Sabah, hanımla, kahvaltı öncesi sahil yürüyüşümüzü bu kez de Dubrovnik’te yaptık. Dün üstünden geçtiğimiz Franja Tudmana Asma Köprüsü, kaldığımız otel bölgesinden de muhteşem görünüyor.
Kahvaltıları bizim kahvaltılara benziyor. Bir Avrupa ülkesine, turla gelenler için zengin bir kahvaltı sayılır. Kahvaltı sonrası Dubrovnik’in eski kısmına doğru yola çıktık. Otobüsümüz bizi surlar içindeki Dubrovnik’in Pile kapısında bıraktı. Burada rehberimiz ile buluştuk.
Önce giriş kapısı önünde bulunan parkın içindeki heykel önünde rehberimiz bize şehir hakkında bilgi verdi. Ancak benim gözüm heykele takıldı bir kere. Heykel, bir erkek ve kadının bulunduğu bir temayı işlemiş ama erkek ve kadın zevki mi yaşamışlar, yoksa şiddeti mi anlamak için uzun süre heykeli izledim. Kadının yüz ifadesine bakılırsa pek zevk filan yok ortada..
Dubrovnik 1991 yılı sonbaharından, 1992 yılı Mayıs ayına kadar Sırpların yoğun bombardımanına uğramış ve 2000 kadar bombanın insanlı-insansız, eski-yeni bina ayrımı yapmadan düştüğü bir şehir olmuş. İmparator Constantine Porphyrogenitus’a göre bu şehri Roma şehri Epidaurum’dan (şimdiki Cavtat kasabası) kaçanlar 7. Yüzyılda kurmuşlar. Önce Bizans sonra da Venedik hakimiyeti sonrası 1382 yılında bağımsızlık kazanılmış ve Ragusa Cumhuriyeti kurulmuş. 15-16. Yüzyıllarda bu cumhuriyetin 500’ün üstünde gemili bir donanması varmış. Şehrin zenginliği ve gösterişli binalarının dikilmesi, Amerika’nın ve yeni ticaret yollarının keşfi ile ilgili ama şimdiki binalar 1667 yılında olan depremden sonra, yıkılan binaların yerine dikilmiş.
Pile kapısı eski şehrin ana giriş kapısı. Bu kapıda bulunan taş köprü 1537 yılından ve şimdilerde park olan yerde eskiden bir hendek varmış. Pile kapısının üstünde şehrin koruyucu azizi olan St. Blaise’in Ivan Mestrovic tarafından yapılmış bir heykeli var.
Dubrovnik’in simgesi olan surların uzunluğu neredeyse 2 kilometreyi buluyor. Yüksekliği bazı yerlerde 25 metre civarlarında. Yapımına 10. Yüzyılda yapılmaya başlanmışsa da 13 yüzyıla kadar ilavelerle yapım devam etmiş. Bu surların çeşitli yerlerinde 10 kadar yarım daire şeklinde burç, Adriyatik denizine bakan Bokar ve St. Jhon Hisarları ve Minceta Kulesi var. Bu surlar üzerinde yürünmedikten sonra Dubrovnik’i tam olarak gezmiş sayılamazsınız. Biz surlarda yürüyüşü en sona sakladık.
Pile kapısından giriş sonrasında sol tarafta Onofrio Çeşmesi var. Şehirde en iyi bilinen anıtlardan olan bu çeşme 1438-1444 yılları arasında Napolili bir mimar (Pnofrio de la Cava) tarafından yapılmış. Bu mimar aynı zamanda şehrin su şebekesini de planlamış. Zamanında bu yapı 2 katlı imiş ancak 1667 yılındaki depremde bu kısım harap olmuş. Çeşmenin 16 adet bölmesi ve her bir bölmede bir rölyef mevcut.
Bu çeşmenin hemen karşısında Fransisken Manastırı var. Manastırın yapımına 1317 yılında başlanmış ve yapımı neredeyse 100 yıl sürmüş. 1667’deki depremde Manastır büyük oranda tahrip olmuş. Ancak Romanesk ve Gotik tarzda sütunlu bir dehliz ve fıskiye ilk yapım yıllarından hala ayakta duruyor. 1317 yılından beri açık olarak duran bir de eczane var. Manastır müzesi de geniş bir koleksiyona sahip.
Manastırdan çıkınca denize doğru giden ana cadde Placa veya Stradun olarak biliniyor. Şehri doğudaki kapıdan, batıdaki kapıya doğru bağlıyor. Bizde bu cadde boyunca yürüyerek Loggia Meydanına kadar yürüdük. Bu meydan bugün için popüler bir buluşma meydanı, geçmişte ise politika ve ekonomik yönden önemli bir meydanmış. 1418’de yapılan Orlando Sütunu hemen alanın ortasında duran ve elinde bir kılıçla Dubrovnik’in özgürlüğü için savaşmış efsanevi asker Orlando için yapılmış.
Bu alanda doğuda bir saat kulesi var ve bunun yanında da içinde 4 adet çanın bulunduğu bir yer mevcut. Bu çanların çalınması şehrin tehdit altında olduğunu halka duyurmak içinmiş. Saat kulesinin hemen sol tarafında ise zamanında gümrük işlerinin yapıldığı bir bina var; Sponza Sarayı. Bu bina 1706 yılında, 1667 depreminde tamamen yıkılan binanın yerine yapılmış ve çok güzel barok tarzda bir kapısı ve Venedik tarzı pencereleri var. Bu sarayın dam kısmında beyaz bir gülle tarzında objeyi, Osmanlı’ya şükran olarak dikmişler. Bu minnet nereden geliyor derseniz Osmanlı’nın, Venedik’e karşı Ragusa krallığının yanında yer alması diye anlattılar. Saat kulesinin sağında ise Onofrio’nun küçük çeşmesi mevcut ve 1438 yılından kalma bir çeşme.
Sonraki durağımız ise Rektörler Sarayı. Bu muhteşem saray içinde zamanında şehri yöneten kişi otururmuş. Buradaki yönetici belirli süreliğine seçilir ve hep burada kalırmış. Güzel bir avludan içeri giriliyor ve avluda zamanında Dubrovnik’e hayır işleri için yüklüce bir para yardımı yapan zengin bir gemicinin (Miha Pracata) büstü bulunuyor. Alt katlarda siyasi mahkumlar için koğuşlar var. Merdivenle yukarı çıkınca karşımıza çeşitli eserlerin sergilendiği bir müze çıkıyor.
Rektörler Sarayından sonra dar sokaklardan geçip sahile ulaştık. Zaman öğleyi bulmuştu, yemek yiyeceğimiz lokantanın konumu çok güzeldi. Poklisar adlı bu restoran hemen eski limanda bulunuyor.
Eski limanı gezerken, sahilde civar adalara ve eski şehri denizden gezdiren kiralık teknelerin varlığı bizi dürttü. Grup ve grup liderimiz Ayşe hanım da yeşil ışık yakınca, şehri denizden gezi fikrimiz teoriden eyleme dönüştü ve yaklaşık bir saatlik bir tura katılarak şehrin surlarını ve Lokrum Adasını denizden görme şansımız oldu. Çok keyifli bir gezi oldu. Sonrasında limana geri dönüp, grubu serbest bıraktılar. Biz birkaç arkadaş, şehri surlardan gezmeyi de kafaya koyduğumuzdan, Dominikan Kilisesinin sokağında geçip, surları gezmek için bilet aldık ve şehri bir de yukarıdan surlarda görmek üzere yola düştük.
Surlardan şehrin manzarası harikaydı. Gerçekten surları yürümeden “Dubrovnik’i gezdik” denilemez. Surların, kulelerin, kalelerin tamamını yürümüş oldu. Minceta Kulesinden şehri en yukarıdan görüyorsunuz. Bol bol fotoğrafladık.
Surları gezdikten sonra, küçük Onofrio Çeşmesinin yanında bizi kahvelerini yudumlayarak bekleyen gezi ekibinin diğer kısmına bizde dahil olduk. Kahveleri bizim daha çok hak ettiğimizi düşünerek bir güzel içtik. Gezmediğimiz ara sokaklara girdik, Katedrali şöyle bir gezdik ve en son da bir açık hava pazarı bulup minik hediyeliklerimizi de alarak, buluşma yerimiz olan Pile kapısına doğru yöneldik. Bugün güzel geçti diye düşünerek otelimize doğru yöneldik.
Gezimizin altınca günü olan 19 Mayıs benim yaş günüm, otelde akşam yemeği sonrası şaraplarımızı aldık, arkadaşlarla sahile indik. Bir güzel demlendik. Bu benim en geçirdiğim en güzel yaş günlerinden bir tanesi oldu. Güzel bir gece, istediğim yerde ve sevdiklerimle birlikteyim. Daha ne olsun?
Gezekalın.
Dr Ümit Kuru
İlk Yayın tarihi 06.06.2010
Gözden geçirilmiş son basım tarihi 07.11.2014 Saat 01:10