Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI: Nakş i Cihan Meydanı/İsfahan

Nakş i Cihan, Şah Meydanı ya da 1979’dan sonraki ismi ile İmam Meydanı, İsfahan’ın en önemli gezi yeridir. Ben en çok Nakş i Cihan adını sevdiğimden, bundan sonra da bu şekilde anlatacağım. “Dünyanın Süsü-İmgesi” anlamında Nakş i Cihan adı buraya ne kadar da yakışıyor.

Burası I. Şah Abbas’ın 1598 ile 1629 tarihleri arasında yaptırdığı bir meydan. Tabii ki meydanın gelişimi sadece Şah Abbas’la kalmamış, ondan sonra gelen ardılları da meydana hep bir şeyler eklemiş. 560 metreye, 160 metre boyutları ile dünyanın en büyük meydanları arasında ikinci sırada bulunan Nakş i Cihan, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi arasında yer alıyor.

1598’de Şah Abbas Pers İmparatorluğunun başkentini, daha güvenli ve uygun bir yer olduğunu düşünerek, Kazvin’den İsfahan’a taşımaya karar veriyor. İsfahan’ın hem yeni başkent rolüne yakışır hale gelmesini sağlayacak ve hem de ulusal etkinliklerin düzenleneceği bir yer yaratmak için Nakş-i Cihan Meydanı gibi devasa bir komplekse ihtiyaç duyulmuş. Bizim Mimar Sinan’ın, Safevi Devletinde karşılığı olan baş mimar Şeyh Bahai projenin başına getirilmiş ve onun önderliğinde de çalışmalar başlamış. Şeyh Bahai çok değerli bir bilim insanı. Astronomi, mimarlık, felsefe, matematik, edebiyat gibi bilimler yanında, dini ilimlerle de ilgili, dolu dolu bir insan. UNESCO, 2009 yılını “Astronomi ve Şeyh Bahai yılı olarak ilan etmiş.

Şah Abbas’ın devletin yönetimini ve gelirlerini bir merkezde toplama gibi bir politikasının olduğundan önceki yazılarda bahsetmiştim. Ana fikir bu olunca iktidarın tüm bileşenlerinin varlığı bu meydana yansıtılmış. Şah (İmam) Cami din adamlarının gücünü, Kapalı Çarşı tüccarların gücünü ve Ali Kapı (Kapu) Sarayı Şah’ın gücünü, Şeyh Lütfullah Medresesi ise medreseyi temsil ediyor. Tüm bunların hepsi de bir büyük meydanın dört bir yanına yerleşecek şekilde düşünülmüş. Dükkanlar, Safevi döneminin mimari tarzını yansıtan şekilde iki katlı planlanmış. Ortadaki geniş alanda normal zamanda çok canlı bir ticaret yapılırken, bazı zamanlarda alan boşaltılır ve polo müsabakaları, nevruz kutlamaları olurmuş.

Bu meydan kesinlikle bir tam gün geziyi hak eden bir yer. Hatta “her dükkana bakayım, alışveriş yapayım rahat rahat gezeyim, geceleri de fotoğraf alayım” derseniz 2 tam gününüz burada geçebilir. Meydana yürüme mesafesinde Tarihi Şah Hamamı, Çehel (Chehel) Sütun Sarayı ve Heşt Beşt (Hasht Behesht) Sarayı bulunuyor . Yine yürüme mesafesinde Si-o-Se Köprüsü var.

Ben de anlatımı Çehel (Chehel) Sütun Sarayı’ndan başlayarak Nakş i Cihan Meydanı’na gelecek şekilde yapsam uygun olacaktır. Çehel Sütun adını 40 sütundan alıyor. Bu sütunlardan 20 tanesi sarayın önünde bulunan selvi ağacından yapılma sütun, 20 tanesi ise bu sütunların suya yansımalarından oluşuyor. Bu bahçe UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde yer alan 9 tane Pers Bahçesinin arasında yer alıyor. Bu bahçe Şah Abbas’ın büyük bir saray ve botanik bahçeleri yapma projeleri arasında yer alıyor. Ama bu bahçelerden sadece Çehel Sütun ve Hasht Behesht Sarayı tamamlanabilmiş. Yapımına 1588’de başlanıyor ama tamamlanması 1647’leri bulmuş. Klasik İran tarzı yanında Avrupa ve Çin saraylarından da esinlenmeler var.

Büyük bir havuzun sonunda, bir parkın ortasında yer alan saray Şah Abbas tarafından, şahın eğlencesi ve kabul törenlerinde kullanılmak amacıyla yaptırılmış. I. Şah Abbas ve ardılları mevki sahibi kişileri ve elçileri bu sarayda, ya sarayın terasında ya da kabul salonlarında kabul etmişler.

Sütunlardan sonra aynalı salon karşınıza çıkıyor. Küçük ayna parçalarını yan yana getirerek hem derinlik ve hem de ışıklı bir ortam yaratmışlar.

Bu sarayın içi gerçekten muhteşem. Dört bir yanda bulunan duvarlarda fresklerle önemli olaylar anlatılmış. Bunlar arasında Osmanlı ile yapılan 1514 Çaldıran Savaşı da bulunuyor.

1514 Çaldıran Savaşı

Özbeklerle savaşlar, Özbek Şahının kabulü, Hintlilerle savaş gibi bazı başka tarihsel önemli olaylar çizilmiş. Kaçar döneminden de bir fresk mevcut. Her bir tanesinde ince ince ayrıntılar var. Zamanında seramik üzerine işlenmiş tablolar da varmış ama bugün dünyanın çeşitli ülkelerine kaçırılmış ve koleksiyonlarda yer alıyorlar. Tavanların süslemeleri ise ayrı bir sanat eseri.

1669 yılında Şah Abbas’ın ardıllarından olan Süleyman Şah tarafından inşa ettirilmiş Heşt Beşt (Hasht Behesht) Sarayı, bugün pek anlaşılmasa da, zamanında “Dünyanın en güzel sarayı” olarak anılmış. Hasht Behesht kelimesi Farsçada “Sekiz Cennet” anlamına geliyor (gerçi bir başka kaynak aynı kelime için “Cennete giriş anlamındadır” diye yazıyor. Sonuçta ortak olan, “cennet” benzetmesi). Hasht Behesht Sarayı sekizgen köşeli bir bina. Biz ancak dışarıdan ziyaret edebildik. Bahçesi o kadar bakımlı halde değil.

Sonrasında güzel bir park içinden, büstlerin arasından geçerek Nakş i Cihan’a geliyorsunuz. Alana girer girmez kendinizi farklı bir ortamda hissedeceksiniz.

Alanın güney tarafında, tüm alanla birlikte, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesinde bulunan ve İran’ın İslam dönemi Pers mimarisinin başyapıtı sayılan Şah Camisini göreceksiniz. Yapımına Şah Abbas 20 yaşında iken, 1611’de, başlanmış. Şah yaşıyorken bir an evvel bitmesi için baskı yaptığı bu eser ancak onun ölümünden birkaç ay sonra 1629’da tamamlanmış.

Caminin ana giriş kapısı meydana bakıyorken, hizası Mekke yönünde değil. Tüm alan projesinin başında olan Şeyh Bahai, hem muhteşem kapının ve hem de cami kubbesinin herkes tarafından rahatça görebilmesi amacıyla ikisini belli bir açı içinde inşa etmiş. Bu deha sayesinde özellikle Ali Kapu terasından Şah Camisine bakınca hem ana kapıyı ve hem de minareler ve kubbeyi rahatça görebiliyorsunuz. Ana kapıdan girdikten sonra camiye ulaşmak için sağa dönüş yapmanız lazım. Şeyh Bahai’nin vizyonu, meydanın neresinden olunursa olunsun caminin görünür olmasını sağlamış. Caminin mimarı ise Ali Ekber İsfahani.

Caminin meydana bakan 27 metre yüksekliğinde, yarım ay şeklinde olan eyvanı büyüleyici. Yedi renkli mozaik karoları ve kaligrafik yazıtlarla süslü. Eyvanın her iki tarafında 42 metre yüksekliğinde iki adet minare var.

Meydana bakan eyvandan giriş yapınca ortada küçük bir havuzu olan bir avluya çıkılıyor. Burada da iki adet güzel eyvan görülüyor. Yine çift minareli eyvanlardan bir tanesi İsfahan’ın en büyük kubbeli camisine girişi sağlıyor. Diğer eyvan ise üstünde “edikül” denen, çatılı çardak mimari yapısı ile ayırt ediliyor.

İran’da minarelerden ezan okunması uygun görülmüyor. Bunun yerine bu çardaklardan müezzin cemaati namaza çağırıyor.

Çifte minareli kubbeli kısımda, kubbenin altındaki merkezi noktada, öyle bir akustik özellik yaratılmış ki ses her taraftan yankılanabiliyor. İmam’ın alçak bir sesle konuşmasında bile konuşulanlar herkes tarafından net bir şekilde duyulabiliyor. Cami içinde bulunan büyük mermer kabın içinde zamanında su veya limonata bulunurmuş. Böylece cemaat isterse buradan su veya limonata içermiş.

Kubbe çift katlı ve 53 metre yükseklikte. Kubbe içten olduğu gibi dıştan da çinilerle kaplı. Bu eyvanın iki tarafında tonozlu yapılarla kış camileri var. Bu kısımlar olduğu gibi çinilerle kaplı. Bu cami öncesinde çiniler küçük parçaların yan yana getirilmesi ile döşenirmiş. Zor, zahmetli ve pahalı bir iş yani. Ama bu camide tek bir çini karoya yapılmış 7 renk içeren çiniler kullanılmış. Bu da hem caminin masrafını düşürmüş ve hem de inşaatın hızlanmasına neden olmuş. Yine de İmam Lütfullah Camisinin çinileri ve işçiliği daha kıymetli olarak görülüyor.

Şah Cami gezisi sonrasında alanın meydana bakan doğu köşesinde Şeyh Lütfullah Cami gezimizi yaptık. Bu cami saray halkına özel olarak yapılmış. Sarayın diğer alt tabakası Şah Camisini kullanırlarken, Şah Abbas’ın kayınpederinin ismini taşıyan Şeyh Lütfullah Camisini Şah Abbas ve yakınları kullanmış. Yapımı 1602-1618 yıllarına tarihleniyor.

Şah Abbas ve sarayın kadınları, meydandan geçip camiye açıktan geçmesinler diye Ali Kapu Sarayı’ndan camiye kadar tünelden bir yol yapılmış. Bu cami de meydana bakan, minaresiz eyvanlı tek giriş kapısına sahip. Ama yönü kıbleye uydurmak için kapalı bir koridor eklenerek, kıbleye bakar hale getirilmiş.

Şah Cami ile karşılaştırıldığında, Şeyh Lütfullah Cami’nin tasarımı oldukça basit. Avlusu ve iç eyvanları yok. Yapı, kare planlı bir oda üzerine oturan basık bir kubbeden oluşmakta. Ancak bu caminin sade yapısının aksine, Caminin kubbesinin iç kısmı ise çok güzel.

Kubbeye yapılmış eş merkezli halkaların boyutu ve motifler, merkeze yaklaştıkça parlaklığın arttığı izlenimini yaratmak için küçültülmüş. Böylece, baktığınız zaman parlaklık ortada toplanıyor. Bir de ışığın açısına göre sanki tavus kuşu şekli gibi şekil oluşuyor.

Bu caminin iyi bir restorasyonu 1930’larda Şah Rıza Pehlevi zamanında yaptırılmış. Pehlevi dönemi de bence İran için önemli. Onu da Tahran’ı yazarken anlatmak gerekecek.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru