• Arşivler

  • Diğer 531 aboneye katılın
  • Mart 2013 den beri

    • 378.073 ziyaretçi
  • Aralık 2025
    P S Ç P C C P
    1234567
    891011121314
    15161718192021
    22232425262728
    293031  

Ortaya Karışık Orta Amerika: Arenal Ulusal Parkı-Kosta Rika

Sabah çok erkenden uyanıp kaldığımız otelin içini gezdik. Dün akşam karanlık ve yağmur yüzünden tesisi (Mountain Paradise Hotel) gezememiştik. Sabah açık ve yağmursuz bir hava nedeni ile tesisin tüm güzelliği ortaya çıktı. Arenal Volkanı sabahları gökyüzünde bulut olmadığından tablo gibi karşımızda duruyor. Bu volkanın tepesinde olan duman mı yoksa bulut mudur? O an anlamamıştık.

Arenal Ulusal Parkında yürüyüş yapmanız Kosta Rika gezinizin ihmal edemeyeceğiniz kısmı olmalıdır. Burada bir çok aktivite var. Biz iki tanesini yaptık; Bir tanesi Mistico Park (Arenal Asma Köprüleri Parkı) gezisi, bir diğeri ise Arenal 1968 Özel Rezerv Alanında yürüyüşü.

Arenal Volkanı yakınında yer alan parkurlar, asma köprülerle birbirlerine bağlanarak Mistico Park alanını yaratmışlar. Park girişinde isterseniz rehberli tur alabiliyorsunuz. Girişte sabah kahvenizi volkan manzarasına karşı yudumlayabileceğiniz bir restoran-kafe bulunuyor. Bu doğa koruma alanı, birçok yerli ve göçmen kuş da dahil olmak üzere çok çeşitli flora ve faunayı barındırıyor. 3,2 kilometrelik parkurda altısı asma köprü olan toplam 16 köprü mevcut. Parkın açılışı sabah saat 08:00 ve kapanışı akşam saat 16:00.

Tortuguero Ulusal Parkı ve Sarapiqui Rezerv Alanı ovada yer alan ulusal parklar. Arenal Ulusal Parkı deniz seviyesinden 500-600 metre yüksekte olması ile yaylada olan yağmur ormanları kabul ediliyor. Arenal Asma Köprüler Parkı bu iki farklı yapı arasında geçiş noktasını oluşturuyor. Bunun pratik sonucu olarak Mistico Park hem ova ve hem de yayla yağmur ormanları fauna ve florasına sahip. Bu da çok zengin bir bitki ve hayvan örtüsüne sahip olmasına neden oluyor.

Park içerisinde uzun parkuru yürümek istemiyorsanız, kestirmeden parkuru kısaltan yollar da yapmışlar. Sabah erken gittiğimiz parkta uzunca bir zaman geçirdik. Burada da kısa parkur yapmak anlamsız geliyor bana. Cennettesiniz, tadını çıkartın ve uzatabildiğiniz kadar uzatın! Ağaç üzerinde kendini saklamış boa yılanı, etrafta arsızca gezinen kaoti, yarasalar, kırmızı çilek zehirli dart kurbağası, rengarenk kuşlar ormanda o gün görebildiklerimiz.

Ormanda yaklaşık 3 saatlik bir yürüyüşümüz olmuştur. Tüm köprüleri geçtik, küçük şelaleye kadar indik. Bol bol fotoğrafladık, hafızamıza ortamı kaydettik.

Arenal Ulusal Parkı gezimiz sonrasında La Fortuna kasabasına gidildi. Burası 15-20000 civarında bir nüfusa sahip. Yerleşim yeri olarak varlığı eskilere dayanmıyor. Arenal Volkanı nedeniyle turistik önem kazanmış. Burada kısa bir şehir turu yapılıp, yemek yenecekti. Şehir merkezde bir kilise, çevresinde büyükçe bir park ve birbirine paralel birkaç caddeden ibaret.

Bu küçük kasabadaki parkta bir ağacın tepesinde bile iguana vardı. Var olan ağaçların üstü bolca renkli kuş doluydu.

Arenal Volkanı yürüyüşü için en iyi yerlerden biri Arenal 1968 Özel Koruma Alanıdır. Biz La Fortuna‘da yemek sonrasında buraya yürüyüşe gittik. Arenal Volkanı ve lav alanlarının etkileyici manzarasını gözleme şansını kaçırmayın bence.

Mükemmel bir volkanik koniye sahip olmasıyla Arenal Volkanı çok yakışıklı bir volkan. Adını verdiği ulusal park içerisinde, ülkenin en önemli ve güzelliği nedeni ile en sevilen volkanı olma özelliğini taşıyor. Kosta Rika’nın yerli Malekus Kabilesi halkı yanardağın içinde ateş tanrısının yaşadığına dair bir inanca sahipmiş. Bu kabile insanlarının ne kadar haklı olduğu 1968 yılındaki volkan patlaması ile ortaya çıkmış.

Bu park adını Kosta Rika tarihinin en önemli ve can alıcı olaylarından biri olan 1968’deki Arenal Volkanı patlamasından almış. 1968 yılına kadar Arenal Volkanı’nın uykuda olduğu düşünülüyormuş. Ancak 1968’de şiddetli patlamalarla bu volkan aktif hale geçmiş. Patlamalar birkaç gün boyunca hız kesmeden devam etmiş ve 15 km2 alanı kayalar, lav ve kül kaplamış. Sonunda patlamalar sona erdiğinde, 87 kişi ölmüş ve 3 küçük köy – Tabacón, Pueblo Nuevo ve San Luís – haritadan silinmiş ve 232 km2‘den fazla arazi etkilenmiş. Patlama aynı zamanda bölgenin topoğrafyasını da değiştirmiş. Volkanın batı tarafındaki orman, lavların hakimiyeti altına almasıyla yok olmuş.

Volkan 2010’dan beri yeniden sessizliğe bürünmüş halde. Arenal Volkanı A, B ve C harfleri ile adlandırılan 3 adet kratere sahip. Sabah volkanın tepesinde gördüğümüz ve “bulut mu, volkanik duman mı?” Karar veremediğimizin volkanik duman olduğunu burada anladık. İki kraterden de duman çıkıyordu. Bunun anlamı bu volkan bir gün ansızın yeniden lav saçar hale gelebilir.

Arenal 1968 Rezerv Alanı yürüyüş parkuru, otoparktan 150 metre sonra başlıyor. Parkta iyi bir şekilde işaretlenme ile yönlendirme yapılmış. Burada da alternatifleriniz var; İsterseniz kısa, isterseniz 5 km’ye yakın uzun parkurlardan birisini tercih edebilirsiniz. Tur şirketleri Sendero Colada 1968 veya Trail Lava Flow (Lav Akış Yolu) 1968 yoluna götürüyorlar. Biz ilkine gittik. Trail Forest 1968 (Los Patos Yolu) ise göle kadar uzanan en uzun yol.

Keyif bu ya! İsterseniz Arenal Volkanı’nı tam karşıdan gören kafeteryaya oturup, sadece kahve keyfi de yapabilirsiniz.

Burası Arenal’da gördüğüm en ağaçsız alan. Volkan bu alanda bir şey bırakmamış. Ancak volkanik toprak zengin içeriği nedeni ile zamanla daha güçlü bir orman yaratacaktır.

Sendero Colada 1968 kolay ve keyifli bir rota. Çakıllı bir patikadan yürüyerek başlayacaksınız. Burada lavların akışına ait izleri görebiliyorsunuz. Pist düz ve çok kafeteryaya doğru yumuşak bir şekilde yokuş yukarı. Herkes çok rahat yürüyebilir.

Yorucu bir günün sonunda çokça keyif için, biraz da buralara kadar gelmişken gezginin görme merakından kaplıcaya da gitmek istedik. Bu sefer daha az bir grup arkadaşla Arenal Volkanını yaratan jeolojik şartlar nedeni ile oluşan kaplıcada günü bitirdik.

La Fortuna bölgesinde çoğu özel tesis içinde kalan çok sayıda irili ufaklı kaplıca var. Bunlar arasında en meşhuru Tabacon adlı olanı. Bu aynı zamanda en pahalı olan kaplıca ve buna biz o gün yer bulamadık. Giriş ücreti yaklaşık 100 USD. Biz de Baldi adlı kaplıcaya yer ayırttık. Burası günlük 45 USD. Kaplıca suyunun ana kaynağı yağmur suyunun toprağın derinlerine inip magma sıcaklığı ile ısınması. Paradise Hot Springs Resort ve EcoTermales adlı başka kaplıcalar da var.

Baldi Kaplıcaları, 25 termal havuzu ve bünyesindeki spa hizmetleri ile en popüler olanlardan birisi. Biz sırasıyla irili ufaklı tüm kaplıca havuzlarına girdik. Günün sonunda felaket bir yağmur yağdı. Yağmuru kaplıca suyunun içinde elimizde içki kadehleri karşıladık.

Bugün ile birlikte Kosta Rika gezimizin anlatımını tamamlamış oldum. Sonrası Nikaragua..

Gezmekten, gezgin ruhundan eksik kalmayız inşallah..

Gezekalın.

Dr Ümit Kuru

09.04.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Arenal Volkanına Doğru-Kosta Rika

İlk duyduğumda “Ne güzel bir adlandırma yapmışlar” diye düşündüm. Bayağı havalı bir adlandırma; Pasifik Ateş Çemberi.

Konuya Pasifik Ateş Çemberi ile başlamamın nedenini aşağıda açıklayacağım.

Yukarıda görseli olan Pasifik Ateş Çemberi’nden bahsedildiği zaman, Pasifik Okyanusu’nun kenarları boyunca nal biçiminde uzanan 40.000 km’lik, yoğun volkanik ve sismik faaliyet alanını anlamak gerekiyor. Ateş çemberi denmesinin nedeni bu alanın dünyanın aktif volkanlarının %75’ini içermesi. Pasifik Ateş Çemberi içinde 452 uyuyan ve aktif volkan bulunuyor. Volkanın aktifi olunca, beraberinde depremleri de konuşmalıyız. Bu bölge ayrıca dünyadaki depremlerin %90’ından da sorumlu bir bölge.

Ateş Çemberi, Yeni Zelanda‘dan başlayarak Asya’nın doğu kenarı boyunca kuzeye, sonra Alaska’nın Aleutian Adaları boyunca doğuya ve daha sonra da Kuzey ve Güney Amerika’nın batı kıyılarından güneye doğru uzanıyor. Ateş Çemberini ortaya çıkartan faktör yerküremizin levhalarının hareketi yani levhaların tektoniği.

Dünyamızın dış çekirdeği ve kabuğu arasında yan yana kayan ve çarpışan dev tabakalar (levhalar) var. En basit hali ile bunları bir nehrin üzerinde (burada nehir dünyanın dış çekirdek sonrası kısmı oluyor) yüzen sallar (levhalar) gibi düşünmek lazım. Pasifik levhası, Avrasya levhası, Afrika Levhası, Kuzey Amerika Levhası gibi büyük ve daha bir çok küçük levhalar birbirlerini etkiliyor, çarpıyor ve kırılıyorlar.

Bu plakaların hareketi veya tektonik aktivite, her yıl bol miktarda deprem ve tsunamiye neden oluyor. Pasifik Ateş Çemberi özeline dönersek bu çember boyunca tektonik plakalar birbirine doğru hareket ederek dalma zonları oluşturur. Yani bir levha, başka bir levha tarafından aşağı itiliyor veya diğer levha tarafından batırılıyor. Bu çok yavaş bir süreç. Yılda yalnızca 2,5-5 santimlik bir hareketi düşünün. Bu dalma hareketi olurken, sıcak nedeni ile aşağıya itilen kayalar erir, magma olur ve dünya yüzeyine hareket etmek zorunda kalırlar. Sonuç volkanik aktivitenin, volkanların ortaya çıkmasıdır. Pasifik Ateş Çemberi içinde bulunan ülkeler Fiji, Solomon Adaları, Papua Yeni Gine, Filipinler, Vietnam, Malezya, Endonezya, Java Adaları, Tayvan, Kuzey Kore, Güney Kore, Japonya, Alaska (ABD), Meksika, El Salvador, Kosta Rika, Panama, Nikaragua, Kolombiya, Ekvador, Peru ve Şili. İşte konuya Ateş Çemberi, levha, tektonik hareketler gibi tanımlarla girmemin nedeni Kosta Rika’nın volkanları. Kosta Rika bu ateş çemberi ülkeleri içinde yer alması nedeni ile çok sayıda volkana sahip. Volkan olduğu için de toprakları çok bereketli ve ekosistem de ona göre çok çeşitli ve renkli. Biz de bir renkten (Tortuguero Ulusal Parkı) çıkıp bir başka renge Arenal Ulusal Parkına doğru yola çıkıyoruz.

Kosta Rika’nın bugünkü topoğrafyası 60-75 milyon yıl önceki volkanik faaliyetler sonrası şekillenmiş. Kosta Rika’da 200’den fazla tanımlanabilir volkanik oluşum var. Ancak bugün sadece 100 kadarı herhangi bir volkanik aktivite belirtisi gösterirken, sadece beşi aktif volkan olarak sınıflandırılıyor. Kosta Rika volkanlarının çoğu patlamayla ortaya çıkan toprak çökmesi ile “kaldera” denen bir volkanik şekle sahip. Bu kadar volkan muhabbetini Arenal Volkanı ve Arenal Ulusal Parkı gezilerimize başlangıç olması amacıyla yaptım.

Kosta Rika gezimizin Arenal Ulusal Parkı bölümünü yapmak üzere Tortuguero Ulusal Parkından yollara düştük. Yaklaşık 190 km yolumuz var. Ancak kısa sayılabilecek mesafe, zaman olarak 4 saatimizi alacak. Yolumuzun yarısı sayılacak bir mesafede, Sarapiqui Şehri içinde Tirimbina adlı bir yerde kakao plantasyonu hakkında bilgi alıp öğle yemeği yiyeceğiz.

Tortuguero’dan teknelerle La Pavona’ya gelmemiz, valizlerin otobüse yerleşmesi filan derken yola düşmemiz epey geç oldu. Aslında bahsettiğim saatler 11:00 sıralarıydı. Yani 190 km gibi harita üzerinde kısa gibi gözüken bir mesafe için geç sayılmazdı. Ancak Kosta Rika yollarındaysanız trafik yavaş ilerleyebiliyor ve eğer Arenal’de o gün de aktivite yapmak isterseniz ya da Sarapiqui gibi daha bakir olan rezerv alanlarında daha fazla vakit geçirmek istiyorsanız saat 11:00-11:30 gibi yola düşmek geç sayılır. Gerçi Tortuguero’da kaldığımız otelin bahçesini sabah gezmekte ayrı bir zevkti. Benim gezgin olarak son tavsiyem, imkan varsa erkenden yollarda olmak iyidir.

Sarapiqui’de Tirimbina Rainforest Lodge adlı tesise saat 14:30 gibi varabildik. Aslında burası Sarapiqui Nehri kıyısında ekoturizm ve eğitim programlarında uzmanlaşmış bir pansiyon. Biz burada sadece yemek yedik ve kakao transplantasyonu hakkında bilgi aldık. Doğrusu burada Sarapiqui Nehrinin zenginleştirdiği rezerv alanında kısada olsa yürüyüş yapmak isterdim. Daha tesise girer girmez otel görevlileri bize bir ağacın en tepesinde tembel hayvanın varlığını işaret ettiler. Adı üstünde tembel hayvan! Namussuz! Bu da bize ancak poposunu gösterdi. Etraf tukan dolu.

Tirimbina’da Kakao tanıtımı çok ilginçti. Bir kere işini çok seven bir görevliye denk geldik ve müthiş bir performans sergiledi. Kakao meyvesini yukarıdaki gibi düşünür müydünüz? Ben pek düşünemezdim doğrusu. Tanıtımı kakao ağaçları altında, tribün gibi düzenlenmiş bir alanda yaptılar.

Bugün hepimizin çikolatanın ana maddesi olarak bildiği kakao (Theobroma cacao), Orta Amerika bölgesine yayılmadan yaklaşık 7500 yıl önce Peru Amazonlarının kuzey bölgesinde evcilleştirilmeye başlanmış. Yani ağacın kökeni Amazon Bölgesi. Kakao kelimesi Maya dilinde “ka ka wa” dan geliyormuş. Bu kelime, “erkek”, “kadın” ve “ruh” anlamına gelen kelimelerin birleşimini ifade ediyor. Kadın ve erkeğin hayat ve ruhu yaratmak için birleşmesini ifade ettiği düşünülüyor. Bu yaratılışla kakao, kutsal olma ile bağlantılı bir içecek. “Theobroma” kelimesi de anlam olarak “tanrıların içeceği” anlamına geliyor. Kakao Orta Amerika’ya Mayalar tarafından getirilmiş. Mokaya, Olmeks, Mayalar ve Aztekler, kakaoyu kutsal ve ruhani bir içecek olarak benimsenmiş ve törenlerinde kullanılmışlar. Kakao o zamanlar da kıymetli ve ancak ruhanilerin, soyluların ve kralların erişebileceği bir içecekmiş. Kakao çekirdekleri para gibi bir değişim aracı olarak da kullanılmış.

KAKAO MEYVESİNİN ÇEKİRDEKLERİ

Kakao çekirdekleri ile yapılan içeceğin tadı aslında acı. Mayalar bu acının içine bir de acı biber katarak içeceği daha da acılaştırmışlar. Avrupalıların kakao ile tanışmaları ilk olarak Hernan Cortez aracılığı ile olmuş. Yalnız İspanyollar bu acı kakaodan hiç hoşlanmamışlar ve kakao tozunu, tarçın, süt ile (bazen de bal ve vanilya ile) karıştırmışlar, yani tatlandırmışlar. Bu hali ile daha çok zevk veren kakao çok beğenilmiş ve Avrupa’ya bu hali ile ulaşmış.

KAKAO ÇEKİRDEKLERİNİN KAPALI TAHTA KUTULARDA FERMENTE EDİLMESİ

Kakao ağacı 25 yıla yakın meyve verebiliyormuş. Tanıtım yapan rehberin anlatımı ile küçük bir kavuna benzeyen meyve kırılarak içindeki bademe benzeyen çekirdekler çıkartılıyor. Bu çekirdeklerin çevresinde jelatinimsi ve tatlı bir kısım var. Bunlarla birlikte kapalı ve ışık görmeyen bir ortamda çekirdekler 1 hafta fermantasyona bırakılıyor. Sonrada bu çekirdekler kurumaya bırakılıyor ve saklanıyorlar.

Kurutulmuş kakao çekirdekleri içecek olarak hazırlanacağı zaman önce sağanda dövülerek ufak parçalar haline getiriliyor. Daha sonra ise Kosta Rika müzelerinde gördüğümüz taş aletler üzerinde öğütülerek un haline getiriliyor. Buna tarçın ve istenirse diğer baharatlar katılıp sütle, romla karıştırılıp içilecek hale getiriliyor.

Çok eğlenceli ve eğlendirirken de bilgilendirici bir tanıtım oldu. Son fotoğraflarımızı çekindik. Satış mağazasından kakao tozu ya da çekirdekleri almak isteyenler alışverişlerini yaptılar ve bu yerden ayrıldık. Bize tanıtım yapılan alandan aşağı doğru giden yol, nehir üzerindeki asma köprüye götürüyormuş. Daha önce dediğim gibi burası günün tek aktivitesiydi. Keşke bu tanıtım yanında aşağıya, asma köprüye doğru yürüyebilseydik.

Ertesi gün Arenal Ulusal Parkında asma köprü ve orman içi yürüyüşlerini hakkıyla yaptık. Ama unutmayalım Sarapiqui deki rezerv alanı da daha az kalabalık ve çevre hayvanı da bol diye yazıyor okuduğum kaynaklar. Vakti olan burada bu fırsatı kaçırmasın derim.

Bu aktivitemiz sonrasında La Fortuna‘daki Mountain Paradise Hotele varmamız saat 18:30’u bulmuştu. Bu kaldığımız otel, tüm gezi boyunca kaldığımız en güzel oteldi. Muhteşem bir bahçesi, bahçesinde bolca renkli kuşu vardı. Erkenden buraya gelip, otelde otel bahçesinde, küçük de olsa termal havuzunda vakit geçirmek de isteyebilirsiniz. Otel odaları çok güzeldi. Bu kadar ülke gezdikten sonra bu otelin banyosu kadar güzel ve ilginç banyo görmediğimi de söyleyeyim.

Yarına Arenal Ulusal Parkı gezisi ve Arenal Volkanı gezileri var. Çok güzel bir gün olacak. Asma köprüler, orman içi yürüyüşler ve akşama da termal kaplıca..

Gezekalın

07.04.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Pura Vida Kosta Rika (2)

Kaldi adlı Etiyopyalı bir çoban, otlattığı keçilerinin kahve meyveleri yedikten sonra dans ettiklerini fark etmiş. Kahve bitkisinin meyvelerini deneyince kendisi de mutluluk duygusu içinde olmuş. Keçileriyle birlikte manastıra geri döndüğünde bu olaydan baş keşişe bahsetmiş. Baş keşiş, meyveleri Şeytan’ın işi olarak niteleyip onları ateşe atmış. Ancak çok geçmeden taze kavrulmuş kahve kokusu manastırın koridorlarını doldurmuş ve tüm keşişler bundan hoşlanmışlar. Kilisede bu zevk veren içeceğin şeytan işi olduğu fikri hakim olmuş. Ancak bir yandan da zevk veren bu içecekten insanları alıkoymak zormuş. Konu Vatikan’a kadar ulaşmış. Papa 8. Clement bu içeceği bir de kendisi denemeye karar vermiş. Kahveden büyük keyif alan Papa bu içeceğin “sadece kafirlere bırakılamayacak kadar zevkli” olduğuna kanaat getirince 1600 yılında bu içeceği vaftiz etmiş ve şeytani olmaktan çıkartmış. Kahvenin efsanevi öyküsü böyle. Doğru mudur? Bilemem! “Hikayeyi nereden duydun?” derseniz, gezisini yaptığımız Doka Kahve Plantasyon Çiftliğinin duvarlarında bu şekilde anlatılıyordu.

Hatta hikayenin devamı da var! Kahvenin Avrupa’dan Amerika Kıtasına gelişi ise daha da ilginç. Amsterdam Şehri Başkanı bir kahve fidesini 1713 yılında Fransa Kralı 14. Louis’ye hediye etmiş. O da bu fideyi Kraliyet Botanik Bahçesine ektirmiş. 1723 yılında Kralla birlikte botanik bahçesi gezilirken gezenler arasında bulunan Gabriel Mathieu de Clieu adlı Fransız deniz subayı artık gelişmiş bir ağaç olan kahve bitkisinden bir dalı kraldan istemiş. Kralın yanıtı “kesinlikle hayır” olmuş. Bu subay bir şekilde kahve bitkisinden bir dalı gizlice kopartıp onu beraberinde Karayiplere kadar getirmiş ve burada ekmiş. 20 yıl sonra bu fide gelişmiş ve meyvelerini vermiş. 50 yıl içinde de iklimini, toprağını seven kahve bitkisi tüm Güney ve Orta Amerika’da yetişir olmuş.

Kosta Rika’nın en önemli gelir kaynaklarından olan kahve yetiştiriciliğinin bölgeye geliş tarihi 1808. Toprak reformları ve ürün teşvikleri ile 1820’li yıllarda kahve çekirdeği en önemli ürün olmuş. Kosta Rika günümüzde de dünyanın en güçlü kahve çekirdeği üreticilerinden birisi. Kosta Rika’nın saf ve temiz havası, volkanik minerallerle güçlü toprağı, kahve yetiştirmek için harika bir atmosfer yaratıyor. Küçük bir ülke olan Kosta Rika, şu anda 60 kiloluk kahve çuvallarından yılda 1.490.000 üreterek dünya kahve üretiminin %1’inden azını sağlıyor. Dünyanın en büyük ve birinci sıradaki kahve üreticisi 44.000.000 çuvalla Brezilya. Kosta Rika ise dünya kahve piyasasında 15. sırada.

Kahve en iyi tropikal bölgelerde ve deniz seviyesinden 1200 metre yükseklerde yetişen bir bitki. Çeşitli türleri var ama en çok bilineni Arabica ve Robusta türü. Kahve, beyaz ve kokulu çiçeklerle sahip, kirazı andıran kırmızı meyvesinin içinde iki çekirdek bulunan, dikildikten yaklaşık 3 yıl sonra meyve vermeye başlayan ve 30-40 yıl boyunca aralıksız meyve veren bir ağaç türü. Doğal haline bırakıldığında 8-10 metreye kadar uzayan ağaç, meyvelerin kolay toplanabilmesi için sürekli budanarak 4-5 metre uzunluğunda bir çalı boyutunda tutuluyor.

Bizim tur programında Vargas Ruiz ailesine ait olan Doka kahve Plantasyon Çiftliği gezisi vardı. Burası 70 yıllık olan bir işletme ve hala klasik yöntemlerle kahve işletmeciliği yapılıyor. Kahvenin fide halinden yetiştirilmesine ve çiçek-meyve verir hale gelmesine ve sepetlerle toplanması kadar ki hali bir yerel rehber eşliğinde sahada anlatıldı. Sonra toplanmış olan kahve çekirdeğinin ayrılması, yıkanması ve fermantasyon işlemi yapılması için kullanılan bölümleri gezdik.

Kahve meyvesi büyüklüğü, şekli ve rengindeki benzerlikler nedeniyle “kahve kirazı” olarak da adlandırılıyor. Bu meyveleri toplamak çok zahmetli. İşçiler genellikle Nikaragua’dan mevsimlik işçiler oluyormuş. Bir sepet kahve meyvesi toplamanın karşılığı 1,5 Amerikan Doları. Kahve kirazı içinde ince iki çekirdek bulunuyor. Çekirdeklerin birbirine bakan tarafı düz, dış tarafı yuvarlak. Tanenin düz yüzeyinde, içi sert bir besi dokusu ile dolu olan, derin bir çizgi yer alıyor. Besi dokusunun dış tabakası ince bir zarla kaplı. Bu zar kısmı tatlı. Zarın dışında ise daha sert bir kabuk var. Eğer kahve çekirdeği daha sonra tohum olarak kullanılacaksa çekirdek kabuktan ayrılmıyormuş.

Bazı kahve ağaçlarının meyvesinden iki yerine bir tane çekirdek çıkıyormuş. Tek çekirdekli kahve türüne peaberry deniyor. Tek olarak çıkan çekirdekler, diğerlerinden ayrılarak üretim sürecinden geçiriliyor. Genellikle fiyatları da normal kahveye göre çok daha pahalı oluyormuş.

Kahve çekirdekleri yıkandıktan sonra su içerisinde fermente olmaya bırakılıyor. Böylece kahve çekirdeğinin üstünde bulunan musilaj kısmı bakterilerle işleme girmiş oluyor ve bu da kahveye benzersiz tadını veriyor.

Sonrası kurutma işlemi. Tüm bu işlemleri sahada tek tek anlattılar ve arkasından da kahve satış bölümüne yönlendirildik. Kahvelerimizi aldık. Öğle yemeğini de bu çiftlikte yedik. Çiftlik içinde yürüyüş yapabileceğiniz alanlar ile pek de beklediğim kadar zengin olmayan bir kelebek çiftliği bölümleri de var.

Kahve plantasyonu gezimiz sonrasında Ulusal Müzeyi gezmek için San Jose’ye geri döndük. Kosta Rika Ulusal Müzesi (Museo Nacional de Costa Rica), binanın duvarlarında kurşun deliklerinin hala görülebildiği eski bir kale olan Bellavista Askeri Kışlası‘nda yer alıyor. Daha önceki bölümde size buranın öyküsünü anlatmıştım. Bu nedenle bu müzeyi gezerken yaşayan bir iç savaş tarihi parçasını gezdiğinizi de düşünmelisiniz.

Müze, Kosta Rika doğa tarihini, antropolojiyi, arkeolojiyi ve tarihi vurgulayan sergi alanlarına sahip. İyi düzenlenmiş bir müze. Kosta Rika tarihi, Kolomb öncesi zamanlardan günümüze bir zaman çizelgesinde sergilenen arkeolojik eserlerle anlatılıyor. Müzede en çok ilgimi çeken bahçede bulunan taştan kocaman bir küre olmuştu. Orada iken ne olduğunu anlamadım, belki de anlattılar ben kaçırdım.

Yazıyı hazırlarken öğrendim ki bunlar Diquis Taş Küreleri (Stone Spheres) olarak adlandırılıyor. Kürelerin çapları birkaç santimetreden 2 metreye kadar değişebiliyormuş. Ağırlıkları 15 tona kadar çıkıyormuş. 800-1500 yılları arasında ve Kosta Rika’nın güneyinde Isla Del Cano Adasında ve Diquis Deltasının kayıp bir uygarlığına ait olarak düşünülüyorlar. Bunlar yaklaşık 300 adet mükemmel bir şekilde yontulmuş, güneş sistemi yıldızlarını gösterdiği düşünülen gizemli küreler. Bu küreleri Kosta Rika’da sıkça gördük.

Ulusal Müzede özellikle Kolomb Öncesi sergilenen eserler çok güzeldi. Kosta Rika’da yapılan arkeolojik kazılarda 7000-10000 yıl öncesine giden buluntular var. Kolomb Sonrası döneme ait eserler arasında işkence tahtasını müzede görmek üzücü olsa da Kosta Rika’nın bir gerçeği.

San Jose’de son ziyaret ettiğimiz müze Kolomb Öncesi Altın Müzesi oldu. Bu müze Kosta Rika Merkez Bankasına bağlı olan ve Plaza de la Cultura‘nın altındaki bir yeraltı binasında yer alıyor. Müzede seramik parçalar yanında 1586 adet altın obje sergileniyor.

Altın objelerin yapımı milat öncesi 300-400 yıllarından milat sonrası 1500’lü yıllara kadar uzanıyor. İspanyolların elinden kurtulan ve bu nedenle de eritilmemiş sanat eserleri bunlar. 1503 ile 1660 yılları arasında Amerika’dan İspanya’ya 185.000 kilo altın ve 17 milyon kilo gümüşün kaçırıldığı tahmin ediliyor.

Müzede bulunan altın objelere Kosta Rika yerli kültüründe yaşama ve kutsala dair ne varsa işlenmiş. Kutsal kabul edilen kurbağa, yarasa, timsah, kartal gibi hayvanlar, şaman, Tanrı Sibu, şaman, müzik çalanlar, kolye, bilezik ve küpe gibi süs takıları müzede sergileniyor.

Bunun dışında müzede camlar arkasında bire bir insan boyutlarında balmumundan heykellerde sergileniyor. Kosta Rika yerli halkı günlük halleri içinde ama boyunlarında, pazılarında altın süsleri ile sergileniyorlar.

Müzede Kolomb öncesi dönemin dini inançları, bu insanların kozmovizyonları Kosta Rika’nın Bribri yerli halkı üzerinden görsellerde çok güzel anlatılıyor. Bu konuyu yazıya hazırlarken BriBri yerli halkından birisinin verdiği röportajı okudum ve düşüncelerine bayıldım. “Doğa bizi ayakta tutar. Doğa evimiz, kültürümüz, benlik duygumuz ve besin kaynağımızdır. Bribri insanlarının doğa ile olan ilişkisi budur. Biz Bribri Halkı, doğaya sahip çıkmak için önce onu gözlemliyoruz. Sonra, bize verildiği gibi saygı duyuyor ve koruyoruz. Çünkü doğa ancak o zaman bize ihtiyacımız olan her şeyi verecek. Doğadan geldik ve doğaya döneceğiz. Tarihimizin başlangıcından beri bu böyledir. Daha sonra Bribri olmayan toplumlar kendi yasalarını ve yaşam biçimlerini icat ettiler ve biz de her zaman kim olduğumuz, nereden geldiğimiz ve ne için geldiğimiz gerçeğinden yola çıkarak buna uyum sağlıyoruz.” Kosta Rika halkının doğaya olan saygısı asla lafta kalan bir düşünce değil. Altın arama faaliyetlerine tüm ülke topraklarında son vermeleri, ormansızlaştırma yüzdesinin sıfıra yakın olması, hayvanat bahçelerine hayvanları kapatmamaları bu düşüncenin vücut bulmuş hali.

Kosta Rika yerlilerine göre Tanrı Sibú evreni yarattı. Yerli halkın sazdan yapılma evleri inançları gereği 4 katmanlı olmak zorunda. Bu evler konik tarzında toprağın üstünde 4 katmanlı olarak yapılıyor. Toprağın altında da izdüşümü olarak 4 katman olduğu kabul ediliyor. Zemin kat topraktır ve yer altı ve yer üstü için de ortaktır. Yerin altında ikinci seviyede bitki ve hayvanların ruhları ve nehirlerin sahipleri yaşar. Sibú’nun yardımcılarının yaşadığı yer burası kabul ediliyor. Evrenin üçüncü seviyesinde, hastalığa ve ıstıraba neden olan ve periyodik olarak yeryüzüne acı vermek için inen ruhlar yaşar. Konik evin yer üstünde en son ve en yüksek katı, yardımcısı akbabalar kralıyla birlikte Sibú’nun yaşadığı yerdir. Yani katmanın en üstü göğü temsil eder ve orada Tanrı Sibu oturur. Toprağın altında aynı seviyede en habis ruhlar yaşar. Bir gardiyanın mahkumları hapishanede tutması gibi, Sibú’nun da onları orada kapalı tuttuğuna inanılır.

Altın Müzesinin bulunduğu alanda Kosta Rika Ulusal Tiyatrosu da bulunuyor. Tiyatro 1897 yılından beri faal durumda. Biz tiyatronun içine giremedik. Ancak dışarıdan görebildik. Daha sonrası San Jose sokaklarında başı boş yürüyüş.

Yarına esas Kosta Rika gezimiz başlıyor. Orman ve volkanlar….

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

04.04.2023

Ortaya Karışık Orta Amerika: Pura Vida Kosta Rika (1)

Orta Amerika gezimizde ziyaret ettiğimiz ilk ülke Kosta Rika oldu. İstanbul’dan Kosta Rika’ya doğrudan uçuş yok. Biz THY ile uçtuğumuzdan önce Kolombiya’nın başkenti Bogota‘ya indik. Uçak Bogota’da yolcu indirdi ve Panama City için yeni yolcuları aldı. İndirme, bindirme, yeni mürettebatın uçağı devralması, kontroller ve temizlik derken uçak içinde gerekenden daha fazla bekledik. Programa göre Panama City’den de yeniden uçağa binerek Kosta Rika’nın başkenti olan San Jose‘ye uçuşumuz var.

İstanbul’dan zaten geç başlayan uçuşumuza, bir de Bogota’da gecikme eklenince bizim Panama City’den Kosta Rika’ya gidecek Copa Havayolları uçuşumuzu yakalamamız biraz mucizeye kaldı. Neyse ki sevgili Ayşe Aktunalı usta rehberliğini konuşturdu da bagajlarımızı hiç almakla uğraşmadan, hiç çıkış yapmadan ve biraz da koştur koştur yaparak uçağı yakaladık. Buradaki risk bavullarımızın kaybolması olabilirdi ama o sıkıntımız da olmadı. Benim tavsiyem; Hiç riske gerek yok, programınızı Panama’dan başlatın.

15,5 saat Sonunda Panama City’de ve oradan da 1,5 saatlik uçuşla San Jose Havalimanında olduk. Akşamın ilerleyen saatlerinde otelimize giriş yapabildik. Kosta Rika’nın başkenti San Jose gezimizi yazmadan önce Kosta Rika özelinde bilgi paylaşsam iyi olur. Çünkü bu ülke Orta Amerika’nın en ilginç ülkelerinden bir tanesi.

Eğer Kosta Rika gezisi planlıyorsanız, Kosta Rika ile ilgili bir kavramı gayet iyi bilmelisiniz; Pura Vida. Bu kelimeyi Kosta Rika’ya adım attığınız ilk andan itibaren her yerde göreceksiniz. Pura Vida’nın anlamı en kolayından “Basit yaşam” ya da “Saf yaşam” olarak açıklanabilir. Genellikle selamlaşma (hello gibi) ve vedalaşma (good bye gibi) anlamlarında kullanılan Pura Vida, Kosta Rika’lılar için bir sözden daha fazlası, bir yaşam biçimi. Ülkenin resmi olmayan sloganı ‘pura vida’, tasasız, yarına dair hiçbir karamsarlık içermeyen, sahip olduklarından tatminkar, sahip olmadıklarına ihtiyaç hissetmeyen bir yaşamı ima ediyor. Kosta Rika da uzun yaşam ömrünün en önemli nedenlerinden bir tanesinin halkın içselleştirdiği bu felsefe olduğuna inanılıyor. Kosta Rika’da doğan erkekler “Tiko”, kadınlar ise “Tika” olarak adlandırılıyor. Kosta Rika halkı ise gündelik dilde “Tikos” olarak çağrılıyor, birbirlerine her seslenmeleri “Mae” (Ahbap, dostum) diyerek başlıyor. Tikoslar yaşamı “pura vida” olarak algılıyorlar. Kosta Rika gezimi anlatmaya başlarken başlık için en doğru kelimenin pura vida olduğunu daha San Jose Havalanı içindeki gümrükten geçerken anlamıştım. Kosta Rika’da bulunduğunuz süre boyunca insanlarla her temasınızda insanların yaşamlarındaki bu yavaşlığı, dinginliği ve samimiyeti hissediyorsunuz.

Ülkenin doğusu-batısı iki ayrı deniz ile çevrili, kuzey kısmında Nikaragua, güney kısmında ise Panama ile komşuluk var. Yüzölçümü 51000 km2 (Konya ilimizin yüzölçümü 40800 km2). Ülke nüfusu ise 5.200.000 kadar. Para birimi başlarda Peso iken 1896 yılından beri Colon’a dönüştürülmüş. Bu ülke ile ilgili kabul edemediğim tek gerçek budur; Sen git 400000’lerde gezen yerli nüfusu 8000’lere kadar indiren yani yerli halkına soykırım yapan adamın, Kristobal Colon’un, ismini para birimine ver!!

Kolomb’un sandığının aksine Kosta Rika, altın ve gümüş bakımından çok zengin değil. Tüm İspanyol İmparatorluğunun en fakir kolonisi olarak bile gösteriliyor. Bu durum, İspanya’nın Kosta Rika’yı kendi kaderine terk etmesine neden olmuş ve merkezi idareden de uzaktaki konumu onu bölgenin bir zamanlar en fakir ülkesi yapmış. Orta Amerika ülkelerinin 1821 yılında İspanya’dan bağımsızlığını ilan ederek aralarında kurdukları federe cumhuriyete Kosta Rika da katılırken, seçilen ilk Kosta Rika Valisi ülkenin kaderini çizmiş. Güvenilir bir yargı sisteminin adımlarını atmış, ülkenin ilk gazetesini kurmuş ve ücretsiz eğitimi yaygınlaştırmış.

Ülke bir tarım ülkesi. Bugün bile gelirlerinin %55’i tarım ve hayvancılıktan geliyor. Kahve çekirdeği, tropikal meyve ve süt ihracatı en önemli kalemleri arasında. Son yıllarda (pandemiye kadar) turizm gelirleri patlama yapmış durumda.

Dünya ülkeleri arasında insanlarının “burada yaşamaktan mutluyum” dediği nadir ülkelerden bir tanesi de Kosta Rika. Ormansızlaştırma oranı ülkede sıfıra inmiş durumda. Avcılık yasak, hayvanat bahçesi yok. Milli gelirleri 19000 USD civarlarında. Dünyada 5 tane Mavi Bölge (Blue Zone) unvanına sahip ülke var. İnsanların ortalamanın çok üzerine yaşam ömrü olduğu yerler için kullanılan bu terime sahip olan ülkeler arasında Kosta Rika’da bulunuyor. “Yerleşmek için ne güzel bir ülke” diye düşündüğünüzü biliyorum. Ama çalışmalar göstermiş ki bir heves bu ülkeye yerleşen gurbetçilerden yaklaşık yarısı eninde sonunda geldikleri ülkeye geri dönüyorlarmış. Bunun en önemli sebebi Kosta Rika’nın dünyanın en pahalı ülkeleri arasında yer alması.

Konu yazısını hazırlarken karşılaştığım bir yazıda okuduğum bir cümle çok hoşuma gitti; “Annem geceleri uyuyabiliyor. Kosta Rika’da sıkça kullandığımız bir cümlede ifade edildiği gibi; Huzur, Kosta Rikalı annenin büyüttüğü bebeğinin bir gün asker olmayacağını bilmesidir’’. Bu cümle Kosta Rika’da ordu olmaması üzerine yapılan bir konuşmadan alındı. Bence tarih yazan liderler geleceğini, geçmişten çıkarttıkları derslere göre kurgulayan insanlardır. Kosta Rika’nın tarihinde 1917-1919 yılları arasında ve 1948 yılında 44 gün olmak üzere 2 kez iç çatışma yaşanmış. İktidar hırsı olan yöneticilerin, ordu darbecilerinin başlattığı iç savaşlarda yüzlerce insan kaybı olmuş. 1 Aralık 1948 günü, dönemin Kosta Rika devlet başkanı Jose Figueres, başkent San Jose’de bulunan ordu ana karargah binasının ünlü dış duvar kapısının önüne gelip elindeki balyoz ile kapıyı yıkmaya başlamış. Başkan bu kapı yıkma işi sonrasında Kosta Rika’nın ordusunu tamamen tasfiye ederek artık ordusuz bir ülke olmaya karar verdiklerini duyurmuş. Törenin sonunda ise bahçe kapısını yıktığı karargahın anahtarını eğitim bakanına vererek, bu binanın artık Ulusal Sanat Müzesi olarak kullanılacağını açıklamış. Silahlanma ve ordu için harcanacak paraları, eğitim ve sağlık harcamalarına ayırmışlar. Bu işi 1949 yılında Anayasa ile güvence altına almışlar ve Kosta Rika o günden beri ordusuz.

1987 yılında Nikaragua’daki olaylardan korkan Amerika Birleşik Devletlerinin Başkanı Reagan Kosta Rika’nın yeniden ordu kurması için baskı yapsa da Kosta Rika yönetimi buna şiddetle karşı çıkmış. Kosta Rika’nın bölgenin siyasi istikrarı en yüksek, ekonomisi en gelişmiş ve eğitim düzeyi en ileri ülkesi olmasının en önemli nedeni ordusunun olmamasına, silahlanma için para harcanmamasına bağlanıyor. Asayiş olayları için kentlerdeki polis gücü dışında silahlı birlikleri, tankı, topu bulunmayan bir ülke Kosta Rika.

Kosta Rika’nın İspanyolca’daki kelime anlamı “Zengin Sahil”. Rivayete göre Konkistador Kolomb 4. seferinde bu sahillere çıktığında “Buradaki iki günümde, Hispanola’da dört yılda gördüğümden daha fazla altın gördüm” demiş. Aslında bu toprakların asıl zenginliği doğası. İşin güzel tarafı Kosta Rika halkı da doğasını korumanın önemini anlamış ve 1970 yılında topraklarının doğal güzelliklerinin korunmasını istemiş. Ülke topraklarının %10,27’si Ulusal Park statüsünde ve %17 ilave bir kısım daha rezerv alanı olarak ayrılmış durumda. Yani ülke topraklarının 1/4’ü Ulusal Park statüsünde. Bu oranlar dünyanın diğer ülkelerine göre çok yüksek değerler. Bunun bir anlamı da ülkenin biyoçeşitliliğinin çok fazla olması demek. Kosta Rika tüm dünyadaki karasal toprakların % 0,03’üne sahip olmasına rağmen, doğal yaşamın yüzde 5’ine tek başına ev sahipliği yapıyor. Burada gördüğüm kadar farklı kuşu ben gezdiğim hiç bir ülkede görmedim.

Ülkenin ilk başkentliğini 350 yıl boyunca Cartago şehri yapmış. Meksika’ya bağlanmayı isteyen Cartago’ya karşın bağımsızlık isteyen San Jose halkları arasındaki iç çatışmalardan San Jose galip çıkınca başkent San Jose olmuş. San Jose ülkenin ortasındaki konumu ile stratejik ve ülkenin en kalabalık şehri. San Jose’den iki okyanus kıyısının arasında olan mesafe yani Karayip Denizinden, Pasifik Okyanusuna olan uzaklık 5 saat. Bu nedenle şehir yeni kurulsa ve kolonyal dönemden kalma eserleri olmasa da ülkenin önemli gezi noktalarına yakınlığı ile çok turist alıyor.

Buradan gidilebilecek en iyi destinasyon ülkenin en yüksek volkanı olan Irazu Volkanı olabilirdi. Ama en iyi şartlarda 5-6 saatlik bir program gerektiriyor. Aynı şekilde Poas Volkanı gezisi de 1 saatlik mesafede ama bunlar program olarak en az yarım günlük aktivite gerektiriyor. Bizim programda San Jose de 2 gece 1 gün konaklamamız var. Yarım gün Alajuela Bölgesi sınırlarında Doka Kahve Çiftliğinde, kalan yarım günü de Ulusal Müze, Altın Müzesi ve San Jose Şehir gezisine ayırınca vakit kalmadı. Konu başlığında seçtiğim gibi ortaya karışık Orta Amerika gezisinde her şey olamayacak tabii ki.

Yazının bu bölümünde San Jose şehir gezisini anlatarak bu bölümü kapatabiliriz. Ülkenin 5,2 milyon nüfusunun 1,6 milyonunun yaşadığı San Jose ülkenin aynı zamanda kültür başkenti. Şehir çok sayıda müzeye ve parka ev sahipliği yapıyor. Şehrin merkezinde olan otelimizin (Aurola Holiday İnn) karşısında bulunan Morazan Parkı hanımla benim ilk ziyaret ettiğimiz yer oldu. Sabahın erken saatinde yürüyüşe çıktığımız bu park 1830-1839 yılları arasında Orta Amerika Federal Cumhuriyeti Başkanlığı da yapan siyasetçi Francisco Morazan adını taşıyor. Parkın bir kapısında Simon Bolivar’ın, diğer kapısında ise Olger Villegas-Cruz tarafından yaratılan ve “El Beso” (Öpücük) adlı heykel bulunuyor. Parkın ortasında ise 1920 yılında kurulmuş Müzik Tapınağı bulunuyor. Burada zaman zaman konserler oluyormuş, bize denk gelmedi tabii ki. Çok güzel bir park.

Morazan Parkı karşısında bir başka park olan İspanya Parkı (Parque España) bulunuyor. Bu parkta 1903 yılında ilk defa Kosta Rika ulusal marşı okunmuş. Parque España’nın kuzeybatı köşesinde, mimar José María Barrantes tarafından tasarlanan, Virgen de los Ángeles veya Orosi Kilisesi’nin keşfi gibi Kosta Rika yaşamından sahneleri hatırlatan mozaikler ve çinilerle süslenmiş küçük bir kiosk var.

1947 yılında yapılmış olan bu kioskun asıl amacı bu bölgede devriye gezen polisler için yağmurdan korunma yeri olması. Parkın diğer köşesinde ise Kosta Rika’nın ilk fatihlerinden olan Juan Vázquez de Coronado’nun heykeli bulunuyor. Yine kendilerine eziyet edenlerin heykelini dikmişler diye düşündüm ama bu İspanyol, Kosta Rika elit tabakasının, ileri gelen politikacılarının genetik olarak atası kabul ediliyor. Zamanında da halkla ilişkiler iyi kurmuş. Yani Kristof Kolomb kadar beceriksiz ve kötü bir yönetici değil.

İki parkın karşısında da önemli binalar var. Bir tanesi Edificio Metálico (Metal Bina) ve 1892’de Belçika’da dövülmüş metal parçalardan inşa edilmiş. Bu demir parçalar San José’de monte edilerek bina 1894’te tamamlananmış. Bina bugün okul olarak hizmet veriyor.

Casa Amarilla (Sarı Ev) adını cephesinin koyu sarı renginden alıyor. Neobarok süslemelerle neokolonyal tarzda bir bina. 1916’da inşa edilmiş. Geçen yüzyılın (1920-1922), Yasama Meclisi ve Başkanlık Konutu olarak hizmet vermiş. 1976’da ulusal anıt ilan edilmiş ve şu anda Dış İşleri Bakanlığı’na ev sahipliği yapıyor.

İspanya Parkının Simon Bolivar heykeli olan kapısının karşısında Ulusal Sanat ve Kültür Merkezi bulunuyor. Bütün bir şehir bloğunu kaplayan bina bir zamanlar likör fabrikası olarak iş görüyormuş. Şimdi, birkaç sahne sanatları merkezi ve Çağdaş Sanat ve Tasarım Müzesi’ne ev sahipliği yapmanın yanı sıra, aynı zamanda ülkenin Kültür Bakanlığı’nın ofisi olarak da hizmet veriyor.

Parkların önünden, 3. Cadde denen caddeden yukarıya doğru eski Atlantik Tren İstasyon Binasına doğru yürümeye başlarsanız yol üzerinde bir başka parkı daha geçeceksiniz; Ulusal Park (Parque Nacional). Park içinde Ulusal Anıtı ve José Martí veya Don Andrés Bello‘ya adanmış çeşitli büstleri ve heykelleri görebilirsiniz.

Bu parktaki en ilginç olan heykel ise Edgar Zuniga’ya ait topraktan çıkan insan heykelleri. Bu çalışmalar çok gerçekçiler.

Bizim yürüyüş güzergahımızın en son noktası tren istasyonuydu. 1908 yılında açılmış ve Atlantik kıyısından kahveyi Avrupa’ya taşıyabilecek bir istasyon olan ihtiyaç nedeniyle yapılmış.

Yarına kahve plantasyonu ve Ulusal ve Altın Müzelerini anlatırız.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

01.04.2023