Bir zamanlar Ekvador’un sahil kısımlarındaki şehirlerden, dağlık kısımlardaki şehirlere ulaşım çok çetin yollardan olurmuş. Kuru mevsimde Cuenca ve Quito gibi içerdeki şehirlere, Guayaquil gibi sahil şehirlerinden ulaşmak haftaları buluyormuş. Hele yağışlı mevsimde ise bu imkansızmış. İşte bu nedenle Başkan Gabriel Garcia Moreno sahilden ülke içlerine ulaşacak bir demiryolu yapımını istemiş ve 1873 yılında da tren hattı döşenmeye başlamış. Tren yolu Chimbo şehrine kadar hızlı gitmiş ama sonrasında bir türlü ilerlememiş. Bunun nedeni ise rayların döşendiği yerlerde olan toprak kaymalarıymış. Sonraki başkan Eloy Alfaro, bu sorunu aşması için Archer Harman ile 1897’de bir anlaşma yapmış. O da bu sorunu aşmanın yolu olarak Chanchan Nehri Vadisi boyunca tren raylarını döşemeyi uygun görmüş. Bu çılgın adam bir de zor bir işe kalkışarak aşması gereken dağın, Devil’s Nose “Şeytan Burnu” denen kısmına zik-zak bir tren hattı döşemeyi planları arasına almış. Bu zor planın gerçekleşmesi ile 1902 yılında tren Alausi’ye varmış.
Bir zamanlar bolca Güney Amerika Akbabasına (Kondor) evsahipliği yapması nedeni ile yöre insanlarınca “Kondor Yuvası” adını alan Devil’s Nose’a (“Şeytan Burnu) Alausi’den tarihsel bir yolculuk yapacağız. Yakın zamana kadar bu trenle yolculuk, eskiden olduğu gibi üstü açık vagonlarla yapılıyormuş. Ancak insan ölümleri olunca bu yasaklanmış. Bu trenle yolculuk orjinalde Riobamba’dan başlıyor ama biz bu kadar uzun süreyi burada harcamayıp Alausi’den trene binip, Devil’s Nose’a kadar gideceğiz. Bu yolculuk yaklaşık olarak gidiş dönüş 70 dakika sürüyor
Riobamba’dan Alausi tren istasyonuna kadar gitmek için epey erken uyanmak zorunda kaldık ve erken bir saatte Alausi’ye vardık. Buradan trene binip hedef olan “Şeytan Burnu”na doğru yola çıktık. Tren bir vadi boyunca yol alırken, trende tanıtım yapan görevlinin söyledikleri çok ilginç şeylerdi. Bu tren hattında bolca dinamit kullanıldığından kaza ölümleri de çok sık yaşanmış. Bu nedenle yöre halkı hem bu yüksek ölümler ve hem de hasat dönemlerinde çiftlikleri bırakamadıklarından tren yolu yapımında çalışmak istememişler. İşçi sorunu özellikle Jamaika, Puerto Riko ve Barbados’dan getirilen işçilerle çözülmüş. Bu işçilerin tropikal hastalıklara daha dayanıklı olduklarına olan inanç ise bir başka sebepmiş. Eğer tren yolu yapımı işinde çalışırlarsa özgür kalacağı vaat edilen mahkûmlar da bu işçilerin arasındaymış. Şuradan buradan işçi derken bu inşaatın bu bölümünün yapımında yaklaşık 5000 işçi çalışmış.
Sibambe ve Alausi istasyonları arasında yaklaşık 10 km kadar bir mesafe var. Ama iki istasyon arasındaki rakım farkı 600 metre. Bu zorluğu aşmak için Şeytan Burnu’nu dolaşan ve gittikçe yükselen bir zik-zak tren hattı yapılmış. İşte tüm bu yolculuğu ilginç kılan da işin bu tarafı. Bu yolun yapımı çok zor ilerlemiş ve her aşaması zor ve insan canı ile ödenen bedel karşılığı olmuş.
Tren bu kısma gelince trenden görevliler hemen aşağıya iniyorlar ve yaptırdıkları yönlendirmelerle trenin iki kez manevra yapmasını sağlayarak aşağıda bulunan istasyona varmanızı sağlıyorlar. İşin bu kısmı ilk günden itibaren hep bu ritüelde olmuş. Alausi’den gidişte tren Şeytan Burnunu geçtikten sonra Sibambe İstasyonunu yaklaşık 1 km geçiyor ve duruyor. Bundan amaç 10 dakika fotoğraf molası vererek Şeytan Burnunun ve zik zak tren hattının karşıdan fotoğrafını alabilmenizi sağlamak. Ama saat 09:00 da kalkan ilk tren güneşin öyle bir kötü saatinde burada oluyor ki fotoğraf çekmek pek mümkün olmuyor. Güneş ışığı tam karşıdan geliyor. Belki saat 11 veya daha geç bir saat fotoğraf için daha uygun olacaktır. Bizim derdimiz Cuenca’da zamanında olmak olunca sabah erken saati tercih ettik.
Sibambe tren istasyonunda bizleri dans eden yerli halk karşıladı. Bunlar Nizag yerlileri. Trenden indikten sonra 40-50 basamaklı bir merdiveni tırmanıp küçük bir müzeye gidebilirsiniz ve bence mutlaka gidin. Buradaki anlatımlar ve görsel malzeme çok tamamlayıcı oluyor. Bundan sonra ise bilet fiyatına dahil olan bir içecekle aktiviteyi tamamlıuyorsunuz. Dönüş ise bu sefer Sibambe’den Alausi’ye. Ekvador’a giderseniz bu yolculuğu yapmalısınız derim..
Alausi’den 90 km kadar sonra İngapirca adlı antik bir kent gezimiz oldu. İngapirca “İnka Duvarı” anlamına geliyormuş. Bu İnka kalıntıları Ekvador içinde bilinen en büyük olanıymış.
Buraya yağmurlu bir havada geldik. Şakır şakır bir yağmur olmasa da yine de ıslatıyor bizi. Rehberimiz belirli bir yol güzergâhını takip ederek bu antik şehri bize anlattı. Burası İnkalar tarafında kurulan bir şehir değil. Onlardan önce burada Cañari insanları varmış ve şehir ismi de Hatun Cañar’mış.
1471-1493 Yılları arasında İnka İmparatoru olan Tupac Inca Yupanqui, Ekvador’un işgali ile görevlendirildiği sıralarda buraya da gelmiş ama kaba güçle alamamış. Bunun üzerine Cañari Prensesi ile evlilik yapmış ve akrabalık yolu ile buraları imparatorluğa katmış. Ondan sonra da Cañari ve İnkalar bu şehirde birlikte yaşamışlar.
Şehrin kale kompleksi İnka-Cañari ortak yapımı. Bu şehrin en çok sevdiğim kısmı ise İnka yolunun hala çok düzgün şekilde var olması. Peru’da daha uzun örneklerini gördüğüm bu yolun varlığı kalenin amacını da açıklıyor. İnkalar işgal ettikleri topraklarda ticaret yolları kurmuşlar ve antik şehirler arası bu ticaret yolu üzerinde kaleler inşa ederek ya da burada olduğu gibi var olanı güçlendirerek ticareti kontrolleri altına almışlar. Bu yolda Kuzey Ekvador’a uzanan bir yol ve kale içindeki İnka birlikleri de bu yolun koruyucuları. Bir diğer ilgimi çeken ise gerek temiz ve gerekse de pis su atıklarının halen çok düzgün şekilde korunmuş olmaları.
Bu alandaki en görkemli yapı ise şüphesiz şehrin ortasında bulunan Güneş Tapınağı. Büyük blok bir kaya üstüne, çok düzgün ve araya taşları yapıştırıcı hiçbir şey koymadan dizilen büyük taşlardan yapılmış bir yapı burası. Civarda astronomik hesaplamalar ve takvim olarak kullanılan kayalar üzerine oymalar da var.
Bu yeri gezdikten sonra aracımıza yerleştik ve bu günün konaklama yeri olacak olan Cuenca’ya doğru yola çıktık. Bu sefer vakit kaybına da tahammülümüz olmadığından öğle yemeğini araçlara getirilen sandviçlerle geçiştirdik. Bir an evvel eski kısmı, Dünya Kültür Mirası Listesi içinde bulunan Cuenca Şehrine gitmek ve şehri gezmek istiyoruz.
Cuenca (Santa Ana de los cuatro ríos de Cuenca) Ekvador’un Azuay Eyaletinin başkentidir. 2500 Metre rakımda olan bu şehir Ekvador’un 3. Büyük kenti ve 1 milyona yakın nüfusu var. Kuzeyde Tomebamba Nehri ve Gran Colombia Caddesi, Batıda General Torres ve Doğuda Hermano Miguel arasında olan şehir alanı UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde olan eski şehir kısmı.
Burada yerleşim çok eski dönemlere tarihleniyor. 1400’lü yılların sonuna doğru Cañari Prensesi ile siyasi evlilik yapan İnka imparatoru, Canarilere ait olan bu güzel kenti geliştiriyor. Daha sonra ise İspanyollar burayı istila ediyorlar. İspanyolların “El Dorado”, efsanevi altın şehir umutları ile geldikleri ve istila ettikleri bu şehir, onlar geldikleri zaman yıkılmış haldeymiş. 1557 Yılından, bağımsızlığını beraberce ilan ettikleri diğer iki şehir olan Guayaguil ve Quito ile beraber 1820 yılına kadar İspanyollar burayı yönetmişler. Bu şehrin eski kısmında bolca Koloniyal ve Cumhuriyet dönemi binaları var. Bogota, Cartagena ile birlikte en çok bu kenti sevdim.
Cuenca kelimesinin kaynağı İspanyolca ve 4 nehrin birleştiği havza anlamına geliyor. Bu nehirler Tomebamba, Yanuncay, Tarqui ve Machangara. Bu nehirlerden ilk üçü Páramo of Parque Nacional Cajas denen ve şehrin batısındaki dağlık bir alandan doğuyor. Bu nehirler Amazon’u besliyorlar
Şehre saat 16:00 gibi vardık ve hemen şehri gezmeye başladık. Şehrin önemli eserlerinden Eski Katedral (Iglesia de El Sagrario) 1557 yılında inşa edilmiş ama bugün artık müze olarak kullanılıyor. Bu Katedral şehre bir süre sonra yetmemiş ve Yeni Katedral 1885 Yılında inşa edilmiş. Ama mimari yanlış hesaplama nedeni ile projeye uygun yapılamamış. Kuleleri çıktıkça binada çatlamalar başlamış. Bakmışlar ki gidişat kötü ve bina daha fazla ağırlık kaldırmıyor, kuleleri daha fazla çıkmamışlar. Katedral kuleleri kesik olarak inşaat tamamlanmış. Aslında kuleler iki kat daha yüksekmiş. Karşılıkllı olan bu iki katedral arasında Abdon Calderon Parkı var.
1682 Yapımı El Carmen de Asuncion Manastırını dıştan görüp kendimizi bu güzel eski şehrin sokaklarına vurduk. Çoğunlukla öyle amaçsızca sokakları gezmek ve yöre insanlarını gündelik yaşamları içinde görmek büyük bir zevktir benim için. İşte bu an tam da o andı.
Geziyi bir kafeteryada nefis kahve molası vererek tamamladık.
Bu şehir de yarın birkaç saat daha geçireceğiz.
Gezekalın..
Dr Ümit Kuru
20.08.2014 Saat 02:45
Zeynep Bozkurt
/ Ağustos 21, 2014Cuenca’yı, Cusco’ya benzettim, ama bu daha büyük…