
Aslında programımızda bugün Fuji Dağı gezisi vardı. Gezimizi organize eden arkadaşlar, Tokyo’daki son günümüz programında yer alan meşhur Tsukiji Balık Marketi gezimizi riske etmemek ve sabahın erken saatlerinde yapılan tuna balığı mezadına bir gün girmeyi başaramazsak, ertesi gün yeniden deneme şansımız olsun diye programda değişiklik yaptılar. Tokyo Tsukiji Balık Marketi ve tuna balığı mezadı gezimizle, Fuji Dağı gezimizin günlerini değiştirdiler. Hatta bu da yetmedi. Kitapların tavsiye ettiği sabaha karşı 04:00’de kuyruğa girme saatini de saat 02:00’ye aldılar. İyi ki öyle yapmışlar! Yoksa tavsiye edilen saatte gitsek, markete girme şansımız olmayacaktı. Geç gelen herkesi kapıdan döndürdüler.

Tsukiji Balık Marketini çok büyük bir balık, sebze ve meyve hali olarak düşünmelisiniz. Tokyo’da bulunan ve et, balık, çiçek gibi 10’nun üstünde meşhur marketin en büyük ve en iyi bilineni Tsukiji Balık Marketi. Burası aslında dünyanın da en büyük balık marketi. Bu markette günde 2000 tonun üstünde deniz ürünü satışı yapılmakta. Bu market küçük geldiğinden balık marketi Kasım 2016’da Tokyo’nun Toyosu adlı bölümüne taşınacakmış. Yani sizin anlayacağınız Kasım ayına kadar Tokyo’ya gitmezseniz burayı ziyaret edemeyeceksiniz.
Nehir yanı balık marketinin -Uogashi-, yani Tsukiji Balık Marketinin tarihi çok eskilere dayanıyor. Edo döneminin başlangıç yıllarına, 16. yüzyıla kadar gittiği söyleniyor. Tokugawa Ieyasu, Tsukudajima, Osaka gibi kentlerden yeni kurduğu ve o zamanın Edo’su, günümüzün Tokyo’suna balıkçıları davet etmiş. Amacı Edo Kalesinin balık ihtiyacını onlardan temin etmekmiş. Balıkçılar kalenin balık ihtiyacını karşılarken, kalan balıkları ise Nihonbashi Köprüsü kenarında halka satmaya başlamış. Zamanla talep de artınca pazar büyümüş. Civar limanlardan getirilen balık, Şogun tarafından atanmış bir yönetici nezaretinde, toptan şekilde yerel tüccarlara satılıyormuş ve onlarda balığı halka satıyorlarmış. Bu satış o zamanda, günümüzde olduğu gibi açık arttırma usulü ile olurmuş. Fiyatlar satıcı ve alıcı arasında pazarlıklarla ortaya çıkarmış. Aynı şekilde sebze satışı da toptan olurmuş. İşte buranın, Tsukiji Balık Marketinin çıkış noktası olduğu düşünülüyor.
1923 yılındaki büyük Tokyo depreminde burası ve 20’ye yakın büyük market yıkılınca yeniden tüm marketleri içine alacak bugünkü market inşa edilmiş. Buranın hikayesi de bu.
Sabah 02:00 bizim için kiralanan taksilerle Tsukiji Balık Marketine doğru yola çıktık. Taksilerle Ginza yakınlarındaki markete ulaştık. Gecenin 02:20’sinde orada olmasına rağmen ilk gelenler bizler değildik.
Mezada günde ancak 120 kişi alıyorlar. Yaklaşık 30 dakika sonra bizleri içeri aldılar. İçeri aldıkları yer Tsukiji Balık Marketin bilgilendirme merkezi. İçeri giren bizlere sarı bir yelek verdiler. Üzerimizdeki bu yelekler bizim ziyaretçi olduğumuzun bir göstergesi oluyor. İlk 60 kişiye sarı, sonraki ikinci 60 kişiye ise yeşil yelek verdiler. İlk grubu saat 05:25’de içeri alacaklarmış. Biz ilk 60 kişi arasına girebildik. Bizim grubun saat 05:50’de market ziyaretini bitirmesi gerekiyor. Sonraki grup ise saat 05:50’de girip saat 06:15’de çıkacaklar. Tüm bu bekleme toplamda 25 dakika seyredebileceğimiz tuna balığı mezadı için.

O dar oda içinde 120’den biraz fazla kişi saatlerce bekledik. Oturacak yer filan yok. Yerlere sıkış tepiş oturuyorsunuz. Aslında tüm bu Japon eziyeti Tsukiji Balık Marketinde iş yapanların turistleri istememesinden kaynaklanıyor. Haklı tarafları da var aslında. Adamlar, alıcısı-satıcısı sabah körü, en iyi Tuna Balığını en ucuza kapmanın peşindeler, biz turistlerin ayak altında dolaşmasını istemiyorlar. Bunu da bu şekilde küçük bir eziyetle belli ediyorlar. Merkezin hemen yanında kahve makinesi olduğunu epey zaman sonra fark ettik. Bizim için kurtarıcı oldu.
Sonunda beklenen saat geldi ve 05:15 gibi ilk grupta yer alan biz sarı yelekli 60 kişi bir görevli tarafından odadan alınıp tuna mezat salonuna doğu yola düştük. Balık marketinde o saate olan hareketlilik inanılır gibi değildi. Deniz ürünü ve balık taşıyan araçlar, garip görünümde forklift süren insanlar ve taşıyıcılar arasından geçip mezat salonuna ulaştık. Burada kendi başımıza dolaşmamız gerçekten büyük beceri isterdi.
Salona girince iki taraflı yerlere dizilmiş onlarca, belki de birkaç yüz dondurulmuş ton balığı gördük. Sol yanımız iri ton balıklarını sağ tarafımız ise daha küçük olanlarını barındırıyordu. Bu kadar balık her gün nasıl tutulur ve nasıl tükenmeden kalır? anlamakta zorlanıyorum.

Balık mezadına katılacak olan alıcılar balıkları neredeyse tek tek inceliyorlar. Balığın içi temizlenmiş, kuyruk kısmında bir bölüm kesilmiş durumda yerde yatıyor ve alıcıların bir kısmı bu kesik kuyruk kısmına fener tutup bakarak ve hatta bir küçük parçayı ağızlarına alıp tadarak yağlanma durumunu değerlendiriyorlardı. Balık ne kadar iri ve yağlı ise o kadar kıymetli oluyor ve alıcılar da mezatta o kadar birbirleri ile kapışıyorlardı. Çok değerli bir tuna balığı mezatta ise ve alıcılar büyük restoranlarsa son fiyat çok abartılı rakamları bulabiliyormuş. Bugüne kadar bir tuna balığı verilen en yüksek fiyat 3 milyon Japon Yeni olmuş. Bir süre balıkları ve alıcılarını fotoğrafladık.

20 dakika kadar sonra beklenen an geldi. Bir tabure üstüne çıkan bir adam sırası ile balıkları anons ederek alıcılarından fiyat gelmesini bekledi. Önce küçük ton balıklarının mezadı yapıldığından alıcıların sayısı azdı. Anladığım kadarı ile esas kapışma sol taraftaki büyük ton balıkları için olacak. Bu arada gestapo kılıklı görevli gelip, bizim grubun zamanının dolduğunu ve alanı boşaltmamız gerektiğini söyledi. Aklım büyük ton balıkları mezadında kalarak alanı terk ettik. İlk grupta olunca balıkları alıcıların inceleme ritüeline şahit oluyorsunuz. İkinci grupta olunca da büyük ton balıklarının mezadını izleme şansınız oluyor. Aslında yüzyıllardır temelde aynı şekilde yürüyen mezadın iki bölümünü de izlemek gerekiyor. Ama Japonların kuralı kural. İstisna yok. Bu ilginç deneyimin, izleyebildiğim kadarını bile izlediğime memnunum. Aşağıdaki linkte Tsukiji Balık Marketi gezimizin video çekimlerini de yayınladım. Belki bir göz atmak isteyebilirsiniz…
Japonya’da ilk metroya binişimiz Tsukiji Balık Marketinden otele dönerken gerçekleşti. Sabahın erken saatlerinde metroya yetişmeye çalışan Japonların karşıdan üzerinize doğru hep birden koşuşturmaları hem gülünç ve hem de ürkütücü geliyor bana. Sonradan alıştık tabii.
Otelde kısa bir dinlenme ve kahvaltı sonrası Tokyo’nun kalan kısmını gezmek için yollara düştük. Bundan sonraki hedefimiz Asakusa semti olacak.

Shibuya Metro İstasyonundan Ginza hattı metrosunu kullanarak Asakusa’ya vardık. Önce Sumida Nehri boyunca sakura ağaçları içindeki parkta yürüyüş yaptık. Karşı kıyıda 634 mt yüksekliğinde Skytree Kulesi gözüküyor. Hava yine kapalı ve zaman zaman yine ahmak ıslatan tarzda yağmur var.
Asakusa bölgesi Tokyo’nun eskiden beri var olan eğlence yeriymiş. Edo döneminde Kuramae Bölgesi, Feodal Hükumetin çalışanlara bir ödeme aracı olarak kullandıkları pirincin saklandığı depoların bulunduğu bölgenin adıymış. Bu depoların sahipleri (fudasashi) başlangıçta ufak ücretler karşılığı pirinçleri saklarken, zamanla olayı pirinç ticaretine dönüştürmüşler. Bu da bu depo sahiplerine hatırı sayılır zenginlikler getirmiş. Kazanılan para bol olunca harcanacak yer de gerekiyor. İşte Kuramae Bölgesi yakınındaki Asakusa bölgesinde Kabuki tiyatro ve geyşa evlerinin açılmasının öyküsü buymuş.

Bu bölgede hala eskiye ait izler var. Asakusa’nın en çok ziyaret edilen yeri 7. yüzyılda inşa edilen Sensoji Tapınağı. Bu tapınak şehrin koruyucu Tanrılarının tapınağı. Tokyo’nun simgesi de bu tapınak. Bu tapınağın büyük, sağlı solu tanrı heykelleri ile süslü Kaminarimon (Fırtına) Kapısı insanı etkiliyor.Hemen ana tapınağın önündeki daha küçük kapı ise Hozomon Kapısı. Arkada 5 katlı pagoda göze çarpıyor. Tapınak ve çevresi çok kalabalık.
Bu tapınaktan çıkıp Nakamise adlı ve sıra sıra hediyelik eşya ve gıda satan dükkanların bulunduğu bir sokağa girdik. Bizim Mahmutpaşa gibi hareketli ve ne ararsan var türünden bir sokak burası.
Dükkanların hemen arka sokağında Fujita Cafe adlı şirin bir kafe bulduk ve çayımızı içtik. Bu kafenin hemen yanında bir tür tatlı ekmek satan küçük bir dükkan var. Kuyrukta buradan ekmek almayı bekleyen Japonları görünce ” vardır Japon’un bir bildiği” diyerek biz de kuyruğa girdik ve ekmek aldık. Melon Pan denen bu tatlı ekmeği çok beğendik. Bu ekmeğin içine dondurma konduğunu da gördük. Hem sadesi ve hem de dondurmalı hali çok güzel.

Asakusa gezisi sonrasında öğle yemeği için Tsukiji no Sushiko adlı suşi zincir restoranlarının ana merkezine gittik. Burası sabah ziyaret ettiğimiz Tsukiji Balık Marketin yakınlarında bir restoran. Bu bölge restoranları suşi yemekleri ile ünlü. Burada Tokyo’da bulunduğumuzdan beri ilk suşi yemeğimizi yedik. Bana sorarsanız, sonradan anlatacağım ve Osaka’da bir suşi bardaki suşi yemekleri daha güzeldi. Ancak sabah mezadını izlediğimiz balıkların yakınında bir yerde suşi yemek de Tokyo’da yapmanız gereken aktivitelerden bence.
Geç yediğimiz öğle yemeği sonrası Tokyo cadde ve sokaklarını arşınladık. Tokyo hands, Loft gibi büyük mağazaları gezdik. En son olarak da Shibuya İstasyonu karşısındaki Starbucks Kafede oturup hem kahvemizi içtik ve hem de metrodan iş dönüşü metrodan çıkan kalabalığı yukarıdan izledik.
Benim sevgili Sanal Gezgin arkadaşlarım, bir gezi günü anlatımı daha bitti. Yazması benden, vaktiniz oldukça okuması sizden. Ne de olsa gezginlere masal bunlar…
Bu arada sevgili Atatürk’ümün çocuklara armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Ülkem üstündeki karabasanların dağılacağı, aydınlık yarınlar gelsin artık..
Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
23.04.2016 Saat 01:50




kyo Hava Limanına indi ve gümrük işlemleri sonrasında bizi karşılayan yerel rehberimiz Kotomisan ile buluştuk. Doğruca otelimiz olan Tobu Hotel’e gittiğimiz halde, yol 1 saat kadar sürdü. Otel şehrin Shibuya adlı bir bölgesinde ve merkezde. Ortalık ışıl ışıl, cıvıl cıvıl. Otele girdikten sonra uykusuz geçen yolculuğun yorgunluğu kendini belli edince vurdum kafayı yattım.
Otel lobisine inince etrafta rengarenk kimonoları ile dolaşan genç-yaşlı bir sürü kadın görünce neye uğradığımızı şaşırdık. Sanki geldiğimizi duyan Japon kadınları bizim otele toplanmışlar ve bizi karşılamaya gelmişler. Meğerse, cumartesi olan o gün, bir gösteri varmış ve civardan gelen katılımcılardan bir kısmı bizim otelde konaklamışlar. Gösteriye katılmak için gitmeden önce lobide toplanıyorlarmış. İstesek, para versek böyle bir fırsat yaratamazdık. Tokyo olsun, diğer gezdiğimiz şehirlerde olsun etrafta bolca kimonolu kadın görüyorsunuz. Ancak bu kadınların çoğu Japon değillermiş. Bunlar çoğunlukla Japonya’yı ziyarete gelen Çinli turistlermiş. Bunların turlarında kadınlara isterlerse opsiyonel olarak kimono kiralanır ve onlara giydirilirmiş. Çinli turistler kimono ile şehirde gezmeyi pek seviyorlarmış. Bu nedenle en güzel ve doğru kimono giyinmiş halleri ile Japon kadınlarla aynı otelde kalmış olmak ve gezinin daha ilk gününde onlara rastlamak iyi bir şanstı doğrusu . Gezi güzel başladı.


Bu parkın benim için önemi içinde 1000’den fazla Vahşi Kiraz Ağacının (bu kiraz ağaçları meyve vermiyorlar) bulunması. Buraya özellikle sakura görmek için geldik. Burada hemen girişte otelde gördüğümüzden daha da fazla kimonolar içinde Japon kadınlarını gördük. Bir güne bu kadar kimonolu kadın sığdırmak! Ne şanslı bir gündeyiz..

Şimdiki hali eski saraya benzer şekilde yeniden yapılmış ve hala İmparator oturuyor. Yeni yıl kutlamalarında (2 Ocak) ve İmparatorun doğum gününde (23 Aralık) sadece halka açılıyor, diğer günlerde ise sarayı gezmek yasak. Saraya girerken gözlük biçiminde gözüken taş köprüyü görüyorsunuz ( Nijubashi Köprüsü). 

Gezi sonrası otele döndük ve biraz dinlenme sonrası otelimize yürüme mesafesindeki restorana gitmek için Shibuya Sokaklarına çıktık. Önce Seibu Mağazası önündeki Maneki Neko (Çağıran Kedi) büstü önünde fotoğraflar çektirdik. Maneki Neko, Japon kültüründe çok önemli yeri olan ve özellikle tüccarların dükkânlarına bolluk ve bereket çağırdığına inanılan bir Japon halk sembolü kedi. Hemen her yerde bu kedi büstünü veya resmini görebiliyorsunuz.
Restoranda bu sefer ocak üzerine konmuş iki taraflı ve her bir taraf üzerinde farklı sos (bir tanesi soya sosu, diğerinde içinde yosun olan bir başka sos) bulunan bir kap vardı. Önce çeşitli sebzeler geldi. Ocak ateşlendi ve bizden isteğimize göre sebzeleri bu soslarda pişirmemiz istendi. Isıtılmış bu sebzeleri yedikten sonra ince dilimlenmiş etler getirildi ve bu etleri kaynar soslar içinde pişirdik. Bu et dilimlerini tek hamlede ağzımıza götürdük. Yumurtaları çiğ olarak bir kaba koyup, pişmiş etlere bulayarak da yiyebiliyorsunuz. Bu kısım pek içimize sinmedi. Bazı arkadaşlar yemekten hiç hoşlanmayıp sıcak soslar içinde yumurta haşladılar. Haşlanmış yumurtayı da biz onlara öğretmiş olduk. Bu stil Japon yemeğine Shabu Shabu deniyor. Japonlar Şabu şabu diye telafuz ediyorlar. “Japon Fondüsü” de denilen Shabu Shabuyu çok ince dilimlenmiş dana etlerin çok kısa bir süre, içerisinde çeşitli sebzeler bulunan ve kaynamakta olan suya batırılıp çıkarılması olarak düşünülmelisiniz.
Otelimize dönerken bu sefer Shibuya Tren İstasyonu önündeki Hachiko Heykeline gittik ve fotoğraf çektirdik. Hachiko, Akita cinsi bir köpekmiş ve çok dramatik de bir öyküsü var. Filme de konu olmuştu ve ağlayarak seyrettiğimi hatırlıyorum.
Sakuralar açarken Japonya’da olmayı tam bir yıl öncesinden planlamıştık. Bu karara varmak benim açımdan öyle pek de kolay olmadı doğrusu. Gelişmiş ülkeleri gezmeyi, bir gezgin olarak hep ötelemişimdir. Sanayileşmiş, eski kültürünü ve doğasını yok etmiş ve bunları gezginlere sadece salonlarda veya müzelerde ya da doğal olmayan ortamlarında sunan ülkeleri, gezi sıramda arkalara koyarım. Bunun yerine hızla tükenmesi olası kültürel ortamların ve doğanın bulunduğu ülkeleri ön sıralara taşımaya ve gezmeye çalışırım.

