Gezi Tarihi: 19.10.2010
Artık alıştığımız ve tüm gezi boyunca da uygulayacağımız gibi o sabah da erkenden yollara düştük. Hedefimiz yarım saat kadar öte de olan Santa Maria del Tule’deki Tule Ağacı. Bu ağaç herhangi bir ağaç değil. Tam 2000 yaşında olduğu düşünülen bir ağaç. Ağacın boyu 58 metre ve gövde çapı ise 14 metreymiş. Bu ağaç, neredeyse, çevresinde yaşanan milattan sonraki tüm tarihe şahit olmuş olan bir ağaç! Acaba onu kim dikmiştir ve nasıl bu güne kadar gelebilmiştir?
Sabah 08:30 gibi Tule ağacının yanındaydık. Gerçekten çok heybetli bir servi (selvi) ağacıydı. Fotoğraf karesine ağacın tümünü sığdırmam için epey gerilere gitmem gerekti.
Bugün bir kilisenin bahçesinde kalmış olan bu anıtsal ağacın tek bir gövdeden değil de, birkaç gövdenin birbirlerine füzyonu sonunda ortaya çıktığı ileri sürülse de, 2005 yılında yapılan DNA testlerinde ağacın tek bir gövdesinin olduğu gösterilmiş. General Cortez’in, Aztekler tarafından kendisine tattırılan bir yenilgi sonrası bu ağacın gövdesinde ağladığı rivayet ediliyor.
Ağacın fotoğraflarını çekerken bir küçük kız çocuğu yanımızda belirdi. Bu güzel çocuk elinde tuttuğu ayna ile güneşten gelen ışınları bir lazer pointer gibi ustalıkla kullanıp, ağacın gövdesinde ve dallarında gezdirerek, benzetmek için tam da bir çocuğun hayaline ihtiyaç olacak şekilde, hayvan ve insan şekillerine benzetmeler yapıyordu. Hiç bozmadık! O da uzun uzun anlattı ve bizden de iyi bir bahşişi kaptı.
Meksika da olsun, Guatemala’da olsun rastladığım bazı kuşların ya da ağaçların, çiçeklerin renkliliği beni mest etti doğrusu. Afrika lale ağacı olduğunu öğrendiğim bir ağaç, çok ilgimi çekti.
Daha sonra bu küçük kasabanın alanında toplanarak otobüsü beklemeye başladık. Bu arada grup boş durmadı ve yeni yeni açılan bir dükkanda, dükkan sahibesi olan yaşlı bayan tarafından ikram edilen greyfurtu büyük bir iştahla yiyerek sabah keyfini de yaptı.
Meksikalılar çok cömert ve tatlı yüzlü insanlar. Ülkenin güney kısımlarına doğru indikçe fotoğraf çektirmeyi sevmediklerini belli eden aksilikleri dışında hep yardımsever ve güler yüzlüydüler. Rehberimiz Violetta, halkın fotoğraf çektirmekten hem fişlenme korkusundan (kim bilir bu insanlar neler yaşadılar da hala bu korkuları var) hem de fotoğraf ile özellikle çocuklarının ruhlarının alındığını düşündüklerinden hoşlanmadıklarını ileri sürdü. Bizde mümkün olduğunca izin almadan ya da en azından göstere göstere fotoğraf çekmemeye özen gösterdik.
Daha sonra Mitla Antik Kentine gittik. Oaxaca ile Mitla antik kenti arasında 50 km civarında bir yol mevcut. Önceleri Zapoteklerce kurulan ve dini bir merkez olan bu antik şehre girmeden önce ilk dikkatimizi çeken şey, kaktüslerle yapılan çitler oldu. Bu sırık kaktüsler kopartılıp, birkaç gün dışarıda bekletildikten sonra yeniden dikilince köklenirlermiş. Antik şehrin neredeyse dört yanı bu kaktüslerden yapılma çitlerlerle kaplıydı.
Bugünkü kalıntılar, İspanyollar gelmeden 200-300 sene önce burada yerleşik olan Misteklere ait. Mitla Antik Kentinin önemi, geometrik şekilde renkli mozaiklerle kaplı olan tek antik alan olması. Ayakta kalan en sağlam yapı, içinde altı adet sütunun bulunduğu bina ve geometrik şekillerdeki mozaiklerin bulunduğu Saray kısmı. Mitla Antik Kentinde kazıları yapan Leopoldo Batres bir arkeolog değil. Ancak 1901-1902 yılları arasında Mitla Antik Kenti kazılarını yapmış. Rehberimizin dediğine göre Batres kendisini ölümsüzleştirmek üzere adını duvarlara kazımış. Ne ilginçtir ki aynı amca bir arkadaki duvara “duvarlara yazı yazmayın” diye bir tabela asmış. Benim İspanyolcam yok, iki tabelayı da çektim. Adamın düşüncesine bak, bir de eylemine!
Mitla antik kenti gezisi sonrasında Mitla’nın çarşısına daldık. Çok güzel el işleri, tahta oymalar grubun ilgisini çekti tabii ki. Hemen hemen gezdiğimiz her Meksika kenti gibi, burası da bizden nasiplendi.
Sonra öğle yemeği yiyeceğimiz bir lokantaya gittik. Burası çok özel bir yerdi. Çiçeklerle dolu güzel bir bahçe içinde, müzikleri ile bize eşlik eden sanatçılar varlığında yemeğimizi yedik.
Mısır unundan yapılan bizim lavaş ekmeğimize benzer Tortilla, siyah fasulye, bizim muska böreklerini andıran peynirli Quesadilla, etli Taco ve ardından tatlılarımızı yedik. Yanında da buz gibi bir bira.. Değmeyin keyfimize!
Bu güzel yemek sonrasında 214 km sürecek olan Tehuantepec kentine doğru hareket etmek üzere otobüse bindik. Yarı uykulu, yarı açık gözlerle geceleme yapacağımız kente doğru yol aldık.
Tehuantepec Meksika’nın daralan kısmında yer alan bir şehir. Bu şehirden hatırladığım bol bol terlememdi. Meksika çoğunlukla 1500-2000 rakımlarda olan bir ülke, özellikle de geceleri serin oluyordu. Ama kıyılarda tropikal iklimin özelliklerini hissediyorsunuz. Buradaki otelde, kaldığımız en kötü oteldi.
Yarın güzel bir gün olacak; Sumidero Kanyonunda tekne ile gezinti yapacağız. Güzel bir doğal çevre beklentimle uykuya daldım.
Gezekalın ve Aydınlık kalın…
Dr Ümit Kuru
İlk yayın tarihi : 10.11.2010
Gözden geçirilmiş yeniden yayın tarihi 21.10.2016 Saat 21:29
(10.11.2010 tarihli not: Bu ülkenin yetiştirdiği ve herhalde yetiştirebileceği en güzel insan; Ruhun şad olsun. Her sene, bir öncekine seneye göre, senin ilkelerine daha çok ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Bu ülke insanlarının senin fikirlerini yeniden keşfedeceği günler elbet gelecektir)
(21.10.2016 tarihli not: 2010 yılındaki gezi yazım 10 Kasım’a denk gelmiş ve yukarıdaki notu düşmüşüm. Altı yıl sonra geldiğimiz nokta maalesef o günden de geri oldu. Umut yitirmek bana yakışmaz. Bu ülkenin yetiştirdiği en güzel ve kıymetli insan, Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirlerine ve gösterdiği bilimin ışığı olan yola dönecektir bu ülke insanları..)