Türk Hava Yollarının tarifeli uçağı ile Üsküp’e 1 saat 15 dakika süren yolculuk sonrası indik. Makedonya’ya vize yok, her türlü pasaport ile vize almadan ülkeye girebiliyorsunuz. Gümrükte işlemler çabuk yapıldı ve bavul başına gittik. Havaalanı dışında Visit Macedonia firmasından görevlinin, üzerinde ismimin yazılı olduğu pankartla beklediğini görünce rahatladım. Üç ay boyunca kendisi ile yazıştığım Stefan’la tanışmak şansına sahip olmuştum. Bir de tüm turu birlikte yapacağımız öğrenince iyice sevindim. Tatlı, cana yakın, hoş sohbet bir insan çıktı sevgili Stefan.
Aracımızda yeni ve rahat bir araç çıkınca, en azından başlangıçta arkadaşlara karşı mahcup olmadığıma sevinmiştim. Bavulları hemen otele yerleştirdik. Otel şehir merkezinde bir otel olan Hotel Ambasador. Eski Türk Çarşısına yürüme mesafesinde, rahat ve temiz bir otel ve otel personeli cana yakın.
Üsküp de 2 gece kalacağız ama sadece yarım gün gezeceğiz. Yarın Kosova’ya geçip, Prizren ve Pristina gezilecek. Akşama ise Üsküp e geri döneceğiz çünkü Kosova da oteller daha pahalı.
Üsküp’e geçmeden Makedonya hakkında bazı bilgileri versem iyi olacak. Küçücük bir ülke olan Makedonya ile gönül bağlarımız var. Atalarımız burayı yaklaşık 550 yıl boyunca yönetmiş ve halklar kardeş kardeş yaşamayı bilmiş. Makedonya yaklaşık 27000 km² yüzölçümü ile bizim Erzurum ilimiz kadar bir ülke. Nüfusu 2.200.000 civarında (Not: 2012 yılında da nüfus sayısında belirgin bir artış yok. %0.08 gibi bir artış olmuş). Aslında tur şirketleri buraya en fazla 3 gün veriyorlar. Ama Makedonya tarihi yanında doğal güzellikleri ile de keşfedilmeyi bekleyen bir ülke olduğundan biz biraz fazla gün ayırdık. Makedonya da bir zamanlar önemli sayıda Türk varmış ancak artık Türklerin nüfus içindeki oranı ancak %4 ler civarı ve belli yerlere yığılmış durumdalar (Not:1953 yılında tüm nüfus içinde %15.6 olan Türk nüfus oranı 2002’de %3.85 e düşmüş.) Nüfusun %66 civarı Slav kökenli Makedon, %22 kadarı Arnavut, %2,2 si Çingene, %2 kadarı Sırp dan oluşuyor. Resmi dili Makedonca ve Arnavutça. Para birimi Makedonya Denarı (MKD), ve 1MKD=21,25 TÜRK LİRASI, 1 USD=48,17 MKD (Not 2014 oranlarıdır). Makedonya’da yemek içmek ucuz. Adam akıllı bir lokantada, iyi bir menü ile yemek yemek 10-12 EUR’ya mal oluyor. Ayrıca karşılaştırma için Makedonya da şişe su yaklaşık 30 MKD, bira 100 MKD, hamburger 50 MKD (2009 fiyatları).
Makedonya tarihi oldukça eskiye gidiyor ama en meşhur zamanları Büyük İskender ve babası 2. Philip dönemleri. Daha sonra Romalılar bu ülkeyi ele geçiriyorlar ve MS 4 yüzyıla kadar yönetiyorlar. Bu tarihten sonra Roma ikiye bölününce burası Doğa Roma’ya yani Kostantinopol’e bağlanıyor. MS 7. yüzyıldan itibaren Slav halkı buralara gelmeye başlıyor. 9. Yüzyılda, Çar Simion burayı ele geçiriyor ve yönetmeye başlıyor. 1014 yılından sonra bu ülke toprakları Bizans, Sırp ve Bulgarlar arasında el değiştirip duruyor. Daha sonra ise 14. yüzyılda Osmanlılar ortaya çıkıyor. Birinci Murat zamanında bu topraklar ele geçiriliyor ve tam 550 yıl yönetiliyor. Kırım da Osmanlı ya yenilen Rusya, Balkanlardaki Slav kartını oynamaya karar veriyor. Rusya da, Moskova da yapılan toplantı ile Pan Slavizm politikası kabul edilerek, Balkanları huzursuzlaştırmaya başlıyorlar. Örgütlenmelerle ve para, silah yardımları ile yerelde olsa çeşitli küçük ayaklanmalar zamanla bir yangına dönüyor. Osmanlı bu isyanları bastırınca da “Vay sen misin benim soydaşlarımı ezen” deyip, Osmanlı-Rus savaşı çıkıyor. 1877-1878 yılları Osmanlı için tam bir felaket oluyor; hem Balkanlar ve hem de Doğu Anadolu da tam bir felaket yaşıyoruz. Rus ordusu Bulgar, Sırp ve Romen isyancılarla birlikte Yeşilköy önlerine kadar geliyor. Rusların daha fazla ilerleyip boğazları ele geçirmesi Avrupalıların işine gelmeyince Rusları durduruyorlar. Sonraları tam bir dram! Çok sayıda Türk, Balkanlardan göçe zorlanıyor, yollarda ölüm, soyulma, salgın hastalıktan ölüm derken önemli sayıda insan kaybı ile bu insanlar Anadolu’ya geçiyorlar.
1903 yılında yeniden ayaklanmalar olsa da Osmanlı bunları bastırıyor (Milli Kahramanları Goce Dolcev bu ayaklanmaların lideri olduğundan, ulusal kahramanları olarak kabul edilir, Osmanlı bu adamı yakalayıp idam etmiştir) ama 1912 yılında 1. Balkan savaşı patlak veriyor ve Bulgarlar,Yunanlılar, Sırplar ve Karadağ tarafından Makedonya paylaşılıyor. 1913 de 2. Balkan harbi ile Bulgarların elindeki Makedonya toprakları Yunanlılar ve Sırplar arasında paylaşılıyor. Yani aslında tüm oyunlar Makedonya toprakları üzerinde oynanmış ve Sırplar, Yunanlılar ve Bulgarlar arasında toprak paylaşımı olmuştur. Birinci Dünya savaşı sonrasında, 1929 yılında Yugoslavya adı altında Sırbistan, Hırvatistan, Karadağ topraklarını içine alacak şekilde yeni ülke kurulur ama bu ülke de Makedon halkı tanımaz ve Makedonca yasaklı bir dil haline gelir. Osmanlı ya karşı başkaldıran Makedonların tüm mücadele sonunda geldikleri yer, yeni yöneticilerdir. Tito 2. Dünya savaşı sonrasında Makedonya’ya Hırvatistan, Sırbistan gibi Cumhuriyet olma sözü verdiyse de bu durum savaş sonrası unutulmuştur.
Yugoslavya’nın parçalanması sonrasında 1991 de yapılan halk oylaması ile Makedonya tam bağımsızlığını ilan etti. Yunanistan diplomatik olarak Makedonya ismi ile tanınmasını geciktirdiyse de 1995’den beri Yunanistan dahil çok sayıda ülke Makedonya’yı bağımsız olarak tanıdı. 2001 yılında Makedonya’da ki Arnavutlar bazı terör olayları ile karışıklık yaratsalar da son zamanlarda Arnavut azınlığa bazı haklar verilmesi ile asayiş sağlanmış gibi gözüküyor. İşte gezeceğimiz Makedonyanın, Osmanlı dan sonra huzuru pek bulamamış kısa tarihi bu.
Üsküp Makedonya’nın başkenti. 550.000 kadar nüfusu var. Bugünkü Üsküp şehrinin yakınlarında, Skupi denen başka bir şehir varmış ama bu şehir depremle alt üst olunca, şimdiki yerinde gezeceğimiz Üsküp şehri kurulmuş. Üsküp’ün uluslararası adı olan Skopje de, Skupi antik şehrinden geliyor. 1963 yılında yaşanan büyük depremle şehir çok önemli oranda hasar görünce, bu sefer gelen yardımlarla Japon mimar Kenzo Tange’nin tasarladığı bugünkü Üsküp şehri kuruldu. Yani aslında bu depremde ve sonrasında gelen yeniden yapılanmada önemli sayıda Osmanlı eseri, maalesef ortadan kaldırıldı.
Bu giriş bölümü biraz uzun olsa da, orada yaşadığımız duyguları anlamanız için gerekli diye yazmak zorunda hissettim. Ne de olsa Atalarımız Anadolu’da Trabzon’u veya Konya’yı fethetmeden önce oralarda at koşturuyordu.
Üsküp gezimize Üsküp kalesi ile başladık. Üsküp kalesi şehrin en yüksek noktasında kurulu ve tarihi 4000 yıl öncesine kadar gidiyor. Bu kalenin bugünkü şekli Bizans dönemine kadar gidiyor ve 6. Yüzyılda yapılmış. 121 mt uzunluğunda kale duvarlarının yapımında kullanılan duvar taşları, yakındaki da harap edilmiş şehir Skupi den getirilmiş. Osmanlı zamanında tahkim edilmiş ama 1963 depremi ile hasar görmüş. Kaleden çok güzel Üsküp panoraması alınıyor. Aşağıda Vardar nehri süzüle süzüle akıyor. İleride ki dağın ismi Vodno dağı. Ne gereği varsa, bu dağın tepesine 40 km uzaktan görülebilen bir haç dikmişler. Bu mozaikler şehrine, bu simge yaraşmamış bence. Kale içinde çalışmalar vardı (2009 Yılı), bizim restorasyon görmüş İstanbul Surlarımız gibi yeni bir Üsküp Kalesi inşa ediyorlar. Bir gün önce hava yağmış, o günde kapalı bir hava vardı. Fotoğraf için uygun bir hava olmasa da şehir panoramasını fotoğraflayıp, Stefan’ın anlatımı ile şehir hakkında bilgileniyoruz. Bu arada şehrin panoramik manzarası için bir diğer tavsiye edilen yerde Üsküp te Arka Hotel in çatısıymış, bize vakit kalmadı ama fırsatı olacak olanı bilgilendireyim.
Kaleden aşağıya doğru inince karşınıza Sveti Spas kilisesi çıkıyor. Sveti kutsal demekmiş. Osmanlı zamanında yapılan kiliselerin camilerden yüksek olmasına izin verilmezmiş. O nedenle bu kilisenin tabanı derine kazılmış. Sveti Spas kilisesi Osmanlı döneminde yapılan çoğu kiliseler gibi, dıştan gösterişsiz ama içten çok güzel işçiliği olan bir kilisedir. Üsküp’ün en önemli eserlerinden olan bu kilisenin önemi, içinde bulunan benzersiz tahta işi ikonalarından geliyor. Sveti Spas kilisesinin tahta oyma (ceviz ağacından) ikonaları önemli. Philipovski kardeşler bu oymalarla 7 yıl uğraşmışlar. Bu kardeşlerin ikonlarını oymakla uğraştıkları bir diğer kiliseyi de sonraki günlerde gezdik. Kilise de görevliler çok güzel bilgiler verdiler. Türk olduğumuz söylenince Makedonların yüzlerinde samimi bir gülümseme oluyor. Bu insanlara kanımız kaynadı. Bu hissi Makedonya’nın her yerinde hissettik. İkonlar gerçekten çok güzeller. Fotoğraf çekmek yasaktı bu nedenle çekemedim. Ama hiçbir fotoğrafta o güzelliği yansıtamaz zaten, görmek lazım.
Kilisenin avlusunda Goce Dolcev adlı Türk’e başkaldıran bir Makedon’un mezarı var. Ayrıca bir de müzesi var. İnsan orada biraz burkuluyor ama ne yaparsınız? Goce Dolcev onların ulusal kahramanı, bizim için ise Osmanlı ya başkaldıran hain! Kişileri ve olayları tarih içindeki yerlerine gör değerlendirmek gerekiyor.
Yürümeye devam ediyoruz. Sonraki ziyaret yeri Mustafa Paşa camisi. Yavuz Sultan Selim’in vezirlerinden Mustafa Paşa nın 1492 yaptırdığı cami, restorasyon nedeni ile kapalıydı. Makedonya ve Arnavutluk’ta hayatımda gördüğüm en güzel camileri gördüm. Bu caminin içi de onlar gibi miydi bilmiyorum?
Yürümeye devam ederek Bit pazarı içinden geçtik. Burası bizim pazarlar gibi. Zaten pazarcılarda bizim Türk olduğumuzu anlayınca hemen Türkçe konuşmaya başlıyorlar. İlk alışverişlerimiz daha burada başladı. Bu arada da para bozdurup Makedon Denarı aldık.
Kurşunlu Han, Sulu Han beklediğim gibi çıkmadılar. Kötü olduklarından değil, bakımsız bırakıldıklarından. Makedonlar buraları ve hamamları sanat galerisi haline getirmişler ama kapıları kapalıydı, içeri giremedik. Yürümeye devam edince Türk Çarşısına geldik. Sağlı sollu dükkanlar, ne kadar da güzeller! Ekipte yorulmaya başladı, merkezdeki lokanta-kafe karışımı yerlerden birine oturduk. Türkçe bir hoş geldiniz ile karşılandık. Artık buralarda Stefan yabancı kaldı… Gruptaki insanlar memnun, onlarda rahatlamışlar belli. Güzel bir kahve söyledim kendime, bol köpüklü.. Üsküp’te çay içebileceğiniz tek yer burası. Çay derken bizim anladığımız anlamda çaydan bahsediyorum. Diğer yerlerde çay var mı dediğiniz zaman “Var” diyorlar ama getire getire kuş burnu getiriyorlar. “Siyah çay var mı ?” diye sormalısınız.
Davut Paşa hamamı bir zamanlar balkanlardaki en büyük hamamdır. 15. Yüzyılda yapılmış ve önceleri, Davut Paşa nın haremine hizmet etmiş, daha sonra halka açılmış. Bu hamamda iki büyük kubbe var, gerilerde ise daha küçük kubbeler var. Günümüzde şehir sanat galerisi olarak hizmet veriyor.
Yola devam ederken bir kilise de nikah varmış. Cumartesi-Pazar günleri kilise nikahları oluyormuş. Bizim meraklı tazeler daldılar kiliseye, şeker neyin kaparız diye. Kös kös döndüler tabii ki..
Daha sonra Üsküp’ün bir diğer özgün tarihi eseri olan Taşköprü ye geldik. Taşköprü, Vardar nehri üzerinde bulunuyor ve bu köprü Fatih Sultan Mehmet tarafından 15. Yüzyıl ortalarında bitiriliyor. Eskiden bu köprü yerinde daha eski bir köprü daha varmış ancak bu günkü hali tamamen Türk yapımı. Köprü üzerinde aslında nöbetçi kulübeleri varmış ama bugün sadece bir tanesi ayakta. Köprünün gece görünüşü ışıklandırma altında harika ama ben köprüye gece fotoğraf almak için gidince hayal kırıklığı yaşadım çünkü o gece ışıklandırma yoktu, ne yazık!
Köprüyü geçince Üsküp’ün yeni kısmına geliyorsunuz. Biz gittiğimizde orada festivalimsi bir şey vardı. Daha çok panayır gibi bir şeydi. Bu meydanı geçince ve eski tren istasyonuna doğru yürüyünce kendini yoksula ve hastalara hizmete adamış Rahibe Teresa’nın müzesine geliyorsunuz. Rahibe Teresa’ya Arnavutlar’da sahip çıksalar da bir gerçek var ki Rahibe Teresa Üsküp de 1910 yılında doğmuş. Kendisi adına, yaşadığı yerde düzenlenmiş müze evi var. Onu ziyaret edemedik. Çünkü cumartesi günü erken kapanıyormuş, dıştan gördük. Eski tren istasyonuna doğru yürüdükçe yol kenarında heykeller, kafeler ve parklar arasından geçiyorsunuz.
Üsküp’te şimdilerde şehir müzesi olan ama 1963 de geçirilen depremde büyük hasar gören tren istasyonu, bugün için son durak oldu. Burada duvarda duran büyük saat, depremin saatini göstermekte, depremin izleri ise duvarın bazı bölümlerinde hala durmakta.
Avrupa’nın en fazla Çingenesinin yaşadığı Sutko Mahallesi Yeni Üsküp’te bulunuyor. Buralara pek yaklaşmadık. Üsküp genelde güvenli bir şehir ama gece bize yardım etmeye çalışan ve Üsküp’de bir araştırması nedeni ile bulunan bir Türk arkadaşımızın az daha soyulmasına şahit olacaktık. Bu nedenle gideceklerin dikkat etmesinde fayda var.
Gece ise tekrar yürüyüşe çıktık. Gece meydanda bazı gösteriler vardı. Bu arada artık açlık iyice başımıza vurdu. Bir köfteci tavsiye ettiler, artık köfteler mi çok güzeldi yoksa biz mi çok açtık bilmem ama bir güzel karnımızı doyurduk. Gece otele döndüğümüzde Vodno dağının gece halini göreyim dedim ama karşıma o kocaman haç çıktı. Uykuya hemen daldık. Yarın yorucu bir gün, Kosova yollarında olacağız.
Şimdilik hoşça kalın, daha doğrusu sağlıkla
Gezekalın..
Dr Ümit Kuru
İlk yayım tarihi 29.06.2009 Saat 22:02
Gözden geçirilmiş yazı yayım tarihi 16.10.2014 Saat 21:46