• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.129 ziyaretçi
  • Ekim 2014
    P S Ç P C C P
     12345
    6789101112
    13141516171819
    20212223242526
    2728293031  

Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde-Makedonya-1. Gün

SONY DSC

Türk Hava Yollarının tarifeli uçağı ile Üsküp’e 1 saat 15 dakika süren yolculuk sonrası indik. Makedonya’ya vize yok, her türlü pasaport ile vize almadan ülkeye girebiliyorsunuz. Gümrükte işlemler çabuk yapıldı ve bavul başına gittik. Havaalanı dışında Visit Macedonia firmasından görevlinin, üzerinde ismimin yazılı olduğu pankartla beklediğini görünce rahatladım. Üç ay boyunca kendisi ile yazıştığım Stefan’la tanışmak şansına sahip olmuştum. Bir de tüm turu birlikte yapacağımız öğrenince iyice sevindim. Tatlı, cana yakın, hoş sohbet bir insan çıktı sevgili Stefan.

Aracımızda yeni ve rahat bir araç çıkınca, en azından başlangıçta arkadaşlara karşı mahcup olmadığıma sevinmiştim. Bavulları hemen otele yerleştirdik. Otel şehir merkezinde bir otel olan Hotel Ambasador. Eski Türk Çarşısına yürüme mesafesinde, rahat ve temiz bir otel ve otel personeli cana yakın.

Üsküp de 2 gece kalacağız ama sadece yarım gün gezeceğiz. Yarın Kosova’ya geçip, Prizren ve Pristina gezilecek. Akşama ise Üsküp e geri döneceğiz çünkü Kosova da oteller daha pahalı.

Makedonya Haritası2Üsküp’e geçmeden Makedonya hakkında bazı bilgileri versem iyi olacak. Küçücük bir ülke olan Makedonya ile gönül bağlarımız var. Atalarımız burayı yaklaşık 550 yıl boyunca yönetmiş ve halklar kardeş kardeş yaşamayı bilmiş. Makedonya yaklaşık 27000 km² yüzölçümü ile bizim Erzurum ilimiz kadar bir ülke. Nüfusu 2.200.000 civarında (Not: 2012 yılında da nüfus sayısında belirgin bir artış yok. %0.08 gibi bir artış olmuş). Aslında tur şirketleri buraya en fazla 3 gün veriyorlar. Ama Makedonya tarihi yanında doğal güzellikleri ile de keşfedilmeyi bekleyen bir ülke olduğundan biz biraz fazla gün ayırdık. Makedonya da bir zamanlar önemli sayıda Türk varmış ancak artık Türklerin nüfus içindeki oranı ancak %4 ler civarı ve belli yerlere yığılmış durumdalar (Not:1953 yılında tüm nüfus içinde %15.6 olan Türk nüfus oranı 2002’de %3.85 e düşmüş.) Nüfusun %66 civarı Slav kökenli Makedon, %22 kadarı Arnavut, %2,2 si Çingene, %2 kadarı Sırp dan oluşuyor. Resmi dili Makedonca ve Arnavutça. Para birimi Makedonya Denarı (MKD), ve 1MKD=21,25 TÜRK LİRASI, 1 USD=48,17 MKD (Not 2014 oranlarıdır). Makedonya’da yemek içmek ucuz. Adam akıllı bir lokantada, iyi bir menü ile yemek yemek 10-12 EUR’ya mal oluyor. Ayrıca karşılaştırma için Makedonya da şişe su yaklaşık 30 MKD, bira 100 MKD, hamburger 50 MKD (2009 fiyatları). 200px-Muradhudavendigar

Makedonya tarihi oldukça eskiye gidiyor ama en meşhur zamanları Büyük İskender ve babası 2. Philip dönemleri. Daha sonra Romalılar bu ülkeyi ele geçiriyorlar ve MS 4 yüzyıla kadar yönetiyorlar.  Bu tarihten sonra Roma ikiye bölününce burası Doğa Roma’ya yani Kostantinopol’e bağlanıyor. MS 7. yüzyıldan itibaren Slav halkı buralara gelmeye başlıyor. 9. Yüzyılda, Çar  Simion burayı ele geçiriyor ve yönetmeye başlıyor.  1014 yılından sonra bu ülke toprakları Bizans, Sırp ve Bulgarlar arasında el değiştirip duruyor. Daha sonra ise 14. yüzyılda Osmanlılar ortaya çıkıyor. Birinci Murat zamanında bu topraklar ele geçiriliyor ve tam 550 yıl yönetiliyor.  Kırım da Osmanlı ya yenilen Rusya, Balkanlardaki Slav kartını oynamaya karar veriyor. Rusya da, Moskova da yapılan toplantı ile Pan Slavizm politikası kabul edilerek, Balkanları huzursuzlaştırmaya başlıyorlar. Örgütlenmelerle ve para, silah yardımları ile yerelde olsa çeşitli küçük ayaklanmalar zamanla bir yangına dönüyor. Osmanlı bu isyanları bastırınca da “Vay sen misin benim soydaşlarımı ezen” deyip, Osmanlı-Rus savaşı çıkıyor.  1877-1878 yılları Osmanlı için tam bir felaket oluyor; hem Balkanlar ve hem de Doğu Anadolu da tam bir felaket yaşıyoruz. Rus ordusu Bulgar, Sırp ve Romen isyancılarla birlikte Yeşilköy önlerine kadar geliyor. Rusların daha fazla ilerleyip boğazları ele geçirmesi Avrupalıların işine gelmeyince Rusları durduruyorlar. Sonraları tam bir dram! Çok sayıda Türk, Balkanlardan göçe zorlanıyor, yollarda ölüm, soyulma, salgın hastalıktan ölüm derken önemli sayıda insan kaybı ile bu insanlar Anadolu’ya geçiyorlar.

surgun1903 yılında yeniden ayaklanmalar olsa da Osmanlı bunları bastırıyor (Milli Kahramanları Goce Dolcev bu ayaklanmaların lideri olduğundan, ulusal kahramanları olarak kabul edilir, Osmanlı bu adamı yakalayıp idam etmiştir) ama 1912 yılında 1. Balkan savaşı patlak veriyor ve Bulgarlar,Yunanlılar, Sırplar ve Karadağ tarafından Makedonya paylaşılıyor. 1913 de 2. Balkan harbi ile Bulgarların elindeki Makedonya toprakları Yunanlılar ve Sırplar arasında paylaşılıyor.  Yani aslında tüm oyunlar Makedonya toprakları üzerinde oynanmış ve Sırplar, Yunanlılar ve Bulgarlar arasında toprak paylaşımı olmuştur. Birinci Dünya savaşı sonrasında,  1929 yılında Yugoslavya  adı altında Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ topraklarını içine alacak şekilde yeni ülke kurulur ama bu ülke de Makedon halkı tanımaz ve Makedonca yasaklı bir dil haline gelir. Osmanlı ya karşı başkaldıran Makedonların tüm mücadele sonunda geldikleri yer, yeni yöneticilerdir. Tito 2. Dünya savaşı sonrasında Makedonya’ya Hırvatistan, Sırbistan gibi Cumhuriyet olma sözü verdiyse de bu durum savaş sonrası unutulmuştur.
Yugoslavya’nın parçalanması sonrasında 1991 de yapılan halk oylaması ile Makedonya tam bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan diplomatik olarak Makedonya ismi ile tanınmasını geciktirdiyse de 1995’den beri Yunanistan dahil çok sayıda ülke Makedonya’yı bağımsız olarak tanıdı. 2001 yılında Makedonya’da ki Arnavutlar bazı terör olayları ile karışıklık yaratsalar da son zamanlarda Arnavut azınlığa bazı haklar verilmesi ile asayiş sağlanmış gibi gözüküyor.  İşte gezeceğimiz Makedonyanın, Osmanlı dan sonra huzuru pek bulamamış kısa tarihi bu.

Üsküp Makedonya’nın  başkenti. 550.000 kadar nüfusu var. Bugünkü Üsküp şehrinin yakınlarında, Skupi denen başka bir şehir varmış ama bu şehir depremle alt üst olunca, şimdiki yerinde gezeceğimiz Üsküp şehri kurulmuş. Üsküp’ün uluslararası adı olan Skopje de, Skupi antik şehrinden geliyor. 1963 yılında yaşanan büyük depremle şehir çok önemli oranda hasar görünce, bu sefer gelen yardımlarla Japon mimar Kenzo Tange’nin tasarladığı bugünkü Üsküp şehri kuruldu. Yani aslında bu depremde ve sonrasında gelen yeniden yapılanmada önemli sayıda Osmanlı eseri, maalesef ortadan kaldırıldı.

SONY DSC

Bu giriş bölümü biraz uzun olsa da, orada yaşadığımız duyguları anlamanız için gerekli diye yazmak zorunda hissettim. Ne de olsa Atalarımız Anadolu’da Trabzon’u veya Konya’yı  fethetmeden önce oralarda at koşturuyordu.

SONY DSCÜsküp gezimize Üsküp kalesi ile başladık. Üsküp kalesi şehrin en yüksek noktasında kurulu ve tarihi 4000 yıl öncesine kadar gidiyor. Bu kalenin bugünkü şekli Bizans dönemine kadar gidiyor ve 6. Yüzyılda yapılmış. 121 mt uzunluğunda kale duvarlarının yapımında kullanılan duvar taşları, yakındaki da harap edilmiş şehir Skupi den getirilmiş. Osmanlı zamanında tahkim edilmiş ama 1963 depremi ile hasar görmüş. Kaleden çok güzel Üsküp panoraması alınıyor. Aşağıda Vardar nehri süzüle süzüle akıyor. İleride ki dağın ismi Vodno dağı. Ne gereği varsa, bu dağın tepesine 40 km uzaktan görülebilen bir haç dikmişler. Bu mozaikler şehrine, bu simge yaraşmamış bence. Kale içinde çalışmalar vardı (2009 Yılı), bizim restorasyon  görmüş İstanbul Surlarımız gibi yeni bir Üsküp Kalesi inşa ediyorlar. Bir gün önce hava yağmış, o günde kapalı bir hava vardı. Fotoğraf için uygun bir hava olmasa da şehir panoramasını fotoğraflayıp, Stefan’ın anlatımı ile şehir hakkında bilgileniyoruz. Bu arada şehrin panoramik manzarası için bir diğer tavsiye edilen yerde Üsküp te Arka Hotel in çatısıymış, bize vakit kalmadı ama fırsatı olacak olanı bilgilendireyim.

SONY DSC

Kaleden aşağıya doğru inince karşınıza Sveti Spas kilisesi çıkıyor. Sveti kutsal demekmiş.  Osmanlı zamanında yapılan kiliselerin camilerden yüksek olmasına izin verilmezmiş. O nedenle bu kilisenin tabanı derine kazılmış. Sveti Spas kilisesi Osmanlı döneminde yapılan çoğu kiliseler gibi, dıştan gösterişsiz ama içten çok güzel işçiliği olan bir kilisedir. Üsküp’ün en önemli eserlerinden olan bu kilisenin önemi, içinde bulunan benzersiz tahta işi ikonalarından geliyor. SONY DSCSveti Spas kilisesinin tahta oyma (ceviz ağacından) ikonaları önemli. Philipovski kardeşler bu oymalarla 7 yıl uğraşmışlar. Bu kardeşlerin ikonlarını oymakla uğraştıkları bir diğer kiliseyi de sonraki günlerde gezdik. Kilise de görevliler çok güzel bilgiler verdiler. Türk olduğumuz söylenince Makedonların yüzlerinde samimi bir gülümseme oluyor. Bu insanlara kanımız kaynadı. Bu hissi Makedonya’nın her yerinde hissettik. İkonlar gerçekten çok güzeller. Fotoğraf çekmek yasaktı bu nedenle çekemedim. Ama hiçbir fotoğrafta o güzelliği yansıtamaz zaten, görmek lazım.

Kilisenin avlusunda Goce Dolcev adlı Türk’e başkaldıran bir Makedon’un mezarı var. Ayrıca bir de müzesi var. İnsan orada biraz burkuluyor ama ne yaparsınız? Goce Dolcev onların ulusal kahramanı, bizim için ise Osmanlı ya başkaldıran hain! Kişileri ve olayları tarih içindeki yerlerine gör değerlendirmek gerekiyor.

SONY DSCYürümeye devam ediyoruz. Sonraki ziyaret yeri Mustafa Paşa camisi. Yavuz Sultan Selim’in vezirlerinden Mustafa Paşa nın 1492 yaptırdığı cami, restorasyon nedeni ile kapalıydı. Makedonya ve Arnavutluk’ta hayatımda gördüğüm en güzel camileri gördüm. Bu caminin içi de onlar gibi miydi bilmiyorum?

Yürümeye devam ederek Bit pazarı içinden geçtik. Burası bizim pazarlar gibi. Zaten pazarcılarda bizim Türk olduğumuzu anlayınca hemen Türkçe konuşmaya başlıyorlar. İlk alışverişlerimiz daha burada başladı. Bu arada da para bozdurup Makedon Denarı aldık.

Kurşunlu Han, Sulu Han beklediğim gibi çıkmadılar. Kötü olduklarından değil, bakımsız bırakıldıklarından. Makedonlar buraları ve hamamları sanat galerisi haline getirmişler ama kapıları kapalıydı, içeri giremedik. Yürümeye devam edince Türk Çarşısına geldik. Sağlı sollu dükkanlar, ne kadar da güzeller! Ekipte yorulmaya başladı, merkezdeki lokanta-kafe karışımı yerlerden birine oturduk. Türkçe bir hoş geldiniz ile karşılandık. Artık buralarda Stefan yabancı kaldı… Gruptaki insanlar memnun, onlarda rahatlamışlar belli. Güzel bir kahve söyledim kendime, bol köpüklü.. Üsküp’te çay içebileceğiniz tek yer burası. Çay derken bizim anladığımız anlamda çaydan bahsediyorum. Diğer yerlerde çay var mı dediğiniz zaman “Var” diyorlar ama getire getire kuş burnu getiriyorlar. “Siyah çay var mı ?” diye sormalısınız.

Davut Paşa hamamı bir zamanlar balkanlardaki en büyük hamamdır. 15. Yüzyılda yapılmış ve önceleri, Davut Paşa nın haremine hizmet etmiş, daha sonra halka açılmış. Bu hamamda iki büyük kubbe var, gerilerde ise daha küçük kubbeler var. Günümüzde şehir sanat galerisi olarak hizmet veriyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yola devam ederken bir kilise de nikah varmış. Cumartesi-Pazar günleri kilise nikahları oluyormuş. Bizim meraklı tazeler daldılar kiliseye, şeker neyin kaparız diye. Kös kös döndüler tabii ki..

Daha sonra Üsküp’ün bir diğer özgün tarihi eseri olan Taşköprü ye geldik. Taşköprü, Vardar nehri üzerinde bulunuyor ve bu köprü Fatih Sultan Mehmet tarafından 15. Yüzyıl ortalarında bitiriliyor. Eskiden bu köprü yerinde daha eski bir köprü daha varmış ancak bu günkü hali tamamen Türk yapımı. Köprü üzerinde aslında nöbetçi kulübeleri varmış ama bugün sadece bir tanesi ayakta. Köprünün gece görünüşü ışıklandırma altında harika ama ben köprüye gece fotoğraf almak için gidince hayal kırıklığı yaşadım çünkü o gece ışıklandırma yoktu, ne yazık!

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Köprüyü geçince Üsküp’ün yeni kısmına geliyorsunuz. Biz gittiğimizde orada festivalimsi bir şey vardı. Daha çok panayır gibi bir şeydi. Bu meydanı geçince ve eski tren istasyonuna doğru yürüyünce kendini yoksula ve hastalara hizmete adamış Rahibe Teresa’nın müzesine geliyorsunuz. Rahibe Teresa’ya Arnavutlar’da sahip çıksalar da bir gerçek var ki Rahibe Teresa Üsküp de 1910 yılında doğmuş. Kendisi adına, yaşadığı yerde düzenlenmiş müze evi var. Onu ziyaret edemedik. Çünkü cumartesi günü erken kapanıyormuş, dıştan gördük.  Eski tren istasyonuna doğru yürüdükçe yol kenarında heykeller, kafeler ve parklar arasından geçiyorsunuz.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Üsküp’te şimdilerde şehir müzesi olan ama 1963 de geçirilen depremde büyük hasar gören tren istasyonu, bugün için son durak oldu. Burada duvarda duran büyük saat, depremin saatini göstermekte, depremin izleri ise duvarın bazı bölümlerinde hala durmakta.

SONY DSC

Avrupa’nın en fazla Çingenesinin yaşadığı Sutko Mahallesi Yeni Üsküp’te bulunuyor. Buralara pek yaklaşmadık. Üsküp genelde güvenli bir şehir ama gece bize yardım etmeye çalışan ve Üsküp’de bir araştırması nedeni ile bulunan bir Türk arkadaşımızın az daha soyulmasına şahit olacaktık. Bu nedenle gideceklerin dikkat etmesinde fayda var.

Gece ise tekrar yürüyüşe çıktık. Gece meydanda bazı gösteriler vardı. Bu arada artık açlık iyice başımıza vurdu. Bir köfteci tavsiye ettiler, artık köfteler mi çok güzeldi yoksa biz mi çok açtık bilmem ama bir güzel karnımızı doyurduk. Gece otele döndüğümüzde Vodno dağının gece halini göreyim dedim ama karşıma o kocaman haç çıktı.  Uykuya hemen daldık. Yarın yorucu bir gün, Kosova yollarında olacağız.

Şimdilik hoşça kalın, daha doğrusu sağlıkla

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

İlk yayım tarihi 29.06.2009 Saat 22:02

Gözden geçirilmiş yazı yayım tarihi 16.10.2014 Saat 21:46

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Balkanlarda Ataların ve Baharın İzlerinde-Giriş

SONY DSC

Okuyucunun dikkatine;

Bu gezi yazısı Mayıs 2009 tarihinde yapılmıştır. Gezi yazısı yeniden düzenleme ile yayınlanmaktadır. Gezi yazısında bazı bilgiler parantez içinde güncel hale sokulmuştur. Yazıyı bu bilgilenme ile takip etmenizi rica ediyorum.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

SONY DSC

Bir zamanlar her pazartesi gecesini iple çekiyordum. Buna neden olan usta sanatçı Erdal Özyağcılar yanında, Makedon sanatçıları dahil, çok sayıda iyi oyuncuların en üstün performanslarını sergiledikleri “Elveda Rumeli” adlı diziydi. Burada temel bazı tarihi olaylar zemini üzerinde, Sütçü Ramiz ve ailesi eksenli, traji-komik olaylar anlatılıyordu. Benim izlediğim diziler içinde en beğendiğimdi.

SONY DSCTarih her zaman ilgimi çekmiştir. Bu dizi hem tarih, hem üstün performans sergileyen sanatçılar ve hem de doğal güzellikleri yan yana getirince beni kendine bağlamıştı. Bağlamıştı bağlamasına ama bir süre sonra da içimde bir kıpırtı yaratmaya başlamıştı. Bu kıpırtı buraları görme isteğiydi. Başlangıçta, ruh hali olarak “Buraları yakın uzaklık sınıfına giriyor, nasılsa gidiveririm” havasına sahiptim. Ama dizi ilkbahara doğru ilerleyip, Makedonya’nın yeşilini göstermeye başlayınca bu sefer “Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz” ruh halini yaşamaya başladım. Yani Makedonya yolları gözükmüştü bize. SONY DSC

Makedonya ve Kosova’yı, 6 gün ve 5 gece Makedonya’da kalmak üzere Makedonyalı bir firma ile (VisitMacedonia, http://www.visitmacedonia.com.mk) ve Arnavutluk kısmını ise 2 gece 3 gün Arnavutluk’dan bir firma (Albania Express, http://alb-exp.com) ile yapmaya karar kıldım. Grubumuzun sayısı sadece 6 kişi olunca böylesi daha ucuza gelecekti.  Rehberlerimiz, 8+1 kişilik arabamız, merkezlerde otel konaklamalarımız oldu. Hepsinden önemlisi de standart tur programlarında olmayan programımızla Balkanlara yeni yeni gelen baharı yaşamak şansımız oldu. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim; harika bir gezi oldu.
Sevgili Sanal Gezginler; Yediğim, içtiğim benim ama Makedonya-Kosova-Arnavutluk gezi anılarımı ve fotoğraflarımı paylaşıma açtım.

SONY DSC

Otuz altı kısım tekmili birden; 7 Gece-8 Gün de Makedonya-Kosova-Arnavutluk

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

İlk yayın tarihi 29 Haziran 2009, 00:16

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 16.10.2014 Saat 01:17

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Halkların Ortak Dili; Dans ve Müzik

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Kısa bayram tatilinde Midilli Adasına, FasaFisa adlı Ege Dansları eğitimi veren dans okulu hoca ve öğrencileri ile bir gezi yaptım. Bu gezi programı benim gibi bir gezgin için uygun olan bir gezi programı olmasa da büyük bir merak içinde geziye gittim. Merakımın kaynağı, bir süredir ilgi duyduğum, kursuna devam etmeye çalıştığım Sirtaki, Zeybetiko, Hasapiko ve diğer Ege Halkları danslarının pratiğini yerinde görmek, yapmaya çalışmak ve bu kültürü gözlemlemekti. Kurs hocalarımız Nurşen Bayburan ve Bahattin Bayburan eşliğinde ve eskisi, yenisi yaklaşık 30 kişi kursiyerleri ile geziyi gerçekleştirdik. Müthiş bir deneyim oldu benim için. Bu yazıda sizlerle bu geziyi paylaşmak istedim.

zeybekefeEgenin iki kıyı halklarını birleştiren ortak özelliklerin en önemlilerinden bir tanesi herhalde müzik ve danstır. Duruşun, heybetin, ağırlığın ön plana çıktığı bizim bildiğimiz “zeybek” dansı, karşı kıyıda, Yunanistan’da duruşun çok da önemli olmadığı, eğlencenin ön planda olduğu hali ile “zeibekiko” adlı dansa ya da bizdeki “kasap” dansı karşı kıyıda “hasapiko” adlı dansa dönüşebiliyor.

Tüm dünya üzerinde olduğu gibi, Anadolu toprakları da çok sayıda trajediye sahne olmuştur. Bu trajedilerden bir tanesi de Yunan toprakları içinde kalan Türklerle, Anadolu topraklarında yüzyıllardır Türk ve diğer Anadolu halkları ile birlikte yaşamış olan Rum halkın mübadelesidir. Bu yazıyı hazırlarken okuduğum ciddi araştırmalardan çıkarttığım sonuç, trajediden bir tarafı suçlamanın doğru olmadığıdır  ve bu yazının konusu da mübadele değildir. Ancak sonuçta yaşadığı toprağını, evini ocağını bırakarak mübadeleye uğrayan insanların çektiği bir acı vardır. Bu sadece Rum için değil ama Türk mübadil içinde böyledir.

Kurtuluş Savaşı sonrasında, 30 Ocak 1923 yılında Yunanistan ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri arasında Lozan’da  imzalanan antlaşma ile Yunan topraklarında yaşayan Müslümanların (Batı Trakya’dakiler hariç) ve Türk topraklarında yaşayan Rumların (Bozcaada, Gökçeada ve İstanbul’daki Rumlar hariç) karşılıklı olarak yer değiştirmelerine karar verilmiştir. Kaynaklara göre bu mübadele sonucu Anadolu’dan yaklaşık 1.100.000 ile 1.300.000 arası kişi Yunanistan’a gitmiştir. Bu sayı Yunanistan nüfusunun yaklaşık %30-35 ‘ine tekabül etmekteydi. Türkiye’ye ise ağırlıklı olarak Selanik, Girit ve Yanya’dan 500.000-700.000 kişi göç etti ki bu sayı Türkiye nüfusunun %5-10 arası bir orana tekabül ediyordu.

Her iki tarafında insanları çoğunlukla kendi iradeleri dışında ve zorunlu olarak yeni yerlerine göç ettiklerinden hem kendileri büyük acılar ve sıkıntılar çekmişler ve hem de gittikleri ülkeye ekonomik sıkıntılar yaşatmışlar. Yeni yurtlarına gelen insanlar, göç ettikleri yerlerden beraberlerinde alıştıkları müzikleri ve danslarını da getirmişler. İşte Anadolu zeybeği, karşı kıyı topraklarındaki zeimbekiko ile karışıp ortaya yeni bir dans türü çıkmış; Zeybetiko. Yunan topraklarına, Egeden mübadele ile giden ve yoksul gettolarda yasayan Anadolu Rumlarının arasından çıkan , esrar tekkelerinde bir araya gelip esrar içip şarkı söyleyen, yoksulluklarını ve acılarını dile getiren insanların, Rembetlerin dansıdır, Zeybetiko. Yani eğlenen, bitirimlerin dansı. Biraz duruş, biraz eğlence yani bir sentez dansı. Rembetlerin yaptığı müziğe rembetiko denmiş. Rembetiko yapıldığı dönemde, ‘Biz rembetiko yapıyoruz’ gibi lanse edilmedi tabii ki. Yani daha sonraları araştırmacıların ve plak şirketlerinin koyduğu bir isim bu.

800px-Bouzouki_tetrachordoMidilli’de neredeyse sabah, öğle, akşam dans izledik, buzuki ustalarından müzik dinledik. “Buzukilerden çıkan müzik bir tanıdık geliyor insana, inanılır gibi değil!” diyeceğim ama bu cümle garip kaçacak. Bir zamanlar bu topraklara göç eden insanlar, o zamanlar Yunanistan nüfusunun 1/3’ü gibi korkunç bir oranda olunca müzik de, başka bir dilde olsa da, sözler de tanıdık geliyor insana. “Kadifeden kesesi”, “Üsküdar’a giderken” gibi ismini bildiğim şarkılar ilk aklıma gelenler oldu şu anda.

Midilli Adasında geçen sene kalmış ve adanın büyük bölümünü gezmiştim. Ancak adanın insanları ile bu kadar bir arada olamamış ve müzik ve danslarını görememiştim.  Hemen her gittiğimiz mekanı şenlendirdik ve yöre halkı ile beraber çok özel ve güzel anlar yaşadık diyebilirim. İlk gece Perama kasabasında Boluhanas Tavernasında, buzuki eşliğinde müzik dinledik, yedik, içtik ve sirtaki, zeybetiko danslarını kasaba halkı ile beraber yaptık. Tavernası yetmedi, sokaklara taştık. 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Ama benim için gezinin en favori günü, 2. gün oldu. ikinci gün geç bir kahvaltı sonrasında Ghera körfezinde Tarti Plajına gittik. Burada hem denize girdik ve hem de öğlen tavernası deneyimi yaşadık. Bu plaj ve denizi harikaydı ama tavernada yaşadıklarımız bir başka güzelleştirdi orayı. Tavernada leziz mezeler eşliğinde uzolarımızı yudumlar ve zeybek, sirtaki oynarken büyük bir grup geldi. Oldukça yaşlılardan oluşan grup o güne bir başka renk kattı. Mübadele sonrası adada kurulmuş bir derneğin üyeleri olan bu yaşlı kadınlar o gün mekana yemek yemeğe gelmişler. Buzuki ve dans eden bizleri görünce piste atladılar. Yaşları ile orantısız bir şekilde saatlerce oynadılar. Daha doğrusu biz ve onlar karşılıklı oynadık. Onlar bizim dediklerimizi, biz onların dediklerini hiç anlamadan ama evrensel bir dilin, müzik ve dansın dili ile saatlerce konuştuk birbirimizle.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

OLYMPUS DIGITAL CAMERAAynı günün akşamında ise Skopelos Köyüne gittik. Burada Andonis adlı bir yerde sokağa dizilmiş masalarda yemek yedik. Yine sokağın bir köşesine yerleşmiş  buzuki, org, bateri çalan 3 kişilik mahalli sanatçılardan kurulu mini bir orkestra eşliğinde danslar ettik, şarkılar söyledik. Burası minicik bir köy. Salaş ama %100 özgün  diyebileceğimiz bir ortamda muhteşem bir gece geçirdik. Sokaktan geçenler zaman zaman bize eşlik etti. Hele bir yaşlı teyze vardı ki onu burada anlatmasam olmaz. Yaşlı teyze defalarca gelip, bize ve orkestraya doğru kızgın ifadelerle bir şeyler söyledi durdu. Herhalde bu gürültüden rahatsız oldu bize saydırıp duruyor dedim. Bu iş defalarca devam edince dayanamayıp adadaki rehberimiz Efy Lordanoglou’ya yaşlı teyzemin ne dediğini sordum. O da bana teyzenin kızdığını ama bize değil, istek yaptığı oyun havasını bir türlü çalmayan buzuki çalgıcısına kızdığını anlattı. Gerçekten de istediği parçası çalınan teyzemin şekli şemali birden değişti. Her bir köşesi pist olan sokakta bir güzel oynadı. Bir de yandaki meyhanede içen ama bize karşı kayıtsız olmayan bıçkın bir delikanlının piste çıkıp zeybek oynaması çok güzeldi. Yakası neredeyse göbeğine kadar açık, boynunda kocaman bir haç, ilginç saç kesimi ile, yüzünde yaşına uymayan ve feleğin çemberinden geçmiş olduğunu gösterir derin çizgiler ve uzun sivri burun ayakkabısı ile kabadayı görünümlü bu delikanlı tam da zeybetiko havasına yakışır oyun tarzı gösterdi. Bu tipten başka türlüsünü beklemek de yanlış olurdu zaten. En aşağıdaki videoda bu gencin oynunu görebilirsiniz. Beğeneceğinize eminim.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu köyde yaşadığımız bir başka ilginç olay ise köyün belediye başkanının da orada olması ve bizimle dans etmesiydi. Söylemeseler başkan olduğunu anlamazsınız. Öylesine sade, doğal ve sıradan bir insan.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Midilli Adasında yemesi, uzosu ve sirtakisi, zeybetikosu bol geçen gezimizin son günü ve gecesini adanın Petra Köyü ve Molivos şehrinde geçirdik. Gündüz şehri gezdik. Doğrusu bu ya Molivos ve Petra’ya ilk defa gelen grubun diğer arkadaşlarının, adanın bu bölümünü hakkıyla gezemediklerini düşünüyorum. Ancak bu gezi konsepti farklı. Bu gezide yemek, içmek, şarkı ve dans var. Onun için de ben dahil herkes mutlu.

Gece Petra’da sahilde bir restorana gittik. Her gittiğimiz yerde olduğu gibi köşede buzuki ve orgdan oluşan mini orkestra hazır. Buzuki çalan sanatçı aynı zamanda şarkıları da söylüyordu. Sesi dinlediklerimiz içinde en iyi olanıydı. İlk yarım saat içinde masamız meze bombardımanına uğradı. Uzoları içtikçe ve karınlarımız doydukça buzukiden çıkan ses ve şarkılar  grubu kıpırdatmaya başladı. Ondan sonra da grubu tutabilene aşk olsun. Sadece biz mi? Yoldan geçen ya da sabahtan haberi alan restorana doluşan yerel halk da başladı oynamaya. Yaşlısı genci saatlerce oynadık. Gecenin bir diğer sürprizi ise bu sefer aramızda bir başka yetkilinin, Midilli Adası Belediye Başkan Yardımcısının olmasıydı. Adının Taxiarhoula Pnaka olduğunu öğrendiğimiz hanımefendinin adanın en önemli yetkililerinden bir tanesi olduğunu iddia etmek bizim için mümkün değildi. Ne koruma, ne zabıta, ne de insanın gözünü alan ve devamlı dönen kırmızı mavi ışıldaklı makam arabası! Türkiye’de bizim haşmetlileri, ulaşılmazları, dokunulmazları düşündükçe insan kendini bir garip hissediyor. Bu güzel ve mütevazi insan arkadaşları ile birlikte bir masaya kurulmuş, tüm gece Türkiye’den gelen bizleri izlemiş ve sonunda o da aramıza katılıp kendi zeybetikosunu yapmıştı. Olması gereken yönetici şekli aslında bu olmalıydı tabii ki..

Gecenin sonunda  tüm restoranda bulunanlar Rumu, Türkü, yaşlısı genci, garsonu, restoran sahibi, belediye başkan yardımcısı hep beraber hatıra fotoğrafı çektirdik ve geceyi sonlandırdık.

10006292_10152490956444472_2958636298544953404_nBu gezinin yaşanması ve yazısının yazılması şu yaşadığımız günler nedeni ile bir yönden örnek oldu bana. Ülkemin Anadolu toprakları ve üzerinde yaşayan Türkü, Kürdü, Çerkezi, Lazı, Arnavutu, sayıları çok az olarak kalmış Ermeni, Rumu ve Musevisi ile Anadolu halkları, şu sıralar kötü günler yaşamakta. Şu ya da bu nedenle de olsa insanlar canlarını kaybetmekte. Kötü ve yanlış siyaset, politakacılar ve emperyalizmin hiç doymak bilmeyen sömürgecilik arzuları Anadolu toprakları üzerinde yeniden işbaşındalar. Aslında hiç uzaklaşmadılar da! Gelecek günlere insan umutla bakamıyor ve aklı selim, humanizmanın tüm duygularına sahip insanlarda karamsarlık hakim. Bir zamanlar yaşanan olaylarla birbirlerinden ayrı düşmüş, gittikleri yerde kendi dinlerinden ya da dillerinden insanlarla bir araya geldiği halde acılar çekmiş toplumlar, bizim gezide olduğu gibi yeniden yanyana geldiğinde o kaybolmayan, yaşayan ve özlem duyulan ortak dille, şarkı ve dansla hasretle kucaklaşabiliyorlar. Özlem, aynı topraklarda eskiden olduğu gibi, kardeş kardeş yaşanan günlere oluyor. Umarım birgün Anadolunun doğusu ve batısının insanları, ayrı sınırlarda yaşamak zorunda kalmazlar. Umarım insanca yaşanan, hakça paylaşılan, modern ve laik yaşam biçimi ortak çözüm yolumuz olur. Midilli’de olduğu gibi, ortak şarkılar ve danslar ile yeniden bir araya geldiğimiz de eski günlere özlem duymak zorunda kalmayız.

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

14.10.2014 Saat 10:59

Dünya Mirası Listesinde Etiyopya

Adsız

 Etiyopya’nın Dünya Mirası Listesinde 9 gezi yeri bulunmaktadır;

Kültür Mirası Listesi

  • Aksum (1980)
  • Fasil Ghebbi, Gondar Bölgesi (1979)
  • Harar Jugol, Surlarla çevrili eski şehir (2006)
  • Konso Kültür Alanı (2011)
  • Aşağı Awash Vadisi (1980)
  • Aşağı Omo Vadisi (1980)
  • Kayalara Oyulmuş Kiliseler, Lalibela (1978)
  • Tiya Arkeolojik Alanı (1980)

Doğa Mirası Listesi

  • Simien Ulusal Parkı (1978)

(Kaynak: http://whc.unesco.org/en/statesparties/ET/

Biz yukarıdaki liste içinde üç adet yeri görme şansını edindik.

Konso Kültür Alanı

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Konso Kültür Alanı, Etiyopya’nın Konso bölgesinde 55 km²’lik bir alanı kapsayan ve taş duvarlı teras ve surlarla çevrilmiş bir yerleşim bölgesi. Kuru ve verimli olmayan bir bölgeye, 21 jenerasyon geri (yaklaşık 400 yıl) gidecek şekilde insanın adaptasyonu ve kültürünü yaşatmaya devam etmesinin iyi bir örneği olduğu için listeye girmiştir.  Teraslar toprağı erezyondan koruyorken, az olan suyun tutulmasına, fazlasının atılmasına ve tarım için az da olsa alan yaratılmasına neden oluyor. Yüksek tepelerAlanın çevresinin yüksek duvarlarla çevrilmesi düşmalaPaylaşılan ve hala devam eden sosyal değerler ve çevreye uyumun iyi bir örneği Konso insanlarının yaşam bölgesi burası. Ayrıca ölmüş akraba, öldürülmüş düşman veya kahramanların insan biçiminde tahta heykelleri de bu listeye girmelerinin nedenlerinden. Eskiden bu heykeller ölüye saygı ve şahitlik anlamında geleneksel bir gömü olayı olarak evlerin önlerindeyken,  artık kaybolmaya yüz tutmuş bir gelenek olarak heykeller müzede saklanıyor. Bu bölgeyi ziyaret etmeden dönmemek gerekir.

Aşağı Omo Vadisi

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Güney-Batı Etiyopya’da ve Turkana Gölü yakınında bulunan ve prehistorik döneme ışık tutan Aşağı Omo Vadisi, 165 km2 ‘nin üzerinde bir alanı kaplıyor. Bu alanda milyonlarca yıl öncesine ait insanımsı ve hayvan fosillerinin ve çok eski dönemlere ait aletlerin bulunması bu bölgeyi tüm dünyada tanınan ve insan evriminin çalışıldığı bir yer haline getirdi. Aşağı Omo Vadisi, Homo sapiens’e gelene kadar gelişimin ve insanlığın prehistoric dönemde teknik aktivitelerinin izlendiği bir laboratuvar oldu. Bu alan sayesinde evrim araştırmalarında 1.000.000 yıl ile 3.500.000 yıl arasına kadar geri gidilebildi. 1966 Yılından beri bu alanda yapılan bilimsel çalışmalarla arkeolojik, jeolojik, paleo-anthropolojik ve paleo-çevresel çalışmalara önemli katkılar sağlandı. Tüm bu özelliklerle 1980 Yılında Dünya Kültür Mirası Listesine girmeye hak kazandı. IMG_3752

Omo Vadisinden çıkan fosilleri Addis Ababa’daki Müzede görme şansınız var. Bu kadar önemli eserler için maalesef çok kötü bir sergileme yapılıyordu. Umarım 2014 yılında bu düzelmiştir.

Omo Vadisinin yerli kabileleri ise sanki ayrı bir dünya. Hala kendi gelenek ve görenekleri içinde yaşıyorlar. Bazı gelenekleri (Erkekliğe geçiş döneminde yapılan -Maza- törenlerde  kadınların kırbaçlanması töresinde olduğu gibi) sizlere garip ve çok itici gelecektir. Ama bizimde garip törelerimiz yok mudur? Ben kendimce bunu böyle değerlendiriyorum. Zamanla bunlar sadece birer gösteri olarak kalacaktır tabii ki.

Tiya Arkeolojik Alanı

Tiya, Addis Ababa’nın Güneyinde, Soddo Bölgesinde şimdiye kadar keşfedilen 160 kadar arkeolojik alanın en önemlisi olarak tarif ediliyor. 50 Metrelik bir alan içinde, 32 tanesi oyulmuş dikili taş olmak üzere, 36 adet eser bulunuyor. Bu taşlar üzerindeki oymaların anlamı ve hangi tarihe kadar gittiği bilinmiyor. Büyük bir olasılıkla henüzü bilinmeyen eski bir Etiyopya kültürüne ait kalıntılar olarak düşünülüyor.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Gezekalın

Dr ümit Kuru

Etiyopya Gezi Anıları-9. Arba Minch-Addis Ababa (SON)

IMG_4713

Bugün artık son gün. Büyük bir heyecanla başladığımız gezi bitiyor. Gece Etiyopya saati ile 02:10’da THY uçağına binip İstanbul’a doğru uçuşa başlayacağız.

IMG_4363Artık deliksiz uyumaya iyice alıştık, böylece sabaha dinç ve zinde de kalkabiliyorum. Bavulu geceden topladığımızdan, son kalanları da yerleştirdikten sonra valizleri, görevliler tarafından toplansın diye kapı önüne bıraktık ve son kez de olsa babun gösterisini izlemek ve güneşin doğuşunu görebilmek için restoranın önünde bulunan terasa doğru gittik. Babunlar daha yok ancak akbabalar dünden kalan kesilmiş hayvan artıklarını büyük bir ustalıkla midelerine indirmekle meşguller. Bu arada karşıdan, tepeler arasından, güneş ilk ışıklarını yollamaya başladı. Bir tarafta Chamo Gölü, diğer tarafta Abaya Gölü ve doğan güneş! Güzel bir manzaraydı gerçekten.. Babunlar ise salına salına geldiler ama bu sefer bakışları hoş değil. Aralarda küçük babunlar var, galiba ondan bize poz yapıyorlar. Nitekim önde sandalyelerinde romantik romantik güneşin doğuşunu seyreden diğer misafir turistlerden bir çifte doğru hamlelerini de yaptılar.. Dikkat etmek lazım bu hayvanlara, hele de yanlarında küçükleri varken…

Bahçe hala güzelim renkleri içinde kuşlarla dolu. Giderayak hiç görmediğim kırmızılıkta bir kuş daha gördüm. Kahvaltı sonrası bu güzel yerden ayrıldık ve Addis Ababa’ya doğru yola çıktık.

IMG_4411Arabanın ön tarafında, tüm gezi boyunca oturduğum koltuktan, camın temizliğinin izin verdiği ölçüde fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Yol boyu insanların o kadar güzel pozları vardı ki, her birisi için arabayı durdurmaya çalışsam beni taşlarlar. IMG_4594

Addis Ababa’ya doğru ilerledikçe giyinik halde olan insanların sayısı arttı. O saçları bakır kızılına çalan, hayvan postundan giysileri, boncuklardan oluşan kolyeleri, boyunda halkaları, ayakta hal halları içinde otantik insanlar kaybolmaya başladı. Bir usta ressamın yapabileceği tatta beyaza boyanmış yüzleri ve vücutları ile erkekler ve çocuklar azalmaya başladı artık. Bu insanlara, beyaz adam “ayıp” demiş, “bunları giymelisin” demiş ve onlarda giymişler ama bu gün bendeki duygu, bu özgür insanların hala bu giyinme tarzını istemeden benimsedikleri yönünde. Yani bu giysiler, bu insanlarda sırıtıyor sanki. Onlar hala çıplak, süslü ve boyanmış biçimli vücutlarını özgürce ve art niyetsiz sergilemek, danslarını yapmak, basit hayatlarını sürdürmek ister gibiler. Bu duygumu Addis Ababa’ya iyice yaklaşınca kaybettim. Uygarlık burayı esir almıştı. Artık pek “rahat etmiyorlar” hissini taşımıyordum. Doğrusu içim biraz burkuldu.

Sonunda iyice acıktık ve aracımızda yanımızda bulunan yiyeceklerimizi yiyebileceğimiz bir yer aramaya başladık. “Varan turizmin sayın yolcuları. Kaptanınız 30 dakika ihtiyaç molası vermiştir. Çaylar şirketten” diyecek bir tesis burada olmadığından, gözümüze hoş gelen ve tuvalet ihtiyacı için bol ağaçlıklı bir yerde mola verdik. Sandviç ve meyve suyundan oluşan öğünlerimizi alıp, hem muhabbet ve hem de yemek faslını hallettik. Her zamanki gibi nereden geldiklerini anlamadığımız şekilde insanlar ortaya çıktılar, biz onları, onlarda bizi seyrederken yemek faslını bitirdik. Bu arada bir kız çocuğu ve kardeşi fotojenik görüntüsü ile hem benim ve hem de diğer arkadaşlarımın dikkatini üzerine çekmeyi başardı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Dönüş yolundaki son aktivitemiz ise Tiya arkeolojik sit alanı. Yazılı tarihin başlangıçlarında yapıldığı düşünülen ve 32’si yazıtlı, 36 adet dikili taşın bulunduğu bu yer, UNESCO tarafında dünya mirası listesi içinde yer alıyor. Hala bu taşların anlamı nedir bilen yok. Mezar alanı olduğu düşünülüyormuş.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Daha sonra ise Addis Ababa’ya vardık. Bizi alışveriş yapabileceğimiz şekilde turistik dükkanların bulunduğu bir yere götürdüler ama doğrusu pek alacak bir şey bulamadık. İyi ki gezi başlangıcında kahve almışız. Bir tahta heykel hem hanımın ve hem de benim çok beğenimizi kazandığından onu almakla yetindik. Üç yüz Birr ile başlayan pazarlık 150 Birr de bitti. IMG_4681

Sonra otele gittik. Daha önce kaldığımız otelden sadece birkaç saatlik yararlanabileceğiz. “Etiyopya’da şahitlik edeceğimiz sadece birkaç saatlik yaşantı kaldı” mantığı ile alelacele yüzümüzü yıkayıp hemen aşağıya indik ve yakındaki süper market yazan ama aslında “süper” sıfatını pek hak etmeyen yere gittik. Hanım çok beğendiği Avaze isimli acıdan buldu, ben de ona inat “bal” isterim diye tutturdum ve aldım. Gezdiğimiz yerlerde çok sayıda ağacın üstünde kara kovan tarzı kovanları görünce farklı bir tat olmalı diye düşündüm ama Etiyopya’dan bal getirmeseniz de olur derim.

Gezinin son aktivitesi ise folklorik gösteriler izleyip yemek yiyeceğimiz bir restorana gitmek. Burada yediğimiz yemek İnjera ağırlıkta, yani çok bir özelliği yok ama gösteri muhteşemdi. Tek kelime ile harikaydı. Buna ait videoyu daha önce yüklemiştim. Hatırlamak isteyenler bakabilirler.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Saat 22:30 gibi bu mekandan ayrıldık. Ama daha uçağa çok var, bizi Sherton otelin kafesine götürdüler. Orada kahvelerimizi yudumlarken sevgili Miki’ye ve Mehmet’e teşekkürlerimizi ilettik.

Ve sonunda uçaktayız. Giderken uçak boştu ama gelirken hemen her yer doluydu. Uçuşumuz beklenen saatte gerçekleşti ve zamanında da İstanbul’a indik.

Bir geziyi daha bitirdik. Genellikle gezilerimi önceden planlarım ama ilginçtir Etiyopya planlanmış bir gezi değildi. Ben Yemen’i, hanım da İran’ı görmek istiyordu. Pek orta değil ama ortada buluşup, programını ilginç bulduğumuz Etiyopya’ya gitmeye karar verdik. İyi ki öyle yapmışız, Yemen ve İran turları iptal olmuş. Daha da önemlisi Etiyopya muhteşem bir seçim olmuş. Doğası ve insanların özgünlüğü bozulmadan her gezgine Etiyopya’yı ama özellikle de güneyini, Omo Vadisini, görmesini tavsiye ederiz. Kuzey bölgelerini görmemek bizim için eksiklik oldu ama belli mi olur belki bir gün tekrar gideriz.

Evet sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım; bu yazımın son satırlarını siz takip edenlere teşekküre ayırdım. İzlediğiniz için hepinize teşekkür ederim. Umarım bir gün yolu oralara düşecek olan gezginlere yol gösterici olur.

Bir teşekkür de en sevgili gezgin arkadaşıma, yani sevgili eşime.. Eee! Ne de olsa bu yazı, onun saatlerinden çalınarak yazıldı.

Sabrınıza minnettarım.

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

İlk yayın tarihi 23.03.2011 Saat 19:15

Gözden geçirilmiş son yayın tarihi 01.10.2014 Saat 22:45

IMG_9668