Gezi Tarihi: 23.10.2010
Sabahleyin kahvaltı öncesinde, artık adet haline getirdiğimiz üzere, otel çevresini keşfe çıktık. Otel ile denizi sadece bir cadde ayırıyor. Sabahın erken saatlerinde insanlar eşofmanlarını giymiş sabah sporlarını yapıyorlar.
Denizde dalga yok, üstünde tek tük alışık olmadığımız türden balıkçı tekneleri var. Kıyıda gördüğüm ve denizde av olabilecek herhangi bir hareketi gözleyen bir kuşu fotoğraflamaya çalışırken, esas konu yanımızdan geçiyordu; İki adet cincırlı polis. Atlı polisi, bisikletli polisi görmüştüm ama havaalanı dışında cincırlı polisi görmek bu şehre kısmet oldu.
Kahvaltı sonrasında Campeche şehrini gezmek için otobüse bindik. Campeche (Kampeçe diye okunuyor) eski bir Maya şehri. Maya dilinde Can yılan, Pech kene demekmiş yani yılan ve keneler şehri anlamına gelen bir kelime. Bu eski Maya kenti, sömürge döneminden 19. yüzyıla kadar çok önemli bir limandı. Bu şehrin eski kısmı UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alıyor. Şehir, İspanyollarca ilk defa 1517 yılında alınsa da, 1540’daki son alınışına kadar Mayalar ve İspanyollar arasında el değiştiriyor.
Şehir sadece İspanyolların değil, ilerleyen zamanlarda korsanların da saldırısına uğrar olmuş. 1663 yılındaki saldırı sonrasında şehri surlar içine almaya karar vermişler. 2 km uzunluğunda, 8 mt yükseklikte surlarla şehri çevirmek 50 yıl almış. Biz bu surlarda var olan iki kapıdan biri olan ve bir zamanlar hemen deniz yanında bulunan ancak bugün denizle arasına epey bir mesafe giren Deniz Kapısı’ndan (Puerta del Mar) giriş yaptık. Tipik bir kolonyal dönem eseri. Şehir içinde ilerledikçe İspanyollardan kalma kemerli, balkonlu, en fazla 2 katlı ve bol sütunlu evleri daha çok görüyoruz. Keçiboynuzu ağaçları ile dolu tertemiz bir meydan karşımıza çıkıyor; Plaza Principal. Burası ilk zamanlarda askeri bir kamp alanı iken sonradan şehrin politik, dini ve yaşamsal olarak esas meydanı oluyor. Meydanın karşısında iki kuleli bir katedral var. Katedral içini gezdik, oldukça sade görünümde Barok tarzı bir katedraldi.
Bu gezi sonrası rotamız 161 km ilerde bulunan Uxmal (Uş mal okunuyor) antik kentine yöneldi. Adının anlamı Maya dillerinden Yukateco dilinde “üç kez”dir. Üç kez kurulma anlamında bu adın verildiği düşünülüyor ancak aslında bu kent beş kez kurulmuş. UNESCO’ca Dünya Kültür Miras Listesi kapsamına alınmış sit alanı ve buraya yerleşik olan halk tarafından 1200 yıllarında terk edilmiş.
Bu şehrin mimarisi Puuc adı verilen dağ zincirindeki kentlerin karakteristik özelliklerini taşıyor. Bu yapı şeklinde yapıların cephelerinde alt kısımlar sade, üst kısımlar işlenmiş halde olurmuş.
Uxmal şehrine girer girmez ilk dikkatimizi çeken şey çevrede bol miktarda iguananın varlığı oldu. Nereye baksanız bu hayvanı görüyorsunuz. Antik şehre girince ilk olarak 35 mt yükseklikte olan Kahin (Büyücü) Piramidi karşınıza çıkıyor. Eliptik yapısı ve keskin olmayan köşeleri ile Maya mimarisi içinde tek örnek olan bir yapı. Bu piramit 6-10 yüzyıllar arasında Mayaların büyük tanrısı Kukulkan için yapılmış. Özellikle Aztekler gibi diğer Mezo-Amerikan yerli halk için en büyük tanrı Quetzalcoatl ne ise, Kukulkan’da Mayalar için o demek. Mezo-Amerika kültüründe eski piramidin üstüne yenisini inşa etmek olası bir durum ve bu yeni piramitin içinde eskisi, olduğu gibi duruyormuş. Bu piramitte 117 basamak var ancak üzerine çıkmak yasak.
Rahibeler Dörtgeni denen binalara bu ismi İspanyollar vermiş. Burası aslında o zamanların hükümet binası. Ortada genişçe boşlukta ayin yapılırmış. Bu binanın üst duvarlarında çok işlemeli ve detaylı olarak Yağmur Tanrısı Chac’ı (Azteklerdeki karşılığı Tlaloc) sembolize eden kabartmalar varken, daha altta daha az işlemeli cilalı alanlar var (Puuc stili). Mayaların en korktukları olay kuraklıkmış. Bu nedenle yağmur tanrısı Chac onlar için en önemli Tanrı. Onun hemen her tarafta bol miktarda kabartmasını görüyorsunuz. Gözü sembolize eden iki adet yuvarlak, ağza ve dişlere benzeyen şekillerle daha çok bir canavara benziyor.
Bu Tanrı ile birlikte yer yer kaplumbağa kabartmaları da var. Bir diğer kabartma da Tüylü Yılan. Bazen bir duvarı boydan boya kıvrılarak geçen bu yılan, kutsal gücü sembolize edermiş. Bazen yılanın açık olan ağzından bir insan başının çıktığı görülüyor. Bu da başka bir dünyadan gelen bir yaratığın insanların dünyasında ortaya çıktığını anlatıyormuş. Burada en ilginç olan, kapı içlerinde gördüğümüz kırmız boyadan el izleriydi. Mayalar yapılarının kabasını yaptıktan sonra dışını renkli boyalı bir sıva ile kaplıyorlarmış. Saray yapımında çalışan işçiler bu sıva öncesi ellerini boyaya batırıp, duvarda kendilerinden bir anı olarak el izi bırakırlarmış. Bu sıva düşüncede bu izler olduğu gibi ortaya çıkmış. Violetta’nın anlattığı hikaye bu.
Buranın gezilmesinden sonra top alanını gezdik. Top alanı oldukça büyüktü ve sayı (gol diye bağırıp bağırmadıklarını merak ettim!) yapmak için kullandıkları halkalar hala yerinde duruyordu.
Daha sonra ise Valilik Sarayını gezdik. Bu binanın bugünkü hali bile zamanında 630 metre karelik bir alana yayılmış alan sarayın ihtişamını gösteriyor. İki saati bulan gezimiz, güneşin en tepede olduğu saatlerle birleşince terleme ile kaybedilen su bizi biraz bitkin yaptı. Gölgeyi bulan arkadaşlar, buldukları yere çöktü. Otobüsümüzün bulunduğu buluşma alanına doğru giderken, bendeki kuşlara karşı olan seçici algı işlemeye başladı ve ağacın üstünde birbirinden güzel renklerde kuşları fark ettim ve onları Uxmal’den anı niyetine karelere hapsettim.
Otobüs yol üstünde Muna’da bir lokantada durunca öğle yemeğimizi yedik. Kümes hayvanlarının bol olduğu güzel bir arka bahçesi vardı.
Yaklaşık 65 km sonrada Merida şehrine vardık. Merida, Yucatan eyaletinin baş şehridir. Biz bu şehre saat 4-5 civarlarında vardık ve otobüs bizi ana meydana yakın bırakıp otele giderken, biz eski Merida şehrini gezdik. Gerçekten güzel bir şehir burası. Önce Zocalo’ya, Ana Meydana gittik. Banklarda miskin miskin oturan insanlar vardı.
Burada meydanın karşısında gördüğümüz bir evin, o dönemlerde yaşanan vahşeti çok güzel anlattığını düşündük. Bu ev o zamanların yöneticisi olan bir İspanyol generale veya valiye aitmiş. Bu evin ana kapısında, iki yanda bulunan İspanyol askerlerin ayaklarının altlarında Maya yerlilerinin kafaları mevcut olarak gösterilmiş. Mayalar ve özellikle de Aztekler tarihte çok vahşi insanlar olarak anlatılıyorlar. Hatta Tanrılar için bir gecede 80000 kurbanın verildiği söyleniyor. Ancak bu kaynakların da İspanyollardan geldiğini unutmayalım. Aztekler ve Mayalar gibi diğer Mezo-Amerikan yerlilerinin de insan kurban ettikleri biliniyor. Tanrılar insanların yaşaması için bu kadar fedakarlıklarda bulunduklarına göre, insanların da hayatın devamiyeti için tanrılara kurban edilmesi, onlar için bir onur olarak düşünülürmüş. Bu kurban etme şeklinde, uyuşturulmuş kurban veya kurban edilecek esirin diafragma kısmından, obsidyen taşından yapılma bıçakla girilip kalbi sökülürdü. Daha sonra bu kalp Chac Mol denen taşa konup, kurbanın vücudu merdivenlerden aşağıda seyreden halka doğru yuvarlanırdı. Anlatması bile zor olan bu işlemi Azteklerin-Mayaların inançları gereği yaptıkları tamam da, bir gecede bu işlemle 80000 kişiyi kurban etmeleri bana biraz İspanyol abartması veya kendi yaptıkları (Merida şehrindeki bu kapıdaki örneğinde olduğu gibi) eziyetleri örtmek için gibi geldi. Siz ne dersiniz?
Merida’da Zocalo meydanında, bayrak direğine asılı olan bayrağın indirilme merasimini izlememiz gerektiği kitaplarda yazıp duruyor. Saat 18:00 gibi yapılan bu töreni izlemek istiyoruz ama daha vakit var. Ayrıca bu tören sadece burada değil, Zocalo adını alan ve bayrak direği olan her yerde oluyor ama biz şimdiye kadar zaman nedeni ile hiç izleyemedik. Bakalım bugün izleyebilecek miyiz?
Vakit varken alanın bir köşesinde, Belediye Sarayında olan resim sergisini gezelim istedik. Gerçekten buradaki resimleri de görmenizi isterim. Meksika tarihinin sayfalarından sahneler çok çarpıcı olarak resmedilmiş. Bu arada bayrak töreni saati için apar topar aşağıya indik. Ancak kısmetimiz yokmuş ki bugün sadece iki tane polis, sıradan bir şekilde bayrağı alıp gittiler. Bizim hastanede bile bayrak daha havalı indirilir! Herhalde bu tören, o “mutlaka izleyin” denen tören değildir.
Bu arada güneş kızıllığını göstermeye de başladı. Yorulunca gözümüze ilişen bir dondurmacıya oturduk. Burada dondurma bizim sütlü dondurmalardan değil, kar buz dedikleri renklendirilmiş (meyve suları ile) dondurmalardandı. Pek sevmedik.
Serbest zaman verilince bizde faytonla şehir turu yapmak istedik. Yaklaşık 45 dakika süren bu turun sadece 10 dakikası gün ışığında olunca, bizim tur şehri görmekten çok, nostaljik gece turu oldu. Ama iyi ki yapmışız, bu hali bile güzeldi. Demek ki bizden sonra gidenler, fayton turunu erken yapacaklar…
Bu gecelik bu kadar, yarın ufak bir seyahat var. Kurtlandık yine…
Gezekalın, aydınlık kalın…
Dr Ümit Kuru
İlk yayın tarihi: 17.11.2010 Saat 02:02
Gözden geçirilmiş son yayın tarihi: 16.11.2016 Saat