Bugün bizim için rahat bir gün sayılır. Bogota’nın 50 km kuzeyinde bulunan Zipaquira Tuz Katedraline bir ziyaret yapacağız. Daha sonra Bogota’ya dönüp teleferikle Monserrate Tepesine çıkacağız. Günün kalanı ise bize ait. Bogota sokaklarını arşınlamaya devam edeceğiz.
Kolombiya, bana gezdiğim Güney Amerika ülkeleri içinde en dindar olanı gibi bir his verdi. Gerek Tuz Katedrali ve gerekse de Monserrate Tepesi Hz İsa’nın doğumundan, yaşam ve ölümüne kadar bolca hikayelerin sergilendiği alanlar olarak gözüktü. “Kardeşim adı üstünde! Katedral de Hz İsa Peygambere adanmış eserlerin bolca bulunması doğal değil mi?” diyenleriniz vardır. O zaman ben de size söyleyebilirim ki “İyi de Tuz Katedrali, gerçek anlamda bir Katedral değil ki!” Gerçekten de Tuz Katedralinin ne bir rahibi var ve ne de resmen bir katedral. Burası bir tuz madeni. Birisinin aklına gelmiş tuz kayalarının oymuş ve haç yapmış, arkası da gelmiş! Neyse şakası bir tarafa bu iki yerde Kolombiya’da görülmesi gerekli yerlerden. Olmazsa olmazlar arasında.
Burası tuz madeni dehlizleri içine inşa edilmiş olan Roman tarzı bir kilise. Kaya tuzu madeni (halite) 180 metre derinliğe kadar ulaşıyor. Katedral ise yüzeyden 32 metre derinlikte inşa edilmiş. Hz. İsa’nın doğumu yaşamı ve ölümünü gösteren ve tuz kayalarından yapılmış heykellerin olduğu üç bölümü vardır.
Bu tuz kayalarının şekillenmesinin tarihi 250 milyon yıl öncesine dayanmakta. Buraları zamanında okyanus suları altındaymış ve zaman içerisinde And Dağları şekillendikten sonra okyanus gitmiş ama tuzu kalmış. Kaya tuzu madenini MÖ 5 yüzyılda eski yerlilerde biliyormuş ve ticaretini dahi yapmışlar. Yani bu tuz madeninin ilk dehlizlerini onlar kazmışlar. 1800’lü yıllarda maden rezervlerinin büyüklüğü fark edilince modern tekniklerle tuz çıkartılmaya başlanmış. Madencilerin çalışmaya başlamadan önce ibadetlerini yaptıkları ve maden dışında küçük bir şapel varmış ama 1932 yılında maden içinde dehlizlere bir başka küçük şapel yapılmış. 1950 Yılında ise bugünkü katedralin yapılmasına karar verilmiş ve 1954 yılında da açılışı yapılmış. 1990 Yılında ise yapılan katedralin tehlike arz edeceği düşünüldüğünden madenden tuz çıkartılmasına son verilmiş ve müzeye çevrilmiş.
Maden dışında çok güzel bir madenci heykeli var. Madene giriş ve madenin içi çok güzel ışıklandırılmış. Tavan ve duvarlardan sarkan tuz kristalleri bu renkli ışıklandırmalarla çok mistik bir hale getirilmiş. Katedrale varana kadar Hz İsa’nın göğe çıkana kadar ki çektiklerinin tuz kritalleri ile görsel hale getirildiği 14 tane şapel geçiyorsunuz. Bunların neredyse tamamı dehlizlere ve tuz kayalarından oyulmuş. Çok az yerde mermer heykeller var.
Sonunda Katedrale ulaştık. Katedrali önce yukarıdan görebileceğimiz bir alana geldik. Sonra ise merdivenlerden inerek Katedrale girdik.
Katedral 5500 metre karelik bir alanda kurulu ve 120 mt boyu ve 22 metrelik bir yüksekliği var. Tam karşıda kocaman tuzdan oyulmuş haç ve ışıklandırması çok güzel duruyor. Burada 8000 kişi toplanıp ibadet edebiliyormuş. Ana yapının yanında bir başka bölümde tabanda Michelangelo tarafından 1511 yılında Sistine Şapeli’nin tavanına yapılan ünlü freskin bir kopyası var. Hepimiz bunun çevresinde fotoğraf çektirdik. Sonrasında ise daha kestirmeden ve bir dizi merdiven basamaklarını tırmanarak Tuz Katedralinden çıktık. Güzel ve insan yaratıcılığına şahit olabileceğiniz bir yerdi.
Katedral’den sonra aracımıza binip Zipaquira Köyüne gittik ve burada kısa bir yürüyüş yaptık. Bu köy eski geçmişi olan şirin mi şirin bir yer. Bu köyün meydanında, kilise önünde geniş alanda bir hareketlilik gördük ve oraya yöneldik. Meğerse birkaç gün sonra yapılacak olan bir kutlama için emniyet güçlerinin yaptıkları bir provaya denk gelmişiz. Kilisede ise aynı gün düğün töreni varmış. Bol bol fotoğraf aldık. Bando şefi olan resmi üniformalı Kolombiya’lı genç kız, bu ülkede gördüğüm en güzel kız oldu.
Sonradan öğrendiğim kadarı ile de Zipaquira sadece Tuz Katedrali ile değil ama aynı zamanda Amerika kıtasının en eski insan yerleşim yeri olan El Abra Arkeolojik alanına yakınlığı ile de meşhurmuş.
Daha sonra Zipaquira Köyü içinde bir Sanalejo adlı bir restoranta gittik. Balık ve etleri müthişti tavsiye ederim.
Bu civarda aktivitelerimizi tamamlayınca Bogota’ya geri dönüp Monserrate tepesine çıkmak için teleferik sırasına girdik.
Bogota’ya hakim olan 3152 metre rakımlı bir yer olan Monserrate’ye teleferikle veya fünikülerle çıkılıyor. Bu tepeye aslında dini bir ayin olarak çıkılırmış. Tepede ibadet amacıyla 1620-1630 tarihleri arasında küçük bir mekan yapılmış ve kullanılmış. Bu dini ziyaretler artınca 1650 yılında bir küçük dini tesis yapılması için izin çıkmış. Yani tepedeki kilise 17. yüzyılda yapılmış.
Biz önce teleferikle çıktık ve fünikülerle indik. Teleferikten indikten sonra kiliseye doğru giden yol üzerinde aynen Tuz Katedralinde olduğu gibi Hz isa’nın çilesini anlatan 14 adet heykel görüyorsunuz. Kilise sonrasında çeşitli hediyelik eşyalar satan küçük dükkanlar var. Buradaki seyir terasından Bogota manzarasını fotoğraflamak çok güzel olacaktı ama hava o kadar kapattı ve ahmak ıslatan yağmuru başladı ki hevesimiz kursağımızda kaldı.
Bu gezi sonrası zümrütten yapılı takıların satıldığı bir mağazaya gittik. Mağazanın içine girmek tam bir seremoniydi. Gruplar halinde ve kapılardan geçerek içeriye girdik. İçeride gerçekten güzel takılar vardı. Meraklıları bazı zümrüt takıları aldı tabii ki.
Bu geziden sonra Bogota sokaklarında başı olarak biraz dolaştık. Akşama ise yakındaki bir restorana gidip yemek yedik ve yarın ki seyahate hazırlanmak için odalara çekildik.
Evet Sanal Gezgin arkadaşlarım, Bogota kenti gezimizi de bitirdik. Yarına Cartagena kentine doğru yolculuk var. Ben en çok Cartagena Kentini sevdim, umarım en güzel de onu dillendiririm.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
24.08.2014 Saat 01:55