Bugün gezimizin en güzel günü olacak. Bunu programı hazırladığım gün biliyordum. Üsküp’ten hareket etsek ve hiç durmadan Ohrid’e doğru yol alsak 177 km ve 2,5 saat sürecek. Ama kim hemen gitmek istiyor ki?
Bugün hep yeşilin içinde olacağız. Matka kanyonu ve gölü ile başlayacak yolculuk, Tetova (Kalkendelen) şehri, Movrova Ulusal parkı, Rostuse köyü ve Şelaleleri, Debar şehri ve Gölü, Struga şehri ve en sonunda Ohrid’de bitecek. Küçük gezi grubum bugün beni ya taşlar, ya da yorgun ama aşırı mutlu oluruz. Günün sonunu ben de merak etmiyor değilim.
Otelden sabah kahvaltı sonrası ayrılıyoruz. Üsküp-Matka arası 17 km yani 30 dakika. Çabucak Matka’ya varıyoruz. Aracımızı park ettikten sonra Matka gölüne doğru yürüyüşe başladık. Matka, orta çağ binaları, kiliseleri ve manastırlarının yeşil ve mavi içine, insan tarafından özenle yerleştirilmesi ile tam görsel cennete dönüşmüş bir yer. Burada rafting, kaya tırmanışları ve çeşitli zorluk derecelerinde yürüyüşler yapılabiliyor. Bitki örtüsü ve doğal yaşamı ile özel bir yer. Matka gölü, Makedonya’nın en eski suni gölü. Matka Kanyonu yaklaşık 5000 hektarlık bir alanı kaplıyor.
Benim kağıt üzerindeki planım St Andreas kilisesini görüp, buradan botla karşı kıyıya geçip St Nicolas Manastırına kadar yürüyüş yapıp oradan kanyonu kuşbakışı görüntülemekti. Ama Stefan ile konuşunca bunun yarım gün alacağını öğrendim. Hemen bir B planı yaptık; o zaman St Andreas kilisesi önündeki küçük limandan bota binip Matka kanyonunu botla geçip, mağara gezisi yapıp geri dönmek yeni planımız oldu. Bu da 1,5 saatlik bir vakit harcamak demekti ki, bu bizim günlük programı bozmazdı.
Buraya erken sayılacak bir saatte geldiğimizden etrafta kimsecikler yok. Solda Türkuaz renk, sağda yeşil renk var. St Andreas Kilisesine vardık ama burasının saat 10’da açılacağını artık biliyoruz. Bu 14. Yüzyıl kilisenin çok güzel freskoları varmış. Bunların önemi Rönesans öncesinden, Rönesans dönemi resimlerini andırır kalitede resimler olmasıymış. St Andreas Kilisesinin yanındaki kafede temizlik faaliyetleri var. Stefan, burasının özellikle hafta sonları çok kalabalık olduğunu söyledi. Ne şanslıyız, bu hali bize özel ve çok güzel. Ekip kafedeki masalardan birine oturup, gölün türkuaz mavisine bakıp ve ortamdaki sessizliğin sesini dinlemeye daldı. Herkesin yüzünde güzel bir ifade var. İyi, galiba taşlanmayacağım.
Hemen kayaların oyulması ile yapılmış dar yolda kısa bir yürüyüşe çıktım. Etrafta çok güzel çiçekler var. Bugünün tamamında bülbül sesi vardı ama en yoğun olarak da burada duydum. Bir taraftan video çekimi yapıyorum, bir taraftan makro çekim yapmaya çalışıyorum. Kafeye geri döndüğümde sandalcı gelmiş ve tekne ayarlanmıştı. Hemen tekneye bindik ve sessizliğe aykırı bir motor sesi ile kanyon boyu tekne ile yol almaya başladık. Kanyonda tekne ile 6 km gidilebiliyormuş. Suyun derinliği başlangıçta 66 mt, kanyonun sonunda 22 mt’ye düşüyormuş. Biz 4 km yol aldık sonra bir mağara ziyareti için durduk. Burada çeşitli uzunluklarda mağaralar varmış, sadece bir tanesi şu anda ziyarete açıkmış. Grubun hepsi mağaraya gelmek istemedi, dışarıda durup manzaranın keyfini çıkardılar. Biz 3 kişi daldık mağaraya. Mağara güzeldi ama daha iyi örneklerini gördüğümden çok da etkilendim denemez.
Mağara sonunda su var ve bu su epey derine devam ediyormuş. Tekne ile yolcuğu tamamlayıp geri döndüğümüzde kafenin kalabalıklaştığını gördük. Biz meğerse Matka Gölünün en sakin ve güzel zamanına şahit olmuşuz.
Tetova ya da Kalkandelen Makedonya’nın 3. Büyük kenti. Arnavut etnik kökenli insanların hakim olduğu bir kent. (Matka-Tetovo arası 35 km). Kosova’da solumuzda kalan Şar dağları bu sefer sağımızda kaldı. Şar dağları eteklerinde, Pena nehri kıyısında kurulu olan Tetovo da ilk uğradığımız yer Alaca Cami. Bu camiyi iki kız kardeş yaptırmışlar. Bir kadının elinin değdiği her şey güzel oluyor galiba. Bu cami iç-dış boyamaları ile meşhur bir cami ve belki de Balkanların en güzel camisi. 1459 da yapılıyor. Camide çok güzel kök boya desenler var.
Köprü, Hamam ve Harabati Baba Tekkesi diğer ziyaret yerlerinden. Harabati baba tekkesi, balkanlardaki en meşhur Bektaşi tekkesi. 1538 de yapılmış. Tito zamanında burası otel yapılmış, bir ara müze olmuş. 1992 de bir grup Bektaşi tekrar buraya yerleşmiş. 2002 de ise silahlı Sünni bir grup buraya saldırı gerçekleştirmiş. Derviş Tahir Emini ölmüş, şimdilerde yeni bir dervişi var. Çok güzel bir bahçesi var. Rengarenk sardunyalar, küpelilerle dolu. Buraya öğle ezan vakti geldik, bizi Bektaşi tekkesinden bir grup gezdirdi ve bilgilendirdi ama yanda bulunan camiye namaza gelen bazı Arnavut Müslümanlar bu ziyaretten pek hoşlanmadılar nedense. Birisi burayı ziyarete gelenlerin Ergenokoncu olduklarını bile iddia etti. Hey yarabbim ! neler yaşıyoruz, burada da Allahın delisi buldu bizi.
Tetova’dan sonra Mavrovo Ulusal parkına doğru gidiyoruz. (Tetovo-Mavrovo arası 76 km). 73000 hektarlık alanı ile Makedonya’nın en önemli ulusal parklarından olan Mavrovo’da 1200 mt rakımlarda suni bir göl vardır. Kış turizminin de önemli yerlerinden olan Mavrovo’da yeşil artık gözlerimizi kamaştırmaya başladı. Bizden başka kimse yok gibi. Göl çevresinde bir tur atıyoruz. Stefan’dan aracı durdurmasını rica ettim. Yarım saat kadar süren bir yürüyüş yaptık. O kadar çok fotoğraflanacak şey var ki! Çilekler daha çok yeşil. Burada bir tam gün geçirebiliriz ama yol uzun. Kışın ne kadar güzel olur burası! Mavrovo’dan ayrılmak çok zor oldu. Ama hava iyice kapandı. Bulutlar yere fazla yakın, acele etmek lazım. Sırada Rostuse köyü ve Şelalesi ile Sveti Jovan Bigorski Kilisesi var.
27 km sonra Kiliseye varıyoruz. Burada bizi tavus kuşları karşıladı. Makedonya’da kiliselerde tavus kuşları bol miktarda var. Yeniden yaşama dönme ile ilgili bir inanış nedeni ile besleniyorlarmış. Bu kilise öncelikle içinde bulunan ikonaları ile meşhur, sonra da kilisenin kurulu olduğu alanın manzarasının güzelliği ile. İkonaları yapan ustaların ismini ve eserlerini Üsküp’te Sveti Spas kilisesinde duymuş ve görmüştük. İçeriyi fotoğraflamak yasak olunca foto alamadık.
İçeride bize rehberlik eden kilise görevlisi ile biraz tartıştık. Kilisenin Osmanlı tarafından yıkıldığını söyledi. Ben öyle okumamıştım ve Osmanlı’nın kiliseyi, cami yaptığını biliyordum ama yıktığını pek duymamıştım. Belki de olabilir. Kilise bahçesinden karşıdaki Rostuse köyüne baktık. Hedef orası. Kısa bir yolculuk sonrası köye geldik, ekipte biraz yorgunluk emareleri var. Öğle yemeğini de ayak üstü yapınca açlıkta başladı. Köyde insanlar turiste alışık ama Türk olduğumuzu görünce “ne işiniz var burada” ifadesi ile bakıyorlar. Bizim kahveleri andıran bir kahvede Türk kahvemizi içip (Makedonya’da her yerde harika kahve yapıyorlar) Rostuse şelalesi için yürümeye başladık. Bir iki damla yağmur düşmeye başladı. İçimden “Aman Tanrım biraz daha müsaade et de şu şelaleyi de görelim” diye dua ediyorum. Bir kilometre kadar yürümek lazım. Yürüyüş yolu çok güzel ama yağmur hızlandı. Yağmur yapraklardan yol bulup bizi ıslatamıyor. Altı yüz metrede ilk şelaleyi gördük ama yağmur artık işi abarttı. Bir gözüm insanlarda, Allahları var sesleri çıkmıyor ama işi de zorlamamak lazım. İleri de esas şelale 100 mt yüksekten akıyor ama buradan ileri gitmeyelim dedim. Grup dünden razı, orada kesip, birkaç fotoğraf sonrası dönüşe geçtik. Araca döndüğümüzde ıslanmıştık ama şelalenin gördüğümüz kadarı bile bizi mest etti.
Araca binince Debar şehrine doğru yola düştük. Eşim gelincikleri çok sever. Bol gelincikli bir tarla ve arka fonda da Debar gölü olunca, Stefan’dan aracı durdurmasını rica ettim. Manzara harikaydı.
Rostuse-Debar arası 16 km. Debar şehrinin pek bir özelliği yok. Ama şehri geçtikten sonra Cami denen ve göl kenarında bir restoran var, burada durup bir kahve molası daha verdik. Çok iyi bir mola yeri.
Aslında programda Vevcani köyü ve şelalesi vardı ama hava hem kararmaya yakın, hem de yağmur var. Hiç teklife açmadan iptal ettik. Daha sonra her yıl şiir etkinliklerine ev sahipliği yapan Struga şehrine geldik. Aracımızı park edip kısa bir yürüyüş yaptık. Aslında benim kağıt üzeri gezi programımda, buraya güneşin batımına şahit olacak saatte gelmek vardı ama ara ki güneşi bulasın..
Struga şehri bugünün son şehri. Hem Ohrid gölüne ve hem de içinden geçen Kara Drim Nehrine kıyısı olan çok güzel bir şehir burası. Ohrid gölünden geçen Kara Drim nehri, Struga şehrinde Ohrid’den ayrılıp Debar gölü ve devamla Arnavutluk’u geçerek Adriyatik Denizine boşalıyor.
Burada Drim nehri kenarı yürüyüş yaptık, civarda mağazalar var ve meşhur Ohrid incileri vitrinlerde tüm cazibeleri ile bizim bayanlara bakıyor. Ama bizim bayanlar hiç yüz vermiyor demek ki artık sıfır tükendi.
Hemen bir lokantaya girip güzel bir akşam yemeği yiyoruz. Kahvelerimizi içip 14 km ötede ki Ohrid şehrine vararak, kalacağımız otele yerleştik.
Yarın Ohrid gezimiz var.
Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
Son güncel yayın tarihi 19.10.2014 Saat 02:39