Dün geceyi Agrigento’da geçirdik. Sabah erken saatte aldığımız kahvaltı sonrasında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içinde yer alan Agrigento Antik Şehrinde Tapınaklar Vadisi ( Valle Dei Templi) gezisi yapmak için yollara düştük.
“Hypsas” ve “Akragas” adlı akarsular arasında bulunan ve antik bir Yunan şehri olan Agrigento MÖ 580 yılları civarında bir plato üzerinde kurulmuş. Bu şehrin ilk adı Akragas. En parlak zamanında şehrin nüfusu 200000’leri bulmuş. Bugün gezeceğimiz antik şehir kalıntısının çoğu arkeolojik olarak kazılmamakla beraber, gün yüzüne çıkarılan kısmı bile büyük bir alanı kaplamakta. “Valle dei Templi (Tapınaklar Vadisi)”, antik şehrin güneyinde bulunan bir kutsal bölge. M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda yapılan 7 “Dorik” sütunlu anıtsal antik Grek-Roma tapınağına ev sahipliği yapıyor. Benim gördüğüm Roma-Yunan Tapınakları arasında en güzelleri bu vadideydi.
Otobüsümüz bizi vadinin kuzey kısmında, Porta di Gela kapısında bıraktı. Hedefimiz buradan aşağıya doğru yürüyüp tapınakları gezmek. Girişten sonra karşımıza çıkan ilk tapınak Tempio di Giunone (Juno Tapınağı) oldu. Juno bir Roma Tanrısı ve Yunan Mitolojik Tanrısı Hera’nın karşılığı oluyor. MÖ 450 yılları civarında yapılmış Dorik tarzda bir tapınak.
Bu tapınaktan sonra aşağıya doğru yürüyünce karşımıza Nekropolis çıkıyor. Romalılar Pagan dininden Hıristiyanlığa geçerken bu tarz mezarlar yapmışlar. Bir ark içine yapılan girintilere mezarlarını yerleştirmişler. Bunlara Arcosolio adı veriliyor. Buradan hem Agrigento’nun panoromik manzarasını seyretmek çok güzeldi ve hem de baharın renk renk çiçekleri hemen yanı başımızdaydı.
Bu alanı geçtikten sonra bugüne kadar gördüğüm en güzel tapınağa geldik; Concordia Tapınağı. Ön ve arkada 6 sütun , yanlarda ise 13 sütun bulunuyor. MÖ 430 yıllarında yapıldığı düşünülen ve Dorik tarzda yapılmış Yunan tapınakları arasında en iyi korunanı bu tapınak. UNESCO’nun amblemi de bu tapınaktan esinlenmiş. Muhteşemdi gerçekten. Dakikalarca bu tapınak önünden ayrılamadık. Önünde, yanında çocuklar gibi zıpladık durduk..
Bu alandan da ayrılıp aşağıya doğru giderken yeşil alanda otlayan garip bir keçi türü gördük. Meğerse Helezonvari boynuzları ile Agrigento’ya özel bir keçi türü olan Capra girgentana ile karşılaşmışız .
Daha sonra bu vadinin 6. yüzyılda yapılmış en eski tapınağı olan Herkül (Tempio di Ercole) ve belki de hiç tamamlanamamış çatısı ile en büyük tapınağı olan Zeus Tapınaklarını (Tempio di Giove Olimpico) gezdik. Zeus Tapınağı Kartacalılara karşı elde edilen zafer sonrasında MÖ 480 yıllarında yapılmış. Depremde büyük zarar görmüş. Bu tapınağı benzersiz kılan ise orjinali müzede ama bir kopyası alanda olan Telamon denen kolon taşıyıcı dev heykellerin varlığı. Agrigento Tapınaklar Vadisi kaçırılmaması gereken bir yer.
Agrigento gezimiz sonrasında UNESCO Dünya Mirası Listesi içinde olan bir başka yere, 150 km ötedeki Noto’ya doğru yola çıktık. Bu yolculuk yaklaşık olarak 2.5 saat sürdü.
Antik Noto Şehri MÖ 3. yüzyılda kurulmuş. 1693 Yılında büyük bir depremle şehir tamamen yıkılınca, bu şehrin 10 km ötesine yeniden bir şehir inşa edilmiş. Doğu Batı yönünde birbirlerine paralel ilerleyen 3 ana cadde üzerine planlanmış ve Barok tarzı kireç taşı birbirinden güzel binalar inşa edilmiş. Bu şehrin kendine has bir dokusu var. Sanki her bir bina üzerinde ince ince çalışılmış. Balkonlar, pencereler dantel gibi işlenmiş. Burada 18. yüzyılın erken dönemlerine ait Sicilya Barok tarzı mimarinin en güzel örnekleri var.
Şehire Porta Ferdinande Kapısından girdik. Vittoria Emmanuele Caddesi boyunca yürüdük. 1776 yapımı Noto Kathedrali’nin (Catedrale di San Nicolò di Mira) iç güzelliği, dış güzelliğinin yanında çok sönük kalıyor. Bu Katedralin hemen karşısında ise bugün yönetim binası olarak kullanılan ve Noto Şehri yeniden inşa edilirken yapılan binaların bir kısmını yapan Sicilyalı mimar Vincenzo Sinatra yapımı Ducezio Palace bulunuyor. İsterseniz Katedralin merdivenlerinden bu binayı ya da Ducezio Palace merdivenlerinden katedrali seyredin. ikisi de bir başka keyif veriyor insana.
Villa Dorata Sarayı’nın balkonlarının altındaki taşıyıcı atlasların herbirinde ayrı bir güzellik var. Yürüyerek Piazza XVi Maggio ve buradaki Herkül Çeşmesine kadar gittik. Arkada San Dominico Kilisesi vardı. Aynı yolu yürüyerek buluşma noktamıza döndük.
Siracusa günün son ziyaret alanı ve Noto’dan 40 km kadar uzaklıkta. Şehir Antik Grek çağlarında bile amfi tiyatrosu, kültürü ve mimarisi ile meşhurmuş. Ünlü bilim adamı ve mucit Arşimet’in yaşadığı yerde burası. 2005’te UNESCO Siracusa şehrinin tümünü ve şehir dışında ama Siracusa ili sınırları içinde bulunan “Pantalica Kayalık Mezarlığı”‘nı Dünya Mirası Listesi içine almıştır. Burası ile birlikte bir günde 3 Dünya Mirası Listesi eserini gezmiş oluyoruz. Var mı böyle bir güzellik?
Siracusa’da önce şehrin Arkeolojik Park denen bölümüne gittik. Romalılar tarafından MÖ 212 yılında, 75 yaşında iken öldürülen matemikçi, astronom ve kaşif Arşimed’in mezarı da buralardaymış. Burada Yunan ve Roma Tiyatroları ile eski taş ocağı bulunuyor. Bizim gruptan bir kaç kişi ile hem tiyatro ve hem de Orecchio di Dionisio (Dionysius’un Kulağı) ile meşhur taş ocağı madenini gezmek için bilet aldık. Yunan tiyatrosu kısmı büyük bir hayal kırıklığı oldu. Konser için tiyatronun orjinalliğini bozmuşlar. Roma tiyatrosu ise kapalıydı ve vakit kaybı oldu. Latomia del Paradiso adlı taş ocaklarında gezdiğimiz Dionysius Kulağı denen büyük mağarayı da görmesek çok üzülecektim. Aslında su depolamak için yapılan bu suni mağara 65 metre derinliğe ve 23 metre yüksekliğe sahip. İnsan kulağına benzeyen şekli ve akustiği ile meşhur.
Daha sonra Siracusa içine girdik. Köprülerden bir tanesinden geçip Siracusa’nın tarihi merkezi olan Ortigia Adasına geçtik. Artık binalar arasında boğulmuş olan Apollo Tapınağı’nı dışardan gördük.
Piazza Archimede’de Diana Çeşmesi önünde fotoğraf molası verdik. Bu çeşmede mitolojik karakterlerden olan ve kendisine aşık olan Alpheus isimli bir göl tanrısından kaçan Arethusa heykele konu edilmiş. Ortada av tanrısı Diana var.
Daha sonra Katedral ve bazı küçük saray evlerin bulunduğu Piazza Duomo meydanına girdik. Katedral, MÖ 5. yüzyılda yapılmış olan Atena Tapınağı üzerine 7. yüzyılda Piskopos Zoşimo tarafından yaptırılmış. Tapınak iken dikdörtgen olan yapının kısa olan kısmında 6 tane ve uzun olan kısmında 14 Dorik usulde sütunlar bulunmaktaydı ve bu sütunlar şimdi katedralin duvarları içinde bulunmakta. Kilisenin bir kısmının çatısı Norman yapımı. Katedralin cephesi ise 1725-1753 döneminde Korint usullu sütunlarla ve heykellerle yeniden yapılmış. Katedral içinde bulunan mermerden 12. veya 13. yüzyıldan kalma vaftiz kurnası; 1599’da heykeltraş Rizo tarafından yapılan gümüş “Azize Lucy” heykeli ve 1512’de Gagini tarafından yapılmış “Karlar İçinde Meryem” heykeli var. Piazza Duomo’nun sonunda Saint Lucia Kilisesi var. Bu kiliseyi solunuza alıp dar yoldan devam ederseniz deniz kıyısına varıyorsunuz.
Burada içinde çeşitli türden ördeklerin yüzdüğü, papirusların yetiştiği Fonte Arethusa adlı bir havuz var.
Yunanistan’da bulunan Alpheus Nehri’nde banyo yapan su perisi Arethusa’ya, o nehrin tanrısı aşık olur ve ona sahip olmak için kovalar. Su Perisi (Nymph) bu saldırılardan kurtulmak için tanrılara yalvarır. Onun bu yalvarmalarına dayanamayan Tanrı Artemis su perisini bir su kaynağına dönüştürür ve onun toprak altına kaçmasını sağlar. Deniz altından giden su perisi Ortigia Adasında şimdi önünde bulunduğumuz bu havuzdan gün yüzüne çıkar. Kızgın Alpheus, su perisini takip eder ve aynı yerde, aynı kaynaktan yeryüzüne çıkıp su perisinin suları ile sonsuza kadar karışır. Bu kaynağın efsanesi böyle.