Ohrid’de kaldığımız otel eski şehrin tam başında. Hemen karşı kaldırımda Türklerin ve Türkçe konuşan Arnavutlar’ın işlettiği kahvede bol bol çay hasretimizi giderme şansımızda oldu. Otel Cingo güzel bir otel ve kahvaltı menüleri de zengindi.
Kahvaltı sonrasında bizi Ohrid’de gezdirecek olan Cengiz isimli rehber geldi. Cengiz’in Türkçesi biraz bozuktu ama konusuna çok hakimdi. Türkçenin yetmediği yerde İngilizce anlaşabildik. Stefan dün tüm gün direksiyon başında olduğundan ve yorulduğundan öğlene kadar dinlenmede. Öğlene kadar yürüyerek yapacağımız Ohrid gezisi sonrasında onu ve aracımızı alıp St. Naum Kilisesine gideceğiz.
Ohrid şehir turu yaklaşık olarak 4 saat kadar sürüyor. Makedonya’nın Dünya Mirası Listesi içinde olan tek yeri Ohrid Şehri. Dünya Kültür Mirası Listesindeki Ohrid gezisine otelin hemen önünde bulunan eski Türk Çarşısından başladık. Dün gece yorgunluktan camekanlara bakamayan hanımlar tam formda bir oraya, bir buraya koşturuyorlar. Önce Halveti Tekkesine girdik ama bu Tekke diğer gördüğümüz örneklere göre iyi bir örnek değil.
Eski şehrin ortasında 600-700 yıllık bir çınar ağacı var. Bunun altında rehberimizden Ohrid hakkında kısaca bilgilendik. Milattan önce 4. yüzyıldan beri bilinen bir şehir ve o zaman ki ismi “Işık şehri” anlamı taşıyan Lychnidos. Ben bu ismi daha çok sevdim. Ohrid ismi ise daha sonra verilmiş. Bu adın, kabaca, “Tepede” anlamına gelen Vo Hrid kelimesinden geldiği sanılıyor. Deniz yüzeyinden 695 mt yüksekte olan bu şehir, 10. yüzyılda Slav Ortodoksluğunun dini merkezi haline bile gelmiş ve söylence o ki her gün için bir kilise olacak şekilde, irili ufaklı 365 kiliseye sahipmiş. Ciril ve Metodyl Slav alfabesini bu şehirde yaratmışlar. Aynı şekilde ilk Slav Üniversitesi de bu şehirde kurulmuş.
Ohrid Gölüne gelince; Ohrid gölünün tam 3 milyon yaşında olduğu düşünülüyor. Göl Avrupa’nın en derin olan gölü (288 mt) ve 358 km² lik bir alanı kapsıyor. Yazın burası Makedonların yüzme için tatile geldikleri bir yer. Biz de mayoları yanımızda götürdük ama hava yüzmeye pek müsaade etmedi. Bu göl 200 civarı endemik su canlısını barındırıyor. Galicica ormanlarına komşu olan doğu bölgesi, gölün en güzel yeri.
Ohrid gölü, benim fotoğraflarda gördüğüm gibi sessiz sakin değil bugün. Sıkı bir rüzgar var. Sahilde Aziz Clement’in dev bir heykeli var. Aziz Clement şehrin koruyucusu anlamında, heykelinde bir elinde Ohrid şehrini tutarken yontulmuş. Yürüyüşe devaam edip dar bir sokağa girdik. Cengiz, sağ yanımızda olan eski binanın Elveda Rumeli’deki kaymakamın evi olduğunu söyledi. Yola devam ediyoruz, sağda dükkanın bir tanesine girdik. Sabah sabah bu rehber ne yapıyor derken, meğerse eski teknik kağıt yapımını izleyecekmişiz. İlginç bir deneyim oldu.
Sonraki durağımız St Sophia Kilisesi oldu. Bu kilise, içindeki freskoları ile meşhur. Gerçekten çok güzeller. Sonra Antik Tiyatro ve devamında Kaleye çıktık. Kaleden, Ohrid şehri çok güzel gözüküyor. Burada gezdiğimiz en güzel kilise Sv. Bogorodica Perivlepta Kilisesi. Burası minicik bir Kilise ama 1295 tarihli ve kilise içinde Rönesans öncesinde, Rönesans dönemi güzelliği ve özelliğinde freskolar var. Ayrıca ilk Slav alfabesi ile yazılan yazılar, kilisenin mermer taşlarına kazınmış. Hemen yan tarafta okul olduğunu öğrendiğimiz bina, Elveda Rumeli dizisinde Kaymakamlık makam binası rolünü oynuyor.
Ziyaret ettiğimiz diğer bir kilise de Plaosnik kilisesi. Bu alanda kazı çalışmaları vardı. Burada Bizans dönemine ait eserler çıkartılıyor ve bahçede bu dönemden mozaikler var. Ama buradaki kilise çok yakın tarihte, 2002 yılında yapılmış. Burada aslında bir kilise varmış. Bu kilise yıkılınca, yıkıntılar üzerinde Osmanlı bir cami yapmış. Bu camiyi Makedonlar yıkıp, yerine 2002 tarihinde bu kilise yapmışlar. Sevgili Cengiz bu hikayeyi çok kızgın şekilde anlattı. Makedonların, önce Türklerin burada olan Kiliseyi yıkıp yerine cami yaptıkları için bu olayı gerçekleştirdiğini anlattı ve devam etti “ Aslında burada bulunan kilise Türklerden önce yıkılmıştı ve Osmanlı bu yıkık temel üzerine cami yapmıştı”. Bu olay, bu bölgedeki Türkleri ve Arnavutları çok etkilemiş. Keşke cami yanında kiliselerini yapsalardı, 550 yıllık camiyi yıkıp yerine yeni bir kilise yapmak en azından tarihe saygısızlık. Bunun adına, kim yaparsa yapsın, “Vandallık” denir.
Daha sonra St Kaneo kilisesine doğru yürüdük. Burası benim en çok görmek istediğim yerlerden. “Before the Rain” filminin çevrildiği St Kaneo kilisesinin, Makedonya tanıtımlarında çok güzel fotoğrafları vardı. Gerçekten çok güzel bir yer ve harika fotoğraflar aldım. Burayı gezdikten sonra şehre dönüyoruz, aslında programda burada bulunan iskeleden tekneye binip, şehre gölden dönecektik ama ne mümkün! Rüzgar artık tam bir fırtına oldu, tekneleri sahile atıp duruyor. Şu havanın yaptığına bak..
Söz verdiğim gibi bayanları inci dükkanlarına saldık. Ohrid incileri ile meşhur. Hemen hepsi inci kolye, yüzük ya da küpe aldılar. Ufak ufak yağmurda başladı, acıktık da daldık bir lokantaya. Balık çorbalarımızı ısmarladık. Aslında Ohrid’in meşhur bir alabalığı var, Kuran Alabalığı. Çok özel ve sadece burada çıkan bir alabalık. Ama gölden bu balığı avlamak yasakmış. Arnavutluk tarafında ise avlanıyormuş. Zaten gelen aperatifler ve balık çorbası ile doyduk bile. Yemekler Makedonya da her yerde lezzetli ve ucuz.
Öğle sonrasında otelde Stefan ile buluşup, arabamızla St Naum Manastırına doğru yola çıktık. St Naum, St Clement ile birlikte Ciril ve Metodyl adlı azizlerin öğrencileri. St Clement Ohrid’de kalırken, St Naum Ohrid’e 30 km kadar uzaklıkta bu yerde öğretisini yaymaya devam ediyor. Burada Manastır ve kiliseyi gezdik, içeride hayatımda görmediğim kadar çok sayıda tavus kuşu vardı.
Burayı gezdikten sonra Kara Drim nehrinin kaynaklarında unutulmaz bir bot turu yaptık. Buradan kaynaklanan Kara Drim, Ohrid Gölüne akıyor. Struga şehrinde ise Ohrid Gölünden ayrılıyor. Kara Drim Nehri, deniz yüzeyinden 750 mt daha yukarıda olan Prespa Gölünün fazla sularını, 650 mt rakımlı Ohrid Gölüne taşıyor. Suyun sıcaklığı yaz-kış 8 dereceymiş. Sular o kadar berrak ki, suyun dibindeki balıkların hepsini seçtiğimiz gibi, suyun dibinde kumun içinden, kayanın dibinden gelen kaynak suyunun çıkışını bile görebiliyoruz. Ekip bu günden çok zevk aldı. Harika bir tekne turuydu.
Sonrasında hemen kenardaki lokantada kahvelerimizi içtik. Ben zevkten kahvenin yanında bir sigara kaçamağı yaptım. Şöyle berrak sulara, yeşilin en canlı haline karşı.
Oh be, iyi ki gelmişiz Makedonya’ya, gel keyfim gel..
Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
İlk Yayın Tarih:i 23 Temmuz 2009, 23:12
Son Gözden Geçirilmiş Yayın Tarihi: 19.10.2014 Saat 20:38