Gezi Tarihi 17.09.2016
Sabah otelde kahvaltı sonrasında, otel terasından aşağımızda uzanan Antananarivo manzarasına baktığımda ne de güzel ve hareketli gözüküyordu şehir! Umudum bu son günde, gelişlerde ve gidişlerde pek de içimin ısınmadığı bu şehirden güzel anılarla ayrılabilmek. Bu son günümüzü Başkent Antananarivo’ya, ya da daha çok anılan ismi ile Tana’ya ayırdık. Burada öğle sonrasına kadar hep beraber gezip, daha sonra bir kısmımız memlekete, bir kısmımız ise Mauritus’a gidecek.
Şehir 1610-1625 yılları arasında Merine Kralı Andrianjaka tarafından kurulmuş. Şehrin, daha doğrusu Madagaskar’ın, zirvesine bir kraliyet konutu inşa eden Kral Andrianjaka, daha sonra burayı Merine Krallığı’nın kraliyet sarayı haline getirmiş. Sözlü anlatılara göre, 1675-1710 yılları arasında krallığı yöneten Kral Andriamasinavalona, krallığı korumak için 1000 muhafız görevlendirmiş ve krallığın ismini de Antananarivo (Bin Asker Krallığı) olarak değiştirmiştir.
Madagaskar’ın başkenti Antananarivo’yu eski bataklık bölgesi olan şehir merkezi, saraylar (Rova-Eski Kraliçe Sarayı, eski Rainilaiarivony (Andafiavaratra) Eski Başbakanlık Sarayı, Eski Adalet Sarayı), Katedral eski soylu ailelerin evlerinin bulunduğu şehir dışı bölgesi (“La Haute ville”) ve bunlar arasında bulunan ara bölge olmak üzere 3 bölüme ayırabiliriz.
Biz gezimize şehir dışı (Upper Town) bölgeden başladık. İlk durağımız ise Rova (Kraliçe’nin Sarayı veya Manjakamiadana) oldu. Büyük kraliyet kompleksinin bir parçası olan Kraliçe Sarayı, 17. yüzyılda Kraliçe Ranavalona için yapılmış. Burası 1995 yılında bir yangında yanmış ve sadece duvarları ayakta kalmış. Saray şehrin 200 mt yükseğinde, Analamanga (“mavi Orman” anlamında) Tepesinde kurulmuş.
Başlangıçta ahşap olan yapı 1869’da Kraliçe 2. Ranavalona’nın isteği ile betonarmeye çevrilmiş. Heybetli bir kapıdan içeriye girince tam karşınıza bu sarayın dış duvarları çıkıyor. Yanmış olan sarayda bazı tadilat işleri olsa da, bunlar uzadıkça uzamış ve hala da bitirilememiş.
Girişten sonra sol tarafa doğru giderseniz kral ve kraliçelere ait mezar odaları görüyorsunuz. Monarşinin sonuna kadar hükümdarların mezarları hep Rova’da olmuş. Bu sarayın terasından şehir manzarası müthiş.
Rova kompleksi içinde sadece Kraliçenin Sarayı yok. Bundan başka daha eski ve basit olandan, bitirilememiş olanlarına kadar birkaç tane daha saray var. Bunlardan bir tanesi yeniden düzenlenmiş. Biz de onun içini gezdik.
Saray kompleksi içinde geziye, kraliyet Kilisesini gezerek devam ettik. Kilise içinde tahta işleri son derece güzel bir işçilikle yapılmış.
Saray Kompleksi içinden son fotoğraflarımızı alıp şehir gezimize devam ettik.
Rova’nın Kuzey ve güneyi derin yarlarla çevrili. Doğu batı doğrultusu ise tarihi yerlerle dolu. Rova’dan aşağıda gözüken manzara, soyluların geleneksel mimaride, koloniyal tarzda iyi korunmuş eski evleriyle, katedraller, dar, kıvrımlı kaldırım taşı döşeli sokaklar ve geleneksel Malagaz evleri ile dolu.
Ben otobüsle şehir gezimize devam etmeden önce, bir koşu, adalet sarayı ve eski başkanlık sarayını da gündüz gözü ile fotoğraflamak için ayrıldım. Ambatondrafandrana (Eski Adalet Sarayı) 16 neoklasik sütunun bulunduğu bir saray. “Rafandran’nın taşları” anlamına gelen Ambatondrafandrana, Antananarivo’nun ilk üç kralının şerefine verilen bir isim. Bina 1881’de yapılmış.
Ravelojaona Sokağı’nda, Andafiavaratra veya Başbakanın Sarayı bulunuyor. Sırası ile gelen üç kraliçe ile evlenen Rainilaiarivony’nin Sarayı 1872’de inşa edilmiş. Bu saray çeşitli dönemlerde askeri karargah, mahkeme, Güzel Sanatlar Akademisi, Başkanlık Sarayı ve en son da Başbakan’ın Sarayı olarak hizmet etmiş. Bu saray içinde Kraliçenin Sarayı’ndan yangında kurtarılan eşyalar varmış. Dış görüntüsünde saraydan pek eser yok.
Rova ve çevresinin gezisi sonrasında araçlara binip şehir turu atmaya başladık. Ama bir baktım hep araç içindeyiz. Hiç dışarı çıkıp fotoğraf çekemiyoruz. Halbuki Madagaskar’a gitmeden önce Antananarivo’yu iyi çalışmış ve gezi noktaları belirlemiş, Anosy Gölü çevresinde yürüyüş planlamıştım.
Anosy Gölü’nü de araçla geçince isyan bayrağını çektik. Aracın durması için uygun bir yer bulunca araç durdu ve göl kenarına yürüdük. Bir anda nereden çıktığını anlamadığımız, çok sayıda çocuk etrafımızı sardı. Üstelik, Madagaskar’ın Doğu ve Batı Kırsal’ında gördüklerimiz gibi “yok” deyince de gitmiyorlar. Etrafta sidiğin zamanla bıraktığı amonyak kokusu hissediliyordu. Göl kıyısı ve gölün içi çöp doluydu. Bir yandan da, şehrin tam da göbeğinde bulunan gölde çamaşır yıkayan kadınları ve yıkayıp da sahilde toprağa serdikleri çamaşırları gördük.
Bir anda Madagaskar’a gitmeden önce o fotoğraflarda gözüken, mor renkli çiçek açmış ağaçlarla çevrili göl hayalim uçtu gitti. Hemen araca döndük ve bir daha da aracı durdurmaya çalışmadık.
Belli ki başkentin o yazılarda, fotoğraflarda var olan imajının silinmesini istemiyor ve mümkün oldukça halkla temas ettirmek istemiyorlardı. Kırsalın mazereti olabilirdi ama başkentin en bilinen ve tam ortasındaki sefaletin mazereti olamazdı.
Biz gene işin teorik kısmını verelim. Anosy Gölü, Analamanga Tepesinin eteklerinde, eskiden var olan bataklıktan kalma bir göl. Bir zamanlar burada göl ortasında Kral Ranavalona I için bir yazlık saray varmış. Daha sonra , bu yazlık sarayın yerine 1. Dünya Savaşında ölen Malagaz askerler için “Siyah Melek”denen anıt dikilmiş.
Analakely (Küçük Orman), başkent Antananarivo tam göbeği oluyor. Tren İstasyonu (Gare de Soarano”, Fouchard tarafından 1908-1910 yılları arasında dizayn edilmiş) binasından, Özgürlük Meydanı boyunca eski markete kadar yayılıyor. Analakely-Zoma bir çok gezgine göre dünyanın en büyük açık hava marketi.
Buraları araçla geçtikten sonra alışveriş yapıp, grubun bütünün Madagaskar gezisinin sonlanacağı El Sanatları Pazarı‘na (Marché Artisanale de La Digue) gidildi. Bu pazarda sepetler, dericilik, tahta işi oymalar, tekstil ve baharat bulabiliyorsunuz. Madagaskar hediyelik eşyalarından almanız için doğru adres. Antamamarivo içinde başka marketlerde var ama burada daha rahat edeceğiniz kesin. Ben burada çok severek bir tahta oyma heykel aldım.
Öğle yemeğini Le Combava adlı restoranda yedik. Güzel bir yerdi ve yemeklerde güzeldi.
İstanbula döneceklerle vedalaşıp, onları yolladıktan sonra Maritus’a gidecek arkadaşlarla birlikte Tsimbazaza Hayvanat ve Botanik Bahçesini gezmeye gittik. Bu büyük ve tepelik park başkentin güney batısında olup bir hayvanat bahçesi, arboretum, paleontoloji müzesi ve etnoloji müzesi içeriyor.
Bu parka bence mutlaka gitmelisiniz. Burası aslında şehir ortasında bir cennet. Maalesef bakımsız ve ihmal edilmiş bu parka aslında sadece göremediğiniz bazı lemur türlerini görmeniz için bile gidilebilir. Tabii ki kafes arkasında lemur görmek üzücü.
Bunun dışında parkın içinde bulunan ve Madagaskar’ın dört bir yanından, etnik ve kültürel farklılıklara göre mezar örnekleri de ilginç geldi bana. Bunun dışında kafes arkasında bazı hayvanlar sergileniyor ama dev kaplumbağalar en ilginç olanlarıydı.
Parkın ortasında bir gölet var. Burada bulunan ağaçlara onlarca kuş yuva yapmış.
Tsimbazaza Hayvanat ve Botanik Bahçesi gezisinden sonra Antananarivo’da Tren Garında bulunan Café de la Gare adlı kafede oturduk ve Mauritus için uçuş saatimizi bekledik. Sonunda da buradan alınıp uçak için havaalanına götürüldük. Bundan sonrası ise bir başka hikaye gerektirir.
Evet Sanal Gezgin arkadaşlarım..
Bir gezi yazısı daha bitti. Gezi yazıları bitince benim içimi bir hüzün kaplıyor. Bunun nedeni benim için yazı bitince gezinin de gerçekten bitmiş olması, o ülkenin dosyasının kapanması. Sonrası sanal aleme emanet.
Bir gün rotanızı Madagaskar’a yani 8. Kıtaya yöneltin lütfen. Madagaskar, Madagaskarlıktan hızla çıkıyor, kaçırmayın derim..
Gezekalın, aydınlık kalın..
Dr Ümit Kuru
08.10.2016 Saat :01:31