
Kalymnos Adası, Bodrum’a 26 km uzaklıkta yaklaşık 16000 kişinin yaşadığı, 110 km² büyüklüğünde bir ada. Dodecanese Adaları içinde büyüklük sıralamasında 3. sırada bulunuyor. Kalymnos Adası denince akla hemen sünger avcılığı geliyor. Evlerde kullanılan süngerlerin suni sünger olmadığı dönemlerde, temizlik malzemesi olarak denizden çıkartılan süngerler kullanılırdı. Bu adada çokça çıkartılan sünger, ada halkının önemli bir gelir kaynağıymış. 1986 yılında bu süngerleri etkileyen bir virüs sonucunda süngerler hastalanmışlar ve çok azalmışlar. Ada halkı o dönemde bu olaydan çok zarar görmüş.
Sünger deniz dibinden toplandıktan sonra tekneye yığılarak çiğnenirmiş. İskeletleri dışında kalan dokularının çürüyüp ayrışması için asılarak uzunca bir süre bekletilen süngerler, daha sonra dövülüp yıkanır ve iyice temizlenerek kurumaya bırakılırmış. Neyse ki doğal süngerlerin yerini büyük ölçüde yapay süngerler almış da bu hayvanlar yok olup gitmekten kurtulmuşlar. Deniz süngerleri omurgasız hayvanlar. Deniz süngerlerinin kas, sinir, ağız,sindirim boşluğu ve kalp gibi herhangi bir organı oluşmamış. Hayvan diyoruz ama süngerlerin deniz dibindeki görüntüsü aslında bir bitkiyi andırıyor. Deniz dibini fotoğraflarken, kayalara asılı olan siyah renkli ve şekli süngeri andıran parçalara sünger demiştim ama tüp gibi ve sarı renkli olanların sünger olduğunu ancak bu yazı için araştırma yaparken öğrendim.
Yine konuyu araştırırken bulduğum ve bana çok ilginç gelen aşağıda linki verilen videoyu izlemenizi öneririm.
https://www.youtube.com/watch?v=m8a0oNsDEx8
Son zamanlarda Kalymnos Adasında turizm hareketliliği artmış. Ancak en yoğun dönemde bile adanın güzel sahilleri kalabalık olmuyormuş. Biz de gittiğimizde çok büyük turist kalabalıkları göremedik. Turizm hareketliliği az olduğu için Kalymnos adası hala çok otantik ve orada yaşayanlar hala çok dost canlısı gibiler. Ada dağlık olduğundan kaya tırmanışı gibi aktiviteler turist çekmede kullanılıyormuş. Tarihi bakımdan pek bir eser yok ama kumsallarının bazı fotoğraflarını gördüm ki, gezemediğimize ve bu sahillerde yüzemediğime çok üzüldüm. Gerçi bu benim için bu adaya yeniden gitmek ve daha uzun süre kalmak için bir neden olacaktır.
Lipsi Adasından demir alıp, 3 saat kadar sürecek olan Kalymnos Adası seyahatimize başladık. Bindiğimiz teknenin bir aktivitesi olduğunu düşündüğüm şekli ile herkes kaptan gömleği ve şapkası giyerek tekne dümenine geçip poz verdi. Denizde sıra sıra yelkenliler seyir halindeler. Leros Adası önünden geçtik ve Kalymnos Adasının bir ucunda yüzme molası verdik. Deniz harika, su altı ise yine müthiş…
Görünüşü güzel ama eti lezzetli olmayan çitari (sarpan) balıklarını fotoğraflamak için takip ederken su altında yassı ve ağır ağır hareket eden bir canlı gördüm. Önce ahtapota benzettim ama yine de tam olarak ne olduğunu anlayamadım ve itiraf edeyim biraz da korktum! Merakım ve fotoğraflama arzum, korkuma galip gelince takip etmeye başladım. Yakından bakınca da bunun bir mürekkep balığı olduğunu anladım. Ne şanslıyım! Doğal ortamında bir mürekkep balığını fotoğraflamayı başardım.
Deniz molası ve öğle yemeği sonrasında teknemiz Kalymnos Adasının ana limanına doğru demir aldı ve bir süre sonra da, aynı zamanda adanın merkezi olan, Pothia Limanına girdi. Adalar Osmanlıların idaresi altındayken, ada isimlerine Türkçe karşılık bulma çabasına gidildiğinden, bu adaya Kilimli (Kelemez olarak da biliniyor) Adası denmiş.
Vakit akşamüstü olunca Kalymnos’u gezecek çok az vaktimiz kaldı. Agios Savvas Manastırında gün batımını seyretmeye gitmek için taksiler kiralandı. Ancak manastıra gezi öncesinde şehri yürüyerek gezmek istedik. Bu nedenle grup yarım saat sonra, kiraladığımız taksilere binmek ve manastıra çıkmak amacıyla, tekne önünde buluşmak üzere şehre dağıldı.
1861 yapım tarihli Metamorfoseos Sotiros Christou Katedraline kadar sokak aralarında yürüdük. Bu adada binalarda, özellikle sahilde olanlarında, İtalyan tarzı göze çarpıyor. İtalyanlar, yönetiminde oldukları dönemde adaları hiç terk etmeyecekmiş gibi kendi zevklerine göre binalarla donatmışlar. Kiklad tarzı evler, en azından gezdiğimiz Pothia’da az sayıda. Sahil boyu, alışık olduğumuz üzere restoran ve kafeler dolu.
Koştur koştur şehir gezmesi sonrasında tekne önünde bekleyen taksilere, herbirinde 4’er kişi olacak şekilde bindik ve Agios Savvas Manastırına doğru yollara düştük. Manastıra adını veren Aziz Savvas yakın tarihli bir aziz ve adanın koruyucu azizi kabul ediliyor. Bu ada ile ilgili önemli bir not ise, ada kiliselerinin Yunan Ortodoks Patrikhanesine değil de, İstanbul Fener Rum Patrikhanesine bağlı olması. Doğrusu beni burada esas etkileyen terastan görülen şehir ve ada manzarası. Aşağıda Pothia ve geriye doğru uzanan vadi görüntüsü çok etkileyici. Gün batımında burada olmak size iyi gelecektir.
Gün ışıkları yerini, gece şehir ışıklarına bırakınca tekneye geri döndük. Aslında adanın pek bir yerini gezemedik. Örneğin Pothia’dan 11 km Kuzey Doğudaki Vathi’yi çok görmek isterdim. Fotoğrafları çok güzel gözüküyor.
Adanın Masouri ve Vlichadia Köyleri ise çok güzel gözüken sahillere sahip. Myrties, Palionisos, Linaria, Emboria Plajlarının internette gördüğüm fotoğrafları çok cezbedici. Ada ile ilgili bir başka güzel kaynak aşağıdaki site linkinde. Size de, bana da bir dahaki sefer için hazır kaynak olsun.
http://www.mysteriousgreece.com/travel-guides/islands/dodecanese/kalymnos/
Neyse! Dedim ya! Bu eksik görmeler, yapamamalar ve tadamamalar tekrar bu adaya gelmek için nedenlerim olsun…
O akşam Türkiye-İspanya maçı vardı. Teknede acele ile akşam yemeğini yiyip, sahildeki cafelerden bir tanesine maç izlemek için gittik. Hezimete uğradık tabii ki. Gerçi bu bile adanın verdiği keyfi eksiltemedi…
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
27.06.2016 Saat 11:03




Patmos Adasında erken uyandık ve hanımla küçük bir yürüyüş yaptık. Ada halkı hala uykuda. Dün gece geç saatlere kadar açık olan kafe ve restoranlar kapalı. Adada derin bir sessizlik var. Patmos Adasının gece hareketliliği, diğer gezdiğimiz adalara göre az sayılacak düzeyde. Adanın kutsal kabul edilmesinden midir? Bilemedim! Sakinliği ve kristal berraklığı ile denizin çağrısına daha fazla dayanamayan Naime, Meltemi adlı kafenin önündeki sahilden denize girdi.





Sabah Leros Adasından ayrılıp Patmos Adası’na doğru yöneldik. İki ada arası 50 km kadar.





Skala’ya geri döndük. Yunanistan’ın küçük ama zengin adası Patmos kolay insan beğenmeyen bir ada gibi duruyor. Turiste doymuş gibiler. Ada insanlarına yakışmayan şekilde, turiste karşı diğer adalardan biraz daha soğuklar sanki. 








İlk olarak adanın batısında Gourna sahiline gittik. Burası adanın merkezi olan Platanos’a göre 7 km Batıda. Adanın en güzel ve en uzun kumsallarından bir tanesi. Aghia Marina tarafında bolca olan dalgaların burada olmamasını umuyoruz ama hayal kırıklığını da Gourna’ya varır varmaz yaşıyoruz. Deniz girilecek gibi değil, zaten sahil de bir kişi dışında bomboş.
Vakit yemek vakti olunca sahilde gözümüze ilişen Gourna Fish Taverna and Restaurant adlı restorana daldık. Adının Fotis olduğunu öğrendiğimiz garsonun tatlı dili ve becerikliliği eşliğinde çok güzel ve lezzetli bir yemek yedik. Gourna’ya sadece bu restoran ve Fotis için bile gidilir. Yemek sonrasında Fotis’den poyrazın estiği bu rüzgarda denize girilebilecek plajlar hakkında görüş aldık. Bize adanın Kuzey Doğusunda Blefoutis Plajını önerdi. Sonradan çok doğru bir öneri olduğunu görüp, Fotis’in gıyabında ona bir kez daha teşekkür edecektik.
Gourna’da yemekten sonra daha önceden tespit ettiğim ve ne olursa olsun görmeyi kafaya koyduğum Agios Isidoros Şapeline gittik. Burası Gourna’ya yakın, Kokali bölgesinde. Kıyıya 50 metrelik bir dar yol ile bağlanmış ve bir kaya üzerine inşa edilmiş bu küçük şapel çok güzel görüntüler verdi. Buradan gün batımı da çok güzel olurmuş ama o kadar vaktimiz yok.
Aghia Marina içinden geçerek buradan Platanos ve Pandeli yerleşim yerlerine gittik. Aslında birbirlerinden ayrı yerleşim birimleri olan Platanos, Pandeli ve Aghia Marina zamanla birbirleri ile birleşmişler. Yürüme mesafesi kadar birbirlerine yakınlar.
Platanos İtalyan mimari tarzı evlerin örnekleri ile dolu. Arabamızı park edip bu evler arasında yürüdük. Daha sonra ise 300 metre yükseklikteki Apityki Tepesine kurulu olan Leros Kalesi (Panagia Kalesi de deniyor) ve onun yamaçlarında gözüken yel değirmenlerini tam karşıdan gören bir alandan fotoğrafladık. Bu kale Bizans döneminden kalma. Palatanos içinden dar sokaklar arasından geçerek kaleye çıkmak mümkün ama biz bunu yapamadık.



1522 yılından itibaren Osmanlı topraklarına katılan On iki Adalar topluluğu, 1912 yılında İtalyanlara terk edilene kadar da öyle kaldılar. Aslında “On iki Adalar” tabiri 8. yüzyılda Bizans dönemi kaynaklarında geçmekle birlikte burada kastedilen antik Yunan’ın kutsal adası “Delos”un etrafındaki adalardı. Bir kaynakta okuduğuma göre “On iki Adalar” ismi Osmanlının bu adalarda gayrimüslimlere uyguladığı yönetim şeklinden geliyor. On İkili denen bu sisteme göre; Her on hane birer temsilci çıkarır, bu temsilciler de aralarından bölgeyi yönetecek “12 kişilik bir ihtiyar heyeti” seçermiş. Bu yönetim şekli nedeni ile adalara da bu isim verilmiş ve Yunancaya bu şekilde geçmiş. Hangisi doğrudur tam emin olamadım ama yazan bunlar.


Resmi işlemler sonrasında Kos Ada turumuza başladık. Bu arada akşama buzukia çalınan bir taverna ayarlamak için önceden tespit edilen Kalymnos Taverna sahipleri ile görüşmeye gittik. Taverna tam bir aile işletmesi. Mekan sahibi Eleni ile bol mezeli, kalamarlı, balıklı ve uzolu canlı müzik karşılığı olarak 20 EUR’ya anlaştık. Akşam iyi eğleneceğimiz, mekan ve sahiplerinin yaklaşımından daha bu saatlerden belli oldu.


Gezekalın takipçilerinin çoğu bilirler ama ben tekrarlamış olayım. Ben bir tıp doktoruyum. Tıp öğrencileri, Tıp Fakültelerinden mezun oldukları zaman Hipokrat yemini ederek mesleğe atılırlar ve ben de bu yemini ettim. Kos Adası doğumlu Hipokrat’ın zamanında hekimlik babadan oğula geçermiş. Genç hekimler loncaya alınırken, günümüzde de geçerli olan fakat bazı değişikliklerin yer aldığı, ünlü “Hipokrat yeminini” ederlermiş. Eski Hipokrat yemininde tıp tanrısı olarak kabul edilen Asklepios adına yemin edilirken, yeni yeminde kutsal inançlar üzerine yemin edilmektedir.

