Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Canaima’dan Caracas’a-Caracas/Venezuela

IMG_7864

Sabah erkenden kalkıp, kaldığımız tesisten hava limanının bulunduğu merkeze kadar yürüyüş yaptık. Bugün en geç öğlen Canaima’dan gruplar halinde ayrılmamız gerekiyor. Bu nedenle bu cennetin güzelliklerine mümkün olduğunca çok şahit olmak istiyorum.

Önce kaldığımız tesisin bahçesini ve daha sonra da yakında bulunan Wakü Lodge gibi diğer tesislerin bahçelerini gezdik ve en son da Campamento Canaima adlı tesise ve sahiline inip yürüyüş yaptık. Sonuncu olan tesis buranın en büyük olanı ve hemen Canaima Lagünü kıyısına kurulu. Burada tesislere girerken, sahilinde yüzerken “yassak hemşerimm” zihniyeti yok. Kıyılar ve tesisler herkese açık.

528687_300Yolda oranın “AVM” sayılabilecek bir küçük markete uğrayıp beyaz peynir bile aldık. Bizim köy peynirlerine benzeyen ve az tuzlu bir tadı vardı.

Daha sonra konakladığımız tesise dönüp kahvaltı yaptık. Bir süre sonra da Puerto Ordaz’a erken dönecek olan grubu uğurladık. Canaima’da geride kalan grubun ise 2 saatlik bir zamanı daha var.  Önce mayolarımızı giyip Campamento Canaima  adlı tesis içinden lagüne girdik ve yüzdük. Suyun içinde, suyun rengi nedeni ile vücudumuz kırmızımsı bir renk aldı. Çok eğlenceliydi. Yerel rehber Antonio Hitcher’den bizi biraz gezdirmesini rica ettik ve o da bu işi gayet güzel yerine getirdi. Otelin transfer aracına binip yakında bulunan ve şelaleleri daha uzaktan ama tam karşıdan gören bir köye gittik. Burada yerel rehber Antonio’dan bahsetmem lazım. Bu arkadaş benim tanık olduğum en doğa sever ve çevresinin kıymetini bilip koruyan insanlardan bir tanesiydi. Hangi kuşun, çiçeğin ve tepui’nin ismini sorsam duraksamadan yanıt verdi. Kendisinin aslında bir eczacı olduğunu sonradan öğrendim. Ama kendisi Canaima Ulusal Parkına kendini o kadar adamış ve konusuna da o kadar hakim ki Canaima Ulusal Parkı ve Tepui’lerin maketini tek başına yapmış ve her yerde onun bu yapıtı var. Buradan bir kez daha teşekkür etmeliyim kendisine.

Antonio bizi köy ziyaretinden sonra Canaima Lagünü şelalelerini bu sefer daha yakından göreceğimiz bir noktaya götürdü. Burada hidroelektrik santralinin su kaynağı olan Salto Ucaima’nın üstünde bulunan seyir noktasından fotoğraflar aldık. Suyun inanılmaz gücü insanı kendine hayran bırakıyor. Sonunda bizim de Canaima’dan ayrılma zamanımız geldi ve biz de beşer kişilik gruplar halinde Cessna uçaklara bindik ve bir saatlik bir uçuşla Puerto Ordaz’a uçtuk.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Benim kafamda Canaima sonrasında gezi tamamlanmıştı. Caracas’da nasıl bir güzellik ortaya çıkarsa, onu işin bonusu kabul etmiştim zaten. Biraz bu ruh halimden ve çoğunlukla da uçaklar tarifeli olmasına rağmen uçuş saatlerindeki gecikmeden dolayı işin Caracas’a ulaşma kısmı eziyet haline dönüştü.  Bizi Puerto Ordaz’dan Caracas’a uçuracak uçak saat 17:00 de kalkacakken, 1.5 saat rötar verdi ve epey bir geciktik. Hava limanından şehirde kalacağımız otele kadar 1 saatlik bir yolda olunca biz Caracas’da kalacağımız otele saat 21:30 civarı ancak varabildik.

Eskiden havalı olduğu belli ama artık iyice yıpranmış ve bakımsız olan otelde, günün Canaima sonrası eziyeti nedeni ile olan yorgunlukla, hiç uyanmadan uyumuşum.

Ertesi gün kahvaltı sonrası camları içerisini göstermeyecek şekilde koyu renkli filmle kaplanmış minibüse yerleştik ve Caracas şehir turumuza başladık. İlk durağımız Venezuela Ulusal Pantheon’u oldu.  Eski Caracas’ın kuzey ucunda yer alan ve Venezuela tarihinde yer almış ünlülerin gömülme yeri olan Pantheon (Pantheon anlam olarak “tüm tanrıların tapınağı” demektir ve gezdiğimiz yerin tam adı National Pantheon of Venezuela) aslında bir kilise olarak inşa edilmiştir.

1874 de Başkan Antonio Guzmán Blanco, Santísima Trinidad Kilisesini, ulusun bağımsızlığında yer almış kahramanlar için Ulusal Pantheon’a çevirme kararı alır. Aslında bu kilise Juan Domingo del Sacramento Infante tarafından 17. Yüzyıl ortalarında inşa edilir ama 1812 de büyük depremde yıkılır. Bu kilisenin tamiri yavaş yavaş ilerlerken de Pantheon’a çevrilme kararı alınır ve o şekilde bitirilir.

Rehber Felix’in anlattığına göre, Pantheon’un bulunduğu alan eskiden Simon Bolivar’ın ailesinin kahve plantasyonu yaptığı tarlalarının bulunduğu bölgenin sınırlarındaymış.  Daha sonra gezeceğimiz Simon Bolivar ailesinin merkezdeki evinden bu alana kadar olan arazinin büyüklüğü, bu ailenin zenginliğini gösteriyor. Simon Bolivar’ın beş parasız olarak öldüğünü düşünürsek, Venezuela ve Büyük Kolombiya düşü uğruna vazgeçtiklerinin büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz.

Pantheon’un karşısında İspanyollardan kalma ve yapım tarihi 17. yüzyıla kadar uzanan Cuartel San Carlos adlı bir yapı var. Burası 1995 Yılına kadar hapishane olarak kullanılmış ama artık bu işlevi yok. Pantheon ile Cuartel San Carlos arasında genişçe bir bahçe var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Biz kilise içinden geçip Pantheon’a girdik. Burada aslında çok sayıda bağımsızlık kahramanının gömüsü var. Bunların isimleri yerde mermer üzerine tek tek yazılmış. Pantheon içinde çeşitli anıt mezarlar ( Francisco de Miranda , Antonio José de Sucre , Andrés Bello adına yapılmışlar)  ve sağ ve sol yan taraflarda  ise Venezuela kahramanlarına adanmış olan çeşitli anıtlar var. Yapının tavanında, 1930 da yapımına başlanan, Simon Bolivar’ın hayatından ve mücadelesinden kesitlerin temsil edildiği resimleri görebilirsiniz. Pantheon’un ortasında ise 2011 yılına kadar Simon Bolivar’ın mezarının bulunduğu kısım var.  Eskiden Simon Bolivar’ın mozolesinin bulunduğu bu alanın üstünde ise 1883 yılından kalma dev bir avize gözüküyor.  Bu kısmı da geçince 2011 yılında Chavez’in direktifi ile yapılan ve bina dışından yanındaki kiliseye bakınca çok çirkin olan bir bina içindeki Bolivar’ın yeni mozolesine geliyorsunuz. Mermerden mezarın başında törensel kıyafetleri ile 4 asker bekliyor.  Biz grup olarak bu bağımsızlık yolunda yıllarca mücadele vermiş, servetini tüketmiş Büyük Kolombiya’nın ilk devlet başkanına saygımızı gösterdik. Burada da “duran adam” duruşumuzu yaptık ve Pantheon’dan çıktık.

IMG_8231

Bundan sonraki durağımız yürüyerek gittiğimiz Simon Bolivar Meydanı oldu. Bu meydan Caracas’da İspanyollar tarafından kurulan en eski bölümlerden bir tanesi. Bu alanın ortasında 1874 yapım tarihli ve at üstünde Simon Bolivar heykeli var. Hemen karşınızda duran bina Palacio Municipal de Caracas  (ya da Consejo Municipal de Caracas-Belediye Binası) yani Caracas Belediye binası. Bu binanın yapım tarihi 17. yüzyıla kadar gitse de bugün ki hali 1906 yılına ait. Neoklasik bir yapı ve bu binanın en önemli özelliği, 1811 yılında burada ülkenin bağımsızlık belgesinin imzalanması ve  balkonundan ilan edilmesi.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Bu meydanı yürümeye devam ederek Simon Bolivar’ın doğum yerine olan evine geldik ( Casa Natal del Libertador Simón Bolívar).  Plaza San Jacinto sokağı üzerinde olan bu ev 17. yüzyıl yapımı  bir bina. Simon Bolivar, İspanyadan 200 önce göç eden bir ailenin çocuğu olarak 24 Temmuz 1783’de bu evin odalarından bir tanesinde ve ailenin 4. çocuğu olarak doğmuş. Aslında Simon Bolivar’ın bu evde doğmadığı, San Mateo adlı bir yerde doğduğuna dair iddialarda var. Ama biz bu evi Simon Bolivar’ın doğum yeri niyetine gezdik.

Bu evin tadilat görüp, müze haline getirilmesi 1921 yıllarına dayanıyor.  Ev koloniyal tarzda ve tek katlı bir ev. Evin konuk ağırlama bölümü sokağa bakıyor. Daha içerlerde ise yaşam alanları var. Evin içinde Bolivar ailesinin dini görevlerini yerine getirdiği küçük bir şapel de var. Avlulu bir ev. Odalar da, özellikle büyük konuk odalarında Simon Bolivar’ın yaşamından kesitlerin olduğu resimler var. Odalardan birinde Simon Bolivar’ın hasta iken bir süre kullandığı yatağı var.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

17 Aralık 1830’da tüberküloz hastalığından 40 kiloya düşecek kadar kötü günler geçirdikten sonra ölen bu  Güney Amerikalı devrimci önderin ev gezisinden sonra, kısa Caracas turumuzda bitti. Simon Bolivar’ın bir ideal insanı, bir devrimci  olduğuna şüphem yok. Ülkesi insanları olsun, Güney Amerika’nın diğer insanları olsun onu yüceltmeye günümüzde de devam ediyorlar.

iHemen her gezdiğim ülkede gözlemlediğim bir yaklaşım olan ülke kurucularına karşı (hatta Simon Bolivar dahil, üke için yaptıklarına baktığımda abartılı olan) saygı ve yüceltme bu ülkede de var. Bana göre dünya kahramanları, devrimcileri ve tarihte yer edinmiş devlet adamlarına baktığım da Mustafa Kemal Atatürk kadar ileri görüşlüsü, askeri dehası onun kadar yüksek olanı ve devrimcisi yoktur. Günümüzde kendini onun gibi devlet adamı ve kahraman görenlerin, kendini onunla karşılaştıranların, tarih önünde gülünç ve zavallı duruma düşmekten kaçınmaları imkansızdır.

Evet sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım, bundan sonrası klasik dönüş sıkıntıları. Gezinin dönüşü, gezinin gidişinden her zaman zor olur. Biz Sao Paulo’da bir gece konaklayıp, öyle İstanbul’a, güzel ülkemize döndük. Amaç yolda perişan olmamaktı. Gerçi Sao Paulo’da otel resepsiyonistlerinin iş güzarlığı nedeni ile kağıt üzerindeki rahatlık, pratiğe dönmedi. Ama ne önemi var ki?  On sekiz günlük bir gezide yaşanan onca güzellikleri unutup, bir günlük dönüş zorluğunu ön plana çıkartan gezgin olur mu hiç? Ben olmadım hiç bir zaman..

Yeni gezilerde buluşmak ümidiyle GEZEKALIN…..

Dr Ümit Kuru

04.09.2014 Saat 11:32

Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Angel Şelalesi -Canaima Lagünü/Venezuela

 

 

IMG_7235Bazı tarihçiler İspanyol kaşif ve yönetici Fernando de Berrio’nun, 16-17. yüzyıllarda bir tarihte, bugünkü adı ile Angel Şelalesini ilk gören Avrupalı olarak söylerler. Ancak bu şelaleye adını veren ve ilk duyuran Amerikalı pilot Jimmie Angel’dır. Jimmie, 16 Kasım 1933’de, aslında bölge nehirleri üzerinde olası altın yataklarını araştırmak üzere uçarken, o zamanlar yöre halkının (Pemon) “Kerepakupai Vená”, ( “En derin yerden düşen şelale” anlamında) diye adlandırdığı şelaleyi görür. Güzelliği karşısında etkilendiği şelaleyi, eşi Marie ve arkadaşlarına da göstermek amacı ile 1937 yılında tekrar Canaima’ya döner. Kendi kullandığı “Flamingo” adlı uçağı ile Auyan Tepui üstünde uçuş yapıp, bir de tepeye inmeye kalkınca güzel başlayan seyahat tam bir ölüm kalım savaşına dönüşür. On bir gün sonunda Jimmie ve diğerleri dağın arka tarafındaki eğimi daha az olan kısmından inip, ölüm kalım savaşını kazanıp köye ulaşırlar.

Jimmie Angel’ın bu macerası dilden dile yayılır ve bu başarısını onurlandırmak için de bu şelaleye Angel Şelalesi denmeye başlar. İlk olarak Angel Şelalesi ismi 1939 yılında Venezuela hükumetinin bir haritasına konmuş ve yerel ismi terk edilip, angel-falls-plane-largeondan sonrada bu isimle adlandırılmış. Jimmie Angel’ın uçağı ise 33 yıl boyunca bu dağın tepesinde, bir helikopterle indirilene kadar kalmış. Bu uçak şimdilerde Ciudad Bolivar Havalimanının dışında sergileniyor ama biz göremedik tabii ki.

İşte biz bugün bu efsanevi yeri ziyaret edeceğiz. Tabii ki şelaleyi değil ama şelaleyi tam karşıdan gören bir tepeye doğru tırmanışımız olacak. Her gezginin fırsat bulabilirse düşünü kurduğu bir yolculuktur bu.

(Kerepakupai )Angel Şelalesi (İspanyolca: El salto Ángel), Venezuela’da bulunan dünyanın en yüksek çağlayanıdır. National Geographic ekibi tarafından 1949 yılında yapılan resmi ölçüme göre 979 m yüksekliğindedir. Şelalenin suları, en uç noktadan tabana doğru düşerken 807 metre boyunca hiçbir engele çarpmadan ilerler. Doğa bilimciler bu olayı “serbest düşüş” olarak tanımlıyor. 807’inci metreden sonra kaya çıkıntısına çarpan suların yolculuğu bir süre daha devam eder ve 979’uncu metrede sona erer. Sisli bir görüntüye sahip olan şelalenin suları, kuzeye doğru yol alarak Churun Nehri’ne karışır.

Sabah saat 05:00’de kampta uyandırıldık. Hava daha aydınlanmamıştı. Yarım saatlik hızlı bir hazırlanma sonrası kanolarımıza bindik. Yürüyüş yapacağımız yerin başlangıcına doğru Churun Nehrinde yaklaşık 10 dakikalık bir seyahatimiz olacak.

IMG_7201Sahile çıkıp kanolardan indikten sonra grup olarak ormanın derinlerine doğru yürüyüşe başladık. Hava artık aydınlandığı için çevremizdeki ormanın keyfini süre süre yürüyoruz. Önceleri düz başlayan yol, sonradan sıkı bir eğilim kazanıyor. Normalde bu yolu iyi yürüyüşçüler 45 dakikada alıyorlarmış. Bizim yürüyüş ise yaklaşık 90 dakika sürdü ama hakkını vermeliyim ki grubun tamamı son gözlem noktasına kadar çıkmayı başardı. Angel Şelalesi için özellikle bu dönemde gittik. Yağmurların iyice azaldığı dönemde bu şelale iyice cılızlaşıyormuş. Bu da tam bir hayal kırıklığı yaratıyormuş. Oysa bugün şelale o kadar heybetli bir görünüme sahip ki. Suların bolluğu ve akışın şiddeti ile ortalıkta su bulutu var sanki. Bulunduğumuz noktadan bile makinelerin lensleri ıslanıyor. Makine için özel bir kılıfla oraya gitmeme rağmen lensler hala ıslanıyordu. Sonuçta fotoğrafları istediğiniz kalitede çekmek pek mümkün değil. Bulunduğumuz yer aslında bir kaya sırtı. Seyir noktası burası. Bir de yakındaki bir başka seyir noktası daha var ve orası ağaçlardan dolayı daha korunaklı. Ancak buradan alınan görüntü bir önceki kadar sadece şelale odaklı değil. Su damlacıklarından koruyan ağaç dalları ,kareyi sadece şelalenin doldurmasına izin vermiyor.  Her neyse, amaç şelaleyi gören şanslı azınlık arasında bulunmaktı ve bu amaca ulaştık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Angel Şelalesi gezisi sonrası aşağıya doğru inişe geçtik. İniş çıkıştan zorlu. Kayan zeminde bir arkadaşımız kötü bir düşüş yaptı ancak şükürler olsun ki kendisinin sağlığını ciddi olarak etkileyecek bir sonuç olmadı. Salto Angel yazan tabelanın önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdik ve devamında bizi tekrar kampa götürecek kanolara bineceğimiz kıyıya vardık.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Burada kanolara binerek kampımıza döndük ve kahvaltımızı yaptık. Sonrasında ise Canaima’ya doğru dönüş yolculuğumuza başladık.

Dönüş yolu, gelişten daha kısa oldu. Bunda akıntı yönünde gidişinde etkisi var tabii ki. Bugün hava daha açık olduğundan yolda fotoğraflarımızı daha net  çekmek şansımız oldu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kanolarımıza veda ettikten sonra doğrudan kalacağımız Parakaupa adlı tesise gittik.

Tesis çok güzel. Ama öyle lüks odalar bekliyorsanız yanılırsınız. Canaima’da konaklama yerleri  kısıtlı. Kaldığımız yerde daha iyi gözüken yerler var tabii ki. Bizim turda burası oldu. Tesisin bulunduğu konumun güzelliği dışında çok çirkef bir sahibi var olduğunu buraya not edelim.  Son günde gezinin en pahalı yemeğini yedik ve peynir tabağı için yaklaşık olarak 15 USD verdik.  Sadece bu adam yüzünden burayı tavsiye etmem okurlara.

IMG_7631

Öğleden sonrası için planımız ve aktivitemiz çok. Önce Angel Şelalesini ve Masa Dağlarını üstten göreceğiz ve sonra da Canaima Lagününde kano ile tekne gezisi yapıp, buraya akan şelaleleri bu sefer lagün içinden göreceğiz. En son yapacağımız ise Sapo Şelalesine doğru yürüyüş ve şelale altından geçiş olacak.

Angel Şelalesini ve Tepui’leri üstten görmek için Cessna Tipi uçaklara bir daha binmek gerekiyor. Bu uçaklarda bir kişi pilot yanında, 2 kişi orta ve 2 kişi de arkada olmak üzere 5 kişi biniyorsunuz. Her halükarda fotoğraf çekmek kısıtlı olsa herhalde önde olmak en kötüsü gibi. Tabii ki fotoğraf açısından konuşuyorum. Onun için makinası olmayan ya da fotoğraf çekme amacı olmayıp da anın keyfini çıkartacaklar için pilot yanı uygundur bence.

Hava limanından kalkan uçak Canaima Lagünü ve sıra şelaleler üzerinden süzülüp, Auyan Tepui ve Angel Şelalesine doğru yöneldik. Altımızda Carrao Nehri süzülüyor. Karşımızda Ayuan Tepui dağı tüm güzelliği ile görüldü. Doğrusu bu ya sisler altında bu dağ ve Tepui’ler en az Angel Şelalesi kadar görülmeyi hak eden yerler. Hatta bana sorarsanız bu dağlar daha da güzel.  Ayuan Tepui de çok sayıda şelale mevcut.  Bu dağların kendine has bir kliması var. Bu nedenle de dağlar hemen her zaman dağların yarattığı sislerle kaplı. Bir fotoğraf tutkunu için yüzünü daima saklayan bir güzel gibi. Çok güzel ama çok nazlı dağlar bunlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonunda Angel Şelalesinin bulunduğu bölüme geldik ve üstten, karşıdan bol bol fotoğrafını aldık. Uçak bir sağa ve bir sola manevralarla herkesin görüntülerden faydalanmasını sağlıyor. Ayuan Tepui’nin  üstten görüntüsü daha da etkileyici. Bitki örtüsü yukarıdan bile farklı olarak gözüküyor. Tepede çok sayıda irili ufaklı küçük su yolları var. Bunlar birleşerek Angel Şelalesini oluşturup, neredeyse 1 km yol alıp aşağıya iniyorlar. Çok güzel bir geziydi. Yaklaşık 45 dakikalık bir turu 85 USD  karşılığı yapıyorlar.

Angel Şelalesi ve Masa Dağlarını tepeden gördükten sonra Canaima Ulusal Parkının toprak pistine iniş yaptık. Bizi Canaima’ya Puerto Ordaz’dan getiren de, Angel Şelalelerini gezdiren de ve tekrar Puerto Ordaz’a götüren de aynı pilottu. Hatıra fotoğrafı aldık bizim ailenin pilotuyla ve Canaima Lagününü gezmek üzere kanolara bindik tekrar.

Laguna_Canaima_mapCanaima Lagünü, sularını buraya boşaltan Carraro Nehrinin meydana getirdiği bir lagün. Bu lagüne genişlikleri farklı olan şelaleler su boşaltıyor. Bu şelaleler sırası ile Salto Ucaima, Salto Golondrina, Salto Wadaima, ve Salto Hacha adlarını taşıyor. Köye en yakın olanı ve küçük hidroelektrik santralına su vereni Ucaima Şelalesi. Bunları lagün içinden seyrettik ve fotoğrafladık. Karşı kıyıya çıkıp kumlar üzerinde yürüdük. Suyun çay rengi insana kirlilik imajı verse de hiç ilgisi yok. Bu renk tamamen suyun içeriğindeki mineral ve plantasyonla ilgili. Bir sonraki gün bu lagünde yüzerken su içende kalan vücudumuzun aldığı kırmızımsı renk çok ilginç bir görüntü veriyordu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kıyıda kısa bir yürüyüş sonrasında bir diğer güzelliğe, Sapo Şelalesine geldik. Bu şelalenin en ilginç tarafı, şelalenin altından yürüyebilmeniz ve önünüzdeki “sudan tül perdesinin” güzelliğine şahitlik etmeniz.  Merdivenlerle indiğiniz  şelalenin bir tarafından yürüyerek ve üstten akan su perdesinin gerisinden diğer tarafa geçebiliyorsunuz.  Bu yolu 1983 yılında Canaima’ya gelen Peru’lu bir yerli olan Tomás Bernal adlı bir adama borçluyuz. 1993 Yılından beri de bu yoldan yürüyüp, şelalenin altında geçmek turların ayrılmaz bir aktivitesi olmuş. Burada benim yeni aldığım su altı fotoğraf makinesi çok işe yaradı. Normal makinelerle buradan yürümeniz ve fotoğraf çekmeye çalışmanız, makinenize veda etmenize neden olacaktır. Zaten şelale başında ıslanmasını istemediğiniz tüm giysi ve aletleri torbaya koyup bırakıyorsunuz ve mayolarınızla şelale altından geçiş yapıyorsunuz. Bu bölümü hepimiz çok sevdik.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Bu aktivite sonrasında yürüyerek kanolara  ulaştık ve lagüne son bakışlarımızı atıp kaldığımız tesise döndük.

Tesiste akşam yemeği ve sofrada yapılan günün değerlendirmesi sonrasında yarın yolda geçecek bir gün için, en azından ruhen hazırlanmak adına odalarımıza çekildik. Çok zevk aldığımız bir gün oldu. Burada bir gece daha kalmak varmış.

Gezimizin sonuna doğru yaklaştık. Yarın ki uzun ve hepimiz için sıkıcı yolculuğa kısaca değinip, Caracas gezimizi anlatacağım.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

03.09.2014 Saat 01:56

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.