Kenya’da Safari konulu geziyi Koptur adlı firma ile yaptık. Daha önceden de bazı gezilerimizi yaptığımız bu firma bizim için test edilmiş ve onaylamış bir firmaydı. Tur rehberimiz sevgili Teoman’ı da daha önceki gezilerimizden tanıyoruz. Geriye tura katılan diğer gezginleri tanımak kaldı diyeceğim ama turda zaten toplam 11 kişiyiz ve bu 11 kişinin de yarısı bizden sayılır. Tur katılımcıları arasında İzzet Keribar ismini görünce heyecanlandım. Fotoğraflarını beğenerek izlediğim Teoman yanında bir de Büyük Ustanın varlığı sevindirici.
Kenya’nın başkenti Nairobi’ye THY doğrudan uçuyor. Bu bize zaman ve konfor kazandırdı. İstanbul-Nairobi arası kuş uçuşu 4800 km ve uçuş süresi 6,5 saati buluyor. Nairobi’ye varışımız gece saat 03:00 sıraları oldu. Vizeyi havaalanında alıyorsunuz. Karşılığı 50 USD ve 2 adet fotoğraf bulundurmak gerekiyor denmişti. Ancak artık havaalanında fotoğrafınızı çekip, bilgisayara aktardıklarından fotoğrafa filan gerek kalmıyor. Yani götürdüğümüz fotoları geri getirdik. Siz yine de yanınızda fotoğraf bulundurursunuz. Burası Afrika.
Bize yeşil pasaporta da vize olduğu söylenmişti ama meğerse yeşil pasaporta vize yokmuş. Bizim işlemi yapan memur bilerek veya bilmeyerek 50 USD aldıktan ve makbuzunu verdikten sonra vizeyi verdi. Ama diğer memuru bekleyen arkadaşların 50 USD’leri ceplerinde kaldı. Dakika bir, gol bir; Kaptırdık 100 USD’yi. Bunu sonradan öğrenince tur şirketine içimden kızmadım değil.
Kenya’ya geldik, artık bazı küçük bilgileri vermek zamanı geldi. Kenya, Hint Okyanusu’na kıyısı olan bir doğu Afrika ülkesi. Güneyde Tanzanya, batıda Uganda, kuzeybatıda Güney Sudan, kuzeyde Etiyopya ve doğuda Somali ile komşuluğu var. Başkenti Nairobi ve ülke nüfusu 45 milyon civarında (2014). Ülkenin yüzölçümü 580,000 km².
Tarihin çok eski dönemlerinden beri bölgede yerleşim olmuş. M.S. 1. yüzyılda Arap tüccarları Kenya sahillerine ticari ziyaretler yapmış, M.S. 8. yüzyılda Kenya sahillerindeki Arap ve Fars yerleşimleri giderek çoğalmış. Sömürgecilik döneminde Kenya’ya ilk ayak basan Avrupalılar Vasco da Gama’nın öncülüğünde Portekizliler olmuş. Portekizliler 1500’lü yılların başından itibaren bölgeye gelmiş. Özellikle sahil kısımlarının Osmanlı ile kısa bir el değiştirmesine rağmen Portekizliler 1730 yılına kadar bölgeyi kontrol etmişler. Ondokuzuncu yüzyıl başında İngilizlerin bölgede hâkimiyeti var. Ülke bağımsızlığını 1963 yılı sonunda elde etmiş. Jomo Kenyatta ilk Devlet Başkanları.
Ülkenin gelirleri arasında Safari turizminden elde edilen gelir önemli ve yılda yaklaşık 1.000.000 turist geliyormuş.
Ülkenin resmi dilleri Swahili ve İngilizce, para birimi ise Kenya Şilini (KES) ve 1 USD ile 91.6 KES (2014) alabiliyorsunuz. Çoğu otel ve alışveriş yerlerinde USD geçerli oluyor ama yerel halk pek USD ile alışveriş yapmak istemiyor.
Havaalanından valizleri aldık, ilk para bozdurma işini yaptık ve bir araca dolup, yakındaki Panari Hotele doğru yola çıktık. Yollar gecenin bu saatinde bomboş. Otel ilginç bir yer, alt kısmında alışveriş merkezi ve lokantalar var. Güzel bir otel çıktı, odalar tertemiz ve sabah kahvaltısı da zengindi.
Sabah erken uyanma ve kahvaltı sonrası seyahat boyunca bizimle birlikte olacak olan Jimmy ve Shem adlı şoförlerin kullandığı iki adet jeeplere, altışar kişi olarak dağıldık. Nairobi için güvenli olmayan bir şehir deniyor. Zaten bu gezinin konusu içinde de Nairobi gezisi yok, sadece gelirken ve giderken uğrayacağız.
Bugünkü hedefimiz Amboseli Ulusal Parkı. Amboseli, Nairobi’nin 140 km kadar güneyinde yer alan önemli bir park. Tanzanya’da yer alan Klimanjero Dağının en güzel görüntü verdiği yerlerden olan bu park 392 km²’lik bir alanı kaplıyor.
Nairobi’nin sabah trafiği Pazar günü olmasına rağmen yoğun. İki buçuk milyon insanın yaşadığı bu şehrin içinden geçip, kenar semtlerine geliyoruz. Burada pırıltılı ve yeni inşa edilen binalar yerlerini gerçek Kenya yaşamına bırakıyor. Derme çatma kulübelerden yapılma dükkanlar yol boyu sağlı sollu dizilmişler. Canlı bir ticaret var. Sonrasında, İngilizlerin inşası için İtalyan esir askerleri çalıştırdığı söylenen ve Rift Vadisinin doyumsuz manzaraları ile bir yola girdik. Burada Rift vadisine en tepeden bakan bir yerde mola verdik. Manzaranın keyfini çıkartmaya ve ışık pek iyi olmasa da fotoğraflamaya başladım ki bizim ekibin kaybolduğunu gördüm. Nerede olabilirler diye düşünmeye gerek yok! Hemen hediyelik eşya satan bir yol kenarı dükkana dalmışlar. Eh! “Bizde görelim bakalım ne varmış” diye daldım içeri. Ortalıkta bol miktarda tahta işi oymalar ve yerel manzaralarla boyanmış/baskılanmış tekstiller vardı. Dükkana girer girmez elinde kalem ve çoğunlukla eski bir gazete kağıdı parçası ile bir adam yanı başınızda bitiveriyor. “Jambo” (merhaba demek) ile başlayan selamlaşma sonrası “I will give for you best price” ile alışveriş başlıyor. Bir de elinize bir sepet verip, “önce beğendiklerini sepete doldur, sonra büyük indirim yapacağım” diyorlar. Bir parça beğendiniz ya! Onun fiyatı hiç söylenmiyor. Bu tarz alışverişi hiç sevmem. Ama sesimi çıkartsam, biliyorum ilk günden saçım başım yolunacak, kestim sesimi. Bayanları izliyorum. Sonunda beklediğim gibi anormal bir fiyat çıktı ve sepeti olduğu gibi bırakıp, çıktık dükkandan. Hemen başından söyleyeyim; Eğer bir şeyler alacaksanız (ki mutlaka alın, çok güzel tahta oymalar ve batik, desenli tekstiller var) çok çarpıldığınız bir parça yoksa alışverişi otel mağazalarına, Nairobi de sonradan bahsedeceğim alışveriş merkezine saklayın bence. Aldığınız malın fiyatı bazı yerlerde bu yol üstü dükkanlarına göre çok daha uyguna geliyor. Eğer bu yerlerden alacaksanız da mutlaka söylediği fiyatın 1/3 ünü teklif edin en fazla yarısına almaya çalışın derim..
Yola devam edip öğle saatlerini biraz geçkin şekilde konaklayacağımız yere geldik. Burası Kilima Kamp adlı bir yer. Güzel gözüküyor. Birbirlerinden ayrık halde dizilmiş tek katlı yerlerde kalıyorsunuz. Evler geniş ve içi de güzel. Bizi kapıda Masai yerlisi kıyafetleri içinde biri karşıladı. Odalarımıza yerleşip, hemen yemeğe geçtik. Yemek yenen yer girişe yakın ve 3 tarafı açık. Etrafta rengarenk kanatları ile Super Starling kuşları uçuşuyor ve daha önce yemek yenmiş olan masalardaki tabaklardan paylarına düşenleri yiyorlar. Bu yerin tam ortasında dönen merdivenlerle çıkılan bir kule var. Eğer bu yerde kalacaksanız bu kuleye çıkıp buradan bölgenin panoramasını almayı unutmayın. Yemeğimi kısa kesip, kahvemi içtikten sonra (kahveleri çok güzel) elimde fotoğraf makinem ile ilk foto safarime bu otelin bahçesinde çıktım. Super Starling kuşlarını Etiyopya gezimde görmüştüm ama bu kadar yakından ve neredeyse elinizden yemek yiyecek kadar da arsız hallerine şahit olmamıştım. Onlarca fotoğraflarını çektim. Etrafta çok sayıda Çinli turist var. Ben kuşlarla uğraşıyorum, bir tane Çinli çocuk yanıma gelip “filler nerede” diye sordu. Hayde! “Lokantada fil ne arasın” diye düşünüyorum ki bir diğer Çinli benim yerime yanıt verdi; “İleride”. Bu sefer bende takıldım zıpır çocuğun peşine ve 50 metre sonra çitlerin hemen ötesinde filleri gördüm. Elektrikli tellerin ötesinde 5-6 fil, suni olarak yapılmış bir küçük göletten su içiyorlar. Üstelik civarda bol miktarda bir akbaba cinsi olan Marabu kuşları da var. Daha da öte de ise Afrika Akasya ağaçlarının gölgesinde gazeller otluyorlar. Afrika bana “hoş geldin” dedi..
Öğle sonrası saat 16:00 gibi jeeplerimize binip ilk safarimize başladık. Bindiğimiz araçların tavanları açıldı. Hepimiz bir heyecan ayağa kalkıp, kafayı çıkarttık dışarı. Şoförümüz bize Klimanjero Dağı diye bir yeri işaret etti ama bulutlardan Klimanjeronun karlı tepesini görebilene aşk olsun! Zaten Klimanjero için sabah saatleri en iyisi imiş. “Nasılsa bir de yarınımız var” diyerek onu görememeyi pek dert etmedim. Bu arada etrafta hayvanların sayısı bollaşmaya başladı. İlk gördüklerimiz kuyruklarını sürekli olarak bir sağa bir sola oynatan Thomson Gazelleri oldu. Ne de güzel hayvanlar! Onların hemen yanında zebraları görüyoruz. Hayatım boyunca doğal ortamında gördüğüm ilk Zürafalar karşımızda duruyor. Artık nerenin fotoğrafını çekeceğimi şaşırdım. Ve işte olanca heybetleri ile filler karşımızda duruyorlar! Bu arada ilk defa gördüğüm hayvanları da tanıyorum; başlarında birbirlerinden ayrık, belirgin tüyleri ile Sekreter Kuşları, Grand Gazelleri görüyoruz. İnsanı uzaktan bile çarpan Taçlı Afrika Turnalarını görünce ne yapacağımı şaşırdım. Çok ama çok güzel hayvanlar! Bir ara artık bilinen çok az sayıdaki Turnayı görmek için Muş’a gitmeyi düşündüğümü ve ciddi ciddi araştırdığım ancak istenen parayı duyunca vazgeçtiğim aklıma geliyor birden..
Saat 18:00 gibi hava kararmaya başladı ve bizim de parktan çıkmamız gerekti. Ulusal parklarını giriş ve çıkış tek kapıdan oluyor ve zamanında çıkmak gerekiyor. Bugün, sonra yaşayacağımız günlerin bir fragmanıydı sanki…
Günün sonunda evlerimize dönüp, duşlarımızı aldık. Sonrası yemek ve günün kritik faslı oldu. Herkes mutlu.. İyi ki buralardayız ve daha da güzel parklarını ziyaret edeceğiz bu güzel ülkenin..
Gezekalın..
Dr Ümit Kuru
28.08.2012 Saat 19:38
Gözden geçirilmiş yeniden yayın tarihi 27.01.2015 Saat 22:51