
İran halkına ve diline adını veren Fars (Pers) Eyaleti’nin başkenti, “Şairler”, “Güller” şehri olarak tanımlanan Şiraz kentindeyiz. Yüzyıllar boyunca kültür ve sanat şehri olmuş Şiraz, İran’ın en güzel şehirlerinin başında geliyor. Biz de bu güzel şehirde iki gece konaklayarak gezimizi yaptık.

Şiraz denince aklınıza şarap da geliyordur. Koyu kırmızı renkte, kendine has tadı ve kokusu olan Şiraz üzümlerinden yapılan şaraptan bahsediyorum. Şiraz ve çevresi İran Devrimi öncesi bağları ve şarapları ile de ünlüymüş. 1979 devrimi sonrasında şarap imalathanelerini kapatmışlar, ticari bağları sökmüşler ve binlerce yıllık şarap kültürünü tarihe gömmüşler. Bölgede 7000 yıl öncesinden şarap yapıldığına dair kanıtlar bulunmuş. Fransa’nın Rhone Vadisi şarap üreticileri Şiraz üzümlerini 500 yıldır sahiplenmişler. Aslında orada da iyi bilinen efsaneye göre Şiraz cinsi üzüm asması 13. yüzyılda bir şövalye tarafından Fransa’ya götürülmüş. Ama bir grup şarap üreticisi, isim benzerliği dışında Şiraz şarabının, Şiraz’la bir ilgisi olmadığını ve orijinal kaynağın Sicilya Adasında, Siraküza olduğunu ileri sürüyorlar. Konuyu sahiplenecek İranlı resmi yetkili de olmayınca Şiraz Şarabı tartışmalı ve herkesin sahiplenmeye çalıştığı konuya dönmüş. 1988 de yapılan DNA testi sonuçları ortaya çıkınca işler daha da karışmış. Şiraz üzümlerinin her iki iddia edilen bölge ile de ilgisi olmadığı ortaya çıkmış. Ama ne olursa olsun dünyada tek bir yerin adı Şiraz ve İran’ın Şiraz kentinin de 7000 yıla dayanan şarapçılık geçmişi var. Yazıya şarapla başlamak da biraz ilginç oldu doğrusu…

M.Ö. 2000 yıllarına tarihlenen Elamit kil tabletlerinde şehrin ismi Tiraziš (širājiš) olarak geçiyor. Zaman içinde širājiš’den Şiraz’a fonetik olarak dönüşüm olmuş. İran’da İslam öncesi ve İslamın erken dönemlerinde Şiraz’da yoğun olmayan bir yerleşim olmakla birlikte, esas gelişim ve şehirleşme 7. yüzyıldan sonra Emevilerin bölgeyi alması ile başlıyor. Emeviler, yerlerini aldıkları Sasani İmparatorluğunun başkenti İstahr (Estakhr) da hakim olan Zerdüştlüğün gölgesi altında yeni bir düzeni başlatmak, İslamiyet’e geçişi Zerdüştlüğün asırlardır yerleştiği bu eski başkentten sağlamak yerine Şiraz’da daha büyük ve yeni bir şehrin temellerini atmayı tercih etmişler. Emevi sonrası gelen Abbasi ve Şiraz’ı başkentleri yapan Seferiler döneminde ise şehir daha da gelişmiş. Din, Zerdüştlükten İslamiyet’e değiştikçe, eski başkent İstahr’dan, Şiraz’a doğru yerleşim artmış. Gelişimin doruğu ise Büveyhiler döneminde yaşanmış. Şiraz yöneticileri, baştan boyun eğmeyi seçtiklerinden, Moğolların hışmına hiç uğramamışlar. Sonrasında sırasıyla Türkmen boyları Safeviler, Afşarlar şehre eserler bırakmışlar. Şiraz esas olarak gelişimini ve görkemini yeni kurduğu Zend Devletine Şiraz’ı başkent olarak seçen Kerim Han döneminde yaşamış. O dönem Şiraz’a yeni idari binalar, camiler ve saray yapılmış. Takip eden Kaçar Hanedanı ise Şiraz’ın başkentliğini elinden almışsa da bahçelerle şehri süslemişler. Pehlevi döneminde Şiraz yeniden ilgi odağı olmuş. Şair Sa’di ve Hafız’a güzel mezarlar bu dönemde yapılmış. Kısaca Şiraz şehrinin gelişimi budur.

Nasır el-Mülk Cami sabahın erken saatlerinde gezilmesi gereken bir yer. Şiraz’ın bu güzel camisi, sabahın erken ışıklarının vitraylara değmesi ile ortaya çıkan renkli ışık oyunları ile meşhur. Burayı günün diğer saatlerinde daha az kalabalıkla gezersiniz. Ancak caminin özelliği sabah güneşinin vitraylardan süzülüp cami içinde yarattığı ışık oyunları. Bu saatler aşırı kalabalık olabiliyor ve insanlar camların kenarlarında üzerlerine düşen renkli ışıklar altında fotoğraf çekmek için orada oluyorlar. Cami içinde bir saat geçirmişizdir ama ışığın bol olduğu iyi bir yer ve fırsat bulup da, benim konu mankenim eşimin iyi bir fotoğrafını çekmem mümkün olamadı.

Vitray günümüzde daha çok kiliselerde popüler olmasına rağmen, en erken keşfedilen vitray 7. yüzyıl Suriye’sindeydi. İranlı kimyager Cabir ibn Hayyan‘ın 8. yüzyılda yayınlanan “Saklı İncinin Kitabı” (Kitab al-Durra al-maknuna) adlı kitabında renkli cam elde etmek için teknikler ve tarifler verilmiş.

İran’da iki tür vitray işi zamanla yaygınlaşmış; Gereh-chini (dekoratif ahşap kafes) ve Orosi-sazi (kanat tarzı). Gereh-chini, ince kesilmiş ahşap parçaları 5 temel geometride (ongen, papyon, eşkenar dörtgen, altıgen ve beşgen) belirli bir tasarıma göre bir yüzeye yerleştirme sanatıdır. İslami mimari de kutsal türbeleri veya zengin binaları süslemek için yaygın olarak kullanılmış. Daha çok zaman ve daha çok para gerektiren bir sanat.

Orosi İran’ın tipik bir mimari unsuru. Orosi, ahşap kafes ve renkli camlardan yapılmış bir çeşit pencere. Orosi pencerelerinin en iyi örnekleri özellikle Safevi ve Kaçar hanedanlıkları döneminde yapılmışlar. Biz de bu sanatın çok güzel örneklerine şahit olduk. Orosi pencerelerin, radyasyonun gücünü ve güneşin ısısını azaltıcı etkisi de var. Dış mekanın görülmesine izin verirken, binanın cephesine güzellik verip, özel alanların mahremiyetini koruyor. Cam renkleri daha çok kırmızı, mavi, sarı ve yeşil renkler oluyor.

Nasır el Mülk Cami, İç mimarisinde pembe renkli fayansların kullanılması nedeniyle “Pembe Cami” olarak da biliniyor. Kaçar Hanedanı döneminde Mirza Hassan Ali Nasir-el-Mülk’ün emri ile 1876-1888 yılları arasında inşa edilmiş. Kaçar ve Zend Hanedanları ayrıca bahsedilmeyi hak ediyorlar ve ben bu kısmı sonraki bölüme bırakıyorum.
Cami vitrayları ile ünlü ama içeride bulunan oyma sütunlar, tavanlarda bulunan geometrik desenlerle ve çeşitli motiflerle süslü çiniler ortama büyülü bir atmosfer, mistik bir hava veriyor. Genelde camiler içinde bu mistik havayı ve insana huzur veren ortamı gördüğümü söyleyemem. Ama bu cami size bu hisleri fazlasıyla veriyor.
Caminin avlu ortasında bir havuz görülüyor. Caminin kuzey ve güney taraflarında eyvanlı iki bölüm var. Bugüne kadar gördüğüm en güzel camilerden bir tanesini gezmiş olduk. Şiraz’a yolunuz düşerse mutlaka sabahın erken saatlerinde bu camiye vakit ayırın.
Şiraz’ı gezerken programınıza Narenjestan Ghavam Bahçe Kompleksi mutlaka koymalısınız. 1879-1886 yılları arasında yapılan Narenjestan Ghavam’ın hem bahçesi hem de köşkü, Kaçar döneminin etkili ailelerinden biri olan, aslen Kazvinli tüccar, Ghavam ailesine aitmiş. Kapıdan girdikten sonra karşınıza çıkan bahçe Pers Bahçelerinin tüm özelliklerini taşıyor. Yazının burasında Pers Bahçelerinden bahsetmek doğru olacaktır.

İran’ın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde Pers Bahçeleri de yer alıyor. Bu liste içinde çeşitli eyaletlere dağılmış durumda günümüze kadar ulaşan 9 adet bahçe mevcut. Köklerini M.Ö. 6 yüzyılda Ahameniş Kralı Büyük Kiros’dan alıyor. Onun zamanında tespit edilen ilkeler, tüm bahçelerde ve her zaman korunmuş. Pers bahçeleri daima büyük kapalı duvarlar arkasında olmuş. Cennet anlamındaki “Paradise” kelimesinin etimolojik olarak kökeni de İran’ın Pers Bahçelerinden geliyor. Bu kelimenin Latinceye İran dillerindeki kelime olan “Pairidaēza”dan (duvarlarla çevrili bahçe anlamında) geldiği ileri sürülüyor. İranlılar bu bahçelerde yeryüzündeki cenneti yaratmışlar.
Zerdüştlük inancının ana elementleri olan hava, toprak, su Pers bahçelerinde sembolize edilmiş. Sasani döneminde bahçelerde su daha ön plana çıkarılmış. Gezdiğim tüm bahçelerde benim esas dikkatimi çeken sofistike sulama sistemi, fıskiye ve havuzlar oldu. Pers bahçeleri cennetin 4 bahçesini sembolize edecek tarzda birbirini dik kesen yürüyüş yolları ve/veya su kanalları ile 4 bölüme ayrılmış. Buna Farsça 4 bahçe anlamına gelen “Chahar Bagh” deniyor. İran’da ortaya çıkan bu bahçe örneği Moğollarla Hindistan’a ve Araplarla da İspanya, Endülüs’e taşınmış. En önemli örnekleri Tac Mahal ve El Hamra Sarayı bahçeleri. Tabii ki orijinaller İran’da. Bugün İran’da UNESCO listesine girmiş Pers Bahçeleri şunlar; Pasargad Bahçesi , Şiraz’daki Eram Bahçesi, İsfahan’daki Chehel Sotoun, Kaşan’daki Fin Bahçesi, Abbasabad Bahçesi, Mahan’daki Shazdeh Bahçesi, Yezd’deki Dolatabad Bahçesi, Pahlevan Pur Bahçesi , Güney Horasan Eyaletindeki Ekberiye Bahçesi. Eram Bahçesi gezimizi sizlere sonraki yazımda anlatacağım. Şimdi dönelim tekrar Narenjestan Ghavam gezimize.

Bahçenin kuzeyinde yer alan ana konak, muhteşem süslemeleri ile Narenjestan Ghavam kompleksinin en özel kısımlarından birisi. Bu konağın önünde büyük ve kırık ayna parçaları ile dekore edilmiş bir sundurma bulunuyor.
Narenjestan Ghavam kompleksinin ana binası sanatsal bir şekilde dekore edilmiş. Ana bina odalarının duvarlarında, tavanlarında hiç boş ve düz bir alan yok. Tahta oyma, minyatür ve kalem boyama işleri, çini döşeme ve kırık aynalarla dekorasyon gibi aklınıza gelebilecek her türlü sanatsal faaliyet bulunuyor. Fantastik bir iç tasarımın zarafetine şahit oluyorsunuz. Hem bahçe ve hem de ana bina birbirlerini çok güzel tamamlıyorlar. İran’da gezdiğim en güzel yerlerdendi.
Ana binanın altında bir de müze var. Bu müzeyi ben başlangıçta fark edemedim. Gitmeye yakın haberim olunca çok hızlıca gezmek zorunda kaldım. Gördüğüm kadarı ile küçük ama ihmal edilmemesi gereken bir müze.

Bugünlük son olarak Şiraz Kalesini yazalım; Kerim Han Kalesi, 1697’de Zend Hanedanlığı ülkeyi yönetirken inşa edilmiş. Biz orada iken kale tadilattaydı. İçeri giremedik.

Kerim Han Kalesi, farklı tarihsel dönemlerde çeşitli işlevlere sahip olmuş. Zend Hanedanlığında Kerim Han Zend’in yaşam yeri, Kaçar Hanedanlığı’nda yerel yöneticilerin yaşam yeri, Pehlevi Hanedanlığı’nda ise hapishane olmuş.

Şiraz önemli bir şehir. Uzun uzun bahsedilmeyi hak ediyor. Yakında Şiraz gezimizle ilgili başka paylaşımlarla buluşmak üzere
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
28.06.2022