Çin’cede “Shan” dağ , “Huang“ ise sarı anlamına geliyor. Sarı, imparatorların rengi yani çok önemli bir renk. Çin tarihi boyunca şiirlere, resimlere, kaligrafi sanatına konu olmuş olan bu dağa, imparatorların renginden hareketle Sarı Dağ denmiş. Eyaletten bir derece düşük ama şehirden de bir derece yüksek bir yönetim şekline sahip olan Huang Shan şehiri de ismini dağdan almış. İşte biz bugün şehirden ayrılıp, bu dağda bir gece konaklayıp, dağda küçük yürüyüşler yapacağız. Yani kağıt üzerindeki planımız bu. Ancak bu sabah kaçırmamam gereken bir aktivite var.
Dün geceden otelimizin hemen yanında büyük bir park olduğu ve bu parkta halkın sabah sporu yaptığı söylendi. Bu tür aktivitelere tanık olmayı, eğer zaman varsa, asla kaçırmadığımdan sabah erken saatte yollara düştüm. Otelimiz genişçe bir meydanda ve yaklaşık 500 mt ötede Xinan Nehri akıyor. Sabah yeni ışıyor ama havanın bulutlu olduğunu fark ediyorum. Köprüye doğru giderken insanların sabahın bu saatlerinde seslerinin yettiği tüm şiddette bağırmalarının nedenini bilmiyorum. Kadınlı erkekli insanlar yürürken aniden durup bağırıyorlar. Karşı taraflardan birilerinin de sanki bu bağırışlarına yanıt olarak bağırmaları ilginçti. Köprüye varınca sağda solda 3-4 insanın Tai Chi yaptıklarını daha büyük kümeler oluşturmuş olanlarının ise toplu halde kültür fizik hareketleri yaptıklarını görüyorum. Köprünün ortasına gelince nehire ağ atan balıkçıları gördüm. Köprüde epey bir vakit geçirdikten sonra otele doğru dönüşe geçtim ama bu sefer caddenin ters tarafından yürüdüm. Meğerse esas aktivite bı tarafta imiş. Burada müzik eşliğinde Tai Chi yapanlar ve kılıçla Tai Chi yapanlar vardı. Burada da bir zaman geçirdikten sonra otele geri dönüp kahvaltı yaptım.
Huang Shan şehrinden dağa kadar otobüsle 1.5 saatlik yolumuz vardı. Tangkou denen kasabamsı bir yere geldik Buradan da Taiping Teleferik istanyonunda teleferiğe binip kalacağımız otel olan BeiHai Hotele gideceğiz. Buraya kadar her şey çok güzel ama hava yaptı yapacağını. Yağmur ahmakıslatan tarzında başlayıp etkili olmaya başladı. Yukarıya çıkana kadar düzelir inşallah diye dualara başladım.
Teleferiğe 4 er kişi biniyorsunuz. Eminim dışarıda müthiş manzaralar var ama gelgelelim bir şeyin gözüktüğü yok. Teleferikin son istasyonu olan Red Cloud istasyonunda indikten sonra oteller bölgesine doğru yaklaşık 30 dakikalık bir yol yürümek gerekiyor. Bu nedenle buraya gelirken bavulları Huang Shan daki otelimizde bıraktık. Yanımızda sadece en gerekli olan eşyalar var. Dağda yağmur hem şiddetlendi, hem soğuk var ve hem de sisli bir hava oldu. Yani bizim cennet gezi, bir anda cehenneme dönüştü.
Kısa yürüyüş sonrası kendimizi otele attık. Biraz dinlenip en azından yağmurun dinmesi için dua etmeye devam ettik ama yağmurun dinmeye pek niyeti yok. Halbuki bugün öğle sonrası için yürüyüş programımız vardı. Otel odalarımızda bulunan yağmurlukları giyip yürümeye karar verdik. Rehberimiz önce gün doğumu seyir terasına götürmeye karar verdi. Buraya çıkmadan önce büyük bir kilit ve çevresinde zincirlere asılmış yüzlerce küçük kilidin bulunduğu bir anıtın orda fotoğraf çektirdik. Meğerse bu kilitleri çiftler buraya asar ve anahtarını da atarlarmış. Çiftler bunu “birbirimizden hiç ayrılmalım” diye yaparlarmış. Zamanla kilitlerin sayısı çok fazla olunca bu kilitler toplanır ve eritilirmiş. Bu erimiş madenden de büyük kilit yapılırmış. Bunun gibi 4 adet büyük kilit varmış Huang Shan’da.
Uzun çam ağaçlarının altında seyir terasına doğru yürümeye başladık. Yağmur biraz daha azalmakla birlikte sis iyice arttı ve ağaçların görüntüsü çok mistik bir hal aldı. Bu olumsuz durumda bile bir güzellik olması yüzümü biraz güldürdü.
Seyir terası gün doğumu için favori bir yermiş ve havanın günlük güneşlik olacağını umduğumuz ertesi gün, güneşi bu noktadan doğuracağız. Ancak şimdi okuyunca anlıyorum ki aslında güneşi doğurmak ve buluttan denize şahit olmak için en iyi nokta biraz ilerideki “Ferreshing Terrace”mış
Daha sonra yol boyunca önce yüzlerce yıl yaşında olduğu söylenen “welcoming guest pine-konuk kaşılayan çam”ı ve devamında da “Ferreshing Terrace” a gittik. Tabii ki yoğun sisle bir şey görmemiz mümkün olmadı ama en azından yolları öğrenmiş olduk.
Bu kısa yürüyüşün ardından otele döndük ama ben sis açılırsa diye aynı yolu bir daha yaptım. Nafile! Bugün böyle geçecek anlaşılan.
Qin Hanedanı (MÖ 221-206) zamanında bu dağın ismi Yishan (siyah) Dağı imiş. 747 Yılında Tang Hanedanından Li Longji, Sarı İmparator XuanYuan’nın bu dağlarda ölümsüzlük kazandığına olan inancı ile bu dağa, sarı dağ anlamında, Huang Shan demiş ve isim bu andan itibaren de değişmemiş. Bu dağın her birinin kendine ait ismi olan 72 adet zirvesi varmış. Aslında bu dağın en yüksek yeri 1864 metre (Lotus Çiçeği Zirvesi). Yani çok yüksek tepelere sahip değil. Ancak o kadar keskin ve dik inişler yapan tepeler var ki insan büyüleniyor. Hele de bu tepeler bulutlarla kaplı ise ve çam ağaçlarına, güneş ışığının en güzel zamanında parıldayan ışıkları düşmüşse. Avatar filmi yönetmeni James Cameron, filmindeki o güzelim dağ manzaralarını bu dağdan esinlenerek yaratmış.
Ertesi gün sabah saat 05:30’da gün doğumu seyir terasındaydık. Bizim ekip terasta tama yakın kadro ile yerini almıştı. Hava gerçekten güzel olacak galiba, yıldızları görebiliyoruz.
Saat 09:30 a kadar günün yavaş yavaş ortaya çıkan ışıkları altında Huang Shan’ın otel çevresindeki tüm seyir teraslarını gezdik. Kalabalık o kadar fazlaydı ki bazen ite kaka yer kapmamız gerekiyordu. Burası şu anda mevsim dışı sayılabilecek bir sezonda bu kadar kalabalıksa, yüksek sezonda kimbilir nasıl olur?
Oteli terk ettikten sonra bu sefer dünkü programın yapılmasını kararlaştırdık. Günlük program biraz aksayacak ama kimin umurunda!
Yol boyunca “refrehing terrace”, “a monkey gazing at the sea”, “begin to believe peak”, “pen rock peak” ve “frog peak” gibi yerleri gördük ve gezdik. Sonrada Yungu denen teleferik istasyonundan Huang Shan’a doğru geri döndük.
Gezi sonrasının bir değerlendirmesini yaparken, Huang Shan’a gitmek için zaman ayırmanın riskli olacağını konuştuk. Bir yılın 365 gününden yaklaşık 200 günü burası zaten yağmurlu olurmuş. Ancak milyonlarca yıl önce bir deniz olan bu yerlerin, günümüzde biz gezginlere bir anlık bile olsa, göstereceği yüzünün güzelliği için bu risk göze alınmaz mı sizce?