Sabah kahvaltısı ardından otobüse atlayıp Split’e vardık. Split yat limanları, fabrikaları ve daima yoğun ticari limanları ile bir endüstri şehri görünümünde ve özelikle de 2. Dünya savaşı sonrası kontrolsüz bir gelişme yaşamış. Ancak eski şehir hala çok çekici bir görünümde. Özellikle İmparator Diocletian’ın buraya sarayını yapması ile şehir çok gelişmiş.
Diocletian muhtemelen yakında bulunan Salona kentinden gelmiş ve 284 yılında Roma İmparatoru olmuş. Daha sonraki iç çekişmeler Roma imparatorluğunun 4 eş yetkili imparator tarafından yönetilmesini gerektirmiş ve bundan 20 yıl sonra da Diocletian sarayına çekilip İmparatorluk işlerinden elini ayağını çekmiş (ya da çektirmişler). Diocletian 316 yılında ölünce onun sarayı, yönetim binaları olarak işlev görmüş.
İmparator Diocletian’ın Sarayı dünyada en iyi korunmuş olan Roma saraylarından bir tanesi. Aslında tipik bir Roma askeri kalesi gibi ve zamanında 215 mt’ye, 180 mt boyutlarında, 28 mt yüksekliğinde kalın duvarlara sahip bir saraymış. Eski şehir 614 yılında yakında bulunan ve Avarlar tarafından saldırıya uğrayana Salona şehrinden yoğun bir göç almış. Yeni gelenler, Roma Sarayının bölümlerini ev olarak kullanmaya başlamışlar. Bizans yönetimi sonrasında, 1409 yılında Venedikliler buraya hakim olmuşlar.
Eski şehre Doğu kapısından girdik. Şehrin surlarla çevrili olan 4 yönünde, 4 kapısı varmış; Salona kentine bakan kapının ismi Altın kapı iken, Gümüş kapı, Demir kapı ve Bronz kapı diğer kapılara verilen isimler.
Gümüş kapıdan girip de ilerleyince eskiden imparator Diocletian’ın Mozolesi olan yerde bugün St. Domnius Katedrali’nin olduğunu görüyorsunuz. Diocletian’ın ölüsünün bulunduğu bu mozoleden, 7 yüzyılda çıkartılıp yerine St. Domnius’dan kalanların mezara konulması ve kilise haline çevrilmesi olayı gerçekleşiyor. 12-16 Yüzyılda Romanesk çan kulesi ekleniyor. Katedralin içinde bana en ilginç gelen hekzogonal minber oldu. Tüm gezi boyunca içeride istediğimiz gibi fotoğraf çekemediğimiz tek yer burası oldu.
Kilisenin yanında bulunan kulenin tepesine çıkmak için ayrı bir bilet almak gerekiyor. Dar merdivenlerden çıkarak şehrin muhteşem bir panoramasına şahit olabilirsiniz.
Yolların kesiştiği ve Katedralin önünde olan bulunan sütunlar size Peristyle denen bir yerde olduğunuzu söylüyor.
Diocletian Sarayında, zamanında (6. Yüzyıl) Jüpiter Tapınağı olarak hizmet vermiş ancak sonradan St. Jhon Vaftishanesine dönüştürülmüş bir yeri ziyaret ettik. İçeride Ivan Mestrovic tarafından yapılan St John heykeli mevcut.
Daha sonra ise şehrin Altın kapısına doğru dar sokaklardan geçerek ilerledik. Altın Kapının dışında dev asa bir heykel var. “Knin şehrinden gelen Aziz Yorgo’nun heykelinin ayak parmaklarına dokununca dilekleriniz olurmuş” denince tüm grup, artık dokunmaktan renk değiştirmiş ayak başparmağına dokunuverdik. Bu Aziz’in en önemli özelliği 10. Yy’da İncilin Hırvatçaya çevrilmesini önermesi imiş.
Şehre geri dönüp, St Domnius Katedralini solumuza alarak karşımıza gelen Venüs tapınağının altındaki merdivenlerden inerek Diocletian Sarayının el değmemiş tek orijinal yerine ziyaret ettik. Burası zamanında sarayın lağım kısmı imiş. Bu nedenle de Diocletian’ın mezarı dahil sarayın her yeri zamanla değişirken, bir tek buraya kimse girmek istemediğinden ilk yapıldığı haliyle kalmış. Sarayın temelleri hala ilk günkü gibi duruyor. Burayı da gezdikten sonra serbest zaman verildi. Bundan sonra Varos diye bir lokantada öğle yemeği yiyeceğiz. Bizde serbest zamanı Katedral yanındaki kuleye çıkıp rehberimizin gayet güzel tanıttığı bu şehri bir de yukarıdan görmek ve Peristyle deki sokak kafelerinden bir tanesinde kahve içerek değerlendirdik. Müzik enstrümanı olmadan sadece bir grup insanın bir araya gelerek yaptığı dini bir müzik türü olan Akapella dinledik ve bir CD’lerini aldık. Split’e ilk geldiğimizde, yarımadanın sanayi bölgesinde kaldığımızdan yarımadanın diğer tarafı hakkında bir fikrimiz yoktu. Ancak yarım gün gezdiğimiz eski Split’in tadı damağımızda kaldı.
Öğleden sonra Hırvat deniz işletmesi olan Jadrolinija’ya ait bir vapurla 2-3 saat sürecek olan bir seyahatle Korcula adasına gideceğiz. Adriyatik üzerinde seyahat ederek adaları göreceğiz. Unutmadan bu civarda bulunan Hvar adası hakkında çok güzel tavsiyeler okudum ama maalesef bizim programda yok.
Vapur yolculuğumuz çok güzel geçti ve sonunda Adriyatik’te Hırvatistan’a ait en büyük ada olan Korcula adasının Vela Luca limanına indik. Bu ada çam, meşe ve kayınlarla kaplı, şarapçılıkla ve yazın güzel sahilleri ile ünlü bir ada. Yaklaşık bir saatlik, çok güzel manzaralara şahit olduğumuz bir otobüs yolculuğu sonunda geceleyeceğimiz otelin bulunduğu Brna köyüne geldik. Otelimiz muhteşem bir yerde ve çok güzel bir otel. Manzara harika, kimsenin otele giresi yok, herkes kendini sahile attı. Ben bu geziyi çok sevdim arkadaş, ne ararsan var; tarih, kültür çeşitliliği, deniz, orman.. Daha ne isteriz ki.
Yarın Korcula adası ve Dubrovnik’e devam.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
İlk yayın tarihi 30.05.2010
Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 05.11.2014 Saat : 13:00