Baharın Müjdecisi Çiçeklerin Peşinde

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Artık benim için baharın müjdecisi kiraz çiçekleri oldu.

Son üç sene Nisan ayını,  kiraz ağacı çiçeklenmesini izlemekle geçirdim. Önce 2016 yılında Japonların yeniden doğuşu ve baharı simgeleyen sakuralarını  görmek için Japonya’ya  gittim.

2017 yılı baharını Uluborlu’da, 2018 yılı baharını ise Akşehir’de kiraz ağaçları arasında gezinip, çiçeklerini fotoğraflamakla geçirdim (Uluborlu kiraz bahçeleri ile ilgili gezi yazımın adresi; : https://gezekalin.com/2017/05/10/hizirlar-ve-bilgeler-cografyasinda-uluborlu-sakuralari-egirdir-golu/ ).

Aslında bu seneki gezi amacım Konya ili sınırları içinde 400 dönümün üstünde tarlalara renk renk ekilmiş laleleri fotoğraflamaktı. Konu baharı karşılamak ve çiçekler olunca, Akşehir’in kiraz bahçelerinde, Japonya’dakilerin aksine zamanla meyveye dönüşecek yerli sakuraları, yani kiraz çiçeklerini fotoğraflamadan geçip gitmek olmazdı. Biz de Akşehir’in köylerinde kiraz bahçelerini ziyaret ettik.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Geçen sene Uluborlu’da kiraz çiçeklerinin dökülmeye yüz tutan zamanına denk gelirken, bu sene Akşehir’de kiraz ağaçlarının yeni çiçeklendiği zamana rastladık. Bizim gibi yörede yaşamayan ama dar zamanda hedeflediği olaya şahit olmaya çalışan gezginler için zamanlama her zaman tutmayabiliyor.

Anadolu toprakları medeniyetlerin olduğu kadar, pek çok meyve türü için de çıkış noktası. Ülkemiz kirazı en çok üreten olduğu halde, kirazını en çok ihraç eden ilk ülke değil. Üreticisine sorsan haklı şikayetlerini ardı ardına sıralayacak halde. Kazanan maalesef hep aracı oluyor. Betonlaşmadan nasibi alan kiraz ağaçları ekili alanlarının kaybı da işin ayrı tarafı.

Akşehir kiraz üretiminin önemli olduğu bir ilçemiz. Bu ilçenin en iyi kiraz cinsi Napolyon Kirazı. Bu kirazı geçen senelerde dalından yemiştim. Muhteşemdi. Akdeniz’e deniz tatiline giderken yanımıza aldığımız 9 kasa Napolyon kirazını karavana yüklediğimizde içimden “Abarttık arkadaş!” demiştim ama daha İstanbul’a dönmeden tek bir kiraz kalmamıştı geride…

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Miharu Takizakura

Japonya’da Sakuramori dedikleri kiraz ağacı doktorları bile mevcutmuş. Hele  Miharu Takizakura adlı yaşlı bir kiraz ağacının özel bir doktoru varmış. Japonya’da insanların ve politika üretenlerin meyve vermeyen ama çiçekleri yüzünden kutsiyet atfettikleri kiraz ağacına ne kadar saygı duyduklarına bizzat şahit olmuş birisi olarak, ülkemizdeki bu önemli ağaca yeteri kadar değer verilmemesi ise ayrı bir konu. Zeytin ağacını yok eden zihniyetin kiraz ağacını koruması mümkün mü? Bu konuda gazeteci-yazar dostum sevgili Yusuf Yavuz’un linkini verdiğim yazısını mutlaka okumanızı tavsiye ederim .

(https://gazeteciyazaryusufyavuzblog.wordpress.com/2017/04/02/kiraz-agacinin-anlattigi-bu-masala-kulak-verin/ )

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kiraz ağacı çiçekleri ağır ağır açar ama çok çabuk dökülür.  Yani hızlı yaşarlar ve döküldüklerinde gençtirler. Bu nedenle Japonlara göre sakuralar,  baharın müjdecisi olmasına rağmen, daha solmadan en güzel halindeyken dallarından düşmesi sebebiyle, ölüm ile yaşamın birlikteliğini ifade ediyorlar. Rüzgar estiğinde dökülen kiraz çiçekleri Japonya’da pembe, Uluborlu’da ise beyaz renkli kar tanecikleri hissini vermişti bana.

Hanami nedir bilir misiniz? Hanami, geleneksel Japon kiraz çiçeği seyretme festivalinin adı (aslında gündüz kiraz çiçeğini izlemeye deniyor, gece için bile farklı bir adlandırması var). Yani Japonlar kiraz çiçeği açtığı zaman bunu kutlar ve parklarda kiraz ağaçlarının altı gece gündüz insanla doludur. Yerli turistler dışında, tüm dünyadan 500000 üstünde insan sadece bu özel gün için Japonya’ya gidiyor. Akşehir’in Kiraz Festivali var ama kiraz çiçeği ile ilgili bir aktivitelerinin olduğuna dair bir bilgi edinemedim. Uluborlu bu konuda biraz daha aktifti. Uluborlu’da kiraz çiçeği döneminde fotoğraf gezilerine öncülük ediyorlardı. Ben yine de bu tür tanıtım ve faaliyetlerin çok az olduğunu düşünüyorum. Kiraz çiçeği günlerini ülkemin tüm insanları duymalı ve görmek için fırsat yaratmalı. Bu konuda tabii ki yörenin insan ve yönetimlerinin çaba göstermeleri gerekir. 

IMG_1983.JPG

Gelelim Lale tarlası gezimize…

Konya ilginç bir memleket! Sizlerle kısa Konya gezimizi de sonra paylaşacağım. Bir gezgin için çok önemli gezi noktaları ve hedefleri içeriyor. Gezdiğimiz lale çiftliği, Ali YETGİN Yapı Tarım Hayvancılık ve Ltd. Şti.  bünyesindeki Asya Lale firmasına ait. 1998 yılında lale yetiştiriciliğine başlamış. 400 dönüm dikili alanda, bir yılda 50 milyon adet lale soğanı üretiliyormuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Lale tarlaları eskiden Çatalhöyüğe yakınmış. Ama muhtemelen zamanla alan yetmediğinden, Konya’nın İsmil Kasabası’nın Çınaroba mevkine taşınmış ve Konya merkeze uzaklığı 76 km. Lale tarlalarını gezmenin bir zamanı ve süresi var. Yani çiçeklendiği zaman serbest gezi imkanınız yok. Bu sene 8 Nisan Pazar günü ve sonraki bir kaç gün için gezme imkanı vardı. Biz de gezimizi 8 Nisan’da yaptık. Bu günün tanıtımı güzel yapılmış. Çok sayıda firmaya ait tur otobüsü vardı ve alan da oldukça kalabalıktı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Lale çiftliği renk cümbüşü ve düzenlemesi ile çok güzeldi. Yeryüzünde, gök kuşağını hissettim.  Doğada (örneğin Tota Dağı’nda mevsiminde açan kırmızı lale), doğanın verdiği şekil ve dağılımla açan vahşi laleyi, hiç bir parktaki lale ile değişmem. Ama burada, bu yoğunlukta laleleri görmek de ayrı bir güzellik olsa gerek.

IMG_1933.JPG

1550 yılları civarında lale soğanları, Osmanlı topraklarından götürülmüş. 17. yüzyılda Hollanda’da lale çılgınlığı başlamış. İnsanlar nadir bulunan bir tek lale soğanı için servet ödemişler. Lale ülkemiz tarihinde bir döneme isim verecek kadar sevilmiş, önemsenmiş. Şiirlere konu, zarafetin, inceliğin ve masumiyetin sembolü olmuş lalelerin ülkemizdeki en büyük bu çiftliğini gezmek, laleleri ışığa-açıya göre fotoğraflamak neredeyse yarım gününüzü alabilir.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Beni gezi öncesi dedikleri,  “Ne yapacaksın lale çiftliğini? Konya’ya bu iş için gidilir mi? Emirgan Parkı’nda en kralı var lalenin!” sözleri yolumdan engellemedi. Sizi de sakın engellemesin ve zamanı gelince insan eli ile yaratılan bu görsel şölene şahit olun. Hem Konya’ya gitmek için başka sebepleriniz de var.

Neler mi? Arkası yarına…

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

11.04.2018 Saat 16:21

IMG_1897 - Copy

Sakura Zamanı Japonya:Nikko

P4110081.JPG

Bugünümüz Tokyo’ya 150 km (yaklaşık 2 saat otobüs yolculuğu demek) mesafede olan Nikko Ulusal Parkı ziyareti ile geçecek. Aslında Japonya programımızın bir dile getirdiğim ve bir de getirmediğim ama ilkinden daha önem verdiğim bir temeli var; Bizim programın temeli Japonya’da UNESCO Dünya Kültür ve Doğa Miras Listesi eserlerini gezmeye dayanıyor. Japonya’nın UNESCO Listesine girmiş 19 Kültür ve Doğa eseri var. Biz gezimizde, süremizin ancak yettiği şekilde, bu yerlerden 6 tanesini gezeceğiz. İşte Nikko Ulusal Parkında bulunan mabet ve kutsal yerler bu listeye göre gezeceğimiz ilk yer olacak. Yani en azından bende heyecan dorukta!

Burada bir ara verip, Japonya’ya has bir dini öğreti olan-yani bu anlamda Japonya’nın milli dini olan- Şintoizm hakkında bazı bilgiler verme gereğini duyuyorum. Japonya’ya Çin’den 6. yüzyılda gelen Budizmi daha önce gezdiğimiz ülkelerden tanıyorum. Ancak Şintoizm bana da çok yabancı bir dini öğreti.

Ry6Ob6

Şintoizm dünyanın en eski dinlerinden bir tanesi. Geçmişi Milattan Önce 7. yüzyıla kadar gidiyor. Şintoizm’in Japoncada karşılığı Kami-Nomiçi’dir (Tanrıların Yolu). Şintoizmin bilinen bir kurucusu yok. Şintoizm’in 2 temel özelliği kısaca;
-Milli bir din olması
-Tabiata tapmaya önem vermesi.

Şintoizm inanışına göre, birbiriyle hem kardeş hem karı-koca olan Gök (Baba) Tanrı ile Yer (Ana) Tanrı bütün Japon adalarını ve diğer Tabiat Tanrılarını doğurmuşlardır. Bu iki ilah inancı etrafında dönüp dolaşan başka Tanrı inanışları da vardır.

Nakledildiğine göre Japonya’da 8.000.000 ilah varmış. Dağ, ırmak, ateş, gök gürlemesi, fırtına, yağmur gibi ilahlar dışında her meslek sahibinin de ayrı bir ilahı varmış. Bu inanışta ölüler, yaşayanlara muhtaçtır. Kendilerine ikram yapıldığı, mezarın üzerine yiyecek, içecek, eşya ve tabii ki para konulduğu sürece mesut oluyorlar. Ailenin, köyün, klanın ve imparatorun atalarının ruhları en başta gelen ruhlardır. İmparator Güneş ilahesinin torunudur ve halen de öyle kabul edilir. Genellikle Japonlar dünyanın iyi ve kötü ruhlarla dolu olduğuna inanırlar.

 Şintoizm’de ibadet tapınak (Japonca Şinto Tapınaklarına Jinja deniyor) veya evde yapılabilir. Şinto Tapınakları, klasik Budist Tapınaklarının aksine bol renkli ve canlı ibadet yerleridir. Mabetlerde genellikle eskiliği açısından değerli olan ayna, kılıç, mücevherli taş ve Güneş Tanrısı Amaterasu’nun heykeli bulunur. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Japonların ibadet şekilleri çok sade ve basittir. İbadet etmek isteyen kişi mabede gider, elini, yüzünü Müslümanların abdest almalarına benzer şekilde arınma çeşmelerinde yıkar. Mabette ibadet yerine gelen kişi ellerini 2 kez çırparak ya da çanı çalarak Tanrıya geldiğini haber verir. Mabetteki kıymetli eşya karşısında diz çöker ve ibadetini tamamlamış olur. Evlenme törenleri mabetlerin bitişiğindeki evlenme salonlarında rahipler tarafından icra edilir. Cenaze törenlerini ise, Şintoizm inancında ölü beden kirlenmiş kabul edildiğinden ,Budist rahipler yönetir. Bu anlayış Japonlar tarafından “Biz Şintoist doğar, Budist ölürüz” şeklinde dile getiriliyor. Şintoizm, Budizme göre daha çok neşeli ve dünyevi zevklere uygun sanki. Budist tapınaklar içindeki karamsarlık ve dini bir yapının mistisizmi Şinto tapınaklarında yok .

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

IMG_5722Tapınak alanlarına “Torii” (Tanrı Kapısı-Yolu) denen kapılardan geçerek girilir. Tapınağın girişinde sağlı sollu bulunan aslan, köpek veya tilki heykelleri “Koma inu” olarak adlandırılıyor. Gerçekten sonradan gezdiğimiz tapınakların girişlerinde bu hayvan heykellerinin değiştiğini gördük. Bu hayvan heykellerinin tapınağı koruduklarına inanılıyor. Ziyaretçilerin dileklerini tahta plakalara yazarak bıraktıkları kısma “ema” deniyor. El ayak çekildikten sonra Kamilerin (Tanrılar) gelerek bu dilekleri okuduklarına inanılıyor. Omikuji, içinde yazılar bulunan kıvrılmış kağıtlara deniyor. Bu bir çeşit fal aslında. İnsanlar bu fal kağıtlarını çekip okuyor, sonra da ağaç dalına bağlıyorlar. Ağaç dalına bağlanan fal iyiyse gerçekleşeceğine, kötüyse iyiye dönebileceğine inanılıyor. Tapınağa girmeden önce arınma çeşmesindeki bir kepçe ile su alarak ellerinizi yıkamanız, avucunuza aldığınız suyla ağzınızı çalkalayarak yalağa tükürmeniz gerekir. Doğrudan kepçe ile su içilmez, ağza alınan su yutulmaz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

İkinci Dünya Savaşından sonra Şintoizm resmi din olma özelliğini kaybetmiş. ABD, savaştan yenik çıkmış Japonların, gelecekteki militarist/ulusalcı duygularını ortadan kaldırma yollarını ararken, Japon milli dini Şintoizmi de suçlu görmüş. Savaştan sonra silahsızlandırılmış Japonya’da feodal kültürü yansıtan Şinto uygulama ve öğretileri, savaş dönemindeki ünlerini kaybetmişler ve bugün uygulanmıyor ve öğretilmiyorlar. Japonya’da şu anda hakim olan din, daha çok Barışçı bir din olan Budizm. Bu nedenle hemen gezdiğimiz çoğu Şinto mabedi yanında bir Budist mabedi (Japonca Budist Tapınaklarına Otera deniyor) bulunuyor.

IMG_2593-001.JPG

Bu kadar Şintoizm bilgisi sonrası dönelim Nikko Ulusal Parkına..

Nikko, meşhur bir Japon Atasözü’ne konu olmuş: “Nikko wo minakereba “kekkō” to iu na. Bunu”Nikko’yu görene kadar muhteşem/yeter deme! ” şeklinde tercüme edebiliriz. Ben Nikko’nun güzelliğini anlatan bu Atasözüne tamamen katılıyorum. Hem asırlık ağaçlar ve yeşillik ve hem de tarih iç içe; Şinto Tapınaklarının en güzel örnekleri var Nikko’da. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Nikko yerleşim yerini otobüsle geçer geçmez aniden karşımıza Shinkyo Köprüsü çıktı. Biz Japonya’nın en güzel ve romantik 3 köprüsünden bir tanesinin önünden geçtiğimizi fark ettiğimiz de otobüsümüz köprüyü çoktan geçmişti. Tüm gezimizin en lanet Japon Şöförüne gezimizin bu bölümünde çattık. Ne yaptık, ne ettiysek bir köşede durup da, bu güzelim köprünün fotoğrafını çekemedik. Yolda ilerlemiş bulunduğumuzdan ve biraz yolun dar olması da müsade etmeyince adamı bir türlü bir yerde durmaya ikna edemedik. Tuttu bir kere Japon inadı adamın! Dönüşte görürüz sözünü aldık ama onu da yapmayınca göz ucuyla görebildik Shinkyo Köprüsünü. Buradaki fotoğraf bana ait değil maalesef…

Gezi alanına hemen girişte sağımızda kalan tapınak Rinnoji Tapınağı. Ama bu tapınak tadilatta olduğu için kapalı. Zaten Japonya 2020’de yapılacak yaz olimpiyatları nedeni ile toptan bir tadilata girmiş durumda. Hemen her gezdiğimiz yerde bunu gözlüyoruz.

IMG_2588.JPG

İki tarafı asırlık ağaçlarla dolu yoldan yürüdükten sonra girişinde Tokugawa Ieyasu’nun tuğrasının bulunduğu bir anıt ve hemen arkasında da kapıyı (Torii) görüyorsunuz. 1616 yılında ölüm döşeğindeki Tokugawa Ieyasu varislerinden bir istekte bulunur. Nikko’ya küçük bir mabet yapılmasını ve oraya cesedinin konulmasını diler. “Ben buradan Japonya’da barışı koruyan Tanrı olacağım” der. Sonuçta Nikko, Tokugawa Şogunlarının anıt mezar yeri olur.  İnce işçilikle yapılmış bol renkli tahta oymalar ve altın yapraklı işlemeler nedeni ile buradaki şatafat başka bir tapınakta yokmuş ve Çin etkisinin en fazla gözlendiği tapınaklarda buradaymış.Tüm alanda yaklaşık 13000 civarında asırlık sedir ağaçları bulunuyormuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Toshogu Mabedi buradaki en önemli tapınak ve Tokugawa Ieyasu “Doğudan Parlayan Işığın Büyük ilahı-Tosho Daigongen” olarak Toshogu’da kutsanmış. Başlangıçta çok basit bir mabet iken Ieyasu’nun torunu Iemitsu tarafından 1600’lü yılların ilk yarısında genişletilmiş. Toshogu Mabedi bir kompleks yapı ve içeride bir düzine kadar yapı var. Bunların üzerinde çok güzel tahta oymalar var. Bunların içinde en meşhur olanı “3 maymun” oyması. 

IMG_2645.JPG

Toshogu Mabedinde dikkatimizi çeken bir başka özellik de hem Şinto ve hem de Budist öğeler taşıyan Tapınakların belirgin olarak bir arada olması. Meiji dönemine kadar tüm ülke tapınaklarında bu birliktelik çok belirginmiş ama Meiji dönemi sonrasında Şintoizme ait öğeler belirgin olarak Budizim ögelerinden ayıklanmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Tapınağa adanmış sake fıçılarının bulunduğu depo evlerin arkasında  Yomeimon Kapısı var. Bu kapı işçiliği iyice abartılı bir güzellikte.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yomeimon Kapısından sonra ise Toshogu Mabedinin ana binasına giriyorsunuz. Ama burada fotoğraf çekmek yasak. Yomeimon Kapısından sola doğru gidince  “Ağlayan Ejder” (Honjido Hall) adlı bir bölüme gidiyorsunuz. Burada bir rahip eline aldığı iki tahtayı birbirine vurunca akustik garip bir ses yankılanıyor. Ağlayan ejder ismi de bu sesten geliyor. Ana tapınaktan çıkınca arkaya doğru giden bir başka kapıda ise “uyuyan kedi” oyması meşhur. Bundan sonrası ise merdivenleri tırmanarak Tokugawa Ieyasu’nun mozelesine ulaşıyorsunuz. Bize verilen zaman diliminde ancak bu kadar bölümü gezebildik ama Nikko daha fazla zamanı kesinlikle hak ediyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ayaklarım geri geri giderek tapınaklar bölgesinden çıktık. Bu park içinde Futarasan Tapınağı’da bulunuyor. Onu ise hiç görme şansımız olamadı. Neyse! Bazen azla da yetinmeli. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Öğle yemeğimizi Chuzenji Gölü kenarındaki, Chuzenji Kanaya Otelin restoranında yedik. Nefis bir mısır çorbası, salata, alabalık ve dondurmadan oluşan bir öğündü. Bu otelin konumu müthişti doğrusu.

P4040135.JPG

Bu bölgedeki son aktivitemiz ise Chuzenji Gölünün sularının dışarı çıkış noktası olan Kegon Şelalesi’ni ziyaret etmek. Nikko Ulusal Parkı içinde çok sayıda şelale var. Ancak Kegon Şelalesi yaklaşık 100 mt’den düşen suları ile sadece buranın değil aynı zamanda tüm Japonya’nın en güzel 3 şelalesinden bir tanesi olarak kabul görüyor. Kegon Şelalesini en iyi görebilmek için asansörle bulunduğumuz seviyenin 100 mt altına inmeniz gerekiyor. Asansörle indikten sonra ise bir platformdan nefis şelale manzarası alabiliyorsunuz. Bu kısmı yazmak kolaydı da asansörden çıkışta şelale gördün mü? diye sorarsanız size yanıtım “hayır” olacaktır. Bunun nedeni ise o anda ve  o yerde çok yoğun bir sisin olmasıydı. Şelalenin sesi var ama kendisini görmek mümkün değildi.Bir süre o platformda oyalandık ama grubun büyük bölümü şelale görmekten umudu kesip  asansörle tekrar yukarı çıktı. Benim gibi umudunu yitirmemiş bir kaç kişi daha kısa süreliğine daha beklemek istedi. İşte ne olduysa o beklemede oldu. Sis 10-15 dakikalığına, tam olmasa da, dağılıverdi. Şelalenin yukarıdan düştüğü yeri seçebilir hale geldik. Burası açık bir havada müthiş olur eminim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Kegon Şelalesinin güzelliği hakkında bir fikir vermesi açısından açık bir havada yukarıdan çekilmiş bir video bağlantısı verdim.

Nikko gezimiz sonrasında 2 saat süren geri dönüş sonrasında Tokyo’ya vardık. Yemeğimizi daha tipik bir Japon menüsü sunan bir restoranda yedik ve günü bitirdik.

Evet Sevgili Sanal Gezginler.. İkinci günü de anlatmış olduk. Keşke hava biraz daha açık, yağmursuz, sissiz yani fotoğrafa daha uygun olsaydı. Keşke Nikko bölgesinde daha çok vakit geçirebilseydik…Ah! Keşke… Ah! Keşke….

Gezekalın…

Dr Ümit Kuru

21.04.2016 saat 01:44