
Bugünkü yazıma bir şiirle başlamak isterim.
Şiirin sahibi Besalet Alkaya.
Çağımın delisiyim ben
Savrulur dururum
Bir uçtan bir uca
Orta karar yok benim
defterimde
Belki yüz
Belki bin
Belki de on bin yıl sonra
Çare bulunur dertlerime
Düşmanlığım sadece
Ayaklarımdaki
Ve beynimdeki zincirlere
Yukarıdaki fotoğrafta otururken gördüğünüz Besalet Alkaya, emekli edebiyat öğretmeni. Kendisini İç Karya yürüyüşümüzün ikinci gününde, Karyalılar için kutsal bir alan olan Labranda’yı gezerken tanıdık.

Antik kent gezimizi tamamlayıp, müze bekçisi Ersin Bey’in sunduğu çayları yudumlarken sevgili Reyhan’ın ortama uygun şiir okuyacağı tuttu. O güzel sesi ile hakkını vererek şiirini okurken, sandalyesinde oturan bir beyefendinin kulak kabarttığını fark ettim. Belli, sohbete katılmak istiyor ama kibarlığından davet bekliyor hissine kapıldım. İlk adımı ben attım ve “selam” deyivermiş oldum. Sonrası da çorap söküğü gibi geldi tabii ki. O zaman tanıttı kendisini, o zaman öğrendik edebiyat öğretmeni olduğunu. İstanbul, Ankara, İzmir derken bir tercih yapmış, gelivermiş Milas’a. Ortamını, insanını, sakinliğini, yeşilini, börtü, böcek ve hayvanını sevince de yerleşmiş buralara. “Madem edebiyat öğretmenisiniz, bir şiir de sizden dinlemek isteriz” dedim. Yukarıdaki kendi yazdığı ve “kendimi anlatayım” diyerek başladığı ilk şiirini okuyuverdi. O ortam içinde, o güzel sesi ile bir şiirle de bırakmadık tabii ki kendisini. Program sarktı ama gezimizin adı üstünde; Tembellik hakkı saklı gezi. Günün ilk tembellik hakkını şiir dinletisi için Labranda’da kullandık.

Günümüz insanları gelişmiş mimari bilgileri ve çağa uygun iş makinaları sayesinde dağları delip, denizlerin altından geçip tüneller yapabiliyorlar. Kilometrelerce uzunlukta köprüleri denizler üstüne inşa edebiliyorlar. Ama bundan binlerce yıl öncesinde yaşamış olan insanlar yollarını o dönem şartlarında, doğanın kendilerine izin verdiği ölçülerde yapabiliyorlardı. O zamanın otobanları yol kenarlarına hedefi ve mesafeleri gösteren mil taşları yerleştirilmiş, blok taş döşeli yollardı.

İhtiyaç halinde bugün bile yöre insanları bu yolları kullanıyorlar. Günümüzde bu yolların diğer kullananları, bizim gibi kültür rotası yolcuları. Sizlerle İç Karya gezisi yazımın son bölümünde yürüdüğümüz 4 rota üzerine paylaşımlarda bulunacağım

1-Sarıkaya Köyü-Gökseki Köyü-Ketendere Köyü-Çomakdağ/Kızılağaç Köyü Rotası (8,5 km)
Doğası ve yol üstü güzel köyleri ile harika bir rota olmasına rağmen gezimizin ilk günü için yorucu bir tercihti. İstanbul’dan sabahın çok erken saatlerinde yola çıkmak zorunda olduğumuzdan güne zaten yorgun başlamıştık. İnişli çıkışlı yol yapısı nedeniyle 8.5 km’lik mesafeyi, 12,5 km gibi hissettik. Yani size vermek istediğim mesaj rotaların tabela üstünde yazan kilometresi ile hissedilen kilometresi farklı olabiliyor. Alttaki link takip ettiğimiz rotanın yaklaşık koordinatlarıdır. (https://tr.wikiloc.com/gezi-yuruyus-rotalari/trekinturkey-karia-yolu-sarikaya-comakdag-hiking-16-3-2019-34187226 )


Yürüyüşe Sarıkaya Köyünden başladık. Ülkemizde bulunan diğer uzun yürüyüş rotaları gibi, uluslararası tarzda, kırmızı-beyaz renkleri içeren ve yolun takibini ve yönlendirmeyi sağlayan işaretleri takip ede ede yol aldık. İşaretlere dikkat etmeniz gerekiyor. Standartta işaretlemeler zorlu yollarda daha sık aralıklarla, kolay yollarda ise 200 metre aralıklarla yerleştiriliyormuş. İşaretler genelde taşlar, bazen de ağaçlar üzerinde bulunuyor.
Sarıkaya Köyü ile Gökseki Köyü arası doğa çok güzel. Çiçek ve yol fotoğrafları çeke çeke Gökseki ve Ketendere Köylerini geçtik. Bu köylerdeki taş evler, bugüne kadar gördüğüm taş evlerden farklıydılar. Özellikle de evlerin bacaları çok değişik görünüyor.
Yolun sonunda Çomakdağ‘a vardık. Çomakdağ halkı yürüyüşçülere alışık. Köy meydanındaki bakkalın önüne konan masa ve sandalyelere oturup otlu gözlemelerimizi yedik. Reyhan’ın önceden ayarlaması sayesinde köyün içindeki bir evi gezme, bu güzel taş evleri yakından tanıma şansını yakaladık. Evin sahibesi bir zamanlar bu tek göz oda içinde 7 kişi yaşadıklarını anlattı. Odanın içinde tahtalar üzerine kök boyalarla yapılan her bir çizimin anlamı varmış. Kapılar ve pencereler üzerine çok estetik ve figüratif şekiller yapılmış. Ev sahibesi gezi için ücret talep etmiyor ama bizler satış yaptıkları objelerden satın almayı ihmal etmedik.
2-Labranda-İlamet Köyü-Kargıcak Köyü Rotası (7 km)
İkinci günkü yürüyüş rotamıza Karyalılar için kutsal alan olan Labranda‘yı (ya da Laburanda) gezerek başladık.
Mutlaka burada rahipler ve aileleri ile hizmetliler yaşıyordur ama civarda yapılan kazılarda yerleşim yeri bulunamamış. Yani Karyalılar için Labraunda sadece kutsal bir alanmış. İnsanlar buraya Milastan başlayan ve 14 km uzunluğunda olan 8 metre genişlikte taş döşeli yolu yürüyerek ya da at sırtında geliyorlarmış. Labranda’nın kutsal alan sayılması hemen yukarısındaki dikkat çekici bir kayaya dayandırılıyor. Bu kaya adeta bir yıldırım çarpmasıyla ikiye yarılmış gibi ayrık duruyor. O dönem insanlarınca bu kayanın, gök tanrısının ikamet yeri olduğuna inanılırmış.


Yarık kayanın yanında bir anıt mezar var. Kime ait olduğu belli değil. Bu yarık kayanın tam altında bir pınar kaynıyor ve buradan hala su geliyor. Antik çağda buraya bir çeşme yapıldığı düşünülüyor. Su kaynağı ve tapınak terasının hemen üzerindeki büyük kaya Tanrı Zeus Labraundos için kutsak sayılmış ve bu alanda ilk tapınak M.Ö. 6. yy’da yapılmış. O dönemde sadece kutsal alanda küçük bir tapınağa sahip bir teras ve çınar ağaçlarından oluşan bir koruluk bulunuyormuş M.Ö. 4’üncü yüzyıl ortalarında Karia Satrapı Kral Maussollos Labranda’yı ailesi için kutsal alan haline getirmiş. O ve kardeşi Idreieus Zeus Tapınağı, iki büyük Andron (dinsel yemek salonları) ve başka yapılarla alanı genişletmiş. Bu kutsal alanın en önemli olayı, muhtemelen arka arkaya beş gün süren ve Zeus’a kurbanlar sunulan şenliklermiş. Bu şenliklerde Zeus’a kurbanlar sunulup, Andron denen büyük salonlarda ileri gelenler için ziyafetler çekerlermiş.

Labranda Kutsal Alanı gezimiz sonrasında günlük Karya Rotası yürüyüşümüze başladık. İyi dinlendiğimiz bir gecenin ardından, yokuş aşağı giden yürüyüş yolu sayesinde, düne göre çok rahat bir rotaydı. Yani tabela kilometresi ile hissedilen kilometre aynıydı. İlamet Köyünde “merhaba” dediğimiz ve tarlalarında çalışan yöre insanlarının kahvelerini içmek de nasip oldu.
Yürüyüş Kargıcak Köyünde tamamlandı. Kargıcak büyük sayılabilecek bir köy. Buradaki taş evlerin sayısı daha çok. Kargıcak’da daracık sokaklar ve taş evler arasında gezmeyi sakın ihmal etmeyin.

(İzlediğimiz yaklaşık rotanın linki https://tr.wikiloc.com/gezi-yuruyus-rotalari/trekinturkey-karia-yolu-labranda-kargicak-hiking-33464569 )

3-Karahayıt Köyü-Yediler Manastırı-Gölyaka/Bafa Gölü Rotası (5.8 km)
Karahayıt Köyüne giderken yolumuz üzerinde olduğundan, Milas’a 12 km uzaklıktaki Euromos Antik Kenti‘ni gezerek güne başlamış olduk. Bu kentte bulunan Zeus’a adanmış tapınak, Anadolu’da en iyi korunmuş tapınak olarak kabul ediliyor.

Daha öncekilerde fark etmemiş de olabilirim ama ilk defa buradaki tapınak sütunlarının üstüne kazınmış yazılar görüyorum. Euromos küçük bir alan, burası için kısacık bir zaman ayırmanızı tavsiye ederim. Özellikle amfi tiyatroya çıkan yolda bulunan terastan görünen kuşbakışı tapınak manzarası çok etkileyici.

Yürüdüğümüz en güzel rota olarak bugünkü Karahayıt-Gölyaka/Bafa Gölü rotasını seçtik. Doğanın yeşili göz yakıyor, çiçekler coşmuş ve rengarenkler. Yalancı lavantalar, lavanta tarlasında yürüdüğünüz izlenimi yaratacak kadar yoğunlar.
Yediler Manastırına gelmeden önce Bafa Gölü’ne tepeden bakan, rüzgarın ve yağmurun zamanla şekillendirdiği büyük blok taşların bol olduğu bir düzlüğe geldik. Bafa Gölü tüm güzelliği ile ayaklarımızın altında. Antik çağda adı Maiandros olan Büyük Menderes Nehrinin taşıdığı alüvyonlar körfezi delta haline getirince Bafa Gölü denizden 30 km içeride kalmış. Bu alanda mola vermemizin bir nedeni var. Burada bulunan bir mağara içindeki duvarlarda, 8000 yıl öncesi insanlarından kalma duvar resimlerini göreceğiz.

Dr. Anneliese Peschlow bir Alman arkeolog. 1994 yılında antik Latmos (Beşparmak Dağlarının antik dönemdeki ismi) Heraklia Kentinde araştırmalar yaparken, yöre çobanlarından birisi mağarada gördüğü resimlerden ona bahseder. Dr Peschlow çobanın peşinde mağaraya gidip resimlere bakar ve 8000 yıl öncesine ait mağara duvarlarına çizilmiş boyamaları, dünyaya arkeolojik keşif olarak sunar. Sonrasında Latmos Heraklia Kentinden çok, mağara mağara bu resimlerin diğer örneklerini aramaya başlar. Dr. Peschlow, o günden sonra, içinde 500 insan çiziminin de yer aldığı 160 değişik resim grubu daha bulmuş.

Latmos duvar resimlerinde bireysel insan değil, insan toplulukları, özellikle “aile” kavramı öne çıkartılmış. Kadın-erkek çiftler, çocuklu aileler, çocuğu ile oynayan anneler çizilmiş duvarlara. Biz de Aykut’un rehberliğinde resimlerin bulunduğu bir mağarayı ziyaret ettik. İnsan gerçekten etkileniyor. Erkekler çöpten adam misali ama kadınlar profilden büyük popoları ile betimlenmiş. Ben önce kadın figürlerini tavus kuşuna benzetmiştim. Ama bu yazı için araştırma yapınca bunların kadın betimlemesi olduklarını öğrendim.
O daracık mağara içinde 8000 yıl öncesinden birilerinin yaşadığına, ev olarak gördüğü mağarasının duvarlarına ailesini, hayvanlarını çizdiğine şahit olmak müthiş bir duygu. 8000 yıl öncesinden bize miras bırakılan eserleri daha özenli korumak lazım. Araştırma yaparken gazete haberleri arasında bir tur şirketinin şirket adını, bu resimlerin yanına sprey boya ile yazdıkları haberini okudum. Kahroldum!

Bu Karya rotasındaki diğer bir durak ise Yediler Manastırı. 7. yüzyılda Anadolu’ya gelen rahipler ve keşişler tarafından inşa edilmişler. Düşmanlarından saklanmak için sarp kayalıklar arasında kalan bu coğrafyada manastırlar ve çilehaneler inşa etmiş ve buralarda inzivaya çekilmişler. Oldukça basit bir yapı kompleksi görünümünde.
Manastırın avlusu olan düzlüğün az ilerisinde fresklerin olduğu bir kaya oyuğu var. Yüzlerce yıldır bu kayanın altındaki freskler doğal şartların avantajı ile nemden ve güneşten saklanabilmiş olsa da yer yer insan eli ile zarar görmüş. Freskler en iyi tavanda seçilebiliyor. Hazreti İsa’nın hayatından bazı sahneler var.

Manastırı devam edip kayaların üzerinden kısa bir yürüyüşle tüm manastırı yukarıdan gören bir mevkiye çıktık ve kayalara yayıldık. Reyhan burada bize çok hoş bir ilahi okudu. Bu manzarada, bu ortamda çok güzel geldi.
Manastır avlusunda biraz açlığımızı ve susuzluğumuzu giderip Bafa Gölü kıyısındaki Gölyaka Köyüne doğu yürüyüşümüze devam ettik. Buradan da Kapıkırı Köyüne geçip orada bir pansiyonda konakladık.
(Yürüyüşümüzün yaklaşık rotasının linki https://tr.wikiloc.com/gezi-yuruyus-rotalari/trekinturkey-karia-yolu-karahayit-yediler-manastiri-golyaka-10-02-2018-22556503 )
4-Tekeler Köyü-Alinda Antik Kenti-Karpuzlu Rotası (6.8 km)

Son rotamızın başlangıcı Tekeler Köyüden oldu. Bu yolun benim için en ayırt edici özelliği ise en fazla taş döşeli yol olması. Tekeli Köyünden, Alinda Antik Kentine kadar yine doğanın içinde, zeytin ve çam ağaçları arasından yürüyeceksiniz. Nisan ayı gibi baharın en civcivli ayında giderseniz renk renk çiçekler başınızı döndürecektir.
Yürüyüşümüz sonunda Alinda Antik Kentine geldiğimiz de kente kemerler altından geçerek girdik. Şehrin nekropol denen mezarlık kısmından yürüyüşe devam ettik.

Alinda, Karyalılar döneminden de eski bir kent ama parlak zamanı Hekotomnos’un kızlarından Ada’nın hüküm sürdüğü zamanlara denk geliyor. Aslında Satrap Ada’nın burada bulunmasının nedeni onun için Alinda’nın sürgün yeri olmasından dolayı. Ada’nın kardeşi Piksodaros onu satraplıktan devirip Alinda’ya sürmüş.
Alinda Antik Kentinin tiyatrosunda hissettiğim mistik duygu da beni etkiledi ama buradan en çok aklımda kalan şehrin Agorası olacak. Benim gezdiğim antik kentler arasında bütünlüğü bozulmamış en güzel antik alışveriş yeri, Alinda’nın Agorası oldu. Zamanında 3 katlı olan agora, bugün neredeyse bir bütün halinde duruyor.

En sonunda Karpuzlu‘ya vardık ve meydandaki çay bahçesinde Karya yürüyüşlerimizi tamamladık (Bu yürüyüşümüzün yaklaşık rotası https://tr.wikiloc.com/gezi-yuruyus-rotalari/trekinturkey-karia-yolu-tekeler-alinda-antik-kenti-i-28-1-2021-64698384 ).
Evet sevgili Sanal Gezgin Dostlarım. Bu gezi yazısını, bu gezinin benim için unutulmazlarından olan Besalet Alkaya’nın bir şiiri ile bitirmek çok güzel olacak. Besalet beyin bana yolladığı onlarca güzel şiiri arasından, ruhuma en uygun gelen şiir oldu bu;
Ayaklarım sana teşekkür ederim
Gitmek istediğim yerlere
Hala götürüyorsun beni
Hem de koşar adım
Şikayet etmeden erinmeden
Gözlerim sana da teşekkür ederim
Kulaklarım sana da
Sana da ellerim
Görüyorum hala en saklı gizlileri
Duyuyorum uzaktaki fısıltıları
Ellerim elliyor ellenecekleri
Zihnimi unuturmuyum hiç
Döndürüp dolaştırıp evime getiriyor
Sapkın tezgin kaybolmuyorum hala
Bir yüreğime teşekkür etmiyorum
Zalim çok yoruyor beni
Besalet Alkaya
Gezekalın
Dr Ümit Kuru
15.04.2021 Saat 07:51

Huriye yılmaz
/ Nisan 16, 2021Reyhan antik rotaların maestrosu nitekim. Yine çok güzel fotoğraflar gözlerim şenlendi hocam. Sağlıcakla gezekalınız . PS. Fotolarda Mıthat abiye benzettiğim biri var gibiydi sanki.
gezekalın
/ Nisan 16, 2021Huriye cim Japonya’nın maestrosu:)))
Teşekkürler..
O fotoğraflarda mithat abine benzettiğin Çağlar… mithat ancak japonya ya gelirim diyor :))
Nilgun tuna
/ Kasım 21, 2021Bir solukta okudum,tekrar tekrar okuyacagim,benide bu rotaya gotürünnnn..