“Başkentlerin başkenti”, “1000 yıllık başkent” unvanlarına sahip Kyoto’da, dün gece hariç, 2 gece daha konaklayacağız. Bu güzel kenti ve çevresini görmek için 3 gecenin yetmediğini itiraf etmeliyim. Bir daha Japonya’ya gidersek, Japonya’nın görmediğimiz bölgeleri ile yeni bir program yaparken, özellikle çevresi olmak üzere, Kyoto’yu yeniden programa eklemek istiyorum.
Kyoto, Honshu Adasının merkez bölümünde 1.5 milyon nüfusa sahip bir şehir. 1868’de Japonya’nın başkenti, o zamanın Edo’suna, (-bugünün Tokyo’suna-“Doğunun Başkenti” anlamına geliyor) taşınınca, Kyoto bir dönem Saikyō (“Batının Başkenti” anlamına geliyor) olarak adlandırılmış.
Kyoto 11 yüzyıl boyunca savaşlarla, yangınlarla ve depremlerle harap olsa da 2. Dünya Savaşının yıkıcı etkisinden korunmayı başarmış olan bir şehir. Kyoto Amerikalıların Japonya’da atom bombası atılacak şehirler listesinde yer almış. Kyoto’nun bu listeden çıkartılması, balayını burada geçirmiş ve buraya çok sayıda diplomatik ziyarette bulunmuş zamanın Amerikan Savaş Sekreteri Henry L. Stimson’un şahsi çabaları sayesinde olmuş. Bu nedenle de bu şehirdeki eski eserler kurtulabilmiş. Kyoto’da 1600’ü Budist ve 400’ü de Şinto Tapınağı olmak üzere 2000 kadar tapınak ve bunun yanında çok sayıda saray, bahçe ve eski mimari yapı var. Eski Kyoto tarihi binaları, 1994 yılından beri, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde yer alıyor. Yani biz Japonya’daki 4. UNESCO Dünya Mirası Listesi eserini ziyaret ediyoruz ve biz bu güzel şehiri gezmeyi kalan 2 güne sığdırmaya çalışacağız. Tabii ki en başlıca eserlerini.
Sabah erkenden yollara düştük. Bugün program çok yüklü. Geziye önce Kiyomizudera (“kirlenmemiş kutsal su tapınağı”anlamında) Tapınağından başladık. Tapınak önceleri Kyoto’nun Doğusunda ormanlık tepelerde 780 yılında kurulmuş. Bu tapınak yakınlarında, bugünkü arınma çeşmesinin olduğu yerde, Otowa Şelalesi var ve “kirlenmemiş kutsal su” anlamındaki ismi de buradan geliyor. Japon Budizminin en eski tapınağı ve 1994 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine alınmış.
Sabah erkenden orada olmanın ne kadar önemli olduğunu Kiyomizudera Tapınağı gezimizi bitirdiğimizde anladık. Biz gittiğimizde yollar ve tapınak boştu ama çıkışta tapınak, kalabalıktan yürünmez haldeydi. Bu nedenle öncelikle burayı hakkıyla ziyaret için erkenden orada olmanızı tavsiye ederim.
Tapınağa iki tarafında aslanların bulunduğu bir kapıya (Niōmon Kapısı) ya da önünde bir ejderha heykelinin bulunduğu kapıya (Sai-mon Kapısı) çıkan merdivenlerden geçerek giriş yapıyorsunuz. Batı Kapısı da denen Sia-mon Kapısı, Nissokan için (gün batımını izlerken saf toprakları görmek için uygulanan meditasyon yöntemi) kutsal bir yer kabul ediliyor. Sia-mon Kapısının arkasında 3 katlı bir pagoda var. Bunları geçtikten sonra Kiyomizudera Tapınağı ana binasına geliyorsunuz.
Bir tepe üzerine kurulu ana binanın geniş bir verandası var. Bu veranda uzun tahta sütunlarla destekleniyor. Veranda yerden 13 metre yükseklikte. Hem karşıda kiraz ağaçları, akçağaçlar ve daha da ileride bir başka tepeye yapılmış Koyasu Pagodasının muhteşem manzarasına ve hem de şehir manzarasına sahip güzel bir yer. Edo döneminde bu tip verandalar çok sayıda Budist çekebilmek amacıyla, burada olduğu gibi, manzaralı yerlere inşa edilirmiş.
Japonca’da “Kiyomizu’nun verandasından atlamak” diye bir yaygın deyim varmış. Bu terimin kaynağı da Edo Döneminde dileklerinin yerine gelmesini isteyen Budist inanışındaki Japonların, bu verandadan 13 mt aşağıya kendilerini bırakmaları adetiymiş. Eğer bu düşme sonrası atlayan sağ kalırsa dileği kabul olacak diye inanılırmış. Edo döneminde bu amaçla buradan 234 atlama kaydedilmiş ve bunların da %85’i sağ kalmış. Bugün bu amaçla bu verandadan atlama yasak tabii ki.
Önündeki veranda ile birlikte hiç çivi kullanılmadan yapılmış ana bina içinde kutsal objeler ve 11 yüzlü ve 1000 kollu Tanrıca Kannon’un (Merhamet Tanrıcası) küçük bir heykeli bulunuyor.
Ana binanın yanından geçip, arkasına yürüdüğünüzde ve karşınıza çıkan merdivenleri çıktığınızda aşk ve çöp çatan Tanrısı Okuninushi no Mikoto için adanmış Jishu Mabedi’ni göreceksiniz. Tanrı Okuninushi no Mikoto ve onun habercisi tavşan heykelinden sonra mabedin önündeki alana geldiğinizde 18 metre ara ile dizilmiş iki adet taş karşınıza çıkıyor. Aşkını bulmak isteyen ya da aşk dileğinin gerçekleşmesini isteyen kişiler bu iki taş arasında, gözleri kapalı olarak yürüdüklerinde, bir taştan diğerine sapma olmadan ulaşırlarsa dilekleri gerçekleşiyormuş. Bizim grubun bekar kızları bu taşlar arasında gözleri kapalı yürümeyi ihmal etmediler.
Bu tapınaktan sonra Koyasu Pagodası’na doğru hızlıca gittim. Tapınak alanının uzak Güney ucunda bulunan bu 3 katlı pagodayı ziyaret eden kadınların, kolay ve güvenli bir doğum yaptıklarına inanılıyormuş. Kiyomizudera Tapınağı verandasından daha güzel görünmekle birlikte, yakından da ayrı bir güzelliği var bu pagodanın .
Bu alanda en son olarak Ottowa Şelalesinin bulunduğu arınma çeşmesini fotoğrafladık. Bu şelalenin suları 3 ayrı yerden akıtılmış. Ziyaretciler, ucuna bardaklar iliştirilmiş uzun çubuklara su doldurup, tapınma öncesi arınma görevlerini yerine getiriyorlar. Üç sudan her birinin farklı faydası olduğunu yazıyor kaynaklar. Bir tanesi uzun bir ömür, bir tanesi, okulda başarı ve bir tanesi de aşk yaşamında şans getirirmiş. Bu tapınakta her derde bir deva var anlaşılan.
Arınma çeşmesinden sonra çıkışa götüren yolu takip ederek tapınak dışına çıktık. Higashiyama bölgesinde tapınağa götüren cadde üzerinde sabah geldiğimizde kapalı olan dükkanlar açılmış, yollar turist ve Japonlarla dolmuştu. Son fotoğraflarımızı aldık ve Nijo Kalesine doğru yola düştük.
Nijo Kalesi Edo Döneminin ilk Şogunu olan Tokugawa Ieyasu’nun ikametgahı olarak 1603 yılında inşa edilmiş. Onun torunu olan Iemitsu saray bölümlerini 23 yılda tamamlamış ve sonra da 5 katlı Kale muhafız kulesini eklemiş. Bu kale Japonya Feodal döneminden günümüze ulaşan en önemli kale olma özelliğinde ve 1994 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde yer alıyor.
Kale, ana savunma (Honmaru), ikinci savunma (Ninomaru) ve bunlar arasındaki bahçeler olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. Tüm kale içi su dolu hendeklerle ve surlarla çevrilmiş.
Kalenin Ninomaru Sarayı bölümüne giriş Çin Stili büyük bir kapı olan Karamon Kapısından oluyor. Ziyarete daha çok açık olan bölüm de Ninomaru Sarayı. Honmaru bölümü ancak belli zamanlarda ziyarete açık. Ninomaru Sarayı Şogunun Kyoto’yu ziyaret ettiği zamanlarda kullandığı bölümlere ve çalışma ofislerine ev sahipliği yapıyor. Birbirinden ayrı yapıları, birbirine bağlayan koridorlara “bülbül zemin” deniyor. Zamanında bu ahşap yer döşemesi öyle yapılmış ki üzerinde yüründüğünde bülbülün çıkarttığı gibi bir ses çıkartıyor. Ben bu koridorda yürürken gerçekten farklı bir ses çıktığını duydum ama bülbül sesi benzetmesi biraz zorlama olmuş. İnsan yürüyüşüne karşı bir nevi sesle uyarının esas amacı tabii ki güvenlik.
Sarayın içinde fotoğraf çekmek yasaktı. Çok az yerde bu yasak vardı. Bir tanesi de bu saray içiydi. Tatami denen matlarla kaplı odaların eski ve güzel dekorasyonu ve kayan kapılardaki (fusuma) çizimler gerçekten çok özeldi. Bu saraydan eldeki fotoğraflarım sadece dış kapı ve avludan olduğundan sarayın içine, odalara dair bir fikir sahibi olabilmeniz için yukarıda 2 fotoğrafı internetten bulup paylaştım.
Gezi programımızın üçüncü aktivitesi Nishijin Dokuma Merkezindeki Kimono gösterisini izlemek olacak. Kyoto’nun Nishijin Dokuması, Kyoto’nun tarihi kadar eski bir tarihe sahip. Aslında Nishijin ismi bir aileye ait. İpek kumaşları çok sık düğümlerle dokuyan, dekoratif , zengin renkli ve desenli kumaşlar yaratmış ve Şogunlara, saray ileri gelenlerine, rahiplere ve zenginlere kumaş satmış olan bu aile, bölgeye de ismini vermiş. Dokuma üzerine meşhur olmuş, markasını ve stilini yaratmış. Bu bölgede bir zamanlar 7000 dokuma tezgahı varmış. Başkent Tokyo’ya taşınınca ve elde dokumacılık yerine, ucuz ve fabrikasyon dokumacılığa dönülünce, bu önem ve zenginlikte kaybolmuş. Ancak bu bölge hala elde dokumacılığın önemli bir merkezi ve Kimono alacağım diyecekseniz de buradan alacaksınız.
Nishijin Dokuma Merkezi (Nishijin Ori Kaikan) hem dokumacılığın küçük bir müzesi, hem de kimono gösterisi izleyip, alış veriş yapabileceğiniz bir yer. Günde 7 defa Kimono defilesi yapılıyor. İşte biz de bu merkezde kimono defilesi izledik.
Kimono, Japonya’nın’nın geleneksel giysisidir. Kimono T şeklinde, ayak bileğine kadar uzanan düz hatlı, yakalı ve uzun kollu bir giysidir. Kollar özellikle bileklerde çok geniştir, genişliği yaklaşık olarak yarım metreye kadar varır. Geleneksel olarak, özel günlerde evlenmemiş kadınlar hemen hemen yere kadar uzanan çok geniş kollu kimonolar giyer. Giysi gövde etrafına sarılır ve her zaman sol taraf sağın üstüne gelir. Obi adı verilen geniş bir kuşak ile arkadan bağlanır. Kimonolar genellikle geta veya zori adı verilen geleneksel tahta sandallar ve tabi adı verilen çoraplarla giyilir. Kimononun içine,nagajuban denilen daha kısa bir kimono içlik olarak giyilir.
Kimono defilesi sonrasında öğle yemeği yemek için Kushikura Honten adlı bir restorana gittik. Burası “yakitori” (tavuk şiş) ve tori karaagae“(kızarmış tavuk) yemekleri ile meşhur. Burada bizim ocakbaşı gibi masaları olan bölümler de var. Ama ocaklar cam bölmelerle müşterilerden ayrılmış, masalar ise kısa ayaklı ve müşteriler ya yere bağdaş kuruyor ya da zeminden yaklaşık 50 cm gibi derine açılmış çukurlara ayaklarını sarkıtıyorlar. Ortada ise masa bulunuyor.
Burada yediğimiz tavuklar ve özel sosları çok güzeldi. Yemekleri ayrı bir bölüme aldığımdan burada daha fazla bahsetmeyeceğim.
Yemek sonrasında bir başka büyülü yere, Kinkakuji Tapınağına (Altın Köşk Tapınağı) gittik. Burası aslında 1390’lı yıllarda Ashikaga Yoshimitsu adlı emekli bir Şogun için yapılan köşkmüş. Köşkün özelliği 3 katlı ve son 2 katının altın yaprakları ile kaplı olması. Damın tepesinde de bir zümrüdüanka kuşu bulunuyor.
Bu köşkte zevk ve sefa içinde yaşayan emekli Şogun ölünce onun isteği üzerine bu köşk 1408 yılında bir Zen Tapınağına dönüştürülmüş. Bu tapınak, emekli Şogunun torunu tarafından birkaç 10 yıl sonra şehrin diğer tarafında yapılacak olan Gingakuji Tapınağı (Gümüş Tapınak) için de ilham kaynağı olmuş.
Kinkakuji Tapınağı geniş bir havuzun kenarına kurulmuş. Yoshimitsu’nun orijinal köşk kompleksinden de bir tek bu bina ayakta kalmış. Aslında bu bina orijinal yerinde olmakla birlikte, bina orijinal değil. Tarihte Onin Sivil Savaşında 2 kez ve 1950 yılında da bir kez olmak üzere birkaç kez tamamen yanmış. Yakın zamanda ki yangını fanatik ve akıl hastası bir rahip çıkartmış. Şimdiki bina 1955 yılında yapılmış.
İçeri girince bizi önce tapınağı tam karşıdan gören bir alana yönlendirdiler. Kalabalıktan fırsat bulunca mekandan fotoğraflar aldık. Daha sonra sağ taraftan giden ve havuz ile köşkü dolaşan bir yolu takip ettik. Tapınak her yerden muhteşem görüntüler veriyor.
Yolun devamında Yoshimitsu zamanındaki gibi dizayn edilmiş bahçeyi geçiyorsunuz. Bu bahçe içindeki Anmintaku Göletinin suyunun hiç kurumamış olduğunu söylüyorlar. Bu bahçedeki bir diğer ilginç yer de ortada bir çanak şeklinde mermer ve civarına yerleşik küçük heykellerin olduğu bölüm. İnsanlar bu küçük çanağa bozuk para atarak sokmaya çalışıyorlar. Para hedefi bulursa dilekleri kabul oluyormuş.
Çıkışa yakın göreceğiniz Fudo Tapınağı Budizmin koruyucusu ve 5 bilge kraldan bir tanesi olan Fudo Myoo’nun büstüne ev sahipliği yapıyor.
Günün son tapınak gezisini Nanzenji Tapınağına yaptık. Kyoto’nun ormanlık Higashiyama dağları eteklerinde kurulu Nanzenji Tapınağı tüm Japonya’daki Zen tapınakları içinde en önemli olanı. Japon Zen Budizminin Rinzai bölümü baş tapınağı olan Nanzenji Tapınağı , içinde çok sayıda alt tapınak barındırıyor.
Nanzenji Tapınağı’nın tarihi 13. yüzyıla kadar uzanıyor. İmparator Kameyama bu alanda kendine emekli hayatını geçireceği bir bina inşa ettiriyor. Bu bina daha sonra Zen Tapınağına çevriliyor. Tapınak alanı ve binaları zaman içinde büyüyor. 1333-1573 tarihleri arasındaki sivil savaşlarda bina tahrip oluyor. Bu alandaki en eski yapılar bu tarihten sonra inşa edilmiş.
Nanzenji Tapınağı’na giriş masif Sanmon Kapısından yapılıyor.Bu güzel kapı önünde grupça fotoğraf çektirdikten sonra tapınağa giriş yaptık. Kapı 1628 yılında ve 1615 yılındaki Osaka Kalesi kuşatmasında ölen askerler anısına yapılmış. Kapıdan girdikten sonra Budist eğitimin verildiği (Hatto) bina karşımıza çıkıyor. Bu binadan sonra ise baş rahibin rezidansı (Hojo) olan binaya giriyorsunuz.
Hojo Salonu Zen Bahçesi ile ünlü. Burada kayalar kaplan ve suyu geçen yavrularını temsil ediyormuş. Buradaki gibi küçük çakıl taşlarından yapılan bahçeye kuru bahçe deniyor. Bina içinde ise kayan kapılara (fusuma) çizilmiş çok güzel resimler var.
Hojo binasından son fotoğraflarımızı alıp dışarıya çıktık. Hemen dışarıda 1868-1912 yılları arasında tuğladan yapılmış ve Kyoto’ya su getirmede kullanılan su kemerlerini gördük. Daha sonrada bu tapınaktan çıkıp Filozoflar Yoluna yürüyerek gitmek için yola koyulduk.
Bu arada Zen Budizmi ve Zen Bahçesi hakkında kısa bir bilgi vermek lazım.
Zen, kökeni Hindistan’daki Dhyana okuluna kadar uzanan bir Mahāyāna Budist okulunun Japoncadaki ismi oluyor. Hindistan’dan Çin’e geçen okul, buradan da Kore, Vietnam ve Japonya’ya yayılmış. Zen, diğer Budist okulların arasından aydınlanma amacıyla yapılan meditasyona verdiği önemle ayırt edilir. Ama Zen sadece meditasyondan da ibaret değil. Gerçekte Budizm’in bir koludur. Zen okulunun en önemli tezi Sakyamuni Buddha’nın öğretisinin sözle anlatılamayacağıdır. Zen, kutsal metinlere ve metafizik konularda konuşmalara bel bağlanmaması gerektiğini iddia ediyor. Bu anlamda Zen, diğer pek çok dinin aksine, uygulamayı ön plana çıkaran tutumuyla, hararetli bir felsefe-karşıtı, ikona düşmanı, kural karşıtı veya anti-teorik öğreti olarak değerlendirilebilir.
Zen bahçesi bir çeşit Japon kayalık bahçesi. Kum, çakıl, kaya ve bazen çimen veya diğer doğal unsurlar içeren sığ bir kum bahçesi olarak düşünmek lazım Yaygın bir inanca göre Japon Zen rahipleri tarafından meditasyon amaçlı kullanılıyormuş.Ancak bu inanışın hatalı olduğunu yazan yazılar da okudum. Zen rahipleri meditasyonlarını iç mekanlarda yaparlarmış. Kimine göre; Çakıllar okyanusu, kayalar Japon adalarını, kimine göre kayalar bir ejdere doğru yüzmekte olan anne kaplan ve yavrularını ve kimine göre de Kayalar kalp veya zihne karşılık gelen kanji karakterinin bir parçasını oluşturuyorlarmış.
Filozoflar Yolu’nda yürümek benim bugün merakla beklediğim bir aktiviteydi. İstanbul’da iken Kyoto hakkında bilgi araştırırken Filozoflar Yolu’nun bir fotoğrafını gördüm. Programımızda olmadığını fark edince, Nar Gezi’den sevgili Aykut ve Turqiem Tur’dan sevgili Oğuz ve rehberimiz Huriye ile yaptığımız tur öncesi toplantıda bu konuyu konuştuk. Bu yürüyüşün ve sonradan fark ettiğim 1-2 eksiğin daha programa, teknik olarak sorun yaratmayacaksa, konulmasını rica ettim. Onlarda olabilirliğini araştıracaklarını beyan ettiler . Çalışmaları ile de bunları da gerçekleştirebildiler. Bu yolda, sakura zamanı yürümenin bana verdiği zevki sizlere ancak bol fotoğrafla anlatabilirim. Bu aktivite bence Kyoto gezilerinin olmazsa olmazıdır. Bu vesile ile emeği geçenlere bir kez daha teşekkür ederim.
Yaklaşık 2 km uzunluğunda olan yol Ginkakuji Tapınağından başlayıp, Nanzenji Tapınağında bitiyor. Bu yol ismini Kyoto Üniversitesi’nin meşhur filozoflarından Nishida Kitaro’dan alıyor. Bu filozof her gün işe gidişi ve çıkışında bu yolu yürür ve meditasyon yaparmış. Biz de bu yolu yürüdük ve sonunda yol üstü bir kafede oturup hem dinlendik ve hem de yoldan geçenleri izledik. Hatta bir ara zevke geldik, kafe önünde sirtaki bile oynadık.
Günün aktiviteleri daha bitmedi. Buradan yemek yiyeceğimiz Saami adlı bir restorana kadar yürüdük. Bu restoran özel bir yer ve Maruyama Parkı içinde bulunuyor. Aslında burası 1600’lü yılların başında Anyo-Ji adlı bir tapınakmış . Çok güzel bir bahçe içerisinde bulunuyor. Küçük kaplar içinde, adeta tadımlık olarak gelen ama çok sayıda geleneksel Japon yemekleri sunulan “Sukiya” stili denen bir servisleri var. Mekanın güzelliğinden ziyade bu akşamın özelliği bize yemekte geiko ve maikoların eşlik edecek olmasıydı.
Japonya’da 17. yüzyıldan bu yana eğlence hayatında erkek müşterilere şarkı, dans, sohbet ve oyunlar ile eşlik eden kadınlara “Geyşa” deniyor. Tokyo başta olmak üzere Kanto bölgesinde bu kadınlara Geyşa ismi kullanılırken , Osaka ve Kyoto başta olmak üzere Kansai bölgesi ve o kültürün etkisi altında kalmış bölgelerde Geyko (Geiko) ismi kullanılıyor. Acemi geikolara ise Kanto’da Hangyoku, Kansai’de Maiko deniyor.
O gece bizim restorana ikisi genç, biri yaşlı ve geleneksel kıyafetleri içinde 3 Japon kadın geldi. Hepimiz heyecanlandık tabii ki. Önce bizleri selamladılar ve sonra kendilerini tanıttılar. Hepimiz onlarla hatıra fotoğrafı çektirdik. Bu arada yemekler gelip gidiyor ama o anda pek yemek düşünecek halimizde yoktu.
1700’lerde geikoluk, vesikalı hayat kadınlığı ile aynı görülüyordu. Ancak Edo Dönemi’nin sonlarına doğru geikolar, resmî toplantılar dahil olmak üzere, birçok sosyal, politik etkinlik ve toplantıya çağrılmaya başlandı ve zamanla bugünkü eğlendirici-sanatçı ya da hoş vakit geçirtici sıfatlarını aldı. Japonya eğlence dünyasında çalışan diğer kadınlardan farklı olarak, geikolar mesleklerini ömür boyu sürdürebiliyorlar. İyi bir geiko olmak için güzellik ve gençlikten çok, güzel sanatlara ve müziğe olan yetenek, tatlı dil ve müşteriyi iyi ağırlama gibi özellikler önemli. Bu kadınlar geleneksel geikolukta aslında ağır ve disiplin gerektiren bir eğitimden geçiyorlar. Bir geiko en az birkaç sanat dalında eğitim görmek zorundadır. Bu eğitim genel olarak birkaç tür geleneksel dans, şamisen (bir türlü telli saz) çalma ve birkaç makamda şarkı söylemeyi kapsıyor.
Geiko olacak kızlar, küçük yaşta yetişmesi için geiko evlerine veriliyor. 13 yaşından 18 yaşına kadar olan dönemde kızlar, acemi geiko olarak çalışıyorlar. Daha önce bahsettiğim gibi bunlara maiko deniyor. Bir maiko ile geiko arasında saç bağlama ve saça takılan takılar, bele bağlanan kuşağın kalınlığı, kimononun kolunun uzun olması, makyaj yoğunluğu gibi farklılıklar var. O gün bize gelen kızlardan mavi renkli giysili olan kız geikoluğa yeni adım atmıştı. Saçında takı, yüzünde daha yoğun beyaz makyaj ve açık renk kimonosu içinde olan genç kız ise maikoydu. Şamisen çalan yaşlı kadın ise tecrübeli geikoydu.
O gece bizlere 1.5-2 saate yakın şarkı söylemek, dans etmek ve oyun oynamak gibi performans sergilediler. Biz de altta kalmadık tabii ki. Grubumuzdan sevgili Buket arkadaşımız da onlara oryantal dans performansı sergiledi. Gezmek, külürel alış veriş değil midir zaten?
Son olarak bizleri de kattıkları oyunlar oynadılar ve geldikleri gibi bizleri saygı ile selamlayıp gittiler.
Geceyi bitiren son gösteri ise Japon rehberimiz Kotomisan’dan geldi. Ciddiyeti ile tanıdığımız Kotomisan’la gezinin sonuna kadar dans edeceğimizi söylediğimde, grup arkadaşlarım bana gülmüşlerdi. Filozoflar yolunda Kotomisan’a “onun için dans edersem, gece bizim için dans eder misin?” diye sorduğumda, biraz kaçamak yanıt vermişti. Ben ve arkadaşlarım filozoflar yolunda sirtaki yapınca “akşam sıra sende” dedim. Maikolar gittikten sonra sake kadehimi havaya kaldırıp, “Haydi bakalım Kotomisan. Görelim seni” der demez bizim ciddi rehber atıldı sahneye. Bizim için kendi danslarından bir tanesini icra etti.
Sizle, geikoların gösterisinden çektiğim kısa bir videoyu aşağıdaki linkte paylaşıyorum.
Evet Sanal Gezgin Arkadaşlarım, her saniyesi dolu dolu geçen bir Japonya günümüzü sizlerle uzun uzun paylaştım. Umarım sıkılmıyorsunuz. Bu notlar bir gün yolları oralara düşen gezginler için, görebilecekleri, yaşayabilecekleri güzellikleri kaçırmasınlar diye paylaşımlar.
Gezekalın….
Dr Ümit Kuru
11.05.2016 Saat 03:01