Vientiane’de bir gece ve yarım gün geçirme sonrası, Laos Havayollarının tarifeli uçakçığı ile Luang Prabang’a hareket etmek üzere havaalanına gittik. Uçakçık diyorum çünkü gerçekten minik bir uçak. Ama gövdesi bol renkli ve çok sallamasına rağmen sevdik biz uçakları. Vientiane’nin 425 km kuzeyinde bulunan Luang Prabang’a uçuş 40-50 dakika kadar sürüyor.
Luang Prabang’da otelimiz, şehrin merkezinde ve tam da gece pazarının kurulduğu cadde üzerinde olan Ancient Luang Prabang Hotel. Güzel bir butik otel ve konumu dışında, odalarını da çok sevdik. Otelin önünde kurulan ve çeşit çeşit meyve ve çikolata ile yapılmış keklerin satıldığı tezgaha üç gün boyunca dadandık, durduk. Portakallı kekler banko favorimiz. Karşımızda ise devamlı açık olan ve meyve tezgahlarının bulunduğu başka bir pazar var. Akşam kurulan ve gece saat 22’ye kadar açık kalan pazarı da göz önüne alırsak, daha ne olsun ki! Otel bizim için biçilmiş konumda bir otel..
Yerleşme ve yemek faslı sonrası Luang Prabang gezimize başladık. İlk izlenimlerimiz çok güzel bir şehir olduğu yönünde. Vietnam’daki Hanoi ve Ho Chi Minh şehirlerine göre çok tenha bir şehir ve trafik desen yok denebilir. Vietnam’ın 322000 km² sine düşen 83 milyon insanın yanında Laos’un 237000 km² sine 6,5 milyon insanın düştüğü gerçeğini bilirseniz bu fark gayet normal denebilir.
1949 Yılında Fransızlardan bağımsızlığını kazanan, 1975 yılına kadar süren iç savaşlar sonrasında iktidara gelen komünist rejimle yönetilen Lao insanları belki fakirler ama sürekli güler yüzlüler.
Din, insanların afyonudur” diyen bir rejimle yönetilen ülkenin bu kadar çok tapınağa sahip olması ve Budizmin bu kadar yoğun yaşanması çok ilginç. İlk gezi durağımızda ister istemez bir tapınak; Wat Visoun.
1500’lü yılların ilk yarısı içinde yapılan Wat Visoun, daha sonra da bolca göreceğimiz tapınak örneklerinden bir tanesi. Budizm öğretisinin ilk hali olan Theravada’yı (eskilerin yolu) takip eden Loas’lu rahiplere (belki keşiş demek daha doğru olacak) bu tapınaklar içinde bolca rastlıyoruz. Budizmin bir diğer kolu olan Mahayana (daha esnek olan) öğretisini ise Vietnam’ın Budistleri takip ediyor. Tapınağın arka bahçesinde bir stupa var ve çevresi çitlerle çevrilmiş. Burada 6-7 adet kız çocuğu oyun oynuyorlar. Stupanın arka tarafında da erkek çocuklar kümelenmiş misket oynuyorlar. Misket oynayan çocukları o halde görünce bizim çocukların misket oynaması aklıma geldi. Çocuk her yerde aynı çocuk.
Sonraki tapınak ise Wat Aham. Bu tapınakta 1500’lü yıllarda yapılmış ama şimdiki tapınak, orijinali üzerine 1800 lü yıllarda tekrardan yapılıyor. Bu tapınakta, dünyanın en çok bilinen efsanelerinden bir tanesi olan Ramayana Efsanesine (erdemlilik timsali Rama’nın, kötü güçler tarafından kaçırılan karısı Sita’yı kurtarmasının anlatıldığı öykü) ait resimler duvarları süslüyor. Bu efsaneyi hem Vietnam’da, hem Laos da ve hem de Kamboçya’da bolca dinliyorsunuz, tabii bazı anlatım farklılıkları ile. Tapınak bahçesinde genç keşişler yere beton dökmeye çalışıyorlar. Tarafımızdan izlendiklerini anlayınca rahatsız olmuyorlar. Hatta izin istendiği zaman fotoğraf çekilmesine izin vermeyen Budist keşişe de rastlamadık. Biz de deklanşörlere bolca bastık tabii ki. Tam da okul dağılma zamanına denk geldik, okul çıkışı çocuklar harika pozlar veriyorlar.
Bu tapınağın arka tarafı Nam Khan Nehrine bakıyor. Bu nehir Mekong nehri ile birleşiyor.
Bir sonraki tapınak Phousi Tepesindeki Wat Phousi. Ancak tapınak bahanesi, esas önemli olanı güneşin batışına şahitlik etmek. Gerçekten tüm gezi boyunca en güzel güneş batışına burada şahit olduk. Beş yüze yakın merdiveni dura dinlene çıktık. Merdivenler boyunca da bolca Buda heykeli gördük (yatanından, mutlu Buda’sına kadar). Şehrin tam merkezinde ve en yüksek tepesi olan bu yerden harika manzara fotoğrafları aldık. En sonunda tepeye çıktık. Herkes bizim gibi günbatımını beklediğinden tepe kalabalık, bu nedenle tepeninde tepesine çıkmaya karar verdik ve sevgili Mustafa ile tapınağın Stupasına tırmanıp tepenin de tepesinde en güzel yeri kaptık. Bunu bizim akıl ettiğimiz sanmayın, bizden önce uyanıklar vardı, biz onları izledik. Biraz saygısızlık olduğunu hissettik ama pişkinliğe vurduk, fotoğraf aşkı böyle bir şey işte. Güneş artık battı batıyor, bir Laos vatandaşı bizi oradan indirmek için el kol işareti yapmasın mı! Kafamızı çevirdiysek de adam inatçı çıktı (bir yandan da hak veriyoruz). Biz de insanlara önce inmeleri için yol vermeye başladık (uyanığız ya, en son inip güneşin batışını fotoğraflayacağız). Bizden sonra çıkan grubun diğer elemanlarına ağır ağır inmeleri talimatını verdik ama sonunda sıra Mustafa ve bana geldi. Mustafa’nın mesleği fotoğrafçılık, onun fotoğraflarının yanında benimkiler amatör kalınca tabii inme önceliğini ben aldım. Umarım Mustafa o anı yakalamıştır.
Yolda küçük çocuklar gördük. Küçük ellerinde küçük kafesler, içlerinde de her bir kafeste bir veya iki kuş. Bu kuşlara özgürlük vermenin bedeli bir Amerikan Doları. Bir kafes alıp kuşları özgür bıraktım, kafeside küçük bir dala astım. Kim öğretti bu küçük çocuklara, küçük kuşların özgürlüğünü satmalarını bilmiyorum. Ama iyi bir şey yapmadıkları kesin..
Yarın Luang Prabang sonu..
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
12.12.2014 Saat