Jodhpur Rajastan’ın ikinci büyük kenti ve 1000000 civarında nüfusu var. Gördüğümüz kentler içinde derli toplu olanlardan bir tanesi. Derli toplu derken bir parantez açmam lazım; Hindistan dünyanın 10. büyük ekonomisi ve Asya ülkeleri içinde de ekonomik büyüklükte 3. Sırada. 2020 yılına kadar dünyanın ticari ilişkilerinde daha da önemli bir yere geleceğine inanılıyor. 2008 Yılında ekonomik krize rağmen büyüme hızı %6.6 olmuş, ancak kişi başı gelir dağılımı 1600 USD civarında. Gezdiğimiz çoğu kentte çöp yığınları vardı ve bu çöp yığınlarında hem inek, öküz, domuz ve hem de insanlar bulunabiliyordu. Gezdiğim ülkeler içinde (haksızlık yapmayayım, belki de bizim gezdiğimiz bölgelerin özelliğidir) en çok fakir insanı gördüğüm yer diyebilirim. Bu saydıklarım sizi asla bu sürprizlerle dolu ülkeye seyahat etmekten caydırmasın, bu fakirlik ve kaos dolu ülkenin her bir köşesinde aniden bir güzellik karşınıza çıkabilir. Kaos dolu dedim ama bu kaos içinde de bir düzen var. Örneğin trafik ve araba kullanmaları bir facia.. Sağ ve sol şeritler, büyük şehirlerdeki ana arterler dışında sadece göstermelik olarak varlar. Herkes, her şeritten gidebiliyor ama kesinlikle bizden daha az kaza oluyordur. Çünkü dört gözle ve dört kulakla araba kullanıyorlar ve biliyorlar ki bu ülkenin adı Hindistan ve herkes sürpriz yapabilir, onun için pür dikkatler. Arabaların arkasında “lütfen kornaya basın” ikazları var. Korna sesi bize bir işkence oldu ama bu uyaran sayesinde uyanıklar diye düşünüyorum. Hijyene dikkat ettiğiniz (bol el yıkama ve el temizleme jeli kullanma, sokak kenarında yiyecek yememe vb) sürece sorun yok. Gece çoğu yerde belli saatten sonra dışarı çıkmamaya dikkat ettik, bunun dışında emniyetli bir ülke sayılır. Çoğu zaman nazik insanlar. İmkanı olan mutlaka sizin fotoğrafınızı çekmeye çalışıyor.
Gezimizin bu ikinci gününde erken uyandık. Kahvaltı, Hindistan’da otellerde yaptığımız en doyurucu kahvaltılardandı. Daha sonra rehberimizle gelen aracımıza bavullarımızı da yerleştirip, Jodhpur’un 8 km dışındaki Mandore denen yere doğru hareket ettik. Burası 6. Yüzyılda Marwar denen bölgenin başkenti imiş ve 1381 yılında Rathore hanedanlığının eline evlilik yolu ile geçmiş. Buraya girer girmez hemen ellerinde çalgıları ile çocuklar çevremizi sardılar ve iç gıcıklayıcı parçalar çalmaya çalıştılar; her şey bahşiş için. Çocuklara bahşiş verme işi Hindistan’da yasa ile yasaklanmış durumda ama sadece kağıt üzerinde. Bahşiş verme işini yapacaksanız ziyaret ettiğiniz bir yere ilk girdiğinizde asla yapmayın, nereden çıktığı anlaşılmayan şekilde bir sürü insan çevrenizi sarıyor. Verecekseniz oradan ayrılırken yapın. İlk maymunlarımızı da burada gördük, çok rahatlar ve duvar üstünde sizi takip ediyorlar.
Burası çok güzel bir bahçe, zamanında Rajaların hanımları eğlensinler diye yapılmış. Rehberimiz bizi önce Hindistan mitolojisindeki kahramanların ve yerel kahramanların (örneğin bir tanesinin çok sayıda ineği Moğolların elinden kurtardığı için heykeli yapıldığı söylendi, önce güler gibi oldum ama inek onlar için kutsal, saygı göstermek lazım) kayalara oyulmuş heykellerinin bulunduğu yere götürdü ve tek tek anlattı. Daha sonra bir müddet hemen yandaki Hindu tapınağına ayin için gelmiş insanları seyrettik. Tabii ki onlarda bizi.. Daha sonra bahçe içinde bulunan ve ölmüş soyluların yakıldığı ve bir kısım küllerinin gömüldüğü anıt mezarları gezdik. Bunlar bir gün önce gördüklerimiz kadar muazzam değiller. Kalan zamanımızda da bahçeyi gezdik, belli ki bahçe o zamanda muhteşemmiş.
Daha sonra tekrar Jodhpur’a döndük, uçağımız saat 15:30 da ve biraz daha zamanımız var. Rehberimiz eşliğinde şehrin merkezine geldik. Bir saat kulesi, etrafında tüm şehir toplanmış sanki; korna sesleri, arabalar, Rickshaw (bisikletli ve motorlu 2-3 yolcu taşıyan araçlar), yol ortasında boylu boyunca yatan inekler ve bolca insan var. Bu bizim yerel halkla doğrudan ilk temasımız oldu. Biraz ürkmüyor değilim, bir taraftan kızları araçlardan kollamaya çalışıyorum, bir taraftan da fotoğraf çekmeye, sonra da makinayı bırakıp video kaydetmeye çalışıyorum. Sonradan hiç ses duymamaya başladım, etrafın büyüsü beni esir aldı, ardı ardına bastım deklanşöre… Sonrasında pazara daldık, her taraftan renk akıyor, nereye bakacağımı şaşırıyorum. Bir sokak dişçisi dükkanını açmaya hazırlanıyor. Anı yakalamaya ve ne görürsem çekmeye başladım. Etrafta keskin baharat kokusu var. Sevdim ben bu ülkeyi..
Rehber bizi bir dükkana götürdü. Burası tekstilleri ile ünlü, gittiğimiz dükkan da oranın meşhurlarındanmış. Oldu mu kardeşim şimdi? Kızlarla bu dükkandan kim bilir ne zaman çıkarız? Dışarıda renk cümbüşü dururken daldık dükkana! Mecbur gireceğiz, grupta üç kişiyiz onun da 2 tanesi bayan, bizim takım hükmen mağlup…
Bu arada bir parantez daha açalım; Hindistan’a oradan veya Türkiye’den tur ile gitmişseniz yapacak bir şey yok sizi mutlaka belirli bir dükkana götürüyorlar. Öyle istemem, gitmem filan da kabul görmüyor. Çünkü sizi dükkandan içeri sokmaları da bir para almalarını sağlıyor. Hele bir de alış veriş yapmışsanız onlar için ballı börek oluyor. Komisyonu, size satılan malın fiyatının içinde var. Bu nedenle Hindistan’da alışverişte kazık yememek imkansız. İstediğiniz kadar pazarlık edin. Size söylenen mal fiyatının ¼’ünü bile ödeyip çıksanız zararsanız. Bunları nasıl mı öğrendim? Artık son günlerde istemediğim halde bizi dükkana sokmaya çalışan rehberin boğazını sıkarak. Ergenekon savcısı gibi söylettim adamı…
Her neyse Jodhpur tekstillerine dönelim. Dükkan sahibi şallar, yatak örtüleri, masa örtüleri açtıkça açıyor. İtiraf etmem lazım, çok güzel işçilik var. Hanıma yan gözle bakıyorum, alacak bir şeyler ama küçük boyutlu olsun bari diyorum içimden. Çıkan mallar 200-300 USD den başlıyor. Adam bana Kevin Costner’ın alışveriş yaparken ki fotoğrafını gösterip duruyor, “Şu kadar aldı, en pahalısını aldı” deyip duruyor. Tamam da kardeşim biz de ne Kevin Costner tipi var ne de cüzdanı! Neyse kızlar karar verilen parçaları söylediler, işin pazarlık kısmını bana bıraktılar.Bu kısmı yurt dışında severim, kendimce iyi bir pazarlık sonucu malları aldık, çıktık. Zarar bizim cephe de fazla değil ama komşu bayanda zaiyat daha 2. günden fazla oldu. Ama alınan mallar gerçekten güzel, sonrada o kalitede bir tekstili başka yerde görmedik. Yani Jodhpur’da Kaşmir, Hermes, şal gibi tekstil ürünlerini kaçırmayın derim.
Sonraki şehrimiz olan Udaipur’a gitmek üzere havaalanına doğru yola çıktık. Jodhpur-Udaipur arası 260 km ve uçakla 40 dakika tutuyor. Gezi öncesi araştırmalarımdan burasını favori şehrim seçtim. Yapay bir gölün kenarında saraylarla çevrili bir şehir. Jodhpur Mavi Şehir, Jaipur Pembe Şehir ve Udaipur’da Beyaz şehir veya Işık Şehri olarak adlandırılıyor. Rahat bir uçuşla Udaipur havaalanına indik. Bizi havaalanında tepsi içinde içecekler ve yerel giysileri ile güzel kızlar ve erkekler karşıladı. İçimden tur şirketine helal olsun derken, kızlardan birisinin “ Düğüne geldiniz değil mi” diye sorması ile büyü bozuldu. Meğerse ertesi gün Udaipur’da Delhi’de bir zenginin düğünü varmış, onlar karşılanıp, otellerine götürülüyormuş. Zengin aile, romantizmin şehri Udaipur’da düğün yapmak istemiş. Lokal acentenin yetkilisi elinde ismimin yazılı olduğu kağıtla gelince, onun eşliğinde mütevazi arabamıza bindik.
İstanbul’da iken anlaşma yaptığım tur şirketiyle yazışıp gölde (Lake Picola) bot turu almak istediğimi yazmıştım. Oda yüksekçe bir fiyat ekstra istemişti. Ama son gün bu düğünden bahsedip, botların tümünün bu düğün için kiralandığını söyledi. Ben arabada bir kez daha şansımı deneyip, “bot turu yapacak mıyız” diye sorunca, acente yetkilisi tabii ayarlayabiliriz deyince şaşırdım. Buradaki patronla telefonla konuşup 2000 Rupee’ye geziyi yapabileceklerini söylediler. Bu rakam bizim konuştuğumuzdan neredeyse yarı fiyatına. Bu da kazık fiyat, artık anlamaya başladım ama bu gezi de kaçmaz. Akşam üstü şahane bir bot turu yaptık. Güneş kızıl rengini almış, gölün ortasında Yazlık Saray (şimdi lüks otel-Lake palace), sağ yanımızda City Palace, çok güzel görüntüler veriyorlar. Bir saatlik bir gezi ne güzel geldi, bu şehir kesinlikle benim en sevdiğim olacak.
Daha günün sonu gelmedi. Akşam saat 18:30’da Bagore Ki Haveli’de folklorik gösteriye gideceğiz. Haveli, köşk, konak demek. Duvarları, tavanları kalem işi boyalı, Cumbalı köşklerden bahsediyorum. Bunların en güzel örnekleri Shekawati bölgesinde var. Sadece onları görmek için 260 km yol gideceğiz. Bagore Ki Haveli’ye giriş çok düşük bir ücret ama içerideki performans Hindistan’da seyrettiklerimin en güzeli. Bir saat boyunca muhteşem duygular yaşadım. Bu gösteri de Rajastan’ın çeşitli bölgelerinden yerel danslar, şarkılar ve kukla oyunları sergilendi. Kaçırılmaması gereken bir gösteriydi, biz de kaçırmadık zaten.
Çıkışta yemek yemediğimizi hatırladık. Rehbere buranın en iyi yerine gitmek istediğimizi söyledik. Bizi “1559” diye bir yere götürdü. Bir gece önce Hint yemekleri yemiştik ama burada tanıtılarak ilk defa bilinçli seçimle Hint yemeklerimiz yedik. Bunlardan daha sonra bahsedeceğim.
Yoğun bir günün ardından otelimizdeyiz. Otelimizin göl kenarında olmasını istemiştim. Lokal acente bizi Raja’nın bir zamanlar av sarayı olan ve sonradan otele çevrilen yerini önermişti. Bu otel Heritage otellerdendi ama ben göl kenarı diye tutturunca Lake Pichola (Lake Pichola buradaki gölün ismi) Oteline karar kılındı. Otelden içeri girip, odalara çıkınca kızlar fena halde değiştiler. Doğrusu bende biraz hayal kırıklığı yaşadım, dün geceki otelden sonra burası 2 yıldız bile değildi. Yataklar rahatsız, sevimsiz bir oda ama Allah için gölün tam dibinde ve güzel bir balkonu var. Yandan Şehir Sarayı da gözüküyor. Kızları biraz teselli ettik, sabaha her şey güzel gözükür filan dedim ama söylediklerime ben de inanmadım. Neyse yorulduk, herkes odasına çekildi. Yarına Allah kerim…
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
Gözden geçirilmiş yazım tariihi 28.12.2014 Saat 23:22