Sabahleyin erkenden uyandık. Yatak rahatsız olmasına rağmen dünün yorgunluğu ile iyi uyumuşum. Balkona çıktığım zaman otelin yerinin ne kadar iyi olduğunu ve iyi bir tercih yaptığımı anladım; Helal olsun bana! Otel hemen gölün dibinde, hani balkondan oltayı sallasan balık tutabilirsin. Sandalyeye oturdum, göl kenarında adını bilmediğim kuşlar sabah avlanmasına çıkmışlar, yavaş ama dikkatli hareketlerle av peşindeler. “Buradan bana fotoğraf çıkar” deyip, fotoğraf makinemi aldım. Karşı kıyıda bir “Ghat” var. Ghat dedikleri, tapınaklardan suyun içine kadar uzanan merdivenler. İnsanlar buradan suya giriyorlar veya çamaşırlarını yıkıyorlar. Karşı kıyıda insanlar su kenarına gelmeye başladılar. Bazıları çamaşırlarını yıkıyorlar, sonra da aynı suda kendileri yıkanıyorlar.
Sabah ki foto safari sonrasında kahvaltıya indik. Kahvaltı pek iyi değildi. Saat 09:00 civarında rehberimiz ve arabamız bizi otelden aldı Eklingji ve Nagda Tapınaklarına doğru gezi var. Bu tapınaklardan Eklingji Udaipur’un 20 km kadar dışında ve Hindu tanrısı Şiva ya adanmış. Hindu inanışında tanrı ve tanrıçaların sayısını bilen yok. Kast sistemi nedeni ile tanrı sayısı fazla olmuş ama sonuçta her biri tek bir tanrının farklı yansımaları. Hinduizm yeryüzündeki en eski inanç sistemlerden birisi. Asya’da en çok takipçiye sahip olan din konumundadır. İlk yazılı kaynakları olan Vedalar MÖ 1000 yıllarında yazılmaya başlanmış. Hinduizm’de evrenin kendisi de dâhil olmak üzere her şeyin sürekli olarak yok olduğuna ve sonra yeniden doğduğuna inanılıyor. Bu dini sistemin üç ana temel uygulaması var: İbadet etmek ve adak adamak, ölüleri yakmak ve kast sistemine riayet etmek. Hinduizm çok tanrılı bir din gibi gözükse de, aslında Brahma, Vishnu ve Shiva, tek ve sonsuz mutlak güç olan Brahman’ın değişik özelliklerinin bir anlamda resmedilmesidir. Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu ve Şiva yok edici tanrılar. Bu sabah ziyaret ettiğimiz tapınak Şiva’ya adanmış. Tarihi 8. Yüzyıla kadar gidiyor. Bu tapınağın içi ve dışında çok güzel oyma işçiliği var. Bu tapınağın dış duvarlarında da erotik oymalar var ancak daha sonra ziyaret edeceğimiz Kajuraho tapınaklarından daha güzel değiller. Bu tapınak duvarlarında bu erotik figürler ne arıyor diye merak ettik, kendilerince izah ettiler. Doğrusu cinsellik burada çok olağan ve asla ayıp değil. Kajuraho tapınaklarını anlatırken izah edeceğim. Nagda tapınağı buradan 1 km ötede ve daha küçük çok özelliği yok.
Daha sonra tekrar Udaipur’a dönüp Şehir Sarayını gezdik. Udaipur gerçekten çok güzel bir şehir. Burada etrafınızı saran ve bıktırasıya ısrarcı satıcılar da bulunmuyor. Bunun önemini Hindistan’ın diğer şehirlerini gezerken anladık. Bu şehir tarihsel olarak istilacılara karşı son savaşçısına kadar karşı koyması ile de ünlü imiş. Afgan, Moğol, Tatar ve Türk istilalarının tamamına direnmişler ve İngilizlerin 1818’de hakimiyeti altına girene kadar da hep bağımsız kalmışlar. Bu nedenle tüm Rajastan’da bölgelerinin yöneticisi konumunda olan kral, bey ne derseniz deyin, yöneticilere Maharaca denirken, sadece Udaipur krallarına “ büyük Kral” anlamında Maharana deniyormuş.
Şehir Sarayı Pichola Gölü kıyısında gerçekten çok zarif ve zevkli bir saray. Burada resim koleksiyonu önemli. Ama en çok sevdiğimiz yer mozaikten tavus kuşu kabartmalarının olduğu yer ve binlerce aynanın bulunduğu kralın yatak odası. Ayrıca en yukardan tüm göl ayaklarımızın altında ve gölün ortasındaki saray (şimdilerde 5 yıldızlı otel) Lake Palace çok daha zarif gözüküyor. Udaipur’da insan eliyle yapılma 4 adet göl varmış. Aravilli Tepelerinin yamacında kurulu bu şehri çok sevdim.
Sonraki durak ise Sahelion Ki Bari adlı bahçeler. Bu bahçeler özellikle Maharana’nın haremi için yapılmış olan bahçeler. Ortadaki havuz çok güzel. Buradaki tüm sulama sistemi yerçekimi etkisi ile çalışıyormuş.
Bugünkü gezi tamamlandı sayılır. Ama biz acıkmayı unuttuğumuzu fark ettik. Öğle yemeği akşam yemeği arası bir yemek için bir evvelsi gece gittiğimiz yere gitmeye çalıştık. Bir tuk tuk a lokantanın ismini söyledik, bildiğini söyledi ama klasik numarayı yuttuk. Bizi götüre götüre bir kafeteryaya götürdü. Açlıkla biraz sesi yükseltince de bizi iyi bir yere götüreceğini söyleyip bir lokantaya götürdü. Lokantadan içeri girince şok oldum, tam çıkacakken kızlar “içerisi Hintli dolu, iyi bir yer olabilir” deyince girdik içeri. Hiç ışık görmeyen Parkview diye (ismi ile tek alakası içeride bulunan duvarlara asılı park fotoğrafları) salaş bir yer. “Vardır bir hikmeti” deyip seçtiğimiz yemekleri söyledik. Bir gece önceki ödediğimiz fiyatın neredeyse yarısına ama daha lezzetli bir menü ile iyice kendimizi doyurduk. Bizim Tuk Tuk’cuyu yakalasam bu sefer teşekkür edeceğim. Lokantadan çıkışta bir Tuk Tuk kiralayıp şehrin merkezinde indik. Buradan oteli bulurum deyip, güvenli bulduğum bu şehirde dükkanları gezmeye karar verdik. Bu arada kızlar gözüne kına yapan bir dükkanı kestirmişler, daldık içeriye. Sırasıyla ikisi de kına yaptırdılar. Çok da güzel durdu. Sonrasında otele döndük. Keyfimiz yerinde, İstanbul havaalanından aldığımız Votkayı açıp, göle kenarındaki otelimizin balkonunda akşam ışıklandırılmış Saraya bakarak kadehleri tokuşturduk.
Gezekalın..
Dr Ümit Kuru
Gözden geçirilmiş yeni yazım 31.12.2014 Saat 00:00