Hedefimiz Hırvatistan’ın başkenti Zagreb şehri. istanbul-Zagreb uçuşu 2 saat 10 dakika sürüyor ve kuş uçuşu 1362 km. Geziye katılanlardan 8 kişisi zaten bizim grup (öz gezginler grubu!), kalan 15 kişiyi ise tanımıyoruz (şüpheli gezginler!). Tur şirketi ile yapılan yakın ülkelere geziler beni hep ürkütmüştür. Uzaklara gezilerde hemen daima rast geldiğim ve geziyi bir kültür alışverişi eylemi gören gezgin tipi, yakınlara olan gezilerdeki katılımcılar arasında daha az olabiliyor. Buralara gezilerde yaşanabilen alışveriş çılgınlığı ve gezinin kültürel alışverişten çıkıp ayakkabı, çanta alışverişine dönüşme olasılığı beni hep ürkütmüştür. Yazımda “şüpheli gezginler” dediğim arkadaşlar en az bizler kadar gezgin ruhlu insanlar çıktılar. Bunu yazının sonu değil, hemen başında ifade etmem lazım. Demek ki gezi kültürü denen kavram iyice yerleşiyor.
1991 Yılından beri Hırvatistan’a başkentlik yapan Zagreb şehri ülkenin hem ekonomik açıdan ve hem de kültürel açıdan amiral gemisi durumunda. Siyaset Bilimcisi Max Weber’in “ Bir şehrin yaşam kalitesinin yüksekliğini, o şehrin sahip olduğu kültüre hizmet eden yapıların ve kültürel aktivitelerin fazlalığı belli eder” sözünün ispatı olan bu şehirde 21 adet müze, 10 adet tiyatro, 350 adet kütüphane ve her daim var olan kültürel aktiviteler mevcut. Bu sayılar 4-5 milyonluk tüm Hırvatistan nüfusunun, 1 milyonunun yaşadığı bu şehir için azımsanmayacak seviyede olsa gerek.
http://www.mappery.com/map-of/Zagreb-Croatia-Tourist-Map
Bugünkü Zagreb şehri Üst (Gornji Grad) ve Alt (Donji Grad) olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Üst şehir tarihsel olarak iki ayrı tepe üzerine kurulu olan Kaptol (şehrin dini merkezi) ve Gradec olmak üzere iki bölümden meydana geliyor. Gezilecek alanlarda genellikle bu alanlar üzerinde bulunuyor. İlk zamanlarda her iki şehirde birbirlerinden surlarla ayrılmış ve o zamanlarda tam ortadan geçen ancak daha sonra üstü örtülerek şehrin kanalizasyon yapısına bağlanan günümüzde gözükmeyen Medvescak Deresi sınır görevi yaparmış. Bu dere üzerine kurulu olan Krvari Most köprüsü civarı iki şehrin kanlı çarpışmalarına bile sahne olmuş. Zaten Krvari Most’un anlamı da “Kanlı Köprü”. Bu iki şehrin birbirleri ile birleşmesi ise Türkler sayesinde olmuş. Nasıl diye sorarsanız; “ Anneciğim! Türkler geliyor” korkusundan..
Havaalanına indikten sonra gümrük işlemleri için kısa bir beklememiz oldu. Bu işemler sonrasında bizi bekleyen tur şirketinin otobüsüne atladık ve gezimizin Hırvatistan kısmı da resmen başlamış oldu. Toplam 23 kişi için kocaman otobüs gelince, sevinmedim değil. Tüm gezi boyunca da otobüste sere serpe seyahat ettik. Otobüsün kaptanı Slaven adlı bir Hırvat. Soğuk gözüken bu adamı sonradan hepimiz çok sevdik.
Havaalanı ile şehir arası çok değil. Şehre ilk girişte Avrupa şehirlerinde görmeye alıştığım o kasvetli ve soğuk havayı bu şehirde almadım. İlk dikkati çeken düzenli ve geniş yollar, çok sık gördüğümüz tramvay ve yeşillik. içinden Sava isimli bir nehirde geçiyor. Gecelemeyi Zagreb’de yapmayacağız, 56 km uzakta olan Karlovac diye bir yerde yapacağız. Geceyi burada, Zagreb’de geçirmek iyi olurdu diye düşündüm. Bizim gerçekleşmeyen programda burada bir gecemiz ve tam günümüz vardı. Sizin anlayacağınız Zagreb’de sadece birkaç saatimiz var. Bu nedenle doğrudan eski şehre gittik. Yol üzerinde Ulusal Tiyatrolarını gördük. Gerçekten çok güzel bir bina, biliyorum içi de güzel ama yapacak bir şey yok! Ancak uzaktan video kaydını yapabiliyorum. Bu tiyatronun önünde de Hırvatların meşhur sanatçıları İvan Mestrovic’in yaptığı bir heykelin varlığını ancak teoride biliyorum.
Bu arada otobüse yerel rehberimizi de almıştık. Hemen her şehirde ayrı bir rehberimiz oldu. Bu gezi sayesinde 12 adet Hırvat, Karadağlı ve Boşnak rehberle tanıştık.
Sonunda otobüs Kaptol’de bulunan St. Stephen Katedrali önünde bizi indirdi. Bu Katedral, şehrin en görkemli binası ve Stephen ve Ladislaus adlı Azizlere adanmış. Aslı 1094 yıllarına kadar giden Katedrali Macar Kralı Ladislaus yaptırmış. 1242 Yılındaki Moğol saldırıları ile yıkılan Katedrali birkaç yıl sonra yeniden yaptırmışlar. 1880 Yılında yaşanan büyük depremle kubbesi ve önemli bir bölümü yıkılan binanın şimdiki Neo-Gotik tarzdaki ön görünümü ve 108 metreyi bulan yanlardaki iki kule Freidrich von Schmidt ve Herman Bolle adlı mimarlarca ortaya çıkarılmış.
Katedralin önünde bir çeşme var. Çeşmenin ortasına bir sütun yerleştirilmiş. Sütun üzerine Meryem ve çevresine de 4 adet melek yerleştirilmiş. Katedralin içine giriyoruz, bu tip binalarda verilmek istenen haşmetli görünüm ve mistik havayı hemen yakaladık. Katedral içinde ülkenin bazı önemli şahsiyetleri ve Din adamlarının mezarları var. Ama Alojzije Stepinac adlı bir adamın tam ortadaki mezarı hepimizin merakını çekti. Neredeyse tam merkezde olan bu mezarda 2. Dünya Savaşında Ustaşilere (Alman Nazilerine yardım eden Yugoslav Faşistleri) yardım eden ve bu nedenle cezalandırılan bir Piskopos yatıyormuş. Sonradan bu adama azizlik vermişler. Bu arkadaşın Azizliğinin nereden geldiğini pek anlamadım doğrusu…
Katedral çıkışından sonra karşı caddeye geçip, dar bir sokak içinden yürüyerek Dolac Markete gittik. Dolac Markette in-cin top oynuyor tabii ki. O saatlere kadar çoktan alan almış, satan satmış oluyor ve kapanıyor. Burası aslında 1930’lardan beri açık olan ve Zagreb’in en meşhur taze sebze, meyve pazarı. Çok canlı bir mekan. O hareketliliği ve renkliliği yaşamak isterdim doğrusu. Pazardan arta kalan sebze çöplerini gördükten sonra sağ tarafımızda bulunan ve pazara bakan kafenin merdivenlerini adımlayınca karşımıza bir heykel çıktı. Bu heykel Vanja Radaus tarafından efsanevi gezgin ve ozan Petrica Kerempuh ‘u mandolin çalarken boynunda ip ile gösteren bir yapıt. “Ölümüne çalar ve gezerim” der gibi..
Bu heykelin yanındaki dar sokaktan aşağıya inince karşımıza sağlı solu kafelerin bulunduğu çok güzel bir meydan çıktı. Evler 1800’lü yılların tarzında eski evlerden. Bir köşede bir bayanın bronzdan heykeli var. Bu bayan feminist hareketin ilk temsilcilerinden birisinin heykeliymiş. Burayı gözümüze kestirdik, serbest zamanda bir kahve içmeye buradayız.
Daha sonra bir yokuşu takip edip Gradec bölgesine doğru yola düştük. Taş Kapı (Kamenita Vrata) Gradec ve Kaptol’ü birbirlerinden ayıran beş taş kapıdan hala ayakta kalan tek kapı. 13. Yüzyılda inşa edilmiş. 1731 Yılında çıkan bir yangında kapıya komşu tüm binalar yanmış ama mucizevi şekilde Kucağında bebek İsa ile Meryem’i resmeden bir tablo yanmadan kurtulmuş. Bu resmi burada yaptıkları bir şapelde saklıyorlar ve sokaktan gelip geçenlerde burada dua ediyorlar.
Bu sokaktan biraz daha yukarıya doğru çıkınca köşede 1350 yılından beri var olan bir eczane gördük; Alighieri ljekarna. Bu eczanenin önemi burada bir zamanlar (1350-1399 yılları arasında) “İlahi Komedya” nın yazarı İtalyan Şair Dante’nin büyük torunu Nicolo Alighieri’nin eczacılık yapması.
Biraz daha yukarıya çıkınca sağımızda St Mark Kilisesini gördük. St Mark Kilisesine ait kayıtlar 1256 yılına, Macar Kralı 4. Bela zamanına kadar gidiyor. Bu kral sayesinde Gradec şehri, serbest ticaret şehri ünvanını elde ederek bazı ticari imtiyazlar kazanıyor. Bu kilise önünde o zamanlar bir fuar açılırmış ve 2 hafta sonra da azizler günü kutlanarak kapanırmış. Bu Kilisenin en önemli özelliği damında bulunan renkli kiremitleri. Çeşitli yangın ve deprem sonrası çok değişen ve bugünkü hali 1882 yılındaki tamiratlar sonucu ortaya çıkan kilisenin değişmeyen yerleri Romanesk pencereleri ve Gotik tarzda kapısı. 1364-1377 yılları arasında Ivan Parler adlı heykeltıraş tarafından yapıldığı şekli ile duruyor. Kilise içine giremedik. Kilisenin damında bulunan renkli kiremitlerden bayraklarda Hırvatistan, Dalmaçya, Slovenya ve Zagreb şehri ordularından işaretler var. St Mark Kilisesini karşınıza alınca sağ tarafta Parlamento Binası var. Civarda onlarca polis ve jandarma gücü görmeyince Parlamento Binalığını yakıştırmasak da, bu binanın balkonundan 1918 yılında Avusturya Macaristan İmparatorluğundan ayrılma ilanı ve 1991 yılında eski Yugoslavya’dan ayrılıp bağımsızlık ilanı yapılmış. Sol tarafta ise Başkanlık binası görülüyor.
Sırtımızı St Mark Kilisesine verip aşağıya doğru yürüyünce sol kol üzerinde Ulusal Sanat Müzesi var ama zaman nedeniyle pas geçiyoruz. Bir evin duvarında Sırp asıllı mucit olan Nikola Tesla anısına asılan bir plaket gördük. Meğerse Tesla ilk defa Zagreb şehrinde sokaklara elektrik lambaları takılmasını teklif etmiş ama Zagreb ileri gelenleri bunu reddetmişler. Oda başka bir şehirde (galiba Newyork) bunu yapmış. Zagreb’liler biraz da Tesla ya yaptıkları yanlışı affettirmek amacıyla olsa gerek onu anmak istemişler ve sokak lambalarını onun yaptığı şekliyle koymuşlar.
Yol sonunda karşımıza Funiküler çıkıyor. Bu bizim Dolmabahçe-Taksim arası veya Tünel deki raylı sistem benzeri çalışan bir sistem. Bu sayede Gradec ten Ban Josip Jelacic Meydanına 1 dakikada ulaşmak mümkün oluyor. Funikülerin hemen karşısındaki saat kulesi şehrin en eski yapılarından (Lotrscak Tower) birisi. 13. Yüzyıla kadar uzanan tarihi var. Şehrin kapılarının kapanma zamanının gösteren bir zaman diliminde burada bulunan bir çan çalınırmış. Bu çana hırsızlar çanı denirmiş, böylece insanlar dışarıda kalırlarsa soyulacaklarını bilirlermiş. Bu alandan şehrinin çok güzel panoraması görülebiliyor. Bol bol fotoğrafladık. Daha sonrada yokuş aşağı inerek Ban Josip Jelacic Meydanına geldik. Burası nispeten kalabalık bir meydan. Burada bir saat kadar serbest zaman verdiler. Hemen gözümüze kestirdiğimiz kafelerin bulunduğu meydana gidip biralarımızı söyledik. Light bira mıydı neydi, Ojuzsko adlı Birasını beğenmedim.
Sonrasında otobüse binip yemek yiyeceğimiz Zlatni Medo’da adlı lokantada yemeğe oturduk. İlginç bir mekan, çorba, et yemeği ve aşağı yukarı Hırvatistan’da yediğimiz her öğle yemeğinde tatlı olarak sunulan Strudel denen tatlı ile sonlanan bir yemek yedik. Biralarını kendileri yapıyorlarmış ve açık olarak büyük ya da küçük bardaklarda geliyor. Siyah birası fena değildi.
Yemek sonrası Karlovac denen yere doğru yola düştük. Karlovac aslında yolların ve nehirlerin buluştuğu bir yer. Ne ilginçtir ki bu şehirde Türkler korkusuna, kendisinden sonra gelen şehirleri korumak için 16. Yüzyılda yapılmış olan bir karakol şehri. Burada Korana, Kupa, Mrežnica and Dobra adlı nehirler kesişiyorlar. Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra otele geldik. Yanından akan nehrin isminden adını alan Otel Korana, yemyeşil bir doğada belki asırlık ağaçların içinde bir otel. Odalarda çok güzel. Zagreb’de kalamadığımıza olan üzüntüm çabucak geçti. Ne satıcıyım ama!
Yarın erken kalkıp, fotoğraflamam lazım diyerek uykuya daldım. İlk günü bitirdik.
Her gezimin en favori olduğu ve o günün, o anın gelmesini sabırsızlıkla beklediğim bir yer mutlaka vardır. Hırvatistan’da bu yer benim için Plitvice gölleri ve şelaleleri. Yarın orayı gezmeye gideceğiz.
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
İlk yayın tarihi 26 Mayıs 2010, Saat 22:30
Gözden geçirilmiş yayın tarihi 30.10.2014, Saat 22:37