Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Susa Antik Kenti-Çoğa Zenbil

Şuşter’den sonra Çoğa Zenbil (Chogha Zanbil) adlı bir başka önemli bir arkeolojik alanın ziyaretine gittik. Şuşter’den 46 km’lik mesafede olan Çoğa Zenbil, Elam dilince Dur Untash (Untaş Şehri anlamında) olarak adlandırılmış. Çoğa Zenbil’in Farsça anlamı ise “Höyük Sepeti“. Alana vardığımızda giriş yerinden bakınca uzakta tuğla rengi bir yükselti dışında pek bir şey belli olmuyordu. Belirlenmiş yol boyunca surlarla çevrilmiş tapınağa yaklaştıkça olay değişiverdi. Bugünkü yüksekliği 24 metre olan (gerçekte olanın yarısı olarak yazılıyor) tapınak çok iyi durumda. sadece İran’da değil, günümüze ulaşan Mezopotamya zigguratları içerisinde de en iyi durumda olanlarından birisi olarak kabul ediliyor.

Zigguratlar bir platform üzerine kurulan, basamaklı piramidal tapınak kulesi ile karakteristik yapılar. M.Ö. 2200 ile M.Ö. 500 yılları arasında Mezopotamya’nın (ağırlıklı olarak Irak’ta) büyük şehirlerinde yapılmışlar. Tapınaklar içine dönemin, yörenin tanrılarının heykelleri konurmuş, tapınaklar onlara adanırmış. Bu dini yapılar her zaman kerpiçten bir çekirdek ile inşa edilmiş ve dışı pişmiş tuğla ile kaplanmış. İç bölmeleri yok ve genellikle kare veya dikdörtgen şeklinde yapılmış. Özellikle Sümer , Babil ve Asur bölgeleri arasında eşit olarak bölünmüş, yaklaşık 25 ziggurat biliniyor. Zigguratlarda çıkış, harici bir üçlü merdiven veya spiral bir rampa ile yapılırmış. Eğimli kenarlar ve teraslar genellikle ağaçlar ve çalılarla çevrelenirmiş. Bugün gezeceğimiz Çoğa Zenbil, Susa Antik Kentine 30 km mesafede ve Susa’nın boğa tanrısı Inshushinak’a (Insusinak) adanmış bir ziggurat.

Çoğa Zenbil özellikle orta Elam dönemine (M.Ö. 1500-1000) tarihlenen kalıntılarıyla ve Mezopotamya dışında ayakta kalan birkaç ziggurat arasından en büyüğü olması nedeniyle önemli bir yer.

Elamlılar binlerce yıl bölgede yaşamışlar ancak sürekli olarak tek elden ve dirayetle yönetilen bir halk olamamışlar (Bu yazıyı hazırlarken Elam tarihi hakkında güzel bir video izledim. Meraklısının ilgisini çekebilir diye adresini paylaşmak isterim; https://www.youtube.com/watch?v=TVKwzrdnOjA&t=1631s). Daha çok kabile devletlerinin bir araya geldiği ve güçlü kabile liderinin sözünün geçtiği kozmopolit bir toplum olmuşlar. Onları bir arada tutan ortak bir dil dışında çok farklı bir halk yapısına, kültüre ve çok sayıda tanrıya sahip olmuşlar. Elam tarihinin en parlak dönemi olan M.Ö. 1400-1100 yılları arasında bu farklılık bir eksiklik olarak görülmüş ve yöneticiler halkı “Elamlaştırma” politikası denemişler. Bu politika ile Elam topraklarında kültür ve din standardını teşvik etmeye çalışmışlar. Untash-Napirisha bu döneme ait önemli bir Elam kralı. Kendisi de bu politikaya inanarak, içinde Çoğa Zenbil’in de bulunduğu yeni ve geniş bir şehir inşa ettirmiş. Çoğa Zenbil’in bu anlamda hikayesi çok ilginç.

Kral Untash-Napirisha, gezdiğimiz alanda M.Ö. 1250’li yıllarda yaptırdığı ilk tapınağı, Susa’nın koruyucu tanrısı Insushinak’a adamış ve onu Susa’dan bu tapınağa taşımış. Burada yeni standartlarda, tek tip tanrıya tapılan yeni bir başkent yaratırsa, ortak bir Elam kültürü yaratacağını düşünmüş. Tasarladığı ve inşasına başladığı başkentin daha çok ilgi çekmesini beklerken, farklı tanrılara tapan insanlar arasında huzursuzluk yarattığını anlamış. Elam halkının yaşamlarında uyguladığı çok çeşitli tapınma gelenekleri ve çeşitli tanrıları düşündükten sonra fikrini değiştirmiş. Başlangıçta Susa’nın koruyucu tanrısı İnsushinak’a bir anıt olarak tasarlanan ziggurat, daha sonra daha da büyük bir vizyonu gerçekleştirmek için yıkılmış. Elam’ın tüm bölgelerinden ibadet edenleri ağırlayacak ve sadece boğa figürlü tanrı İnsushinak için değil, tüm tanrılar için bir tapınak kompleksi inşasına başlatmış. Daha büyük bir ziggurat, küçük tapınaklar ve rahipler için konutlar yaptırmış. Tapınak kompleksi kralın ölümü sırasında hala tamamlanamamış. Bölgedeki arkeolojik buluntular, Çoğa Zenbil’in M.Ö. 1000 yılına kadar bir haç yeri olarak kullanıldığını gösteriyor. Arkeolojik kazılarda görülen ve inşaatta kullanılmak üzere yığılmış kerpiç tuğlalar, alandaki bitmemiş tapınaklar, aslında kompleksin hiçbir zaman tamamlanamadığı düşündürüyor. Untash-Napirisha’nın tapınağı, aslında Elamlıların farklı dini inançlara, tapınmalara, tanrılara gösterdikleri hoşgörünün hikayesini anlatması bakımından da önemli.

Asur kralı Asurbanipal M.Ö. 647-646’da Elam’ı işgal ettiğinde tapınak işgalcilerce yağmalanmış ancak Asurbanipal siteyi tamamen de yok etmemiş. Sonra bilinmeyen nedenlerle terk edilen Çoğa Zenbil, M.S. 1935’te yeniden keşfedilene kadar unutulmuş.

Alanda merkezde bulunan ana tapınak, her ziguratta olduğu gibi yüksek bir platforma ve tepesine kurulu tapınak formunda yapıya sahip. İçi kerpiç, dışı ise pişmiş tuğla ile kaplı. Süslü cephesi bir zamanlar sırlı mavi ve yeşil pişmiş toprakla kaplıymış. M.Ö. 1250 yıllarında yapılan tapınağın dış duvarlarında bazı tuğlalara kazınmış, boydan boya giden çivi yazıları hala görülüyor.

Binanın tepesindeki tapınaktan, Inshushinak’ın her gece cennete yükseldiğine inanılırmış. Alanda ana tapınak çevresinde bugün sadece 4 tanesi görülen daha küçük tapınaklar bulunuyormuş.

Benim için gezi alanında en ilginç bulduğum bölümlerden bir tanesi yerdeki fayans üzerinde görülen insan ayak izi oldu. Bundan tam 3250 yıl öncesinden kalma, ıslakken üzerine basılması ile oluşan fayans üstündeki ayak izleri kim bilir kime aitti?

Susa Antik Kentine, gezimiz sırasında, Şuşter Tarihi Su Sistemi ziyaretinden sonra gittik. Aradaki mesafe 76 km kadar. Şuşter, “Susa’dan daha iyi” anlamına geliyormuş. Şuşter günümüzde bile çok etkileyici gözüküyor. Şuşter’den sonra Susa’yı gezerseniz size biraz sönük kalacaktır. Ancak aslında Susa’nın tarihi önemi çok fazla.

Susa Antik Kenti M.Ö. 4. bin yılı başlarında Elamlıların siyasi başkenti, Ahamenişlerin yazlık başkenti, Part ve Sasani dönemlerinde ise önemini koruyan bir kent olmuş. Karbon 14 analizleri ile burada 7000 yıl öncesinden yaşama dair ipuçları bulunmuş. Susa, Elamlılar zamanında Susan veya Susun diye adlandırılırmış. Susa, özellikle bölgedeki kültürlerin geniş bir zaman diliminde evrimine dair kanıtlar sağladığı için tarihi öneme sahip. Örneğin burada Elamlıların sarayı kerpiçten yapılırken, Ahamenişler saraylarını pişmiş tuğladan yapmışlar. Çoklu tarih katmanlarına ev sahipliği yapması yönü ile Susa 2015 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Miras Listesine alınmış. Şehir hem Babil’li Hammurabi ve hem de Asur’lu Asurbanipal tarafından yıkılmış. Ancak Susa her zaman küllerinden yeniden doğmuş diyebiliriz.

Susa’da Ahameniş kralı Büyük Darius ve sonrasında gelen takipçilerinin yaptırdıkları Apadana Sarayı alanın en önemli bölümü. Ne yazık ki günümüze sadece sütun kaideleri ve korunmuş kerpiç duvarlar kalmış. Alanda Akrepol ve eski saray ve evler diğer gezilecek bölümler. Ama Susa, Persepolis yanında daha az görünür kalıntıya sahip. Büyük İskender, Ahamenişlere nasıl bir kinle saldırdı ise şehir MÖ 331’de büyük ölçüde tahrip olmuş. Ortada saray filan kalmamış. Bu yazıyı hazırlarken edindiğim ilginç bir bilgi de Susa Düğünleri denen bir olayın varlığı. Büyük İskender ele geçirdiği Pers toprakları halkı ile kendi halkını karıştırmak ve ortak bir kültür yaratmak için 10000 Pers ve Makedon çifti Susa’da büyük bir düğünle evlendirmiş.

Aşağıdaki fotoğraflar Darius’un Apadana Sarayı’nın gezimizde çektiğim fotoğrafları. Böyle bakınca hiç bir anlam ve önem veremiyorsunuz.

Aşağıda soldaki illüstrasyon çizime ve sağdaki müzede çektiğim fotoğrafa bakarsanız sarayın ihtişamını tahmin edebiliyorsunuz. Bu tip yerlerde tabelalara asılmış çizimlerle aslında o alanda nasıl bir eser olduğunun gösterilmesi mutlaka yapılmalı. O gün bölgeyi gezerken bir sürü şeye daha çok dikkat edebilirdim. İran’da müze içi sergilemeler ve açıklamalar genelde iyi ama Çoğa Zenbil, Şuşter, Susa gibi arkeolojik alanlarda bu tip canlandırmalar ve açıklamalar bence yetersizdi.

Susa’da ilk ciddi ve bilimsel arkeolojik kazılar Fransız arkeolog Jacques de Morgan tarafından başlatılmış. Burada özellikle Darius’un Sarayı kazılarında önemli eserler çıkartılmış. Fransızların çıkarttıkları eserlerde Fransa’ya yollanmış. Başlarda kazı alanı yakınında çadırlarda kalan kazı ekibi kendilerini yerel halk tarafından sürekli tehdit altında hissetmiş. Koruma ve operasyon üssü olarak bir kale inşa etmeye zaman ve kaynak ayırmışlar. Antik Susa bölgesini korumak için kazı yapıyor ve çalışıyor olsalar da, aynı zamanda şu anda “Susa Kalesi” veya “Arkeolog Kalesi” olarak bilinen binayı inşa etmek için bölgeden gelen malzemeyi kullanmışlar. Şu anda gözüken kale aslında bu arkeologların yaptırdıkları1885 yılından kalma ve tek orijinalliği kazılardan çıkan malzeme ile kendilerine kale yapmaları. Yine de kale içinde sergilenen ve kazıda kullanılan malzemelerle ilginç bir yer.

Günün sonunu Susa Müzesini gezerek tamamladık. Müze Antik Susa Kalesi’nin yanında, Daniel’in Türbesi karşısında yer alıyor. Kendi küçük ama içindekiler önemli eserler. Gezi sonrası Ahwaz’a akşam yemeği ve konaklama için geri döndük.

Bu yazı ile İran’ın Ahwaz çevresi gezimizi tamamlamış oldum. Farkındayım, bazen çok ayrıntıya girmiş gibi oluyor ama söz konusu olan İran. Emin olun bu ülkeye olan gezimi yazıya dökmek için okudukça, bu halimle bir daha gitmem iyi olur diye düşünmüyor değilim.

Gezekalın

Dr Ümit Kuru

22.06.2022

Tüm Çekincelerinizi Bir Kenara Bırakın! İRAN GEZİ YAZISI:Şuşter Tarihi Hidrolik Sistemi/Daniel’in Mezarı

Bugün İran gezimizde çok önemli bir gün olacak. İran gezi programı yaparken Ahvaz’da konaklama yapmanızı ve civarda olan Susa, Şuşter, Çoğa Zenbil ve Danyal Peygamber’in Türbesini gezmek için genişçe zaman ayırmanızı tavsiye ederim. Binlerce yıl öncesinden ayakta kalmış bir ziggurat olan Çoğa Zenbil 1979, Şuşter Tarihi Su (Hidrolik) Sistemi 2005 ve Susa Arkeolojik Sit Alanı 2015 yıllarında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi içine alınmışlar. Yani sizin anlayacağınız bir gezi günü içinde 3 tane önemli yeri ziyaret edeceğiz. Bir gezgin için bugün önemli bir gün olmasın da, hangi gün olsun? Bu gezi yazısını yazarken yazıya koyacağım fotoğraflar arasından, başlık fotoğrafı seçerken bile çok zorlandım. Bu bölümün yazıları uzun olacağından birkaç bölüm halinde sunmak uygun olacak diye düşündüm.

Dicle ve Fırat Nehirleri arasında kalan bölge, Mezopotamya, tarihte Babil, Sümer, Akad, Asur ve Elam gibi çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapmış. İran’ın güneybatısında M.Ö. 3000’li yıllarda var olmuş antik bir medeniyet olan Elamlılar bugünkü İran’ın güneybatısındaki Huzistan eyaleti ve civarındaki topraklarda hüküm sürmüşler. M.Ö. 646 yılında Asurlular tarafından son Elam Hanedanı ortadan kaldırılıncaya kadar da varlıklarını sürdürmüşler. Sümer, Akad, Babil gibi devletlerle etkileşmişler, dil ve kültürel etkilerini kendilerinden sonra gelen medeniyetlere aktarmışlar. Bugün yazıma bu binlerce yıl öncesinin kadim uygarlığını konu etmemin nedeni Elamlıların bir süre başkentliğini yapmış olan Susa Arkeolojik Sit Alanı, günümüze ulaşan en önemli zigguratın bulunduğu Çoğa Zenbil ve Şuşter Hidrolik Sistemi gibi antik Elam bölgelerine gezi yapacağımızdandır. Bölge için kesinlikle bir tam gün ayırmalısınız ve Susa Müzesini de programa almalısınız. Müze konusu açılmışken Kaçar Hanedenından Nāṣer-al-Din Şah 1895 yılında İran’da kazı yapma tekelini Fransızlara para karşılığı vermiş. Anlaşma gereği Fransızlar kazılarda çıkan tüm değerli metallerin ağırlıkça değerinde bir tazminatı da o dönem İran yönetimine ödemişler. Böylece kazılarda çıkan eserler Fransa’ya götürülmüş. Yani bölgeye ait kazılarda çıkan eserlerin en güzellerini Şusa ve Tahran müzelerinde değil ama Fransa’da Louvre Müzesinde görebilirsiniz.

Biz gezimize sabahın erken saatlerinde önce Ahvaz’dan 92 km ötede bulunan Şuşter Hidrolik Sistemini ziyaret ederek başladık. Gezi boyunca en çok etkilendiğim yerlerden bir tanesi olan Şuşter Tarihi Hidrolik Sistemi Akamenişler zamanında başlayan ve Sasani Döneminde biten, kıt olan suyun en efektif şekilde kullanılmasını amaçlayan karmaşık bir su dağıtım sistemi. Sistemde barajlar, köprüler ve kanallar var. Su akış debisi yüksek olan Karun Nehri‘nin suyundan ve gücünden en azami şekilde faydalanmak için tasarlanmış bir sistem. Büyük Darius’un M.Ö. 5 yüzyılda başlattığı çalışmalar, M.S. 3. yüzyılda tamamlanmış.

Şuşter Hidrolik Sistemi, antik çağlarda yarı çöl arazilerini yerleşime açmak için geliştirilen hidrolik tekniklerin benzersiz bir örneği. Dağlardan aşağı akan bir nehri kanallarla yönlendirmişler, büyük ölçekli inşaat mühendisliği yapılarını kullanarak ve kanallar oluşturarak, suyun geniş bir alanda (tarımsal, bireysel, ve değirmenlerde olduğu gibi) ve birden fazla amaçla kullanımını mümkün kılmışlar. Değirmenlerde buğday, susam öğütmüşler. Suyu tarım arazilerine yönlendirmişler ve su olmayan yerlere su götürmüşler.

Büyük Darius, inşa ettirdiği basit kanallarla Karun Nehri suyunu Şuştar’a yönlendirmiş. Sisteme esas mükemmelliğini veren ise aslında Romalı mühendisler olmuş. Burası Roma İmparatorluğunun doğudaki en uzak noktada inşa ettiği baraj ve köprü sistemi olarak kabul ediliyor. Romalılar aslında sisteme gönüllü olarak katkıda bulunmuş değiller. Sistemin ana bölümlerine onların verdikleri katkı zorunluluktan diyelim.

“Nasıl?” diye merak ederseniz anlatayım; Sasani Kralı 1. Şapur Edessa Savaşında (MS 260) Roma İmparatoru Valerian’ı yenerek, kalan tüm Roma Ordusu ile birlikte esir almış. Kaynakların bir kısmı Şapur’un, Valerian’ı aşağılayarak ve işkencelerle öldürttüğünü yazıyor. Başka bir kaynakta ise tarihçiler farklı bir iddiada bulunuyorlar. Şapur, esir Roma İmparatoru ve en azından işine yarayacak mühendislerine hayatları karşılığı, Roma mühendisliğini kendi ülkesinde uygulama şansını vermiş. İlerleyen günlerde anlatacağım Nakş-ı Rüstem’de var olan Şapur’un atı önünde ondan aman dileyen Valerian rölyefi biz orayı gezdiğimizde tadilattaydı.

Benim fotoğrafımın yanındaki daha önceden çekilmiş ve internetten bulduğum fotoğrafta tadilatsız halin fotoğrafındaki Valerian’ın aşağılanması sahnesi, Tak-ı Bostanda Hüsrev ve Ahura Mazda’nın ayakları altındaki Romalı’nın aşağılanması kabartmasında olduğuna göre daha naif sayılabilir. Şapur, savaştaki başarısı üzerine Bişapur’da kendine bir saray inşa ettirmiş. Bizim de gezdiğimiz bu alandaki bir bina, Valerian Sarayı olarak anlatıldı ve gezdirildi. Anladığım kadarı ile Şapur, işine yarayacağını düşündüğünden savaşta mağlup ettiği İmparator Valerian’ı rölyeflerde aşağılamış ama yaşamasına izin vermiş, saraycık denilecek bir yeri de esiri olan Valerian’a ayırmış. Ama Romalıların iş gücü ve mühendislik bilgileri karşılığı olarak yapmış bunu. Bişapur’daki saray yapısında, başka herhangi bir Pers şehrinde görülmeyen kadar Roma tarzı mimari ve şehir planı uygulanmış.

Aralarında Roma Mühendislik birlikleri de olan bu muazzam iş gücü Şuşter’de Dairus döneminde başlanan hidrolik sistemini daha işlevsel hale getirmek için çalışmışlar. Bu iş gücü ve Roma Mühendisleri eski Elam ve Mezopotamya geleneksel yapılarının üstüne Ab-i Gargar adlı bir kanal ve Karun Nehrinin su akışını yapay su yoluna yönlendiren Band-e Kaisar ve Band-e Mizan adlı iki baraj inşa etmişler. Band-e Kaisar “Sezar’ın Bendi” anlamına geliyor. Bu bile aslında Şapur’un, esiri Valerian’a, işine yaradığı için iyi davrandığı görüşünü destekler nitelikte. 1885 yılında bir depremde Sezar Bendi kısmen yıkılmış. Ancak Gargar Kanalı hala iş görüyor.

Aracımızdan indikten sonra alana gitmek için yürüdüğümüz Shari’ati Caddesi Köprüsünden Şuşter Hidrolik Sistemine tepeden bakıyorsunuz ve manzara harika görünüyor. Sistem sizi büyülüyor. O zamanların şartlarında böyle bir sistemin kurulması ve günümüzde bile hala çalışıyor olması insanı hayrete düşürüyor.

Alana kemerli bir kapıdan giriyorsunuz. Biz gezdiğimiz zaman orta alana giden yolu kapatmışlardı. Küçük su kanalları, suyu değirmenlere yönlendiriyor. Bir zamanlar 50 ye yakın su değirmeni varmış ama günümüzde sadece 8 tanesi çalışır vaziyette.

Burayı içeriden gezdikten sonra geldiğiniz girişten çıkarak caddeyi devam edin ve bu güzel esere bir de daha yukarıdan ve tam karşıdan bakın.

Bir başka tavsiye edilen ve Şuster Hidrolik Sistemi’nin en güzel panoramik manzarasını görebileceğiniz yer de Tarihi Marashi Evi imiş. Bizim oraya gitmemiz için zaman yoktu. Ama vakti olanlar o evin terasından çok güzel fotoğraflar çekecektir.

Aslında Şuşter gezisi sonrasında önce Çoğa Zenbil’e, Sonra da Susa Arkeolojik Sit Alanı ve Daniel’in Mezarına gittik. Ama ben yazıyı iki kısımda bitirebilmek için bu yazıda Daniel’in (Danyal) Mezarını da anlatacağım.

Daniel’in Türbesi, çam kozalağı şeklinde, 20 metre yükseklikte ve 5 metre çapında kubbesi ile Susa’da her yerden rahatlıkla fark edebileceğiniz bir yer. Böyle bir kişinin yaşadığı bile tartışmalı ama İncil’de adı geçiyor. Babil’de Nebukadnezar döneminde yaşamış. Bulunduğu yere bolluk, bereket ve sağlık getirdiğine inanılıyor.

İlk türbe Selçuklularca, son hali ise 1870 yıllarında yapılmış. Hıristiyanlarca ve Bahailerce peygamber kabul edilen Yahudi bir karakter. Kendisi tartışmalı ama mezar yerine Türkiye (Tarsus) ve Özbekistan (Semerkant) da sahip çıkıyor.

İçeri girdiğimizde duvarları ve tavanının kırık aynalarla kaplı olduğu salonda onlarca kişinin dualar ettiğini, süslü bir kafes şeklindeki mezar çevresinde dolanarak onu öptüklerini göreceksiniz. Bunun yanında dışarının sıcak ortamından kaçıp, klimaların serinliğinde yatarak dinlenenlere de şahit olabiliyorsunuz. Şuşter ve Çoğa Zenbil’den sonra burası bana biraz yavan geldi diyebilirim. Vaktiniz yeterli ise tabii ki kaçırmayın, sonuçta ortamda saatler geçirmeniz gerekmiyor.

Bu güzel günün diğer gezi yerleri olan Susa ve Çoğa Zenbil bir sonraki yazımın konusu olacak.

Gezekalın

21.06.2022