• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.174 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Kolombiya Özet

 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Colombia_mapEkvador gezisi, üç ülkeyi içine alan 18 günlük turumuzun merkezindeydi. Kolombiya ise programımızda ikinci ülkemiz olarak geçiyordu. Kolombiya gezimizin sonunda geldiğimiz nokta, Kolombiya’nın mutlaka görülmesi gereken bir ülke olduğuydu.

“Kolombiya’yı gezginlere tavsiye ediyoruz” sözümüzün tek bir nedeni yok. Doğası, farklı kültürleri barındırması, Kolonyal ve Cumhuriyet dönemlerine ait iyi korunmuş ev örneklerinin bolluğu ve bunlarda hala devam eden yaşamın varlığı, insanlarının cana yakın ve güler yüzlü olmaları ilk  aklıma gelen nedenler olabilir. Kolombiya’nın kimliğine yapışmış olan uyuşturucu ticari damgası ve güvenlik konusundaki uyarılara rağmen bu ülkede kendimizi rahat hissettik. Olumsuz imajlarını hızla düzelteceklerine inanıyorum. Turizm bu ülkenin en önemli gelir kaynakları arasına girecektir. Bu ülke ve insanı bunu hak ediyor ve turizme sunacakları çok şeye de sahipler. Bu konuda seyrettiğim tanıtım videoları bana düşüncelerimde haksız olmadığım hakkında bir fikir veriyor. 

Ayrica size http://discovercolombia.com/ adlı bir siteye vaktiniz olduğunda bir göz atmanızı tavsiye ederim. 

Bu ülkede sadece Bogota ve Cartagena şehirlerini gezdik.  Ama Medelline, Santa Marta

gibi görmekten çok mutlu olacağım yerleri de görebilmek isterdim doğrusu.

Karayiplere 1600 km, Pasifik Okyanusuna 1300 km sahili olan bir ülkenin muhteşem kumsalları olduğunu biliyorum. 

Ülkenin %14’lük kısmının Korunmuş Ulusal Park, Ulusal Park ve Korunmuş Alan olduğunu okuyunca neler kaçırmış olabileceğimizi hayal bile edemiyorum. Mutlaka Kolombiya Amazonlarının bizlere 1-2 gün içinde sunabileceği tadımlık güzellikleri vardı.

Görebildiğimiz şehirler arasına Medelline’i katabilmeyi, Cartagena ve Bogota’da en azından 1-2 gün daha fazla kalabilmeyi isterdim. Kolombiya’da kahve plantasyonuna katılabilmek, Tayrona Ulusal Parkı ve Kayıp Şehri gezmek, Kolombiya Amazonlarında bir ekolojda kalıp kuşların peşinden koşmak isterdim. San Andres ve Providencia Adaları, San Gili,  Villa de Leyva, Gorgona Adası ise Kolombiya turizminin ilk 10 yeri arasındaymış. Anlayacağınız biz Kolombiya turizminden bir parmak bal çalmışız dilimize. Yani bir tadımlık almışsız Kolombiya turizminden.

Yine de nankör olmamak lazım.  Bu güzel ülkede 4 gün geçirme ve seçme şehirlerinde bulunma şansını yakaladık. İnsanları ile etkileşimde bulunduk. Onları tanımaya çalışıp, kendimizi ve ülkemizi anlatmaya çalıştık. Bunu yaparken kendimizi dünya vatandaşı hissettik.

Dünya Kitap Başkenti unvanlı Bogota denince aklıma Eski Şehirdeki eski evleri kadar Altın Müzesi de gelecektir. Otuz bin parça altın objeye sahip bu muhteşem müzeyi sakın kaçırmayın.  O kadar güzel ve değerli eserlerin sergilendiğini başka bir müze görmedim.  Bogota’da Botero Müzesi ise bu sanatçıyı çok daha fazla sevmeme neden oldu. Tuz katedrali ise insanın yaratıcılığının bir göstergesiydi. Monserrate Tepesi yağmurlu ve karanlık bir havada  orada olmamıza rağmen yine de etkileyiciydi.

Ama “Bogota mı, Cartagena mı?” diye bana sorsanız düşünmeden “Cartagena” derim. Cartagena’nın Eski Şehir bölgesi müthiş güzeldi. Her bir sokak ve her bir ev size güzel bir his veriyor. Tekrar tekrar gitseniz de bu his pek kaybolmuyor.  Bu şehirde kalacaksanız konaklamanızı mutlaka Eski Şehir içinde bir otelde yapın derim. Gece burada rahat sayılacak şekilde dışarı çıkabilirsiniz . Tabii ki sınırı bilmek şartıyla. Bu şehirde bol bol deniz ürünleri yemenizi tavsiye ediyorum.

Cartagena’nın yakın çevresinde de kaçırılmaması gereken yerler var mutlaka. Hele sabahları deniz kıyısında ağlarını toplayan balıkçılar ve balık peşinde dolaşan pelikanların görüntüsü sık sık aklıma geliyor. Şehir surlarının tepesinde gün batımını izlemek bir başka keyifti. Totumo Volkanı ziyareti ise işin en keyifli kısmıydı.

Evet sevgili Sanal Gezginler.. Bu yazı ile bir ülke hakkında derlemelerimi, tecrübelerimi ve fotoğraflarımı sizlerle paylaştım..

Sırada son ülke olan Venezuela var..

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

26.08.2014 aat 22:19

 

Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Totumo Volkanı-Cartagena /Kolombiya

IMG_6683-001

Cartagena Şehrine insan doyamıyor. Daha bir gece öncesinden, sabah erken kalkıp Cartagena caddeleri boşken o güzelim evleri fotoğraflamaya karar vermiştim.  Bugün günlerden pazartesi ve mesai günü. Benim öyle bir derdim yok ama Cartagena’lı işine gidecek vatandaş, okuluna gidecek öğrenci erkenden uyanmış ve yollara düşmüşler. Bu nedenle sokaklar beklediğimden biraz daha kalabalık ama en azından park eden araba sayısı fazla değil.

Evler gerçekten çok güzeller. Kimi tahtadan, kimi metalden balkonlar, çıkıntılı pencereler. Her balkonda saksılarda renk renk sardunyalar, bazılarından begonvile benzettiğim sarkan çiçekler var.  Balkonlar ve camlar sanki güzellik yarışmasına girmişler ve jüri önünden geçiyorlar gibi. Bugün, bu anda da jüri ben oluyorum tabii ki.. Bahsetmeden geçemeyeceğim bir başka güzel taraf ise evlerin renkleri. Yan yana olan hiç bir evi aynı renkte görmedim.  Mutlaka birbirinden farklı, sıcacık renkte boyanmış evlerin duvarları. Dün iki kez geçtiğim yerlerden, Plaza Simon Bolivar, Puerta del Reloj (Saat Kapısı), Plaza de los Coches (Arabacılar Meydanı), Plaza de la Aduana (Gümrük Meydanı), San Pedro Claver Meydanı bana tüm güzelliklerini, bir de sabah gözüyle sergilediler. Deniz Müzesi önünden surlara çıktım.  Daha sonra ise San Diego Meydanından yürüyüp, alışveriş dükkanlarının yan yana bulunduğu Playa de Las Bovedas’dan yukarıya surlara bir daha tırmandım ve denize baktım.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otele dönüp kahvaltılarını neredeyse bitirmiş olan arkadaşlara katıldım. “Sona kalan dona kalır” deyişini haklı çıkaran şekilde kahvaltılık nevale pek kalmasa da, şehrin sabahki şahit olduğum güzelliğinin bedeli olarak aç kalmanın, çok da önemli olmadığını düşündüm.  Mutluyum. Bugün Totumo Volkanına (El Totumo Mud Volcano, İspanyolcası Volcán de Lodo El Totumo) bir ziyaret gerçekleştireceğimizden yeni kahvaltılık gelmesini de beklemeden otelden grup halinde çıktık. Gezi grubumuzdan birkaç kişi bu volkanda çamur banyosu deneyimi yaşamak yerine, Bocagrande tarafında plaja gidip, Karayip Denizinde yüzmeyi tercih ettiler. 

IMG_6475

Totumo Volkanı, Cartagena şehrine 50 km kadar kuzeyde,  Santa Catalina Belediyesi sınırları içinde olan bir yer. Volkan dediysek, adı volkan. Yerden yaklaşık 15-20 metre kadar yukarıda olan bir tepecik düşünün.  Merdivenlerle çıkılıp,  yine merdivenlerle çamur dolu kratere giriyorsunuz.  Bu kratere 10-15 kişi aynı anda girebiliyor. Yeni karılmış bir çimento kıvamında ve renginde çamur içinde denge sağlamaya çalışıyorsunuz.  Volkanik çamur güzelliğinize, güzellik katıyormuş.

IMG_6389-002

Minibüsümüz Totumo Volkanına doğru hareket etti.  Bir süre sonra Cartagena merkezden çıkıp, sahil yolunda seyahat etmeye başladık. Balıkçılar sabah ağlarını atmışlar ve balıkla dolu olduğunu umdukları ağları sahilde topluyorlardı. Gökyüzünde Pelikanlar ve akbalıkçıllar, bu avlarda kendilerine pay düşmesini umut edercesine gökyüzünde dolaşıyorlar. Ben bu manzarayı görünce dayanamadım ve Cem ve Aykut’tan aracı durdurmasını rica ettim.  Kapalı grup seyahat etmenin en çok sevdiğim yönü budur.  Ricamız kırılmadı ve  araç durdu. Biz de sahilde çok güzel manzaralara şahit olduk. Cartagena’ya gelirseniz ve denk de düşerse, bu olaya şahit olun derim.

 

 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Yaklaşık 1-1.5 saatlik bir yolculuk sonrası alana vardık. Buraya ilk gelen biz olduk.  Sabahları otellerden toplanan müşteriler saat 11:00 gibi burada oluyorlar.  Eğer bu saatlere kalırsanız  volkanik çamura girebilmek için uzun süre beklemeniz gerekebiliyor. Bu nedenle rehberimiz Pacho bizi erkenden yola düşürdü.  Sonradan gelen otobüsleri görünce bunun doğru bir karar olduğunu anladım.  Bizim grup işin keyfini çıkarttı ama o kalabalık grupların pek de keyif yapabildiklerini düşünmüyorum. Aşağıdaki fotoğraflardan birisinde kalabalık grubun sırasının uzunluğunu görebilirsiniz

Yerli halkın söylencesine göre burada ateş, lav ve kül fışkırtan bir volkan varmış.  Bunun bir şeytan işi olduğunu düşünen yerel bir rahip, bu volkanı söndürmüş ve lavını çamura dönüştürmüş.  Bu nedenle çamura kutsaliyet verenler varmış.  Söylence, her yerde söylence işte !

IMG_6479

Minibüs içinde soyunup merdivenlere doğru yöneldik. Grubun neredeyse tamamı çamura girip bu deneyi yaşamak istiyor.  İçeri de bizden önce oraya inmiş olan 1-2 yerli bulunuyor. Bunlar isterseniz size masaj yapıyorlar. Tabii ki iş bittikten sonra bahşişlerini almak koşulu ile.  Merdivenlerden aşağıya ters inmeniz gerekiyor.  Son basamaktan sonra kendinizi çamura bırakıyorsunuz. Önce dengede kalacağım diye debelenip duruyorsunuz. Bu da sizi daha dengesiz hale getiriyor. En iyisi hareket etmemeye çalışmak. Bu arada çamur içindeki yerliler denge sağlamanıza yardım ediyorlar. Sonra alışıyorsunuz ve başlıyorsunuz işin keyif kısmına.  Ayaklar yere değmiyor ve boşlukta asılı kalmak gibi garip bir  hisse kapılıyorsunuz.  Güzelleştik mi? Bilmem, ben de pek bir değişiklik olmadı. Ama ne yalan söyleyeyim çok eğlenceliydi. Denemelisiniz..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Volkandan çıkış, girmekten daha zor. Ayaklarınız kayıyor. Çıkışta yerliler biraz sermaye gitmesin havuzdan ve biraz da kayıp düşmeler olmasın diye sizin üstünüzdeki çamuru sıyırıyorlar.  Sonrada dış merdivenlerden aşağıya inip, yıkanmak için yakındaki lagüne doğru yürüyorsunuz. İşin bu kısmı ise daha da eğlenceli.  Lagünün kıyısında ellerinde taslarla, bu sefer yerli kadınlar  sizi bekliyor. Sizin elinizden tutup, beraberce suya yürüyorsunuz. Bana şişman bir teyze düştü. Benim elimden tutup suya soktu. Oturttu beni  30-40 santimi geçmeyen suya. Kafamdan aşağıya tas tas su dökmeye, beni yıkamaya başladı.  Ya hu! Beni en son anam  yıkadı 8-9 yaşlarında! Neyse, üzerimizden çamurlar gitti ama teyzemin işi bitmedi. Asıldı benim mayoya, çıkartmaya çalışıyor. “Bu teyze buldu benim gibi volkandan sonra daha da güzelleşmiş kaymak  delikanlıyı, niyeti bozdu” dedim ama sadece benim teyze değil niyeti bozan. Grubu yıkayan yerlilerin alayı niyetten çıkmış, herkesin mayoyu çıkartmaya çalışıyor! Kimimiz direnmedi teslim oldu, mayoyu baştan verdi. Benim gibi bir kaçımız ise asıldı mayoya hemen teslim olmadı. Ama benim teyze bir tas su döküp beni oyalarken, mayomu kaptı!  Şakası bir tarafa sizi lagünde bir güzel yıkıyorlar ve çamurdan arındırıyorlar. Sonrasında  lagünden çıktım.   Beni yıkayan teyzeme, tüm dişlerini gösterip, teşekkür gülücüğünün  yüzüne oturmasını sağlayacak miktarda bahşişi verdim. Mutluluk sonrası sigarasını yakanlar gibi, ben de kendime bir bira söyledim ve yakındaki kafeteryaya oturdum. Grup üyeleri ile gülüşmemiz tüm bu süre boyu devam etti.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Sonrasında minibüs içinde üstümüzü değişip, Cartagena’ya geri döndük.

IMG_6500

Bizi Playa de Las Bovedas’da ki alışveriş yapabileceğimiz dükkanların önünde bıraktılar. Burada sıra sıra dükkanlarda çok güzel hediyelikler bulabiliyorsunuz. Bu dükkanların önünde otobüs desem değil, kamyon desem değil, bazı banktan bozma oturma sıraları olan ve bekleyen araçlar  dikkatimi çekti. Bunlara Chiva diyorlar.  Chiva, Kolombiya’ya özgü ve bayraklarının renkleri olan sarı-mavi-kırmızı  renklerde süslenmiş, geleneksel müziklerin dinlendiği, yerel içeceklerin içilebildiği seyir halinde parti havası veren bir kamyon.  Chivalarla gündüz olan turlarda  Cartagena’nın sokaklarında gezilip, Castillo San Felipe de Barajas ve Convento de La Popa’ya kadar gidiliyor.  Akşam ise; bu araçlar dans edilebilen, müzik dinlenip, içki içilebilen hale getiriliyor. Yani adeta birer yürüyen disko oluyorlar. Bunlara rumba chiva turu deniyor.  Faytonlarda yoğunluklu olarak burada  ve Saat Kulesinin orada bekliyorlar.

Buradan sonra ise grup ,daha küçük gruplara bölündü. Kimisi şehrin tadını çıkartmaya devam etti, kimisi ise denize gitmeyi tercih etti.

Daha önceden ben Engizisyon sarayı ve Altın Müzesini gezmeyi gözüme kestirmiştim. Gruptan birkaç arkadaş daha bu yerlere gitmek için beraberce hareket ettik. Ancak Altın Müzesi pazartesi günü kapalı imiş, giremedik.  Biz de Engizisyon Sarayına yöneldik.  Her iki müzede Simon Bolivar Meydanında.

Engizisyon Sarayı 2 katlı bir saray.  Üstte çeşitli odalarda şehirle ilgili sergiler var. Ama adına uygun yer alt kısımlarda. Burada engizisyonun işkence aletleri ve nasıl uygulandığı ile ilgili  sergi var. Biraz keyif kaçıran bölüm ama bu uygulamalar burada yapılmış.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu müze sonrasında Cartagena sokaklarını, Cartagena sanki bizim şehirmiş gibi son kez gezdik.  Surlara çıkıp, güneşin denizde kaybolmasını izledik. Bence bu güzel şehir için iyi bir final oldu.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Otelimize döndük. Bir duş alıp, Cartagena’da otele yakın bir restoranın üst katında kendimize bir sofra kurdurduk.  Bu şehirde son yemeğimizi yedik. O gece, o masa etrafında toplanan her arkadaşımın ortak fikri, bu şehrin o ana kadar ki en güzel olanı olduğuydu.  Sevdik seni Cartagena…

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

26.08.2014 Saat 01.11

Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Cartagena /Kolombiya

IMG_6148

Sabah saat 09:30’da Bogota havalimanından kalkan uçağımız saat 10:55’de Cartagena havalimanına indiğinde bu şehri seveceğimi anlamıştım. Şirin bir havalimanı var bu şehrin. Bizi havalimanı çıkışında yerel tur şirketinin Francisco javier Fernandez Zambrano adlı çok tatlı bir rehberi karşıladı. Bu kadar uzun bir ismi olunca da bizden kendisine, takma ismi olan, “Pacho” diye seslenmemizi istedi. Bu rehber o ana kadar rastladıklarımızdan en iyisi çıktı. Çok güzel bir İngilizce ile değerli bilgiler aldık kendisinden.

“Onun anlattıkları ile ve benim okuduklarımı bir harmanlarsak;

IMG_5993Kahramanlar Şehri”, “Amerika’nın Kapısı”, “Karaiblerin Başkenti”, “Ana Şehir”, “Duvarlı Şehir”, “Amerika’nın en iyi kaleli şehri”.  Bunların hepsi de Cartagena Şehri için söylenen takma isimler.  Cartagena, Kolombiya’nın Karaibler Denizi kıyısında ve ülkenin de kuzeyinde olan yaklaşık 1 milyon nüfuslu bir şehir.  Kolombiya’nın 5. büyük şehri.

Şehrin bulunduğu alanda yaşam izleri MÖ 4000 yıllarına kadar gitse de kolonyal tarzdaki Cartagena 1 Haziran 1533 de İspanyol istilacı Pedro de Heredia tarafından kurulmuş. İngiltere, Fransa ve bol bol da korsan saldırılarına maruz kalsa da şehir 275 yıl İspanya yönetiminde kalmış. Burası bu süre boyunca Peru ve New Granada’dan gelen altın ve gümüş gibi değerli madenler ve köle yüklemesi için önemli bir liman olmuş. Köle ticaretindeki iki önemli limandan (diğeri Meksika daki Veracruz şehri) bir tanesi burasıymış. Cartagena 11 Kasım 1811 de bağımsızlığını ilan etmiş.

Bu arada otelimize giderken biraz sorun yaşadık. Bunun nedeni o gün Cartagena içinde bir bisiklet yarışı olması nedeni ile, otelimize giden yol dahil, bazı yolların kapatılmış olmasıydı.  Arka yolları kullanmamız ise bize şehrin surları etrafında fazladan bir tur atma imkanı verdi.  Otelimiz eski şehrin içinde çok sevimli bir otel ve adı da Hotel Tres Banderas.  Otele girişler öğleden sonra olunca valizleri emanete bırakıp şehir turuna çıktık.IMG_5974

Şehrin merkezinde çoğunlukla kolonyal tarzda binalar olmasına rağmen, Cumhuriyet dönemi ve Katedral ile Saat Kulesi örneklerinde olduğu gibi İtalyan stili eserlerde görülebiliyor. Cartagena, tarihi merkezi çepeçevre saran surları ile meşhur.  Bu surların toplam uzunluğu rehberin anlattığına göre 9 km’yi buluyor (Gerçi araştırmalarımda çeşitli yazılarda bu uzunluk 4-11 km arasında değişiyor. Ama ne olursa olsun Amerika’nın en uzun ve dünyanın da sayılı en uzun şehir surları bu kentin çevresinde bulunuyor).  San Felipe kalesini de değerlendirmeye alınca Cartagena Şehri UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine girmeyi fazlası ile hak ediyor.

IMG_6362

Şehre giriş  Puerta del Reloj (Saat Kapısı) ile oluyor ve bu kapıdan girip Plaza de los Coches (Square of the Carriages-Arabacılar Meydanı) e ulaşıyorsunuz. Birkaç adım ötede ise belediye binasına komşu Plaza de la Aduana (Customs Square-Gümrük Meydanı) var. IMG_6028

Bu alanda saat kulesine yakın ve içeri girince hemen görebileceğiniz bir heykel var; Bu heykel şehrin kurucusu İspanyol Pedro de Heredia’ya ait.  Bu heybetli görüntüsü altında,  İspanya Madrid’de karıştığı bir kavgada kendine saldıran ve burnunu kalıcı olarak sakatlayan 6 adamdan 3 tanesini öldüren ve bu yüzden İspanya’dan yeni dünyaya doğru giden ilk gemiye atlayıp kaçan katil bir adam yatıyor.  Sonrasında ise İspanya Kralı-Kraliçesi ile anlaşıp onlar adına bu toprakları kolonileştiriyor.

Bu meydanı geçtikten sonra ise ismini aziz Peter Claver den alan San Pedro Claver Meydanına geldik. Bu meydanı çok sevdik ve kaldığımız sürece bu meydanı gece gündüz ziyaret ettik.  Aziz  Pedro Claver, Kilisenin hemen yanındaki evinin balkonundan limana bakar ve limana gemi girdiğini görürse hemen gemiye koşup getirilen zenci köleleri vaftiz eder, onlara yardım edermiş.  Bu meydanda bir köle ile birlikte yapılmış heykeli var.  Bu meydanın sevdiğimiz bir başka güzelliği ise metalden yapılan ve zamanında bu meydanda satış yapan esnafı ve halkı sembolize eden heykellerin varlığı.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu civarda, ortasında Simon Bolivar’ın büstü olan ve çevresi balkonlu kolonyal tarzda evlerle çevrili Plaza de Bolívar (Bolívar’s Square) ve Palace of Inquisition (Engizisyon Sarayı) var. Karşı çaprazda ise tarihi 16. Yüzyıla uzanan Cartagena Katedrali var. Plaza Santa Domingo, aynı adlı kiliseye ve ünlü Kolombiyalı sanatçı Fernando Botero’nun şehre hediyesi olan Mujer Reclinada (“Reclining Woman-Yatan Kadın”)  adlı heykele ev sahipliği yapıyor. Biz bu gezileri tamamladıktan sonra öğle yemeği sonrasında Simon Bolivar Meydanında Altın Müzesinin yanındaki Monte Sacro adlı restoranda  yemek yedik. Güzel deniz ürünleri yapıyorlar.

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Yemek sonrasında şehrin 150 metre yukarısında bir tepe olan La Popa Tepesine çıktık. Burası şehrin panoramasını yani şehrin tüm güzelliğini dört bir yandan gözleyebileceğiniz çok önemli bir ziyaret yeri. Bu tepede bulunan başka bir yapı da içinde minik bir şapel ve güzel bir avlunun bulunduğu Popa Manastırı.

 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bugünün son aktivitesi ise şehir merkezine 20 dakika yürüme mesafesindeki Castillo de San Felipe de Barajas  (San Felipe Kalesi) ziyareti. Kale 1984 yılında eski şehir ile birlikte UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış.  Burası İspanyollar tarafından kurulan en büyük kale olma unvanını taşıyor.  Bu kalenin yapımına 1536 da başlanmış. Bu kale hem kara ve hem de denize hakim üçgen tepe olan San Lazaro Tepesine kurulmuş. İspanya Kralı Philip IV onuruna ismi verilmiş ve yıllar içinde eklemeler yapılarak 1657 yılında tamamlanmış.  Bu kale aynı zamanda köleler içinde saklama yeri imiş. Tabii kale taşlarının her birinde köle kanı ve emeği mevcut.

 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu gezi sonrasında otele döndük ve odalara yerleştik. Ama kimsenin bu gece otelde erken yatma gibi bir niyeti yok. Bu şehir hepimizi büyüledi. Güvenlik uyarılarına rağmen de dışarı çıktık. Bu şehir diğer şehirlere göre daha rahat gezebileceğiniz bir şehir ama eski şehir dışına çıkmamak ve sahil kısmına inmemek şartı ile.  Önce öğlen gezdiğimiz yerleri daha küçük bir grupla ve  hızlıca bir daha yürüdük. Evler benim gördüğüm en güzel kolonyal tarz ev örnekleri. Ne yana bakacak olsak bir şaheser var gibi geliyor bize.  kapı tokmakları bile ayrı bir çalışma konusu olabilir.

 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Bu şehrin gece görüntüleri bir fotoğraf sever için bulunmaz nimet.  Şehrin gece ışıklandırması altında görüntüleri mükemmel diyebilirim.  Simon Bolivar Meydanında bir de dans gösterisine denk geldik. Bu da işin cilası oldu doğrusu.

Bugün pazar olduğu için tüm dükkanlar kapalı.  Plaza de los Coches’de bir restoran bulup atıştırmalık bir şeyler yedik ve günü konuştuk. Bu şehri çok ama çok sevdik..

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

Evet sevgili dostlar; Cartagena gezimizin ilk gününden akılda kalanlar ve objektifime takılanlar bunlar. Günün özeti; Ben bu şehirde yaşayabilirim.

Yarın Cartagena devam..

Gezekalın..

Dr Ümit Kuru

24.08.2014 Saat 23:29

IMG_6170

Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Tuz Katedrali/Zipaquira/Monserrate Tepesi /Kolombiya

IMG_5772

Bugün bizim için rahat bir gün sayılır. Bogota’nın 50 km kuzeyinde bulunan Zipaquira Tuz Katedraline bir ziyaret yapacağız. Daha sonra Bogota’ya dönüp teleferikle Monserrate Tepesine çıkacağız. Günün kalanı ise bize ait. Bogota sokaklarını arşınlamaya devam edeceğiz.

Kolombiya, bana gezdiğim Güney Amerika ülkeleri içinde en dindar olanı gibi bir his verdi. Gerek Tuz Katedrali ve gerekse de Monserrate Tepesi Hz İsa’nın doğumundan, yaşam ve ölümüne kadar  bolca hikayelerin sergilendiği alanlar olarak gözüktü.  “Kardeşim adı üstünde! Katedral de  Hz İsa Peygambere adanmış eserlerin bolca bulunması doğal değil mi?” diyenleriniz vardır. O zaman ben de size söyleyebilirim ki  “İyi de Tuz Katedrali, gerçek anlamda bir Katedral değil ki!” Gerçekten de  Tuz Katedralinin ne bir rahibi var ve ne de resmen bir katedral. Burası bir tuz madeni. Birisinin aklına gelmiş tuz kayalarının oymuş ve haç yapmış, arkası da gelmiş! Neyse şakası bir tarafa bu iki yerde Kolombiya’da görülmesi gerekli yerlerden. Olmazsa olmazlar arasında.

Burası tuz madeni dehlizleri içine inşa edilmiş olan Roman tarzı bir kilise. Kaya tuzu madeni (halite) 180  metre derinliğe kadar ulaşıyor. Katedral ise yüzeyden 32 metre derinlikte inşa edilmiş. Hz. İsa’nın doğumu yaşamı ve ölümünü gösteren ve tuz kayalarından yapılmış heykellerin olduğu üç bölümü vardır.

Bu tuz kayalarının şekillenmesinin tarihi 250 milyon yıl öncesine dayanmakta. Buraları zamanında okyanus suları altındaymış ve zaman içerisinde And Dağları şekillendikten sonra okyanus gitmiş ama tuzu kalmış. Kaya tuzu madenini MÖ 5 yüzyılda eski yerlilerde biliyormuş ve ticaretini dahi yapmışlar. Yani bu  tuz madeninin ilk dehlizlerini onlar kazmışlar. 1800’lü yıllarda maden rezervlerinin büyüklüğü fark edilince modern tekniklerle tuz çıkartılmaya başlanmış. Madencilerin çalışmaya başlamadan önce ibadetlerini yaptıkları ve maden dışında küçük bir şapel varmış ama 1932 yılında maden içinde dehlizlere bir başka küçük şapel yapılmış. 1950 Yılında ise bugünkü katedralin yapılmasına karar verilmiş ve 1954 yılında da açılışı yapılmış. 1990 Yılında ise yapılan katedralin tehlike arz edeceği düşünüldüğünden madenden tuz çıkartılmasına son verilmiş ve müzeye çevrilmiş.

IMG_5674

IMG_5691Maden dışında çok güzel bir madenci heykeli var. Madene giriş ve madenin içi çok güzel ışıklandırılmış. Tavan ve duvarlardan sarkan tuz kristalleri bu renkli ışıklandırmalarla çok mistik bir hale getirilmiş. Katedrale varana kadar Hz İsa’nın göğe çıkana kadar ki çektiklerinin tuz kritalleri ile görsel hale getirildiği 14 tane şapel geçiyorsunuz. Bunların neredyse tamamı dehlizlere ve tuz kayalarından oyulmuş. Çok az yerde mermer heykeller var. IMG_5704

Sonunda Katedrale ulaştık. Katedrali önce yukarıdan görebileceğimiz bir alana geldik. Sonra ise merdivenlerden inerek Katedrale girdik.

Katedral 5500 metre karelik bir alanda kurulu ve 120 mt boyu ve 22 metrelik bir yüksekliği var. Tam karşıda kocaman tuzdan oyulmuş haç ve ışıklandırması çok güzel duruyor. Burada 8000 kişi toplanıp ibadet edebiliyormuş. Ana yapının yanında bir başka bölümde tabanda  Michelangelo tarafından 1511 yılında Sistine Şapeli’nin tavanına yapılan ünlü  freskin bir kopyası var. Hepimiz bunun çevresinde fotoğraf çektirdik. Sonrasında ise daha kestirmeden ve bir dizi merdiven basamaklarını tırmanarak Tuz Katedralinden çıktık. Güzel ve insan yaratıcılığına şahit olabileceğiniz bir yerdi.

Katedral’den sonra aracımıza binip Zipaquira Köyüne gittik ve burada kısa bir yürüyüş yaptık. Bu köy eski geçmişi olan şirin mi şirin bir yer. Bu köyün meydanında, kilise önünde geniş alanda bir hareketlilik gördük ve oraya yöneldik. Meğerse birkaç gün sonra yapılacak olan bir kutlama için emniyet güçlerinin yaptıkları bir provaya denk gelmişiz. Kilisede ise aynı gün düğün töreni varmış. Bol bol fotoğraf aldık. Bando şefi olan resmi üniformalı Kolombiya’lı genç kız, bu ülkede gördüğüm en güzel kız oldu.

IMG_5852

Sonradan öğrendiğim kadarı ile de Zipaquira sadece Tuz Katedrali ile değil ama aynı zamanda Amerika kıtasının en eski insan yerleşim yeri olan El Abra Arkeolojik alanına yakınlığı  ile de meşhurmuş.

Daha sonra Zipaquira Köyü içinde bir Sanalejo adlı bir restoranta gittik. Balık ve etleri müthişti tavsiye ederim.

Bu civarda aktivitelerimizi tamamlayınca Bogota’ya geri dönüp Monserrate tepesine çıkmak için teleferik sırasına girdik.

IMG_5898

Bogota’ya hakim olan 3152 metre rakımlı bir yer olan Monserrate’ye teleferikle veya fünikülerle çıkılıyor. Bu tepeye aslında dini bir ayin olarak çıkılırmış. Tepede ibadet amacıyla 1620-1630 tarihleri arasında küçük bir mekan yapılmış ve kullanılmış. Bu dini ziyaretler artınca 1650 yılında bir küçük dini tesis yapılması için izin çıkmış. Yani tepedeki kilise 17. yüzyılda yapılmış.

IMG_5931Biz önce teleferikle çıktık ve fünikülerle indik. Teleferikten indikten sonra kiliseye doğru giden  yol üzerinde  aynen Tuz Katedralinde olduğu gibi  Hz isa’nın çilesini anlatan 14 adet heykel görüyorsunuz. Kilise sonrasında  çeşitli hediyelik eşyalar satan küçük dükkanlar var. Buradaki seyir terasından Bogota manzarasını fotoğraflamak çok güzel olacaktı ama hava o kadar kapattı ve ahmak ıslatan yağmuru başladı ki hevesimiz kursağımızda kaldı.

Bu gezi sonrası zümrütten yapılı takıların satıldığı bir mağazaya gittik. Mağazanın içine girmek tam bir seremoniydi. Gruplar halinde ve kapılardan geçerek içeriye girdik. İçeride gerçekten güzel takılar vardı. Meraklıları bazı zümrüt takıları aldı tabii ki.

Bu geziden sonra Bogota sokaklarında başı olarak biraz dolaştık. Akşama ise yakındaki bir restorana gidip yemek yedik ve yarın ki seyahate hazırlanmak için odalara çekildik.

 

Evet Sanal Gezgin arkadaşlarım, Bogota kenti gezimizi de bitirdik. Yarına Cartagena kentine doğru yolculuk var. Ben en çok Cartagena Kentini sevdim, umarım en güzel de onu dillendiririm.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

24.08.2014 Saat 01:55

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Ekvador-Kolombiya-Venezuela Gezi Yazısı/ Bogota/Kolombiya

IMG_5456 Sabah çok erkenden uyandırılıp saat 06:00’da Guayaquil’den Bogota’ya uçacak olan uçağa yetişmek için hava alanına doğru hareket ettik. Yani bugün artık ülke değiştirip Ekvador’dan Kolombiya’ya geçeceğiz. Ben gezi öncesi çalışırken Bogota’yı gözüme kestirmiş ve “burası benim  en favori şehrim olabilir” demiştim. Doğrusu bu ya, Cartagena “en” favorim oldu ama Bogota’da beni yanıltmadı.

Bir saat 50 dakika kadar süren bir yolculuk sonrasında Bogota Hava Alanına (El Dorado İnternational Airport) vardık. Kontrolden geçiş ve vize alış, bagaj alma ve bagajla birlikte tekrar X ray den geçme gibi işlemler sonrasında alandan çıkabildik. Bizi dışarıda Beronica adlı bir rehber karşıladı.Yanında bulunan 20-25 arası yaşlarda yardımcısı ile gruba Bogota’da kaldığımız sürece rehberlik edip, koruma ve kollama görevini yerine getirdiler. Kendilerinden memnun da kaldık. Bize ülkelerini iyi tanıttılar ve olumlu düşüncelerle ayrılmamızı sağladılar.

Hava alanı şehrin 15 km kadar batısında ama insanların işe gitme zamanı ve kötü bir trafik var. Trafik sıkışıklığı bu şehrin de ana sorunlarından.Yol boyunca Beronica’dan ülke ve Bogota hakkında bilgi alıyoruz.,

IMG_5160“Bu şehri en çok nesi ile hatırlıyorsun?” diye sorsalar herhalde hiç düşünmeden hemen hemen her sokağın duvarlarında bulunan rengarenk grafitileri ile derim. Rehberimiz geçen senelerden birinde Bogota ve Kolombiya’nın kurtuluş yıl dönümü için dünyanın her tarafından grafiti sanatçılarının Bogota’ya gelip duvarlarda sanat eserlerini yaptıklarını anlattı. Ama benim bu yazıyı yazmadan önceki araştırmalarım bana Bogota’da bu işin daha da eskilere dayanan bir geçmişinin olduğunu düşündürdü. Her ne olursa olsun bu şehrin duvarlarında birbirinden güzel çizimler var. Bogota’da graftileri gezdiren turlar bile düzenlendiğini öğrendim.

Otelimiz Hotel De La Opera şehrin merkezi sayılacak bir yerde. Gezi başladığından beri ilk defa bir şehirde ve bir otelde iki gece üst üste kalacağız. Otelimiz gerçekten çok şirin bir otel. Hemen karşısında Dış İşleri Bakanlık binası olan San Carlos Sarayı var.

Otelin kapısından çıkar çıkmaz karşıda bir tabela dikkatimi çekti. O zaman pek anlamadım ama Simon Bolivar adını görünce de fotoğrafını çektim. Bu yazıyı yazarken o fotoğraf yeniden karşıma çıktı ve yazının anlamını araştırdım. Yalnız yazı Latince İspanyolca karışımı ve bu yazının anlamını keşfetmek epey zamanımı aldı.  Sonunda anlamını sevgili Cem İnal’ın yardımı ile çözdük. Hikaye şudur; Bugünkü Dış İşleri Binası olan San Carlos Sarayı zamanla gözden düşer ve 1822 yılında satılır. Başka bir binaya geçilir ve Büyük Kolombiya bu yeni binadan yönetilir.  1827dIMG_5111e Bogota’da büyük bir deprem olur ve yeni bina da ağır hasar görür. 1828de Simon Bolivar hükümet etmek için  yeni bir bina olarak hasar görmemiş olan San Carlos sarayının geri alınmasını ister ve 1828 de saray 70000 Pezoya geri satın alınır.  Bu binadan Büyük Kolombiya yönetilmeye başlar. 25 Eylül 1828 de Simon Bolivar’a bir suikast düzenlenir ve Simon Bolivar bizim altında fotoğraf çektiğimiz pencereden kaçarak bu suikasttan kurtulur. İşte bu tabela bu olayı anlatıyor. Sevgili Cem’in çevirisiyle ve yazının şiirsel anlatımla anlamı şuymuş;

“Aceleci izleyici,

Bir an için dur..

Meşgul değilsen Simon Bolivarin vatanı kurtardığı kaçış yolunun zevkini çıkar,

Yıl 1828 Eylül ayında hain bir gece..

Ülkenin kurtarıcısı ve babası

Simon Bolivar”

Otelde odalarımızı aldıktan ve eşyaları emanete bıraktıktan sonra şehir turuna başladık. Şehrin merkezi Candelaria bölgesinde gerek Koloniyal dönemde ve gerekse de Cumhuriyet döneminde yapılan evlerin bol örneklerine baka baka yürüyoruz.

Bu arada Bogota hakkında bazı bilgileri vermek lazım. Kolombiya’nın başkenti olan Bogota 2625 mt rakımda ve 8 milyonluk nüfus ile ülkenin en kalabalık şehri. Zengin entellektüel yaşamı, birçok üniversitesi ve kütüphanesi ile Güney Amerikanın Atina’sı unvanını taşıyor. Tüm Kolombiya da olduğu gibi Bogota da da suç anlamında kötü olan şöhret zamanla değişti.

Şehir  Botero Museum ve Altın Müzesi gibi bir çok müzeye ev sahipliği yapıyor. Bogota’da 58 müze, 62 sanat galerisi, 33 kütüphane ve 45 tiyatro sahnesi varmış. Bunlardan yılda 6 milyon ziyaretçi alan Luis Angel Arango Kütüphanesi ve 1823 yılına tarihlenen yapımı ile Amerika da en eski olan Kolombiya Ulusal Müzesi gibi bazıları, dünyaca öneme sahipler.

Altın Müzesi, kolonyal dönem öncesi yerlilerin bakır ve altın karışımından elde ettikleri tumbaga altını dedikleri bir altın türünden 35000 parça esere ve 30000 kadar da seramik, taş ve tekstil esere ev sahipliği yapıyor.

2007 Yılında Bogota UNESCO tarafından Dünya Kitap Başkenti unvanını aldı ve bu anlamda Latin Amerika Dünyasında ilk ve Amerika kıtasında ise Montrealden sonra ikinciydi.

Şehir Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılıyor; kuzey bölümü daha çok zenginlerin kaldığı, fiyatların pahalı olduğu, nezih, tertemiz, vergilerin daha fazla ödendiği yer. Güney ise tam tersi, açlığın, sefaletin, her türlü tehlikenin barındığı yer. Sokak isimleri numaralardan oluşuyor. Yaşanan yerlerin zenginlik durumuna göre 1 den 6 ya kadar numaraları var. Örneğin 1 derece olanlar en fakir mahalleler ve bunlar az vergi ödüyorlar. 6 Numara olanlar ise en varlıklı mahalleler ve bunların elektrik, su ve diğer vergiler için ödemeleri daha yüksek oluyormuş.

IMG_5118Güzel evler arasından bol bol fotoğraf çekerek yürüdük ve aslında şehrin İspanyollar zamanında ilk yerleşim yeri olan Plaza Del Chorro de Quevedo’ya geldik. İspanyollar şehri burada 12 ev ve küçük bir şapel ile kurmaya başlamışlar.

IMG_5152

Bu alandan sonra aşağıya doğru yürüyüşe başladık ve paramızı Kolombiya Pezosuna değiştireceğimiz bir döviz bürosuna uğradık. Sonraki hedefimiz ise dünyanın en önemli müzeleri arasında sayılan Museo Del Oro yani Altın Müzesi. Bu müze mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir müze. Birkaç katlı olan müzede 30000 parçanın üzerinde altın objeler var. Müthiş bir müze diyebilirim. Burada büyüklü küçüklü altından takılar, heykeller masklar var. İspanyolların, bu altınları yerlilerin üzerinde gördüğü zaman ki şaşkınlıklarını ve sahip olmak için kabaran iştahlarını anlayabiliyorum ama elde ediş biçimlerini asla onaylamıyorum.  Altının işlenmesi ve saf veya başka bir maden katılarak kullanılması kabileden kabileye değişebiliyormuş.

IMG_5225

Sonrada bir kapalı odaya girip ses ve ışık gösterisi izledik. Burada aslında bir hikaye anlatılıyormuş.

1537 Yılında Gonzalo Jimenes de Quesada altın peşinde Andların yüksek bölümlerine kadar ulaşmış ve Muisca yerlileri ile temas etmiş. O zamanlar Cordillere And’larında ve Bogota çevresinde yaşayan Muisca yerlileri için Guatavita Gölü kutsalmış. Yerli dilinde Guatavita “yüksek dağlar zirvesinde havuz” anlamına geliyormuş. Ses ve ışıkla bu odada  sembolize edilen El Dorado efsanesinin kaynağı olan ve İnkalara kadar giden bir gelenek, bu gölde bir ritüel olarak uygulanırmış. Buna göre kabilenin reisi ilahlara tapınmadan önce soyunur ve vücudunu altın tozu ile kaplarmış yani altından bir adam olurmuş. Yerliler buna Zipa derlerken bu törene şahit olan Gonzalo Jimenes “Altınla Kaplı Adam-Kral” anlamında El Dorado demiş. Bu törende altınla kaplanan kabile reisi daha sonra kutsal kabul edilen Guatavita Gölüne girip tanrılarına tapınırmış ve yıkanırmış. En sonunda da bu göle altın ve zümrüt gibi değerli objeler atılırmış. İşte İspanyol Gonzalo Jimenes de Quesada’nın şahit olduğu ve yaydığı Altın Kaplı Kral-El Dorado efsanesini bu salonda yaşamış olduk.

IMG_5251

 

IMG_5398

Sonrasında Plaza de Bolivar’a doğru yürüdük. En ilginç olan gözlemimiz ise seyyar cep telefonu görüşmesi yaptıran insanların varlığıydı. Ellerinde 9-10 cep telefonu var, telefon konuşması yapmak isteyenler bastırıyor parayı, dakikası 100 pezoya konuşmasını yapıyor. Telefonlar çalınmasın diye de zincirle bağlamışlar. Neler göreceğiz daha!

Bolivar meydanında çok sayıda askeri ve yönetimsel bina ve katedral var. Önce katedrali gezdik. 1807-1823 Yılları arasında inşa edilen Katedral ülkenin en büyük katedrali. Güney Amerikanın ise en büyüklerinden bir tanesi. İçinde en güzel gördüğüm resmedilmiş bir meleğin alçı veya başka bir malzeme ile yapılmış ayak kısmıydı. IMG_5387

Alanın bir diğer köşesinde kocaman bir adalet sarayı var. Kongre Binası ve Başkanlık Sarayı ise diğer binalar. Tam ortada elinde kılıcı ile Simon Bolivar heykeli yer alıyor.

Bu meydanı gezdikten sonra yemek yemeye gittik. Gittiğimiz lokantanın en önemli özelliği meşhur yemekleri “ajiaco” servis etmeleri. Bu bir nevi çorba olsa da, ana yemek gibi, içinde ne ararsan var. Beğendik. Yemekten sonra ise kahve içmek için hemen karşı sıradaki Juan Valdez  zincir kafelerinden bir tanesine girdik. Kahveleri çok güzel gerçekten.

 

IMG_5455

Sırada bir diğer müze olan Botero Müzesi  (Donacion Botero) vardı. Bu müze de gerçekten çok güzeldi. İçinde sadece Botero’nun resim ve heykelleri değil aynı zamanda Monet,  Picasso, Dali, Pissaro gibi sanatçıların da eserleri vardı. Botero’yu sevdim.

Bu müze gezisi sonrası tekrar buluşmak üzere dağıldık. Biz tekrar Bolivar Meydanına doğru yürüdük. Burada bir de kutlamaya denk geldik.

IMG_5556

 

En sonunda günü devirdik ve otele geldik. Biraz dinlenme sonrası ise bir lokantada akşam yemeğimizi yedik ve şaraplarımızı yudumlarken günün değerlendirmesini yaptık. Genel kanı hepimiz bu şehri pek bir sevdik.

Yatağıma çekildiğimde aklımdaki düşünce bu kadar güzel kolonyal ve cumhuriyet dönemi eseri olan bir şehrin, Dünya Kültür Mirası Listesine girememesinin ne kadar yazık olduğuydu.

Gezekalın.

Dr Ümit Kuru

23.08.2014 Saat 01:53

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.