Swakopmund, Namibya gezimizin içinde deniz olan kısmıydı. Bundan sonrası ise artık Afrika’nın vahşi hayatına tanıklık etmekle geçecek. Bugün Namibya’nın Damara Bölgesine doğru yaklaşık 400 km sürecek olan yolumuz var. Ondan sonrası ise Etosha Ulusal Parkında safari olacak.
ilk ziyaret yerimiz Skeleton Coast (İskelet Sahili) oldu. İskelet Sahili denince Namibya ve Angola’nın, sırasıyla, Kunene ve Swakop Nehirlerinin arasındaki Atlantik Okyanusu’na bakan Kuzey Doğu ve Güney sahillerini anlıyoruz. Namibya’lı yerliler bu sahile “Tanrının kızgınlıkla yarattıkları topraklar” demişler. Bunun nedeni bu sahillerde bulunan binin üzerinde gemi enkazı. Denizin içindeki kayalık yapılar ve sörf yapanlar için bir cennet olan dev dalgalar nedeni ile 500 km uzunluğundaki bu sahil gemi enkazları ile dolu.
Sahile vuran balina ve fok iskeletleri nedeni ile de bu isim uygun görülmüş olabilir. Yolumuz uzun olunca İskelet Sahilinde hemen ulaşılabilir en kolay gemi enkazına gittik ve bol bol fotoğraf çektik.
Henties Körfezi, Dorob Ulusal Parkı, Khorixas istikametinde epey bir yol aldık. Namibya’nın bu yöndeki yolları çukurlu değil ama stabilize ve yol boyunca toz toprak içinde kalmamak pek mümkün değil. Araç kapalı bir araç olsa bile aracımızın içine toz girdi. Yolunuz üzerinde, yol kenarında bir sürü hediyelik eşya satan yerli halkı göreceksiniz. Tozdan rahatlamak için iyi bir sebeptir, onları es geçmeyin, bol bol mola verin derim.
Brandberg Dağı yolumuz üzerinde. Bu dağ Namibya’nın en yüksek dağı ama benim sizlerle bu ismi paylaşmamın nedeni en yüksek dağ olmasından değil. 2600 metrelik bir dağın yüksekliğinden ne olacak ki?

Kaynak Wikipedia:White Lady
Ama bu dağda bulunan ve bir mağara içindeki granit taşa 2000 yıl önce resmedildiği kabul edilen “Beyaz Kadın-White Lady-” adlı bir resim, bu dağı meşhur kılıyor. Buraya biz gidemedik. Bir yandan bu konuyu çok da dert etmedim. Çünkü bugün gezeceğimiz Twyfelfontein zaten eski Afrikalıların taşa yaptıkları sanatı göreceğimiz UNESCO Dünya Mirası Listesindeki yerlerinden. Gerçi orada göreceklerimiz oyma, White Lady ise taşa yapılan resim ama yapacak bir şey yok. Rehberin söylediğine göre bölgede bulunan fillerde sorun yaratıyormuş. Bu çölde fil ne arıyor dedik rehbere, yanıtı bilindik oldu; Ortama adaptasyon. Etosha’dan buralara kadar gelen bir avuç çılgın fil 1-2 hafta susuzluğa katlanır olmuşlar.
Namibya’nın içlerine girdikçe yollarda ilk vahşi hayvanları da görmeye başladık . Gerçi gördüklerimiz 3 adet deve kuşuydu ama olsun, yine de heyecanlandık.
Namibya yarı değerli taş meraklıları için bir cennet. Yol boyu Darma yerlileri bu taşları koydukları tezgahlarda satıyorlar. Darma yerlileri Namibya etnik grupları içindeki dağlık alanlarda yaşayan insanlar. Bizim gruptan meraklıları alınca, merakım olmadığı halde ben bile aldım birkaç tane taş. Yani artık yeni bir merakım oldu.
Yolda durmak için bahane arıyoruz ya, bir de Herero yerlilerinin tahta oyma ve dokumalarını sattıkları tezgahlarda mola verdik. Herero yerlileri ise hayvancılıkla uğraşan göçebe etnik grup. Bu grubun en önemli ayırt ettirici özellikleri giysileri.
Almanlardan etki ile, adeta gece baloya gidermiş gibi bol ve uzun ama balo ciddiyetine uymayan canlı desen ve renkte elbiseleri, besledikleri sığırlara saygı ve minneti yansıtan ve adeta boynuzu andıran şapkaları ile Hereroları diğer etnik gruplardan ayırt edebiliyorsunuz. Bu grup arasında çıplak ve kiremit renkli boyalı saçları ile bir Himba yerlisi de vardı.
Twyfelfontein kaya oymalarına gitmeden önce yemek ihtiyacımızı giderecek bir yere gittik. Burası aslında konaklama yapabileceğiniz bir yerdi. Kayaların arasında insanın pek kalmak istemeyebileceği bir yeri, yapabildikleri kadar lüks yapmışlar ve ortamın doğasını da hiç bozmamışlar. Zaten Namibya ile ilgili en önemli gözlemim o fakirliğin arasında doğayı bu kadar güzel koruyarak, etrafta çer-çöp olmadan temiz tutmaları oldu.
Twyfelfontein Country Lodge adlı yer bence çok iyi bir seçimdi. Sevgili Aykut ne istediğimizi iyi bildiğinden bu otantik yeri seçmiş, iyi de etmiş. Burada bile binlerce yıl öncesinden seremonik kaya oyma figürleri vardı.
Yemek sonrasında günün en önemli gezi yerine, Twyfelfontein kaya oymalarına ulaştık.
Burada Geç Dönem Taş Devrinde yapıldığı düşünülen kayalara oyulmuş eski Afrika insanlarının eserleri mevcut. Belki o dönemde kayalara yaptıkları oymaları sanat eseri olarak görmediler. Geleceğe aktarmak gibi bir niyetleri de yoktu. Korktukları, avladıkları, taptıkları hayvanları kayalara oydular, mağara duvarlarına resmettiler.
Neden yaptılar bilmem ama 2007 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesinde olan bu yeri tam bir açık hava sanat galerisini gezermiş gibi gezdim. 2000’den fazla yıl önce burada birilerinin yaşadığını düşündüm ve kayalara oydukları zürafa, fil, oriks, gergedan, deve kuşu gibi hayvanları tanıdıkça da çocuklar gibi sevindim. El izleri oymalar ise sanki yapanların imzaları gibiydi. Kıssadan hisse Namibya’ya gelmişseniz burası görülmeden Namibya’dan dönülemez.
Khorixas’ın 50 km Batısında, Namibya’nın bir diğer önemli yeri olan Taşlaşmış Orman gezi yeri var.
Şöyle bir gözlerinizi kapatıp hayal etmenizi istiyorum. Çünkü buraları gezerken olayı canlandırmadan gezerseniz eminim çoğunuz “Ne işim var bu taş topaç arasında” dersiniz.
Dünyada daha kıtalar, bugünkü gibi oluşmamış. Dünyanın tek kıtası -ki buna Pangea deniyor- yeni yeni parçalanmış (yeni yeni derken milyonlarca yıllık süreçten bahsediyorum). Bu büyük parçalardan Güney yarım kürede olanda – ki buna da Gondwana deniyor- buzul çağlarından bir tanesi sona ermiş ve arkasından dünyanın ısınması ile büyük seller yaşanmış. Size bahsettiğim olaylar 280 milyon yıl öncesi. İşte bu seller beraberinde ağaç,taş, kum artık önüne ne kattı ise, her yere olduğu gibi, buralara da taşımış.
Ağaçlar tonlarca ağırlıkta çamur ve taşın altında milyonlarca yıl kalmış. Organik materyal silisik asitle yok olmuş ama bu materyalin yerini artık kuvarts almış. Yani ağacın gövdesi taşlaşmış. Ortaya da bugün gezdiğimiz Taşlaşmış Orman çıkmış. Namibya’daki bu ormanı 1940 yılında iki çiftçi fark etmiş. 1950’de de bölge koruma altına alınmış. Burada bulunan ağaçlar bu bölgede binlerce yıldır yetişmeyen ağaçlar. Bazı ağaç fosillerinin boyu 45 metreyi buluyor. Bu benim ilk taşlaşmış orman gezdiğim yer değil. Bir tanesini de Midilli Adasında gezmiştim. O zaman daha da fazla etkilenmiştim.
Evet sevgili Sanal Gezginler, bir gün daha bitti. Bir gün, milyarlarca yıllık devam eden süreçte ne kadar komik kalıyor. Bir günü anlatırken milyonlarca yıl önceki selleri, binlerce yıl önce bölgede yaşamış insanları satırlara dökmek ne kadar kolay geldi şu an bana.
Hayat kısacık ve galiba makro düşüncede çok da anlamsız.
Yani demem o ki Gezekalın ve Hoşcakalın…
Dr Ümit Kuru
12.09.2018 Saat 02:24
binnur
/ Eylül 12, 2018yazı harika manken ondanda güzel:) ellerine sağlık.