Kyoto’da gecelediğmiz 2. gece sonrası sabah uyanıp sıkı bir kahvaltı yaptık. Bugün program daha kolay gözüküyor. Önce Kyoto’nun Güney kısımlarına düşen Fushimi Inari Taisha Mabedi‘ni gezeceğiz. Sonra da Japonya’nın bir dönem başkentliğini yapmış ve barındırdığı eserleri nedeni ile UNESCO Dünya Mirası Listesi içinde bulunan Nara kentini gezeceğiz.
Fushimi Inari Taisha Mabedi, Kyoto’nun Fushimi-ku bölgesinde, Tanrı İnari’nın baş mabedi olarak kabul ediliyor. Bu mabet bir Şinto mabedi. İnari, çok eski zamanlardan beri tüccar ve üreticilerin yani iş dünyasının, pirinç ve sakenin koruyucu tanrısı olarak kabul edilmiş. İnari’nin haberci olarak kullandığı hayvan ise tilki. Bu nedenle burada bol bol tilki heykeli bulunuyor. Genelde tilkinin ağzında da pirinç ambarının anahtarını sembolize eden anahtar bulunuyor. Bazı tilki heykellerinde ise tilki, ağzında pirinç torbası taşırken tasvir edilmiş. Mabedin bilinen tarihi 700’lü yıllara kadar gidiyor. Ancak zaman içinde mabette yeniden yapılmalar ve eklemeler olmuş. Bu mabet, Japonya’daki mabetler içinde en fazla sayıda alt mabede sahip olan mabet (32000 alt mabedi var).
İnari aynı zamanda mabedin eteklerine kurulu olduğu dağın da ismi. Deniz seviyesinden 233 metre yükseklikte bu mabede ulaşmak için 4 km’lik bir yolu katetmek gerekiyor. İyi bir yürüyüşle 3 saate yakın sürüyor.
Bizim gibi çoğu Fushimi Inari Taisha Mabedi ziyaretçilerinin amacı, dağ yolunda toriilerden oluşan tüneli görmek. Burada binlerce torii (Tanrı kapısı) var. Bu tapınağı ziyaret edip dilekte bulunan zenginler, dilekleri kabul olunca torii denen kapılardan diktirmişler. Bu toriilerin üzerinde diktirenlerin isimleri, dikilme tarihi yazıyor. Bu toriileri diktirmek çok para gerektiren bir işmiş. Bir torii diktirmek için, diktirilen kapının büyüklüğüne göre, 400000-1000000 Yen arası para vermeniz gerekiyor.
Fushimi Inari Taisha Mabedi ana giriş kapısı (Romon Kapısı) 1589 yılında ünlü lider Toyotomi Hidetoshi tarafından diktirilmiş. Bu kapıdan sonra ana mabet geliyor. Ana mabede çıkan merdivenlerin başında, iki yanlı olarak dikilmiş, Tanrı İnari’nin haberci hayvanı olan tilki heykelleri var. Bunun yanında civarda adak olarak sunulmuş pirinç torbaları ile daha küçük mabetler ve binalar var.
Ana mabedin arkasındaki tırmanma yolu, toriilerde oluşan koridordan oluşuyor. Başlangıçta yol ikiye ayrılıyor (Senbon Torii). Sonra yol birleşiyor. Yol boyu yoğun bir turuncu renk içinde yürüyorsunuz. Bazen toriilerin arasından sızan güneş ışınlar size ışık oyunları da yapabiliyor. Bu yolda yürümek çok hoş bir duygu. Yol boyunca küçük mabedler ve küçük bütçelerle bu mabedlere adanmış minyatür toriiler görüyorsunuz.
Biz bu yolun tamamını yürüyemedik. Zamanımız dardı. Ancak dileyen daha fazla zaman ayırıp, 3 saate yakın yürümeyi de göze alıp, en tepedeki tapınağa kadar çıkabilir.
Burada 2 saate yakın bir ziyaret sonrası Nara’ya doğru yola düştük. Kyoto-Nara arası yaklaşık 1 saat sürüyor.
Japonya’nın ilk başkenti olan Heijo’nun başkent olma tarihi 710 yılı. O zamanın başkenti olan ve bir zamanlar Heijo diye adlandırılan şehir, bizim bugün gezeceğimiz Nara Şehri. Nara, UNESCO Dünya Miras Listesi içinde. Yani biz Japonya’daki 5. UNESCO Dünya Mirası Listesi eserimizi bugün geziyoruz.
Nara başkent olduktan sonra şehrin güçlü ve politik Budist rahiplerinin yönetime etkileri olmaya başlamış. Bu etkiden çekinen feodal yapı, başkenti Nagaoka’ya taşımış (784). Böylece Nara’nın başkentliği de sona ermiş. Bu süre içinde yapılan tapınaklar ve yapılar ise bugünkü Nara Şehrinin kültürel mirası olmuş. Nara bugün Japonya’nın en eski ve en büyük tapınaklarını içinde barındıran bir şehir.
Nara’ya varır varmaz yine erken öğle yemeklerinden bir tanesi yemek zorunda kaldık. Nara’da Nikko Otelin Serena salonunda öğle yemeği yedik. Yemek açık büfe şeklinde ve zengin bir menüydü.
Yemek sonrasında Kasuga Taisha Tapınağı ziyareti yaptık. Kasuga Taisha Tapınağı Nara’nın en kutsal tapınağı ve şehrin başkent olması ile aynı zamanda yapılmış. Bir Şinto Tapınağı olan bu tapınağın gözetmeni Fujiwara Klanı. Bu Klan, özellikle Heian ve Nara dönemlerinde, Japonya’nın en güçlü olan klanı. Bu tapınak yüzyıllar boyunca her 20 yılda bir yeniden yapılmış ve bu gelenek Edo Dönemi ile son bulmuş.
Tapınak, içinde bulunan taş ve bronz fenerlerle meşhur. Yüzlerce fener, yol boyu göze çarpıyor. Bu fenerler, erken Şubat ve Ağustos ortalarında olmak üzere, yılda sadece 2 kez “fener festivallerinde” yakılırmış.
Tapınağın kendisinden daha çok bahçesi etkiledi beni . Tapınağı geçip yol boyu iki taraflı fenerlerin dizili olduğu bahçede kısada olsa mutlaka bir yürüyüş yapın. Mabedin ana binasından bahçeye giden merdivenleri inip ileri de gözüken küçük mabede gidince sağda kocaman bir kafur ağacı var. Bu ağaç bahçedeki en yaşlı ağaçlardan bir tanes. Bahçede ve tapınağın avlusunda salkım söğütler göze çarpıyor. Biz oradayken henüz açmamışlardı. Ancak eminim ki açtığı zaman müthiş bir görüntüsü olur buranın. Bahçenin bir bölümü botanik bahçesi ve içinde 250 çeşit bitki varmış.
Kasuga Taisha Tapınağı civarında 12 adet küçük mabet daha var. Kasuga Taisha Tapınağına ait olan ve arkasındaki dağın sırtlarına doğru yükselen çok eski bir ormanlık alan var (Kasuga Tarihi Ormanı). Ama burası halkın ziyaretine kapalı.
Kasuga Taisha Mabedi gezisi sonrasında yürüyerek Nara Parka doğru gittik. Nara Park şehrin merkezinde bulunuyor. Tarihi 1880 yılına kadar giden Nara Park, Todaiji, Kasuga Taisha, Kofukuji Tapınakları ve Nara Ulusal Müzesi gibi önemli yerleri içinde barındırıyor.
Bu parkın bir diğer özelliği park içinde özgürce gezen yüzlerce geyiğin olması. Geyiklerin yediği özel bir yiyecek, yuvarlak bir kraker, satılıyor. Onlarla geyikleri besleyebiliyorsunuz. Geyik fotoğrafı çekeceğim diye dağ taş gezmeye giderken, burada ellerimle 10-15 geyiği beslemek ve soluk alıp verişlerini parmaklarımın ucunda hissetmek ne hoş bir duyguydu tahmin edemezsiniz. Geyik Şinto inancında Tanrıların habercisi konumunda. Nara’da bu parkta özgürce dolaşan 1200 kadar geyik, şehrin sembolü ve doğal hazine olarak kabul görüyor. Geyikler inanılmaz derecede evcil duruyorlar ama beslenme sırasında gerek kendi aralarında yaptıkları yiyecek kapma yarışından, gerekse de beslenirken aceleci olmalarından zaman zaman agresif olabiliyorlar. Yani sonuçta bir ev kedisi değil, bir vahşi geyikle karşı karşıya olduğunuzu akıldan çıkartmayın derim. Bu parkta bir taraftan etrafta dolaşan geyikler ve bir taraftan artık çiçeklerini dökmeye başlamış olan kiraz ağaçları ve yerlere dağılmış pembe renkli çiçek yapraklarından yerde oluşan örtü, çok güzel bir ortam oluşturuyor.
Bu parkın içinden yürüyerek Todaiji Tapınağı’na geldik. Todaiji Tapınağı (“Büyük Doğu Tapınağı”) Japonya’nın en ünlü , tarihsel olarak en önemli tapınaklarından birisi. Nara kentinin de simgesi durumunda. 752 yılında inşa edilen ve tüm Budist Tapınakların başı olan bu tapınak öylesine güçlenmiş ki, bu etkiden kurtulmak isteyen idari güç yukarı da bahsedildiği gibi başkentin 784 yılında Nagaoka’ya taşınmasına neden olmuş.
Tapınağa Nara Park içerisinden giriyorsunuz ve geyikler “shika senbei” denen geyik krakerlerini kapmak için etrafta dolaşıp duruyorlar. Tapınağa girişte çok geniş ve tahta sütunlardan yapılma bir kapı (Nandaimon Kapısı) ile karşılaşıyorsunuz.
Kapının iki yan tarafında, iki korkunç bakışlı heykel yer alıyor. Tapınağın muhafız krallarını simgeleyen bu heykeller, kapının kendisi gibi ulusal hazineler arasında yer alıyor.
Bu kapı sonrası bir başka avluyu ve kapıyı geçip tapınağın ana binasına geliyorsunuz. Şu an ziyaret ettiğimiz 1692 yılı yeniden yapımı olan Todaiji Tapınağı (Daibutsuden-Büyük Budha Salonu) orijinal tapınak binasının sadece üçte ikisi büyüklüğünde olmasına rağmen dünyanın en geniş tahta binası olma özelliği taşıyor.
Binada 15 metre uzunluğu ile Japonya’nın en uzun bronz Budha heykeli var. Bu tapınakta başka ilgi çekici bölüm ise Daibutsu’nun (Budha Heykeli) burun deliği büyüklüğü ile aynı genişlikte bir deliğin ortasında bulunduğu tahta bir sütun.
Budist inanışına göre bu delik içinden sürünerek geçebilenin sonraki yaşamında aydınlanması garantiye alınmış oluyormuş.
Bu tapınak gezisi sonrasında tapınak dışına çıkıp hemen arkasında bulunan yolu takip ederek Nara Park içini gezmeye devam ettim. Parkın bu bölümü olağanüstü güzeldi.Bu alanda daha az kalabalık çeken ama bence geyikler, sakuralar içinde daha mistik gözüken küçük tapınaklar da vardı. Bu bölüm daha sakin ve daha doğaldı. Etrafta geyikler, yerlere düşmüş sakura çiçekleri çok güzel kareler verdiler.
Bu gezi sonrasında Nara Şehrini terk ettik. Otobüse doluşup Kyoto yolu üstünde Uji Şehrinde çay seremonisi izlemeye gittik. Uji, Kyoto yakınında, kuruluş tarihi pek de eski olmayan, bir küçük kent. Uji kaliteli yeşil çay üretimi ile ün kazanmış. Şogun Ashikaga Yoshimitsu (1358–1408) ilk olarak Uji bölgesinde yeşil çay üretimini teşvik etmiş. İşte Uji Şehri de o zamandan beri yüksek kaliteli yeşil çayın merkezi olmuş.
Japonya’da çay içimi bizdeki gibi “çek bir çay abime!” olayı değil. Çayın yani O-cha (yeşil çay)’nın Japon kültüründeki yeri çok farklı. Japonya’da çay içmenin kendine has bir kültürü ve ritüeli var. Japonya’da çay törenleri çok ince detayları bulunan bir sanat dalı. Japon çay seremonisine verilen isim Cha-no-yu. Çay seremonisi dediğimizde, Zen Budizmi’nin etkisi ile yeşil çay tozunun bazı geleneksel kurallar bütünü içinde hazırlanıp, çay halinde servis edilip, bu çayın içilmesini anlıyoruz. Misafirlerin ve çayı sunanın her hareketinin bir adabı var. Cha-no-yu, bire bir Türkçeye çevrilirse, “çay için sıcak su”; sadō ve chadō ise “çay yolu/sanatı” anlamında. Çay sunumu öyle sıradan bir iş değil, bunun için özel yetiştirilmek gerekiyor. Hatta bu işin okulu var.
Biz Uji’de Taiho-An adlı bir çay evine gittik. Aslında eskiden çay içmek için, evlerden uzak, yeşillikler içinde çay evleri (Chasitsu) varmış. Burası da o tür bir ev sayılabilir. Kimonoları içinde bayanlar bizi girişte saygı ile eğilerek karşıladılar. Hemen tüm kapalı mekanlarda olduğu gibi ayakkabılarımızı çıkarıp içeri girdik. Odamız küçük sayılabilecek, sade bir oda. Hemen yan tarafta sürme kapılı bir mutfak var. Hepimiz yarım daire biçiminde bağdaş kurup oturduk. Karşımızda ise çay seremonisinde kullanılacak aletler duruyor. Bu aletler çay kaselerini temizlemek için kullanılan beyaz keten bez, çay kaşıklarını temizlemek için kullanılan ipek bez, sapının ortasında bir yumru olan bambu kepçe, çay kasesi (Chavan deniyor), çay kepçesi, çay karıştırmada kullanılan bambu süpürge (Chasen deniyor) ve üzerinde bir küçük kazan içinde suyun kaynadığı bir ısıtma cihazı.
Çay hazırlayacak olan bayan çok narin hareketlerle oturup çayı hazırlamaya başladı. Önce kaşıklar ve kaseler silindi. Sonra çok yavaş hareketlerle sıcak suyun kaynağı küçük kazanın kapağını kaldıracağı keten bez katlandı. Daha sonra da kazandan kepçe ile alınan su kaseye kondu ve içine toz halinde yeşil çay katılıp bambu fırça ile dakikalarca karıştırıldı. Bu arada bizlere küçük parçalar halinde tatlı ikram eden bir bayan içeriye girip servisini yaptı. Çayın yanında bu tür bir ikram oluyormuş. Çay hazırlama faslı bitince de kaselere konulan çay bizlere ikram edildi. Çay sunulan misafir kaseyi eline alınca saat yönünde iki kez çevirip ondan sonra içiyor. Ben şahsen yeşil çayı pek sevmem. Ama sunulan çayın aroması güzeldi. Çayın hazırlanışı, bu hazırlanışı izlemesi ve çayın içilmesi ile çay seremonisinin bir tür meditasyon olduğunun kabul edilmesi gerekir ve bu seremoniyi izlemek keyifliydi. Ancak Anadolu topraklarının insanı olarak söylemem gerekir ki; “çek bir çay, demli olsun”.
Bu seremoni sonrasında Kyoto’ya döndük. Günün kalanında Kyoto istasyonu altındaki alışveriş mağazalarında alışverişler yapıldı. Akşam yemeği ise batı tarzı menü sunan bir restorandaydı.
Evet Sevgili Dostlar…Kyoto ve çevresini sevdim. Burada gezilmesi gereken bazı yerler eksik kaldı. Bir daha Japonya’ya gidilirse merkez Kyoto olacak gibi.
Şimdilik Gezekalın…
Dr Ümit Kuru
18.05.2016 Saat 00:02