lucy imiş de ondan! Rehberimiz bize Lucy ye ait imitasyon iskeletin başında bilgi verirken, Lucy’nin de geziye çıktığını söyledi. Bizim küçük hanım Amerika Birleşik Devletlerinde imiş. Rehberin söylediği bir cümle biraz bizi üzdü;”Lucy bir yıldan fazladır ülke dışında ve ne zaman geleceğini de kimse bilmiyor”. İnşallah Lucy hanım bir an evvel ait olduğu yere sağ salim döner (Bu yazıyı güncellerken öğrendim ki 3.2 milyon yaşındaki Lucy Etiyopya’ya Addis Ababa’daki Ulusal Müzeye ancak 7 Mayıs 2013’de dönebilmiş)
Müzenin giriş katı ise Etiyopya da hüküm sürmüş devletlere ve özellikle Aksum Krallığına ait eserlerle dolu. Aksum Krallığı bugünkü Etiyopya ve civar ülkelerden bazı toprakları da içine alan ve MÖ 4 yüzyıldan, MS 10 yüzyıla kadar hüküm sürmüş ve Roma ile Hindistan arasındaki ticarete ara buluculuk ettiği günlerde en parlak zamanlarını yaşamış bir krallık. Kral Ezana zamanında Hristiyanlık kabul ediliyor (MS 356) ve Etiyopyalıların başka bir övünç kaynağı olan resmi olarak Hristiyanlığı kabul eden ilk imparatorluk olarak tarihe geçiyor. Bu topraklar Kureyşlilerin baskısından kaçan Müslümanların hicret ettikleri yerler. Musevilik açısından da bu toprakların önemi varmış. Rivayete göre Saba Melikesi Belkıs, (Habeş dilinde Nigist Saba), günümüz Etiyopya veya Yemen’inin olduğu topraklarda hüküm sürdüğü farz edilen, tarih öncesi Saba hükümdarıdır. İsrail Kralı Süleyman Peygambere hediyelerle himaye istemek için giderse de, Süleyman onu baştan çıkarır ve bu aşktan Etiyopya’nın ilk kralı olan 1. Menelik doğar. Bu oğul babasını merak edip İsrail gider. Dönüşte de beraberinde Eski Ahit’in bulunduğu sandıkla döner. Bu sandık hala Etiyopya’da bulunuyor deseler de, ülkeden gören yokmuş. Hikaye bu. Her ne olursa olsun bu topraklar üç din açısından da önemli olmuş.
Müzenin giriş katında bulunan bir diğer bölüm ise Haile Selassie (önceki adı Ras Tafari)’ye ait tahtın ve ona ait olan eserlerin bulunduğu bölüm. Haile Selassie Etiyopya’nın son kralı ve 1892 de doğup 1930-1974 yılları arasında kral olarak ülkeyi yönetiyor. Daha sonra bir darbe ile devriliyor ve 1975 yılında da şüpheli bir şekilde ölüyor. Bugün bile Etiyopya halkı bu kralı seviyor. Bu küçük adam kendinden büyük aslanları ile de meşhur.
Müzenin en üst katında ise etnografik bazı eserler ve keçi derisi üzerine yapılmış resimlerin sergilendiği bir bölüm var.
Müze gezisi sonrası yemek zamanı ancak daha acıkmadık. Şöyle bir yürüyelim, bu arada da sokaktaki Etiyopyalı hakkında bilgi sahibi oluruz dedik. Kısa yürüyüş sırasında sokaklardaki yoksulluk dikkatimizi çekiyor.
Lokanta, hemen müze yanında bulunan Lucy adlı bir lokanta. İçerisi turist dolu. Yemekleri ısmarladık ve tabii ki yerel yemekleri tatmak istiyoruz. Siparişler verildi, bu arada da grubumuzun diğer üyelerinin bulunduğu 3 arkadaşımız ve grup liderimiz Mehmet beyle buluşuyoruz. Onlar bizden önce gelip Kuzey Etiyopya gezisi yaptılar. Bizde katılmak isterdik, böylece kuzeyden güneye tüm ülkeyi tanıyabilecektik ama heyhat! Ne az para ve ne az zamanımız var…
İnjera, teff isimli bir tahıldan üretiliyor. Bizim tadına bakıp yemekte zorlandığımız bu gri renkli, ekşimsi ekmek, içine sebze ve et yemekleri öbek öbek konularak servis ediliyor. Yerel halk yemeğin ekmek kısmından sağ eli kullanarak bir kısım kopartıyor, sonra içine bir parça sebze veya et alıp öyle yiyor. İkinci eli kullanmak ve parmakları yalamak ayıp kaçıyormuş. Doğrusu bu ya biz bu tadı pek sevmedik. Ama hanım avaze adlı acılarını pek sevdi. Benim denemeye niyetim bile yok. Hanım bir acıyı sevdi ise benden dumanlar çıkar… Ama orada içtiğim St George (daha sonradan içeceğim Harar) adlı birayı sevdim. Fiyatlar ucuz. Etiyopya’nın para birimi Birr ve 1 USD=16,6 Birr (2014 Eylül ayında bu oran 20 Birr). Bir bira için lokantalarda, yerine göre, 15-24 Birr ödedik. Ama paraları çok kirli, her dokunmamız sonrasında elimizi dezenfekte etmek zorunda kaldık. Bir ayrıntı daha; eğer bizim gibi güneye doğru gidip de Omo kabilelerini ziyaret edecekseniz, Addis Ababa’da paranızı bozdurup, 1, 5 ve 10 Birr gibi küçük para birimlerinden stoklamanız gerekir. Bir diğer önemli ayrıntı ise bu kabilelerin insanları için fotoğraf çektirmek bir kazanç kapısı ve duruma göre 1-5 Birr arası para vermeniz gerekiyor. Bu parada eğer yeni olmazsa almıyorlar. Yani fotoğraf paranız daha Addis Ababa’dan hazır edilmeli.
Daha sonra Entoto dağına gitmek için yola çıktık. Burada iki önemli yer var; bir tanesi Kral Menelik II’ye ait olan eski saray ve diğeri ise St Mary Ortodoks kilisesi ve müzesi. Entoto tepesi 3200 mt rakımlı bir yer. Buraya çıkarken yol boyunca sırtlarında yakacak olarak kullanacakları okaliptüs dalları ile yüklü kadınları aşağıya inerken görüyoruz. Sırtlarında o yüklerle ne kadar kötü gözüküyorlar. Tepeden şehre kilometrelerce yürüyorlar, inanılır gibi değil…
Tepeye çıkar çıkmaz hemen çevremiz çocuklarca sarılıyor. Kral Menelik II’in taç giydiği 19. Yüzyıl tarihli bu Kiliseyi gezme şansımız olmadı. Çünkü biz Etiyopya’yı gezerken orada 46 gün sürecek olan oruç zamanına denk geldik. Bu dönemde hayvansal ürünler tüketilmiyor ve saat 12-15 arasında kiliselerde ayin yapılıyor. Etiyopya da Hristiyanlık olsun, Müslümanlık olsun hemen hemen ilk halleri ile yaşanıyor. Örneğin kiliseler içinde oturma yerleri yok, insanlar ayakta T harfi şeklinde uzun sopalara dayanarak ayin dinliyorlar. Büyük bir günah işlediğine inanan Hristiyanlar kilise içinde girmeden ayini hoparlörlerden dinliyorlar, öyle papaz önünde günah çıkartmak yok. Onun için kilise önünde bir sürü insan vardı, bazıları ise trans halinde bağırıyorlardı.Gerçi buraya bazı mental veya bedensel özürlü insanlarda şifa bulmaya geldikleri için bağırmalar özürden mi yoksa trans haline geçmeden mi anlamadık..
Daha sonra kilise yanında bulunan küçük müzeyi gezdik. Burada daha çok Kral Menelik ve eşine ait eşyalar var. İçeride foto çekmek yasak, artık nedense? İçeri de pek bir şey yok ki..
Kilise de ayin olduğundan arkadan dolaşıp, eski saraya girdik. Saray dediysem büyükçe bir ev düşünün. Pek bir özelliği yoktu.
Çocukların “Money, Money” bağrışları arasında küçük otobüsümüze atlayıp, Haile Selassie’nin yaşadığı yeni saraya gittik. Burası aynı zamanda Sosyal Bilimler ve Hukuk Fakültesi olarak da iş görüyor. Bugünkü hali 1890 da Kral Makonnen ve Tafari tarafından yaptırılıyor. Saray içinde Haile Selassie’nin ve karısının odalarını gezdik. Ancak en ilginç olan olay, saray içinde Haile Selassie’ye hizmet eden ve son anlarına tanıklık etmiş olan bir adamla tanışmaktı. Saray içindeki Etnografya Müzesi küçük ama değerli eserlerle ve bilgilendirici yazılarla dolu. Burada anlatılan kabilelerin bir kısmını ziyaret edeceğiz. Yukarıda müzik aletlerinin sergilendiği bölüm çok hoşuma gitti. Ayrıca 1896 da kral Menelik II nin, Adua (Adwa) savaşı sırasında İtalyan kuvvetlerine ağır bir yenilgi tattırmasının resmedildiği yağlı boya tablo beni etkiledi. Bu tabloda iyiler yani Etiyopya güçlerinin yüzleri cepheden resmedilirken, düşman askerlerin, yani İtalyan askerlerin, yüzü ise profilden resmedilmiş. İlginç değil mi? Tabloya bakıp, kim düşman, kim değil anlayabiliyorsunuz. İçeride fotoğraf çekmek yasaktı..
Sonra ise şehir içinde küçük bir tur atarak kahve içmek ve almak için Caffe Tomaco adlı bir yere gittik. Etiyopya kahvenin önemli bir üretim yeri. Yani aslında kahve Yemen’den değil, Etiyopya’dan bize gelmiş. Yemen ise bu yolculuğa aracılık etmiş.
En son ziyaret yeri ise alışveriş yeri olan Pazar (Marketo) ama orada inmeden sadece araçla geçeceğiz. Çünkü burada 17.000 civarı işyeri var ve sanki tüm Addis Ababa orada. Tabii her türlü çalma ve çırpma olayları da orada cereyan ediyor. Bu nedenle hiç inmeden içinden geçip otelimize varıyoruz.
Bugün epey yorulduk biraz ayakları uzatmak ve duş almak iyi geldi. Ancak yine uyku yok, gözler kapanıyor ama beynim uykuya karşı. Dön dur, düşün dur..
Sabaha Etiyopya’nın güneyine doğru hareket var. Haydi hayırlısı, esas gezi şimdi başlıyor.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
İlk yazı tarihi
15.03.2011 Saat 10:20
Gözden geçirilmiş yazı tarihi
19.09.2014 Saat 23:04
berra
/ Ocak 9, 2018çok beğendim bu işime yarayacak👍🏾
gezekalın
/ Ocak 9, 2018Cok sevindim.. gezekalın :)))