Luang Prabang’da ikinci günümüze uyandık. Sabah erkenden kalkıp, keşişlerin dilenme kapları ile halktan topladıkları yemek bağışları törenini seyretmek istiyorum. Dün geceden saati 05:00 kurdum, ama saat çalmadan uyandım. Balkondan sokağa baktım, hiçbir hareketlenme yok. Yerel rehber bizim kaldığımız otelin hemen başında bu törenin (aslında normal ve her gün tekrarlanan bir olay, ancak bizim için tören anlamı taşıyor) gerçekleştiğini ve saat 05:30’da sokakta, köşede olmamız gerektiğini söylemişti.
Bu arada bu tören hakkında öğrendiklerimi aktarayım; keşişler sadece sabah ve öğle yemeklerini yiyorlar. Akşam yemeği yemiyorlarmış. Sabahları ellerinde yemek kapları ile manastırdan sokağa çıkıp, kendilerini bekleyen halkın önünden geçerek, kaplarına yemekleri bırakmasına izin veriyorlar. Kapları dolunca da manastıra geri dönüp, yemekleri ortaya koyarak paylaşıyorlar. Manastıra keşiş olarak sadece erkekler girebiliyor. Manastıra ilk giren keşiş en küçük rütbeden başlıyor. Manastırda işler hep birlikte yapılıyor. Sabah yemek toplama alanının karşısındaki tezgahlarda hazırda yemekler ve meyvelerde satılıyor. İsterseniz buradan satın alıp, keşişlere bağış yapma şansınızda var.
Dönelim bizim törene; giyinip aşağıya indim. Sokağın başına gidip, keşiş aramaya başladım. Ancak ortalıkta kimseler yok. Sadece benim gibi birkaç turist ve el arabaları ile yemek satıcıları var. Yemek satıcılarını görünce doğru yerdeyiz dedim. Saat 06:15 gibi gün daha fazla ışıdı, sayımızda arttı. Bu arada insanların kaldırımda küçük tabure veya kilimlere yerleşmeleri başladı. Yerleşenlerin önemli bir bölümünü, özellikle uzak doğudan, turistler oluşturuyor. Karşı kaldırımda da bizler, ellerimizde fotoğraf makineleri hazır bekliyoruz. Sonunda ileriden tek sıra halinde, turuncu giysileri içinde keşişler gözüktü. Gülme yok, konuşma yok, boyunlarına geçirdikleri dilenme kapları ile kendilerini bekleyen yemek bağışçıları önüne kadar geldiler. Bağışçılar, yemeklerini uzatılan kaba birer kaşık olacak şekilde koydular. Bu işlem sırayla devam etti. Ardından diğer manastırdan çıkan keşişlerde ters taraftan çıkageldiler.
Kimse kimseye çarpmadan dilenme kaplarını doldurdular ve geldikleri gibi manastırlarına doğru yöneldiler.
Sabah otelde yaptığımız kahvaltı sonrasında geziye Luang Prabang’ın pazarını gezerek başladık. Sonrasında Wat Mai Tapınağını ziyaret ettik. Bu tapınak, duvarlarında kabartma resimleri ile meşhur. Tapınaktan sonra cadde boyu yürürken anaokulu olduğunu düşündüğümüz ve çocuklarla dolu bir bina gördük. Bu kadar neşeli çocuk olur da biz durur muyuz, daldık içeri. Kimisinin ayakları çıplak, kimisi biraz daha bakımlı.
Wat Xieng Thong Tapınağı (Altın Şehir Tapınağı), Luang Prabang’ın en etkileyici tapınaklarından ve Mekong Nehri ile Nam Khan Nehrinin birleştiği yere yapılmış. Bu tapınağın en önemli özelliği, aşağılara kadar inen klasik Lao tapınak damlarına sahip olması. Kraliyet ailesi bir zamanlar burada ibadetini yaparmış. Burası aynı zamanda Kral Sisavangvong’un kemiklerine de ev sahipliği yapıyor. Asyanın en güzel tapınaklarından bir tanesiymiş. Bu tapınakta kıymetli ve değerli Buda heykellerinin konduğu büyük bir araba da saklanıyor.
Bu tapınak ziyareti sonrasında (Artık tapınak ziyaretlerimiz hızlandı. En iyi örneklerini görmemize rağmen, biraz da bıkkınlık var) Mekong Nehri kıyısında limana bağlı uzun, garip görünümlü tekneye binmek için dik merdivenlerden indik. Bu tekne ile Mekong Nehrinin, Laos tarafında tur yapacağız. Ben gayet memnunum, bu nehri sevdim bir kere..
Teknemiz çok uzun. Kaptanın eşi ve çocuğu da aramızdalar. Çocuk zaman zaman gözaltından bizi süzmekle birlikte, çoğunlukla kendi dünyasında. Mekong Nehri sürprizlerle dolu ve deli gibi akan bir nehir. Musonlar zamanında yağan bol yağmurla, bu nehir ciddi anlamda yükseliyormuş. Nehir içinde bazı yerlere direkler dikerek, yükselme dönemlerde teknelerin kaza yapmasını önlüyorlarmış. Rehbere nehir kenarlarındaki ağaçların ne olduğunu sorduğumda bazısına Tik Ağacı, bazısına Banyan Ağacı diyor.
Tekne bir limana yanaştı. Burada pirinç şarabı yapımını öğreniyoruz ve yapılmış olan şaraplardan tadıyoruz. Tadı pek güzel değil.
Bu sefer tekne gezisi grubun genelini pek açmadı, millet sıcaktan mı, açlıktan mı, yorgunluktan mı, yoksa hepsi birden mi nedir uykuya daldı. Benim keyfim hala iyi.
Luang Prabang’da, Mekong Nehri üzerinde yaptığımız tekne gezisinin son durağı Pak Ou. Pak Ou büyük bir mağara ve zaman içinde bu mağarada binlerce Buda heykeli birikmiş. Bu mağaradan sonra merdivenle bir üstteki mağara içindeki tapınağa gidiyoruz.
Yine yol boyu çocuklar ve ellerinde kafesler, kafes içinde salınmayı bekleyen kuşlar. Bir kafes içinde kuş olmayan, tanıdık bir hayvan var;bir tarla faresi. Artık onu da salmak için dolar vermenin bir anlamı yok. Ama bu görüntü sonrası aramızdan birisi “fare de yeniyor mu?” diye soruverdi. Yerel rehber “evet, bunlar tarla faresi, temizdir” deyiverdi. Grup adama nasıl baktıysa, yerel rehber arkasından ekledi ”ama ben yemiyorum” .
Ziyaret bittikten sonra hemen karşı kıyıda olan lokantaya geçtik. Burası pek hijyenik gözükmüyor, başka da alternatif yok. Grup pek bir şey yiyemedi ama soğuk bir Lao birası güzel geldi.
Sahilde nehirde yüzünü yıkayan bir bayan fotoğrafladım. Bu nehir, burada yaşayan insanlar için her şey demek.
Sonra tekrar tekneye binerek Luang Prabang’a doğru dönüşe geçiyoruz. Bu sefer farklı bir yerden güneşi batıracağız ama önce çömlek yapımı ile meşhur bir köye uğrayacağız. Karaya çıktığımızda, çömlek yapımcısı köye doğru giderken çok güzel bir tesis gördük. Tesis yeni yapılmış ve yeni hizmete açılmış. Bahçesi renk renk çiçeklerle dolu. Burada dönüşte bir kahve içmeye karar verdik. Çömlek yapımı ile meşhur köyü ziyaret etmenize gerek yok. Biz erkenden, o güzelim tesise döndük. Biraz da medeniyetin lazım olduğu konusunda grup artık hemfikir. Kızıllaşan Mekong nehrine karşı kimimiz çayını, kimimiz kahvesini yudumlayarak anın tadını çıkarttı. Bu arada neredeyse tüm köyün çocuklarının ve bazı kadınlarının nehirde yıkanmaya başlamasını izlemek, işin bir başka güzel tarafı oldu. Sularda dakikalarca eğlendiler. Bize de anı belgelemek düştü.
Mekong nehrinde kızıllık, karanlığa dönüşmeye başladı, yani otele dönme zamanı. Bir günü daha bitirdik, zaman ne de hızlı akıyor.
Gezekalın..
Dr Ümit Kuru
12.12.2014 Saat 23:00