Sabah erkenden kalkıp, kaldığımız tesisten hava limanının bulunduğu merkeze kadar yürüyüş yaptık. Bugün en geç öğlen Canaima’dan gruplar halinde ayrılmamız gerekiyor. Bu nedenle bu cennetin güzelliklerine mümkün olduğunca çok şahit olmak istiyorum.
Önce kaldığımız tesisin bahçesini ve daha sonra da yakında bulunan Wakü Lodge gibi diğer tesislerin bahçelerini gezdik ve en son da Campamento Canaima adlı tesise ve sahiline inip yürüyüş yaptık. Sonuncu olan tesis buranın en büyük olanı ve hemen Canaima Lagünü kıyısına kurulu. Burada tesislere girerken, sahilinde yüzerken “yassak hemşerimm” zihniyeti yok. Kıyılar ve tesisler herkese açık.
Yolda oranın “AVM” sayılabilecek bir küçük markete uğrayıp beyaz peynir bile aldık. Bizim köy peynirlerine benzeyen ve az tuzlu bir tadı vardı.
Daha sonra konakladığımız tesise dönüp kahvaltı yaptık. Bir süre sonra da Puerto Ordaz’a erken dönecek olan grubu uğurladık. Canaima’da geride kalan grubun ise 2 saatlik bir zamanı daha var. Önce mayolarımızı giyip Campamento Canaima adlı tesis içinden lagüne girdik ve yüzdük. Suyun içinde, suyun rengi nedeni ile vücudumuz kırmızımsı bir renk aldı. Çok eğlenceliydi. Yerel rehber Antonio Hitcher’den bizi biraz gezdirmesini rica ettik ve o da bu işi gayet güzel yerine getirdi. Otelin transfer aracına binip yakında bulunan ve şelaleleri daha uzaktan ama tam karşıdan gören bir köye gittik. Burada yerel rehber Antonio’dan bahsetmem lazım. Bu arkadaş benim tanık olduğum en doğa sever ve çevresinin kıymetini bilip koruyan insanlardan bir tanesiydi. Hangi kuşun, çiçeğin ve tepui’nin ismini sorsam duraksamadan yanıt verdi. Kendisinin aslında bir eczacı olduğunu sonradan öğrendim. Ama kendisi Canaima Ulusal Parkına kendini o kadar adamış ve konusuna da o kadar hakim ki Canaima Ulusal Parkı ve Tepui’lerin maketini tek başına yapmış ve her yerde onun bu yapıtı var. Buradan bir kez daha teşekkür etmeliyim kendisine.
Antonio bizi köy ziyaretinden sonra Canaima Lagünü şelalelerini bu sefer daha yakından göreceğimiz bir noktaya götürdü. Burada hidroelektrik santralinin su kaynağı olan Salto Ucaima’nın üstünde bulunan seyir noktasından fotoğraflar aldık. Suyun inanılmaz gücü insanı kendine hayran bırakıyor. Sonunda bizim de Canaima’dan ayrılma zamanımız geldi ve biz de beşer kişilik gruplar halinde Cessna uçaklara bindik ve bir saatlik bir uçuşla Puerto Ordaz’a uçtuk.
Benim kafamda Canaima sonrasında gezi tamamlanmıştı. Caracas’da nasıl bir güzellik ortaya çıkarsa, onu işin bonusu kabul etmiştim zaten. Biraz bu ruh halimden ve çoğunlukla da uçaklar tarifeli olmasına rağmen uçuş saatlerindeki gecikmeden dolayı işin Caracas’a ulaşma kısmı eziyet haline dönüştü. Bizi Puerto Ordaz’dan Caracas’a uçuracak uçak saat 17:00 de kalkacakken, 1.5 saat rötar verdi ve epey bir geciktik. Hava limanından şehirde kalacağımız otele kadar 1 saatlik bir yolda olunca biz Caracas’da kalacağımız otele saat 21:30 civarı ancak varabildik.
Eskiden havalı olduğu belli ama artık iyice yıpranmış ve bakımsız olan otelde, günün Canaima sonrası eziyeti nedeni ile olan yorgunlukla, hiç uyanmadan uyumuşum.
Ertesi gün kahvaltı sonrası camları içerisini göstermeyecek şekilde koyu renkli filmle kaplanmış minibüse yerleştik ve Caracas şehir turumuza başladık. İlk durağımız Venezuela Ulusal Pantheon’u oldu. Eski Caracas’ın kuzey ucunda yer alan ve Venezuela tarihinde yer almış ünlülerin gömülme yeri olan Pantheon (Pantheon anlam olarak “tüm tanrıların tapınağı” demektir ve gezdiğimiz yerin tam adı National Pantheon of Venezuela) aslında bir kilise olarak inşa edilmiştir.
1874 de Başkan Antonio Guzmán Blanco, Santísima Trinidad Kilisesini, ulusun bağımsızlığında yer almış kahramanlar için Ulusal Pantheon’a çevirme kararı alır. Aslında bu kilise Juan Domingo del Sacramento Infante tarafından 17. Yüzyıl ortalarında inşa edilir ama 1812 de büyük depremde yıkılır. Bu kilisenin tamiri yavaş yavaş ilerlerken de Pantheon’a çevrilme kararı alınır ve o şekilde bitirilir.
Rehber Felix’in anlattığına göre, Pantheon’un bulunduğu alan eskiden Simon Bolivar’ın ailesinin kahve plantasyonu yaptığı tarlalarının bulunduğu bölgenin sınırlarındaymış. Daha sonra gezeceğimiz Simon Bolivar ailesinin merkezdeki evinden bu alana kadar olan arazinin büyüklüğü, bu ailenin zenginliğini gösteriyor. Simon Bolivar’ın beş parasız olarak öldüğünü düşünürsek, Venezuela ve Büyük Kolombiya düşü uğruna vazgeçtiklerinin büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz.
Pantheon’un karşısında İspanyollardan kalma ve yapım tarihi 17. yüzyıla kadar uzanan Cuartel San Carlos adlı bir yapı var. Burası 1995 Yılına kadar hapishane olarak kullanılmış ama artık bu işlevi yok. Pantheon ile Cuartel San Carlos arasında genişçe bir bahçe var.
Biz kilise içinden geçip Pantheon’a girdik. Burada aslında çok sayıda bağımsızlık kahramanının gömüsü var. Bunların isimleri yerde mermer üzerine tek tek yazılmış. Pantheon içinde çeşitli anıt mezarlar ( Francisco de Miranda , Antonio José de Sucre , Andrés Bello adına yapılmışlar) ve sağ ve sol yan taraflarda ise Venezuela kahramanlarına adanmış olan çeşitli anıtlar var. Yapının tavanında, 1930 da yapımına başlanan, Simon Bolivar’ın hayatından ve mücadelesinden kesitlerin temsil edildiği resimleri görebilirsiniz. Pantheon’un ortasında ise 2011 yılına kadar Simon Bolivar’ın mezarının bulunduğu kısım var. Eskiden Simon Bolivar’ın mozolesinin bulunduğu bu alanın üstünde ise 1883 yılından kalma dev bir avize gözüküyor. Bu kısmı da geçince 2011 yılında Chavez’in direktifi ile yapılan ve bina dışından yanındaki kiliseye bakınca çok çirkin olan bir bina içindeki Bolivar’ın yeni mozolesine geliyorsunuz. Mermerden mezarın başında törensel kıyafetleri ile 4 asker bekliyor. Biz grup olarak bu bağımsızlık yolunda yıllarca mücadele vermiş, servetini tüketmiş Büyük Kolombiya’nın ilk devlet başkanına saygımızı gösterdik. Burada da “duran adam” duruşumuzu yaptık ve Pantheon’dan çıktık.
Bundan sonraki durağımız yürüyerek gittiğimiz Simon Bolivar Meydanı oldu. Bu meydan Caracas’da İspanyollar tarafından kurulan en eski bölümlerden bir tanesi. Bu alanın ortasında 1874 yapım tarihli ve at üstünde Simon Bolivar heykeli var. Hemen karşınızda duran bina Palacio Municipal de Caracas (ya da Consejo Municipal de Caracas-Belediye Binası) yani Caracas Belediye binası. Bu binanın yapım tarihi 17. yüzyıla kadar gitse de bugün ki hali 1906 yılına ait. Neoklasik bir yapı ve bu binanın en önemli özelliği, 1811 yılında burada ülkenin bağımsızlık belgesinin imzalanması ve balkonundan ilan edilmesi.
Bu meydanı yürümeye devam ederek Simon Bolivar’ın doğum yerine olan evine geldik ( Casa Natal del Libertador Simón Bolívar). Plaza San Jacinto sokağı üzerinde olan bu ev 17. yüzyıl yapımı bir bina. Simon Bolivar, İspanyadan 200 önce göç eden bir ailenin çocuğu olarak 24 Temmuz 1783’de bu evin odalarından bir tanesinde ve ailenin 4. çocuğu olarak doğmuş. Aslında Simon Bolivar’ın bu evde doğmadığı, San Mateo adlı bir yerde doğduğuna dair iddialarda var. Ama biz bu evi Simon Bolivar’ın doğum yeri niyetine gezdik.
Bu evin tadilat görüp, müze haline getirilmesi 1921 yıllarına dayanıyor. Ev koloniyal tarzda ve tek katlı bir ev. Evin konuk ağırlama bölümü sokağa bakıyor. Daha içerlerde ise yaşam alanları var. Evin içinde Bolivar ailesinin dini görevlerini yerine getirdiği küçük bir şapel de var. Avlulu bir ev. Odalar da, özellikle büyük konuk odalarında Simon Bolivar’ın yaşamından kesitlerin olduğu resimler var. Odalardan birinde Simon Bolivar’ın hasta iken bir süre kullandığı yatağı var.
17 Aralık 1830’da tüberküloz hastalığından 40 kiloya düşecek kadar kötü günler geçirdikten sonra ölen bu Güney Amerikalı devrimci önderin ev gezisinden sonra, kısa Caracas turumuzda bitti. Simon Bolivar’ın bir ideal insanı, bir devrimci olduğuna şüphem yok. Ülkesi insanları olsun, Güney Amerika’nın diğer insanları olsun onu yüceltmeye günümüzde de devam ediyorlar.
Hemen her gezdiğim ülkede gözlemlediğim bir yaklaşım olan ülke kurucularına karşı (hatta Simon Bolivar dahil, üke için yaptıklarına baktığımda abartılı olan) saygı ve yüceltme bu ülkede de var. Bana göre dünya kahramanları, devrimcileri ve tarihte yer edinmiş devlet adamlarına baktığım da Mustafa Kemal Atatürk kadar ileri görüşlüsü, askeri dehası onun kadar yüksek olanı ve devrimcisi yoktur. Günümüzde kendini onun gibi devlet adamı ve kahraman görenlerin, kendini onunla karşılaştıranların, tarih önünde gülünç ve zavallı duruma düşmekten kaçınmaları imkansızdır.
Evet sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım, bundan sonrası klasik dönüş sıkıntıları. Gezinin dönüşü, gezinin gidişinden her zaman zor olur. Biz Sao Paulo’da bir gece konaklayıp, öyle İstanbul’a, güzel ülkemize döndük. Amaç yolda perişan olmamaktı. Gerçi Sao Paulo’da otel resepsiyonistlerinin iş güzarlığı nedeni ile kağıt üzerindeki rahatlık, pratiğe dönmedi. Ama ne önemi var ki? On sekiz günlük bir gezide yaşanan onca güzellikleri unutup, bir günlük dönüş zorluğunu ön plana çıkartan gezgin olur mu hiç? Ben olmadım hiç bir zaman..
Yeni gezilerde buluşmak ümidiyle GEZEKALIN…..
Dr Ümit Kuru
04.09.2014 Saat 11:32